Ergenekon’un Yeri

Eski Türk yurdu ve coğrafyası üzerine şimdiye kadar çok değişik fikirlerin ortaya atıldığı bir gerçektir. Yani Türklerin ana yurdu meselesi çok tartışılmış ve hâlâ da tartışılmaya devam ediyor. Biz de, zaman zaman çeşitli yazılarımızda ve kitaplarımızda kısmen de olsa bu konu üzerinde durmaya çalıştık. Bununla beraber eski Türk vatanı veya ana yurdu hususunda bizim görüşümüz Selenge ve Orkun Irmakları kıyıları olması gerektiği yo­lundadır.

Ancak, özellikle Kök Türkçe kitabeleri göz önünde bulundurduğumuzda, bu tarihi belgelerde zikredi­len Ötüken kelimesini ele alıp, neresi olduğu konusunda fikir yürütmek gerekirse, bu coğrafi adın çok geniş bir ma­nası olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla eski Türk kaynak­larında “il tutulacak yer” olarak gösterilen Ötüken’in tek bir nokta olmaması lazımdır. Bizce, manası hakkında da münakaşaların sürdüğü Ötüken, büyük bir coğrafi mekanı ifade ediyordu.

Ötüken meselesini bu şekilde özetledikten son Türk destanlarında geçen Ergenekun’un mevkiinin neresi olduğu hususundaki soruya da geçebiliriz. Tıpkı Ötüken’in yeri mevzuundaki tartışmalarda olduğu gibi Ergenekun’un da ne anlama geldiği ve neresi olduğu yo­lunda farklı fikirlerin bulunduğunu yukarıda belirtmiştik Türklerin Türeyiş Destanı veya Ergenekun Efsanesi olarak adlandırabileceğimiz bu hikâyelerde, atalarımızın başından geçen birçok olaya şahit bulunmakla beraber, tarihi yur­dun özellikleri hakkında da bilgi sahibi oluyoruz.

Her milletin mitolojik devirlerinde, böyle gerçeklerle efsanelerin birbirine karıştığı bir dönem vardır. Dolayısıyla Türklerin tarihte yaşadığı acı ve tatlı bazı hadiseler onların beyinlerine öyle işlemiştir ki, bu genler vasıtasıyla günümüze kadar gelmiştir. Dünyanın bütün halklarının ken­dilerinin türediklerini kabul ettikleri mitolojik bir yaratık mevcuttur. Türkler de kendi ataları olarak kurtu kabul ederler ki, sosyologlar ve etnologlar bunun sebebini ilmi ölçüler çerçevesinde açıklamaktadırlar. Bizim asıl söyle­mek istediğimiz, bir destan şeklinde kulaktan kulağa ve yazılı bazı kaynaklarda zikredilerek gelen bu kurt ata motifinin arkeolojik malzemeler ışığında desteklenmediğiydi. Ama 1956 yılında Moğolistan’ın Bugut kasabasında bulu­nan, kurttan süt emen çocuk motifli yazıtın yanısıra, şimdiye kadar gözden kaçtığı biçimiyle veya bizim öyle öğrenmemizi istedikleri şekliyle, tepesinde bir ejderha mofinin olduğu söylenen Köl Tigin ve Bilge Kağan kitabeleri nın üstünde açıkça kurttan süt emen çocuk figürleri yer almaktadır. 

Orkun Kitabeleri

Destandan çıkan neticeye göre; bu Ergenekun deni­len yerin dağlarla çevrili, içerisinde su ve otların bol bu­lunduğu geniş bir vadi olması gerekir. Aynı zamanda kana­atimizce, bu mekân günümüzdeki Moğolistan sınırları dahilinde aranmalıdır. Yani, bu tarihi yurda Moğolistan dışında bakmak doğru değildir. Buna karşılık Çin ve İslam kaynaklarında sözü geçen ata yurda dair işaretlerin batıda ve özellikle de Turfan ile Turfan’ın batısında, daha doğru­su lssık Köl çevrelerinde gösterilmesi, Moğolistan’da anla­tılan hikayelerin 6-11. yüzyıllar arasında yine Türk boyları tarafından batıya taşınmalarından kaynaklanmaktadır, diye düşünmekteyiz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1993 senesinde hazır­lanan ve Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi (MOTAP) olarak adlandırılan bir çalışma kapsamında yaklaşık se­kiz senedir bu ülkede kazı ve restorasyon faaliyetlerinde bulunmaktadır. Çalışılan mekânlar târihi Türk yerleşim alanları, yani İslam öncesi Asya Türk devletlerinin ana merkezleri olan OrkunHavzası idi. Orkun Vadisi veya havzası olarak bilinen bugeniş bozkırlar neredeyse 11. asra kadar, Türklere başkentlik yapmış, Türkün beşiği olmuştur.

Orkun bölgesinde dikkati çeken iki vadi vardır: Birincisi yukarıda Orkun’un Selenge’ye karıştığı yerden, Karakurum’a kadar uzanan geniş bozkırdır ki, binlerce kilometrekare alanı kapsayan bu vadi, Orkun ve onun kollarıyla sulanır, hayvancılığa ve şehir hayatına çok müsait bir yerdir. Zaten bugün Orkun Yazıtları veya Kök Türk Kitabeleri diye adlandırdığımız abidelerin burada dikilmesi; başta Kara-balgasun, Karakurum ve Türk Hanının Balığı gibi kent kalıntılarının mevcut olması bunu ispatlamaktadır. Buranın coğrafi önemi konusunda, yine daha önce bazı yazılarımızda bilgiler sunmuştuk.

Kutlu Ötüken topraklarının ortalarına denk gelen bu yer, Türklerin sos­yal hayatlarında vazgeçilmez bir bölge olduğu gibi, bugünkü Moğollar için de Orkun havalisi son derece mühimdir.

Orkun Vadisi

Orkun Havzasını teşkil eden ikinci kısım ise, Karakurum’dan Orkun Nehri’nin kaynağının çıktığı Altaylar mıntıkasına kadar uzanan alandır. Burası Orkun’un kuzeyinde kalan topraklardan daha dar bir vadiye sahiptir. Bölgenin üç tarafı yüksek sıradağlar ve ormanlarla çevrili­dir. Buranın ilginç olan bir özelliği de, arazinin volkanik bir yapıda bulunmasıdır. Yani bazı yeryüzü şekilleri, dağ ve tepelerin oluşması birtakım volkan patlamalarıyla meyda­na gelmiştir. Bir başka hususiyeti de, burası bir deprem sahasıdır. Herhalde vadide bir fay hattı mevcut olup, za­man zaman yer sarsıntılarının olduğunu sanıyoruz. Bunun en büyük göstergesi, Moğolistan’ın en büyük şelalesi olan Orkun çağlayanının burada olmasıdır. Şöyle ki: Orkun Irmağı ve vadisi çıktığı dağlardan biraz yol aldıktan sonra söz konusu yerde birden seviye kaybetmekte, vadi neredeyse 100 metrelik bir çöküntüyle aşağıya inmektedir.

Biraz önce anlattığımız coğrafyaya ait güzellikleri gözönünde bulundurunca, insanın aklına Ergenekun burası mıydı, gibi bir soru ister istemez gelmektedir. Tabii ki, bazı şeyleri yazıyla anlatmak mümkün değil. Mutlaka zihinlerde canlandırabilmek için görülmesi, aklın somut bir şekilde o nesneyi algılaması şarttır.

Ergenekun Destanı’nı hatırladığımızda, işte bu geçit vermez dağların etrafında yetmiş yere, yetmiş körük kon­duğunu ve dağın eritildiği aklımıza geliyor. Orkun Şelalesi olarak adlandırdığımız bölge, adeta lavların püskürmesi sonucunda, toprağın üzeri erimiş demir curuflarıyla be­zenmiştir. Büyük ihtimal, binlerce yıl evvel bir deprem veya volkan patlaması sonucunda burada bir tabii felâket yaşanmış da olabilir. Ya da insanların gözleriyle gördüğü yamaçlardan inen lav akıntılarının, zamanla dağlardaki madenlerin insanlar tarafından eritilmesi şeklinde destanın içerisine de girme ihtimali vardır.

………….

Kaynak:

Türk Destanlarına Giriş, S. 155-159

Prof. Dr. Saadettin Gömeç

Visited 63 times, 1 visit(s) today

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir