Avrupa’nın kendi şartlarında gelişmesine rağmen modernizm düşüncesinin Islam dünyasında da büyük etkileri görülmüştür. Tarih boyunca Doğu’nun ipek ve baharatına büyük ilgi duyan Hıristiyanların Kudüs’ü geri almak maksadıyla gerçekleştirdikleri Haçlı seferleri sayesinde Avrupalılar, Islam coğrafyasının çeşitli hazinelerini keşfetme imkanı bulmuşlardı. Bunların yanı sıra Avrupa, sanayi devriminden sonra, gelişen sanayinin ham madde ihtiyacını karşılamak için Doğu’nun tabii kaynaklarına da göz dikmişti. Özellikle on dokuzuncu asrın başında Napolyon’un Mısır’ı işgalinden sonra batılıların eski Mısır medeniyetine duydukları ilgi ve Ingiltere başta olmak üzere Hollanda ve Portekiz gibi ülkelerin Hindistan ve Uzak Doğu’nun kaynaklarını elde etme arzuları artmıştı.
Söz konusu sebeplerden dolayı Avrupa’nın güçlü devletleri, Doğu’ya hakim olmanın yollarını arıyor ve bu yönde politikalar geliştiriyorlardı. Bu politika çerçevesinde “Şarkiyat” (oryantalizm) adı altında bir bilim ve düşünce alanı oluşturulmuştu. Şarkiyatçılık, Batı’nın çıkarları doğrultusunda Şark’ın inanç, düşünce, kültür ve tarihini yeniden yorumlayıp, yapılandırarak, Doğu’nun değerlerine hakim olmayı kolaylaştıracak bir ortamın hazırlanması manasına geliyordu.
[1]Arnold Toynbee’nin ifadesi ile “Islam dünyasının muhtelif kısımlarında manda ve sömürgesi bulunan Batı Avrupa ülkelerinin bazısı, Batı hakimiyetinin uzlaşmasız bir şekilde devam ettirilmesini ve aynı şekilde bu uğurda gerekli ‘kan ve servetin’ sarf edilmesini istiyordu.”
[2]Yirminci asrın başlarında Ingiliz politikalarına yön veren Dışişleri Bakanı Lord Curzon 1909’da doğu politikası mevzuunda Lordlar Kamarası’nda yaptığı konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı:“Doğu insanının yalnız dillerine değil, törelerine, hissiyatına, geleneklerine, tarihine, dinine de aşina olmamız, doğu ruhu diyebileceğimiz şeyi anlama maharetimiz, kazanmış olduğumuz mevkii gelecekte de koruyabilmemizi sağlayacak tek dayanaktır.”
[3]Ingiltere ve Fransa arasında Hindistan yolunun güvenliği açısından Mısır üzerinde büyük bir rekabet yaşanırken, Napolyon’un Mısır’ı işgali bu konuda bir dönüm noktası olmuştu. Ingiliz hariciyeci Wilfrid Scawen Blunt’ın “Napolyon’un Kahire’de kelime-i şahadet getirerek, Islamiyet’i kabul ettiğinden ve bütün Müslümanların halifesi olmak istediğinden söz etmesi”
[4] Ingilizlerin, Fransa’nın Mısır’da güçlenmesi karşısında endişelerini göstermekteydi.Mısır’ın jeopolitik öneminin yanı sıra tarihi, kültürel ve coğrafi zenginliklerini keşfeden Fransızlar, sadece askeri güçleriyle bölgede sürekli kalamıyacaklarını bildikleri için Müslümanların memnun kalacağı bir politika takip etmenin önemli olduğunu biliyorlardı. Bu çerçevede Hz. Isa’yı Allah’ın oğlu kabul eden Hıristiyanların inancının aksine Allah’ın oğlunun ve ortağının bulunmadığını beyan eden cümlelerle devam eden bir bildiri dağıtmıştı. Fransa’nın Mısır’ı işgal etme politikasını gizlemeye yönelik olan bildiride Fransızların, Memlükler’den Allah’a daha fazla kulluk ettiği, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Kur’an-ı Kerim’e onlardan daha çok hürmet ettiği belirtilmiş ve kendilerinin Osmanlı sultanının sadık dostu olduğu iddia edilmişti.
[5]*
Napolyon’un “Müslüman” olduğunu ilan ettiği bildiri…***Osmanlı; Mısır, Arabistan ve Suriye’de dağıttığı karşı bildirilerle Müslümanları, Fransız politikalarına inanmamaları hususunda uyarmış
[6] ise de Napolyon’un söz konusu bildirisi daha sonraları Islam dünyasını sömürmeyi planlayan yabancı güçlere ilham kaynağı olmuş,Ingiltere ve Fransa başta olmak üzere Islam coğrafyasına hakim olmak isteyen devletler, gerçek niyetlerini gizleyerek bir taraftan Müslümanlara şirin gözükmeye gayret etmişler, diğer taraftan ise seçtikleri insanlar (sözde hocalar) vasıtasıyla kendi menfaatlerine zarar vermeyecek bir Islam anlayışı oluşturup, Müslümanlar arasında yaymaya çalışmışlardı.Mısır’dan ayrılmak zorunda kalan Napolyon, oradaki insanların eski gelenek ve göreneklerinin Fransız kültürü doğrultusunda değiştirilmesi yönünde politikalar geliştirmişti.
[7] Napolyon, kendini Mısırlılara benimsetmek için gücünün yetersiz kaldığını görünce yerel imam, kadı, ulema ve müftülerden Islami esasları Fransız ordusunun lehinde tefsir etmelerini istemişti. O, bu çerçevede Ezher ulemasından altmış hocayı karargahına davet edip onlara Fransız ordu nişanı vermişti.
[8] Ezher ulemasına yapılan bu özel muamelenin yanında Fransız askerleri şehirde alış verış yapmışlar ve aldıkları mallara değerinden çok yüksek paralar vererek, onları memnun etmişlerdi. Bu gayretler büyük oranda işe yaramış, Kahire halkı kısa sürede işgalcilere duyduğu güvensizliği terk etmişti.
[9]On dokuzuncu asrın başlarından itibaren Mısır ve Hindistan başta olmak üzere Islam alemini sömürge yapma hususunda Fransa ile yarışan Ingiltere, bölge Müslümanlarıyla alakasını geliştirmenin yollarını arıyordu. Bu çerçevede 1878-1882 yılları arasında Osmanlı ülkesinde Arapların yaşadığı bölgeleri gezerek ileri gelen bazı kişilerle ilişkiler kuran Ingiliz görevli W. Scawen Blunt, Cemalettin Efgani ile Londra ve Paris’te pekçok defa görüşmüştü. Efgani, Hindistan’a giderken uğradığı Paris’te kendisiyle görüşen Blunt’a Hindistan’da özellikle Osmanlı sultanının aleyhinde ve Arap hilafeti mevzuunda konuşmamasını aksi takdirde bölge Müslümanlarının büyük tepkisini çekeceğini söylemiştir.
[10]Blunt, Kahire’de kaldığı günlerde Muhammed Abduh ile iyi ilişkiler kurup, fikir alışverişinde bulunmuştu.
[11] Türk ulemasını, Islam’ı bilmemekle ve Müslümanları geri bırakmakla itham eden Blunt
[12], Islami bir durgunluktan bahsetmiştir. Durgunluktan kurtulmanın yolunun içtihad kapısının açılmasından geçtiğini söyleyen Blunt, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza başta olmak üzere bazı Arap aydınlari reform konusunda teşvik etmiştir.Bu çerçevede bir taraftan yeni içtihad adı altında batılı bazı değerlerin Müslümanlar tarafından fazla zorlanmadan kabullenilmesi sağlanırken, diğer taraftan dört mezhepten birine mensup olarak asırlardan beri devam ettirilen Islam anlayışı ve dini hayat konusunda zihinlerde şüpheler oluşturularak, Müslümanların Islam’dan soğumasının ve uzaklaşmasının önü açılmıştır.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Edward Said, Şarkiyatçılık, (tercüme eden: Berna Ülner), Istanbul 2008, sayfa 15.[2] Arnold Toynbee, 1920’ler Türkiye, Hilafetin Ilgası, (tercüme eden: Hasan Aktaş), Istanbul 1998, sayfa 19.
[3] Edward Said, Şarkiyatçılık, (tercüme eden: Berna Ülner), Istanbul 2008, sayfa 226.[4] Wilfrid Scawen Blunt, The Future of Islam, Londra 1882, sayfa 77.
[5] Abdurrahman b. Hasan el-Ceberi, Acaibü’l-asar fi’t-teracim ve’l-ahbar, (neşreden: Abdurrahim Abdurrahman), Kahire 1998, cild 3, sayfa 4-6.
[6] Abdurrahman b. Hasan el-Ceberi, Mazharü’t-takdis (Muzhirü’t-takdis) bi zehabi Devleti’l-Firansis, (neşreden: Abdurrazık Isa-Imad Hilal), Kahire 1988, cild 1, sayfa 206.[7] M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin Islam Dünyasına Girişi, (tercüme eden: Sezai Özel), Istanbul 1986, sayfa 125.
[8] Edward Said, Şarkiyatçılık, (tercüme eden: Berna Ülner), Istanbul 2008, sayfa 94.[9] Abdurrahman b. Hasan el-Ceberi, Acaibü’l-asar fi’t-teracim ve’l-ahbar, (neşreden: Abdurrahim Abdurrahman), Kahire 1998, cild 3, sayfa 13, 14.
[10] Wilfird Scawen Blunt, India Under Ripon, Londra 1909, sayfa 361, 362.
[11] Reşid Rıza, Tarihu’l-üstazi’l-imam eş-şeyh Muhammed Abduh, Kahire 2006, cild 1, 10, 226.[12] Wilfrid Scawen Blunt, The Future of Islam, Londra 1882, sayfa 73.***
ALINTI:Dr. Hasan Gümüşoğlu, Fıkhi Mezhepler Tarihi, Istanbul 2016, sayfa 129-134. Kısalttık. Başlık ve parantez içindekiler bize ait.
http://belgelerlegercektarih.net/bir-emperyalizm-projesi-islamda-modernlesme/