İçindekiler
İnsanoğlunun atası Adem yaratılmadan çok önce cinler yaratılmıştı. Cinler, Dünya’dan önce Mars gibi başka gezegenlerde muhtemelen yaşamlarını sürdürdüler. Bu gezegenlerde yaşayan “cin toplumları“, insan toplumları gibi kendilerine gelen elçilerin İslam‘a çağrılarını kabul etmeyip, elçilerini öldürmek istediklerinden dolayı, yaşadıkları gezegenle birlikte helaka uğramışlardır.
Allah, insanlar gibi cinleri de takva ve fucura yönelme potansiyelleriyle yaratmıştır. Bir süre Allah‘a köle olarak yaşayan cinler, daha sonra sapmışlardır. Cin toplumlarına da içlerinden elçiler gönderildi ve uyarıldılar. Ancak uyarılardan yüz çeviren, yaşadıkları gezegeni ifsad eden ve kan döken cin toplumları, Sünnetullah gereği helak edildiler. Cinlerin boyut ve hızları dikkate alındığında helaklarını, “zalim cin toplumu”nun yok oluşuyla beraber yaşadıkları gezegenin yaşanmaz hale geldiği şeklinde anlayabiliriz. İslam’a çağıran elçilere icabet edenlerin ise kurtuluşa ererek; başka bir gezegende; en son Dünya‘da yaşamaya devam ettikleri bir gerçektir. Bu helakların sayısını Allah bilir. Ancak şu da bir gerçektir ki; Adem daha yaratılmadan önce dünyanın sorumlu sakinleri elbette cinlerdi.
İblis, Allah’tan en çok korkan ve O’na itaatte en önde bulunan “cin toplumu“nun öncülerinden birisiydi. Allah onu, kendisine olan bu “samimi itaati ve ibadeti” sebebiyle yükseltti ve başmelekler boyutuna çıkardı. O artık meleklerle beraber Allah‘ı zikreden “nefis sahibi bir melek“ti ve ismi de Azaz-El’di. Yani “El“in(Allah’ın) azizi; şereflisi, değerlisi. Dünya’da yaşayan “cin toplumu“nun uyarıcı elçilik görevini ve liderliğini de üstlenen Azaz-El, zaman zaman Dünya’ya gelip müslüman cinlerle beraber, kafir cinlere karşı savaşmış ve büyük yararlıklar göstermiştir. Bu durum, Adem yaratılıncaya kadar böyle devam etmiştir.
İlk önce Adem’in kendisine bağlı olacağını sanan Azaz-El, daha sonra “meleklerle beraber Adem’e saygı“ya çağrılacağını anlayınca; kalbinde sakladığı kibrini açığa vurmuştur. Azaz-El, Sonsuz Yüce Allah’ın kendisine verdiği “yükselme nimeti“nin şımarıklığı ve sapkın cinlerle mücadeledeki başarılarının sarhoşluğuyla; günbegün kendisini diğer meleklerden de üstün görmeye başlamıştır. Daha sonra bu saklı kibrini, Sonsuz Yüce Allah ortaya çıkarmış ve kovmuştur. Böylece “melek boyutu“ndan düşürülmüş, Azaz-El iken İblis; ümitsiz, değersiz bir cin-şeytan olmuştur. Adem‘in cennette denenmesinde de kendisine rol verilen İblis; Adem‘i de cennetten kovdurmuş ve yeryüzünde Adem ve oğularının, yeminli-intikamcı bir düşmanı olmuştur:
Biz meleklere dediğimiz zaman: “Adem’e secde edin!” (Melekler), İblis müstesna, secde ettiler. O, cinlerdendi. Böylece Rabb’inin emrinden dışarı çıktı. “Beni bırakıp, onu ve soyunu mu veliler edineceksiniz? Onlar(şeytanlar), sizin düşmanlarınızdır. Zalimler için ne kötü bir bedel!”
[KEHF(18)/50]Biz meleklere, “Adem’e secde edin!” dediğimiz zaman; İblis müstesna, secde ettiler. (İblis), diretti, büyüklenmek istedi ve kafirlerden oldu.
Biz söyledik ki: “Ey Adem, sen ve eşin cennette oturun. Siz ikiniz dilediğiniz yerden bol bol yiyin, şu ağaca yaklaşmayın. (Şayet yaklaşırsanız) zalimlerden olursunuz.”
Şeytan(İblis), oradan o ikisini kaydırdı. Böylece içinde bulundukları o (cennetten), ikisini çıkardı. Biz de dedik ki: “Bazınız bazınıza düşman olarak (Arz’a) inin. Arz, sizin için karar yeridir ve bir vakte kadar da geçim vardır.”
Muhakkak Biz, sizi yarattık, sonra size şekil verdik. Sonra meleklere: “Adem’e secde edin!” dedik. İblis müstesna secde ettiler. (İblis), secde edenlerden olmadı.
(Allah) dedi ki: “Sana emrettiğim zaman, senin secde etmene mani olan nedir? (İblis) dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; (çünkü) onu çamurdan, beni ateşten yarattın.”
(Allah) dedi ki: “Öyleyse oradan in! Burada senin büyüklenmen olmaz! Çık! Muhakkak sen, aşağılık olanlardansın.”
(İblis) dedi ki: “Bana kalkış gününe kadar süre ver.”
(Allah) dedi ki: “Şüphesiz sen, süre verilenlerdensin.”
(İblis) dedi ki: “Sen’in, beni azdırman sebebiyle, Sen’in doğru yolunda onları (saptırmak için) elbette oturacağım.”
“Sonra da onların(insanların) önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından elbette geleceğim ve Sen onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”
(Allah) dedi ki: “Sen oradan kınanmış ve kovulmuş olarak çık! Onlardan(insanlardan) her kim sana tabi olursa, elbette sizin hepinizi cehenneme dolduracağım.”
Allah‘ın şerefli bir kölesiyken; büyüklenerek, kovulmuş şeytan olan İblis, “cin toplumu“nun önderlerinden bazılarının da ayaklarını kaydırarak; kendisiyle birlikte onları da şeytanlaştırdı. Böylece Dünya‘da ilk “şeytani çekirdek kadro” oluştu. Önceden Müşrik ve Müslüman olarak ayrışan cin toplumu; daha sonra Müslümanlar, Müşrikler ve Şeytanlar olarak üç millete(topluma) ayrılmış oldular. İblis‘in başını çektiği cin-şeytanlar; bir taraftan kendi aralarında hiçbir ahlaki sınır tanımayan ilişkilerle çoğaldılar. Diğer taraftan İblis, cinlerden birçoklarını saptırıp kendisine köle edindiği kimselerle “şeytan milleti“ni çoğalttı ve insanların peşlerine düştü. Tarih boyunca da insanlardan İblis’e köleler devşirdiler. Bu yolla devşirdikleri “insan şeytanları“yla yeryüzünde giderek güçlendiler.
Hanok’un Kitabı’nın Kumran mağaralarında bulunan Aramca aslında; İblis‘in, “düşmüş melekler” olarak yutturmaya çalıştığı cinlerden 19 yardımcısı, isimleriyle sayılmaktadır. Ayrıca cinlerden olup, İblis’i, Allah’a tercih eden bu sapkınların, insan kızlarıyla birleşerek “devler“i; yani “Ye’cuc-Me’cuc“u oluşturduğu ifade edilmektedir:
“..Bütün bunlar(19 İblis’e tabi cin), seçtikleri arasında kendilerine eş seçtiler, onların yanına gitmeye başladılar ve onlarla kendilerini kirlettiler. Onlara büyücülük ve sihirbazlık öğretmek için… onlardan hamile kalıp ‘devler‘i doğurdular.”
Nitekim Kur’an, bu konuya şöyle ışık tutmaktadır:
O gün (Allah) onların hepsini toplar: “Ey cin topluluğu, siz insanlardan kendinizi çoğaltmak istediniz.” (Bunun üzerine) onların(cinlerin), insanlardan dostları olan kimse dedi ki: “Rabb’imiz, bazımız, bazımızdan yararlanıp, bizim için takdir ettiğin süreye ulaştık.” (Allah) dedi ki: “Allah’ın dilediklerinin dışında, onların barınağı ateştir ve orada kalıcıdırlar. Muhakak senin Rabb’in Hakim’dir, Alim’dir.”
[ENAM(6)/128]
Bu mesele, bilindiği gibi Tevrat’da da, saptırılmış bir ifadeyle; “Tanrı oğulları, insan kızlarıyla evlendi, Nefilimler(Devler) ortaya çıktı” şeklinde ifade edilmiştir. Buradaki Tanrı oğulları; bir İblis yalanıdır. Tevrat‘ta geçen “Tanrı oğulları“, İblis kovulduğunda onunla beraber şeytanlaşan yukarıda söz ettiğimiz cinlerdir.
Bu temel tespitleri yaptıktan sonra; “cinlerin toplumsal yaşamları“nı ve “karakteristik özellikleri“ni gözden geçirebiliriz. Tabii ki cinlerin sapkın kardeşleri cin-şeytanların, “toplumsal yaşamları“nı ve “karakteristik özellikleri“ni ayrı bir araştırma konusu yapacağız.
İnsan nesli, yeryüzünde yaşama başladığında, kendisinden daha önce yaratılmış, insan gibi sorumlu ve nefis sahibi cinler de yanı başlarında bulunmaktaydı. Aynı “dünya uzayı“nı paylaşan bu iki “cin ve insan toplumu“nun yaratılış gayesi aynıdır. Nitekim Kur’an da Sonsuz Yüce Allah şöyle buyurur:
”Ben, insanları ve cinleri, ancak Bana köle olsunlar diye yarattım.”
[ZARİYAT(51)/56]Biz bu yazımızda, Kur’an ve Hadis kaynakları ışığında cin toplumu üzerinde duracağız. Bilim ve teknoloji; matematik, fizik, astrofizik, mühendislik, kimya, tıp vs. alanlarındaki gelişmelerle birlikte; evrenin yaratılışı, madde-antimadde yapısı ve özellikleri, boyut kavramı, zaman, hız, insanın yapısı gibi temel konuların daha iyi anlaşılması nedeniyle “cinler“in, yaratılışı-yaşayışı ve özelliklerini daha iyi kavramamız mümkün olmuştur.
KUR’AN’DA “CİN” VE KELİME ANLAMI
Kelime olarak “cin“, “cnn” kökünden türemiştir. “Cenne” fiilinin anlamı; bir şeyin duyu organlarından saklı kalması, gizlemek, saklamaktır. Bu kökten türemiş kelimelerden birkaçı şunlardır;
“Cinne”; cin demektir. Topluluk ismidir.
“… İblis müstesna, secde ettiler. O, cinniler(cinler)dendi…” [KEHF(18)/50]
“Cinnet”; delilik, çılgınlık, cinler.
“Yoksa onda bir cinnet(delilik) mi var diyorlar…” [MÜ’MİNUN(23)/70]
“… Elbette cehennemi, tamamen cinnet(cinler)den ve insanlardan dolduracağım.” [HUD (11)/119]
“Canne”; cinler, bir tür yılan.
“(Musa), onun cannu(yılan) gibi hareket ettiğini gördü.” [NEML(27)/10]
“Canne(cinleri), dumansız, karışık ateşten yarattı.” [RAHMAN(55)/15]
Elmalı Hamdi Yazır, tefsirinde, “Cânn” kelimesiyle ilgili şu ifadeleri kullanır: “Nûn“un şeddelenmesiyle “cin” demektir. “cin“, cins ismi; “cânn” da, sıfat ismidir.
Cenne; karanlığın basmasıyla çevremizdekilerin görünmez olması, örtü.
“Vaktaki gece (İbrahim’i) cenne(örtünce), bir yıldız gördü…” [ENAM(6)/76]
Cenin; Anne rahmi içinde gelişip büyüyen çocuk. Doğumdan önceki bu insan yavrusuna, cenin adı verilir.
“… Annelerinizin karınlarında ecinnetun(ceninler) iken…” [NECM(53)/32]
Mecnun; deli, cinli demektir.
“Sen, Rabb’inin nimetiyle mecnun değilsin.” [KALEM(68)/2]
Cunnete; kalkan, siper.
“Onlar, yeminlerini cunneten(kalkan-siper) edindiler…” [MÜNAFİKUN(63)/2]
Cennete; Ağaçlı yer, bahçe.
“… sen, cennete(bahçe)ye girdiğin zaman….” [KEHF(18)/39]“Cnn” kökünün, Kur’an’daki tüm türevlerine bakarsak; “örtülü, saklı, gizlenen, gizli bir saik-illet” ortak anlam etrafında yoğunlaştığını görürüz.
Kur’an’da geçen “cinler“, insanlar gibi sorumlu; ahirette amellerinden hesaba çekilecek olan akıl ve nefis sahibi; yiyip içen, evlenen, çoğalan; kendi istekleri dışında gözlerimizle göremediğimiz farklı boyutta; daha doğrusu bir üst boyutta yaratılmış ve dünya yaşama alanını ortak paylaştığımız “varlıklar“dır. Cinler, sizi görürler, siz onları göremezsiniz. Bu da ancak bir üst boyutta bulunabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bir üst boyut varlık, alt boyuttan saklıdır, ancak istediğinde alt boyut formuna girebilir:
Ey Ademoğulları, Şeytan, anne ve babanızın elbiselerini onlardan soyup, edep yerlerini göstererek, cennetten çıkardığı gibi, sizi de ‘fitne’ye düşürmesin. Muhakkak o ve kabilesi(cin-şeytanlar), sizin onları göremediğiniz bir yerden(boyuttan) sizi görüyor. Muhakkak Biz, şeytanları, iman etmeyenler için dostlar kıldık.
[ARAF(7)/27]CİNLERİN ÖZELLİKLERİ
Cinlerin Yaratılışı
Akıl ve nefis sahibi olarak insanlar gibi “Allah’a köle olsunlar” diye yaratılmış olan bu varlıklar, insanlardan elbette farklıdırlar. İşte İblis’in fitneye düştüğü bu farklılık argümanı:
“(İblis) dedi ki: ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.’”
[SAD(38)/76]“Cann‘ı(cinleri) de, önceden semum(kavurucu) ateşten yaratmıştık.”
[HİCR(15)/27]“Semme”nin; iğne, burun ve kulak deliği gibi anlamları vardır. “Semum“; zehir, zehir etkisini yapan “sıcak rüzgar“dır.
Tefsirlerde “semum” için şu bilgiler verilir: “Semum” kelimesi, öldürücü sam yeli; gece ve gündüz esen “sıcak yel“; “nüfuz edici” veyahut “zehirleyici” anlamlarına gelir.
“(Allah), Cann‘ı(cinleri), maric(dumansız-karışık) ateşten yarattı.”
[RAHMAN(55)/15]“Merece” kökünün anlamı; salıvermek, karıştırmaktır. “Maric“; dumansız ateş. Tefsirlerde “maric“; dumansız ateş için şu bilgiler verilir: Halis ateş ya da dumansız sâfi alev; karışık dumanlı bir ateş; her şeye nüfuz edebilen ve karışan mânâsında ateş; karıştırıcı; çalkalanıp duran ızdıraplı ve çoşkun bir halde bulunan saf bir ateş veya elektrik halinde olduğu gibi her şeye karışabilen bir ateş, veyahut eşyayı birbirine karıştırmak özelliği taşıyan bir ateş.
“Semum“(kavurucu, maddeye nüfuz eden) ateş ve “maric“; dumansız ateş tanımlamaları, cinlerin; ışın, ışık veya bir elektrik(elektron akımı) gibi hareket edebilen, manyetik etkileri de olan varlıklar olduğu çağrışımını yapmaktadır. Bu durum cinlere farklı bir boyut ve ışık hızına yakın bir hız yeteneği kazandırmış gözüküyor.
İblis‘in büyüklenmesine sebep olan da böyle bir kökten gelip, “melek boyutu“na yükselmesi değil midir? Yaratılışları farklı olsa da cinler, aynı insanlara benzer şekilde bedenlere; kalp, göz, kulak gibi organlara; nefse ve akla sahiptirler. Nitekim insanlar ve cinler bu melekelere sahip oldukları halde; şayet “Hak“kı; “Gerçeği” görmüyorlarsa; Kur’an şöyle der:
“… Onların(cinlerin ve insanların) kalpleri vardır, onunla anlamazlar; onların gözleri vardır, onunla göremezler; onların kulakları vardır, onunla duyamazlar… “
[ARAF(7)/179]Cinlerin: Formları ve Boyut Farkı
Sonsuz Boyutlu Allah’ın, tüm yarattığı varlıklar, elbette sonlu boyutludur. Tüm varlıklar ve melekler arasında bir boyut hiyerarşisi vardır. Sonsuz Yüce Rabb’imiz, cinleri, insanları, yarattığı her varlığı, kendi boyutuna mahkum etmiş ve belli yasalara bağlamıştır.
“… Muhakkak o ve kabilesi(cinler), sizin onları göremediğiniz bir yerden(boyuttan) sizi görüyor. Muhakkak Biz, şeytanları, iman etmeyenler için dostlar kıldık.”
[ARAF(7)/27]Yaşadığımız bu gezegende; cinler ve cin-şeytanlarla birlikte yaşıyoruz. İnsanoğlu, 3 boyutlu; zaman boyutuyla 4 boyutlu iken, cinler, bir üst boyutludur. Üst boyuttakiler, kendilerinden alt boyutta olanları görür ve alt boyut formuna geçebilirler. Ancak alt boyuttakiler, üst boyuttakileri göremezler ve üst boyuta kesinlikle geçemezler. Sonsuz Boyutlu olan Allah, her şeyi, bir şeymiş gibi görür ve kuşatır, ancak O’nu, yaratılmış hiç bir varlık, ne görebilir ne de kuşatabilir.
Yaratılmış hiçbir varlık, ne kendisine ne de kendisinden alt boyuttaki bir varlığa boyut atlatamaz, ancak Allah‘ın dilemesi ve emri müstesna. Boyut atlamanın veya düşmenin ne demek olduğunu en iyi cin-İblis bilir. Allah‘a olan köleliği ile “Başmelekler boyutu“na çıkarılmışken, itaatsizliği ile tekrar “cin boyutu“na düşürülmüştür. “Melekler“in de, gerektiğinde alt boyut varlıklarından birinin formuna girdiklerini Kur’an‘dan bilmekteyiz:
“… O’na(Meryem’e), Ruhumuz’u(Cebrail’i) gönderdik, (Cebrail), düzgün bir beşer olarak göründü.“
[MERYEM(19)/17]Melekler, ancak Allah‘ın emri ile hareket ederler. Meleklerin önce İbrahim‘e sonra da Lut‘a “insan formu“nda gittiklerini biliyoruz.
Cin-şeytanlar da bu yeteneklerini kullanarak, bizim görebileceğimiz formlara bürünebilirler. Biz onları göremediğimiz için de kendilerini “melek” olarak pazarlayabilirler. Çünkü onların en temel karakterleri, yalancı ve oyuncu olmalarıdır. Hatta bu yalancılık karakteri, cinlerin adeta bir vasfıdır.
Burada, Allah‘ın koyduğu yasalar işlemektedir. Cin-şeytanlar, boyut değiştirme kabiliyetleri kendi insiyatiflerinde olsa, istediği zaman birisinin formuna girer, onun yerine işler yapar veya istediği birine hayaller gösterirdi. Cin-şeytanların böyle keyfi yetkileri olamaz. Ancak kişinin sapkınlığı, şeytani vahye açık olması, Allah‘a sığınmak yerine cin-şeytanlara sığınması, onlardan korkması yahut onları çağırması-reddetmemesi gibi olumsuz tavırları bu ilişkilerde belirleyici olmaktadır. Elbette cin-şeytanlar kafirlerin ve zalimlerin dostudur. Onlara vahyeder; tahrik eder ve hatta zafer vadedebilir. Ancak “zafer, Allah’ın ve O’nun kölesi olan müminler“indir. “Bedir savaşı“nda, Süraka kılığında kafirleri galeyana getiren İblis, “melekler ordusu“nu gördüğünde, tabana kuvvet kaçmıştır:
“… ben sizden uzağım, sizin görmediklerinizi görüyorum ve şüphesiz ben Allah’tan korkuyorum…“
[ENFAL(8)/48)]ENFAL(8)/30′de; “kafirler, seni tutuklamak, öldürmek yahut çıkarmak istiyor ve tuzak kuruyorlar, Allah da tuzak kuruyor” ifadeleriyle, Peygamberimiz‘e kurulmak istenen tuzak haber verilmektedir. Peygamberimiz(s.a.v)’in hicret edeceği günün gecesinde; onu hapsetmek, öldürmek veya çıkarmakla ilgili Kureyş ileri gelenlerinin toplantısına; cin-İblis, “Necid’li bir ihtiyar” kılığında katılmıştır. Ve şöyle demiştir: “O’nu, kabilelerin ortak temsilcileri eliyle; kanı-sorumluluğu dağıtarak öldürün!“
Günümüzde Yaklaşan Saat‘in bir belirtisi olarak, kendilerini insanlara göstermeye teşebbüs etmektedirler. Bu teşebbüsleri, “İblis’in planı” gereğince giderek artacaktır. Geçmişte de cinlerin, “kendi formları“nda göründüklerine dair kanıtlar vardır. İslam kaynaklarında da buna dair delillere raslamak mümkündür. Abdullah bin Mesud’tan rivayet edilen aşağıdaki hadis, bu konuya ışık tutmaktadır:
“Hz. Muhammed(s.a.v.)in ashabından bir adam, cinnilerden bir adamla karşılaşmış ve onunla güreşmiş. Derken insan, cini yere atıp yenmiş. O zaman insan, cine şöyle demiş:
‘Doğrusu ben, seni gerçekten zayıf ve çelimsiz görüyorum. Küçücük kolların, sanki köpeğin küçücük kolları gibi! Siz bütün cinler mi böylesiniz, yoksa onların arasından sen mi böylesin?’
Cin, şöyle cevap vermiş: ‘Hayır, vallahi, doğrusu ben onların arasında gerçekten güçlü kuvvetliyim…‘”
Darimi, C.6, Hno: 3384, s.435-436.
Ayrıca cinlerin biyolojik yapılarının insanlara göre daha zayıf ve sıvı ihtiyaçlarının daha fazla olduğu; bu durumun “madde-enerji dönüşümü“nü kolaylaştırdığı anlaşılmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca ve günümüzdeki gözlemlere ve İslam kaynaklarındaki bilgilere dayanarak; bir cin tasvirini şöyle yapabiliriz:
“Kavimlerine göre boyları değişse de genelde kısa boylu, oldukça zayıf; adeta iskelet gibi, tüysüz, sürüngen derili, vücuda oranla büyük kafalı ve iri gözlü insan benzeri bir varlık…”
Her şeyi yaratan Sonsuz Yüce olan Allah, yarattığı her şeyi de takdir eden, yasalara bağlayan, sınırlarını çizendir. Yarattığı hiç bir şey, kendi yaratılış sınırlarının dışına çıkamaz, yaratılışını değiştiremez. Her ne oluyorsa, Allah‘ın yaratması ve izniyledir.
Cinler, ya “kendi formu“nda ya “insan-hayvan gibi alt form“da, ya da bir “enerji–ışın formu“nda bulunabilirler. Ve maddeyi, enerjiye; enerjiyi, maddeye dönüştürebilirler. Madde- enerji dönüştürmelerinin bir kanıtı; kendilerinin, “maddi bir biyolojik yapıları” olmasına rağmen, görünmez “enerji boyutu“na ve geriye dönüşmeleridir. Madde-enerji dönüşümünün bir başka kanıtı ise aşağıdaki ayettir:
(Süleyman) dedi ki: “Ey ileri gelenler, sizden hanginiz, o (Belkıs), bana teslim olmuş olarak gelmeden önce, onun(Belkıs’ın) ‘taht’ını bana getirecektir?”
Cinlerden bir ifrit, dedi ki: “Sen makamından kalkmadan önce, ben onu, sana getiririm. Muhakkak ben, (bu işte), kuvvetli ve eminim.”
İfrit, Süleyman Peygamber‘in emrindeki cinlerdendir. Ayette geçen konu, “Sebe Melikesi Belkıs‘ın tahtı“nın getirilmesidir. İfrit, Süleyman Peygamber daha oturduğu yerden kalkmadan bu işi yapabileceğini ifade etmektedir. Başka bir ülkeden ve muhafızlarla korunan bir yerden “cin-İfrit“in, “taht“ı getirebilme potansiyeline sahip olmasının anlamı açıktır. Bu, cinlerin madde-enerji arasındaki dönüşümü sağlama yeteneklerinden ileri gelmektedir. Bugün bilimin peşinde olduğu madde- enerji dönüşümüyle; “madde“nin bir yerden bir yere taşınması; cinler tarafından, Allah‘ın onlara yaratılıştan verdiği bir potansiyelle başarılabilmektedir.
Cinlerin Hızları
Cinler ve insanlar, kendi boyutlarına hapsedilmişlerdir. Zamanda ne geri ne de ileri gidemezler. Zamanda geri gitmeleri için ışık hızından daha hızlı olmaları gerekir. Bu ise ancak “melekler“e has bir hız ve özelliktir. Sonsuz Yüce Allah’ın hızı ise “sonsuz“dur. O, “zaman“ı bir boyut olarak yaratmış, yaratılmışları o zaman boyutuna bağlamıştır. Allah‘ın üzerinden zaman geçmez. O, zamana haşa tabi değildir. Onun içindir ki O, ezeli ve ebedidir. O, her an her yerdedir. O’nun için her şey, bir şey gibidir.
Tabi ki yaratılmışların boyut farklılığı; dolayısıyla hızları ve buna bağlı yaşam süreleri farklıdır. Boyut arttıkça hız artar ve buna bağlı olarak ömür uzar. Cinler ve insanlar “ışık hızı“na mahkum edilmiştir. Bu bizim evrenimizin hapsedildiği “üst sınır hız“dır. Bunu ne insanlar, ne cinler aşamazlar. Bu evrenin sınırlarından aşıp gidemezler:
“Oysa biz, duymak(kulak hırsızlığı yapmak için), (Göğün) oturma yerlerinde otururduk. Ancak şimdi, kim dinleyecek olursa, onu gözleyen bir ‘ışın topu’ bulur.”
[CİN(72)/9]“Ey cin ve insan toplulukları, eğer göklerin ve Arz’ın sınırlarından, nüfuz etmeye(aşıp-geçmeye) güç yetirebilirseniz, yapın! Nüfuz edemezsiniz, ancak bir ‘sultan’(üstün bir güç) müstesna.”
[RAHMAN(55)/33]Cinler, “ışık hızı“na yakın bir hızla hareket edebildikleri için; bizim şimdilik gitmekte zorlandığımız gezegen veya galaksilere rahatlıkla gidebilmektedirler. Evrenimizin sınırlarına yaklaştıkları, Kur’an ayetlerinden anlaşılmaktadır. Ayette geçen “(Göğ’ün) oturma yerleri“, birinci Sema’nın(Göğ’ün) sınırlarıdır. Ancak cinlerin mevcut hızla bunu başarmaları mümkün değildir. Bu durumun izahı ancak şöyle yapılabilir:
“Genel Görelilik Teorisi”ne göre, ”kurt deliği” adı verilen “karadelik merkezi“nin, uzay-zamana bir köprü-tünel olma olasılığı söz konusudur. Kuramsal olarak bu yolların, kestirme yollar olduğu öngörülüyor. İnsanoğlu, karadelikler-kurtdelikleri ile zaman bakımından kestirme yolculuk yapabileceğini, bilimsel olarak mümkün görmektedir. Kanaatimizce cinler bu potansiyeli kullanarak, birinci Sema‘nın(Göğ’ün) sınırlarında, kulak hırsızlığı yapabilmektedirler.
Cinler: Gaybı Bilmezler
Gayb, Allah’ın elindedir, Başmelekler, Peygamberler dahil göklerde ve Yer’de hiçbir kimse gaybı bilemez. Ancak, Allah, Peygamberleri aracılığıyla, insanları uyarmak için olacak olaylarla ilgili bilgiler vermiştir. Hesap günü, dalalette olanların konuşmaları, cehennemdekilerin yakarışları, Yaklaşan Saat‘te olacak olan olaylar, Deccal fitnesi vs. bunlardan bazılarıdır.
“Gaybın anahtarları, Allah’ın yanındadır, onu hiç kimse bilmez, ancak O bilir. Karada ve denizde olanların tümünü, O bilir. Bir yaprak düşmez ki, O bilir. Arz’ın karanlığındaki bir ‘habbe'(tanecik-çekirdek), yaş ve kuru ne varsa, hepsi apaçık bir Kitap’tadır.”
[ENAM(6)/59]“Ne zaman ki onun(Süleyman’ın) ölümünü takdir ettik. Onun ölümünü cinler anlamadı, ancak onun asasını yiyerek yere düşmesine sebep olan bir Arz canlısı(ağaç kurdu), onun ölümünü fark ettirdi. Şayet cinler, gaybı bilselerdi, aşağılayıcı bir azabta(Süleyman’ın emrinde) kalmazlardı.”
[SEBE(34)/14]Allah Resulü(s.a.v.), elçi olarak gönderilmeden önce cinlerin, “Birinci Sema“nın oturma yerlerinde, “melekler hiyerarşisi” arasında geçen bazı konuşmaları kulak hırsızlığı yaparak dinlediklerini Kur’an‘dan muhkem şekilde biliyoruz. Peygamberimiz(s.a.v.), elçi olarak gönderildikten sonra bunu yapamadılar.
(Cinler): “Doğrusu biz Göğü yokladık, ancak onu, ‘güçlü koruyucular’ ve ‘ışın topları’yla dolu bulduk.”
“Oysa biz, duymak(kulak hırsızlığı yapmak için), (Göğün) oturma yerlerinde otururduk. Ancak şimdi, kim dinleyecek olursa, onu gözleyen bir ‘ışın topu’ bulur.”
”Biz anlamıyoruz, Yer’deki kimseler için şer mi isteniyor, yoksa onlara Rab’leri doğru yolu mu göstermek istiyor.”
Cinlerin, yaptıkları bu dinlemeler, kahin ve medyumlara yaptıkları fısıltılar, Resulullah(s.a.v.) tarafından şöyle açıklanıyor:
“Allah, Gök’teki ‘melekler’e bir şeyin infaz edilmesini emrettiği zaman, düz bir taş üstünde hareket ettirilen zincir sesi gibi heybetli olan bu ilâhî buyruğa (korku içinde) tam mânasıyla itaat etmek için melekler, kanatlarını birbirine vururlar. Kalblerinden bu korku gidince de bunlar; Cebrail, Mîkâîl gibi mukarrebin meleklere: Rabb’iniz ne söyledi? diye sorarlar. ‘Mukarrebin melekler’i: ‘Allah, hak söz söyledi’, diye Allah’ın emir ve hükmünü bildirirler. Allah Yüce ve büyüktür, derler. İşte bu suretle kulak hırsızı ‘şeytânlar’; Allah’ın verdiği emir ve hükümleri işitirler. Bu esnada kulak hırsızı o ‘şeytânlar’ (Yer’den Göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) sıralanmış (kulak hırsızlığına hazırlanmış)lardır. Bu durumda iken en üstteki ‘şeytan’, ‘melekler’ arasında cereyan eden konuşmayı işitir ve bu sözleri, altındaki ‘şeytan’a hemen aktarır. Bazen üstteki ‘şeytan’, işittiği haberi altındakine ve o da kâhin veya sâhirin diline atmadan önce bir ateş topu, üstteki ‘şeytan’a erişir (ve onu yakar). Bazen de haberi alttakine ulaştırıncaya kadar ateş ona ulaşmaz. Nihayet kendisine haber ulaşan kâhin veya sihirbaz, o habere, yüz yalan katıp (sağa sola) söyler. Neticede Gök’ten işitilmiş olan sözün(doğru olan kısmı) gerçekleşir. (Kâhin veya sâhir bunu istismar eder ve ettirir).”
İbn-i Mace, C.1, Hno: 194, s. 346-347.
Cinlerin yaptığı kulak hırsızlıkları, haşa Allah‘a rağmen, izin vermediği bir bilginin ele geçirilmesi veya olacak bir olayın engellenmesi, değiştirilmesi değildir. Allah‘ın izni olmasaydı bunu da yapamazlardı.
Cinler de Kavimlerden Oluşur: Toplum Halinde Yaşarlar
Cinler, aynı insanlar gibi evlenirler, çoğalırlar, yaşlanırlar ve ölürler. Toplum yaşantıları ve soy bağları vardır. Onlar da çeşitli kavimlerden oluşmuş toplumlar-fırkalar halinde yaşarlar. Dünya yaşamı onlar için de bir sınav yeridir. Onlar da çeşitli fırkalara-tarikatlara(yollara) ayrılmıştır. Allah‘a, layıkı vechiyle köle olmayı başaranlar cennete girmeye hak kazanırlar. Sonsuz Yüce Allah‘a şirk koşanlar ve İblis’e köle olarak şeytanlaşanlar, cehennem azabını hak ederler.
“O zaman ki; cinlerden Kur’an dinlemek isteyen bir topluluğu sana yöneltmiştik. Orada hazır oldukları zaman dediler ki: ‘Susun!(Dinleyin!)’ Kur’an’ı dinledikten sonra oraya, kavimlerini uyarıcı olmak için döndüler.”
[AHKAF(46)/29]Biz, onlara yakınlar(cin-şeytanlar) hazırladık. Onlar(cin-şeytanlar), onların önlerinde ve arkalarında olanları güzel gösterirler. Onlardan önce geçmiş olan ümmetler içindeki insan ve cinler gibi, onlara da söz(azap) hak oldu. Muhakkak onlar hüsrana uğrayanlardır.
[FUSSİLET(41)/25]Bunlar(hakkı örtenler) üzerine, onlardan önce yaşamış olan insan ve cin toplumlarına olduğu gibi söz(azap) hak olmuştur. Muhakkak böyle olanlar, hüsrana uğrayanlardır.
[AHKAF(46)/18]“Bizden(cinlerden) salih olanlar da var, bunun dışında olanlar da var. Bizler çeşitli yollara(fırkalara) bölünmüşüz.”
[CİN(72)/11)]“CİN TOPLUMU” VE “UYARICI ELÇİLER”
Cin toplumunu şu şekilde sınıflandırmıştık: Hak üzere olan Müslümanlar, Hak’tan sapan Müşrikler-kafirler ve İblis‘e tabi olan şeytanlaşmış cinler; Cin-şeytanlar. Müslüman olmayan “cin ve insanlar“a Kur’an; “nefsine zulmedenler, Allah’ın hukukunu çiğneyenler; zalimler” der.
“(Ey Muhammed) de ki: ‘Cinlerden bir grubun beni dinlediği bana vahyedildi.’ (Cinler) dediler ki: ‘Muhakkak biz, hayret uyandırıcı bir Kur’an dinledik.’”
“O doğruluğa iletiyor ve ona iman ettik. Elbette Rabb’imize hiç bir kimseyi ortak koşmayacağız.”
“Muhakkak Rabb’imiz Azamet ve Ululuk sahibidir. O bir arkadaş ve evlat edinmemiştir.”
“Doğrusu bizim beyinsizimiz(İblis), Allah konusunda saçma şeyler söylüyor.”
“Bizden(cinlerden) Müslümanlar da, zalimler de var. Her kim teslim olursa; böyle olanlar, doğruluğa(Hakk’a) erişenlerdir.”
”Ancak zalimler, cehennemin odunu olacaklardır.”
“(O cin ve insan) kafirlerinin, onlara vadedilen o azap gününden dolayı vay haline!”
[ZARİYAT(51)/60]Allah, cinleri ve insanları “Kendisi’ne köle olsunlar” diye yarattı. İlk olarak denenen cinlerdi. Yaratılmış her şeyi başlangıçta, cinlerin emrine verdi. Dileyen iman etsin, dileyen küfretsin. Allah, cinleri, Rabb’ini tanıyacak ve ona “köle” olması gerektiğini anlayacak potansiyellerle yarattı ve onları “özgür” bıraktı. Onlara, Rahmeti’nin gereği olarak ayrıca elçiler gönderdi. Kim, vahye kulak verir, kalbini kibir-hırs ve arzularla doldurmaz, Sonsuz Yüce olan “Rabb’ine teslim olursa“, kendi kurtuluşunu hazırlamış olur. Kim de bunun tersini yaparsa Allah, ipini uzatır, ahiretini(geleceğini) mahveder.
Kendilerine verilen tüm nimetlere rağmen, “Elçiler“in uyarılarını dikkate almayarak, ilk defa fesat çıkaran ve kan dökenler elbette cinlerdir. Allah, meleklere: “Bir halife yaratacağım” [BAKARA(2)/30] dediğinde; meleklerin cevabı: “Biz, Sen’i tespih ve takdis ederken yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” olmuştur. Meleklerin bu bilgisi, önceden nefis sahibi ve sorumlu cinlerin fesat çıkardıklarına ve kan döktüklerine şahit olmalarındandır. Allah, cinlere de içlerinden elçiler göndermiştir:
“Ey cin ve insan topluluğu, size, içinizden ayetlerimi size açıklayan ve sizi bu karşılaşma gününüzle uyaran resuller gelmedi mi? Dediler ki: ‘Biz kendimize şahidiz.’ Dünya hayatı onları aldattı ve onlar, şüphesiz kendilerinin kafir olduklarına da şahit oldular.”
[ENAM(6)/130]“Şayet onlar(cinler), (doğru) yol üzere gitselerdi, Biz onlara bol bol su verirdik,”
“Ki onları ‘orada’ deneyelim. Ve kim de Rabb’inin zikrinden yüz çevirirse, (Allah) onu artan azaba sürükler.’”
Allah, insanlar gibi, cinleri de özgür bırakmıştır. Dileyen iman eder, dileyen Hakk’ı örter, zalim olur. Cinlere de kendi içlerinden elçiler gönderilmiştir. İblis de, Azaz-El; yani melek boyutundayken cinlere elçilik ve hakemlik yapmıştır. Zaman zaman da insanlara gönderilen elçilere, cinlere de tebliğ etme(elçilik) görevi verilmiştir. Musa, Süleyman ve Muhammed(s.a.v.) de bu peygamberlerdendir. Hatta Hz. Süleyman‘a, cin-şeytanlar üzerinde tam bir hakimiyet verilmiştir. Cin-şeytanların azgın lideri İblis dahil birçok azgın şeytanlar, Hz. Süleyman‘ın emrinde-hizmetinde bulunmuşlardır. Süleyman, onları “Süleyman Mabed”inin inşasında çalıştırmıştır. “Antik Masonluk Örgütü“, İblis‘in(Lusifer’in) kurdurduğu bir rövanş örgüttür. Zamanın sonunda “Küresel Dünya Hakimiyeti“nin ve son aşamasında da “Deccal Hakimiyeti“nin bir aracı olarak bu örgüt kullanılmaktadır.
Cinlerin, Peygamberimiz‘in tebliğinden önce Musa‘ya ve Tevrat‘a muhatap oldukları ve Kur’an’dan önce Tevrat‘ı dinledikleri anlaşılmaktadır:
“O zaman ki; cinlerden Kur’an dinlemek isteyen bir topluluğu sana yöneltmiştik. Orada hazır oldukları zaman dediler ki: ‘Susun!(Dinleyin!)’ Kur’an’ı dinledikten sonra oraya, kavimlerine uyarıcı olmak için döndüler.”
“(Cinler) dediler ki: ‘Ey kavmimiz, muhakkak biz, Musa’dan sonra indirilmiş bir Kitap dinledik ki, önündekini (Tevrat’ı) tasdik ediyor, oraya Hakk’a; doğru yola iletiyor.”’
Alemlere rahmet olarak gönderilen Son Elçi Hz. Muhammed(s.a.v.), aynı zamanda “cin toplumu“na gönderilmiş evrensel bir Peygamber’dir. “Cinler“i de İslam‘a çağırmıştır. Cinlerin, Kur’an dinlediklerini Kur’an’dan ve Hadis kaynaklarından bilmekteyiz. Peygamberimiz’in tebliğine muhatap olan cinler de, kendi toplumlarını İslam‘a çağırmıştır:
“(Cinler) dediler ki: ‘Ey kavmimiz, Allah’ın çağrısına icabet edin ve ona iman edin ki; sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.”’
[AHKAF(46)/31]CİNLERİN EKONOMİK-SOSYAL HAYATI
Cinler de insanlar gibi toplum halinde yaşarlar. Her türlü ailevi-sosyal-ekonomik farklılaşma ve bunun sonucu olarak da sosyal gruplar-kavimler halinde bütünleşme aşamalarını geçirdikleri muhakkaktır. Hayatı idame ettirmeye yönelik ekonomik faaliyetlerinin de insan toplumlarına benzer şekilde geliştiği var sayılabilir. Ancak, cinlerin daha doğal bir hayat yaşadığı; insanların yiyecek-yemeklerinden de yararlandıkları, uzak yerlerdeki su-yiyecek-meyvelere hız farkından dolayı kolayca ulaşabildikleri açıktır. İnsanlara göre yiyecek ve içecek elde etmek, yahut kazanmak konusunda daha avantajlı oldukları, sıvılara daha çok ihtiyaç duydukları bir gerçektir. Nitekim suyun, cinler için insanlardan daha hayati bir öneme sahip olduğunu aşağıdaki ayetten anlamaktayız:
“(Allah): ‘Şayet (cinler), (doğru) yola yönelselerdi, Biz onların sularını bol bol kılardık.’”
[CİN(72)/16]Nitekim kendileri de “madde- enerji dönüşümü“nü, su içersinde kolayca yapabilmektedirler. Beyinlerinin ve gözlerinin büyük olmasının da; bu dönüşümde önemli rolü olmalıdır. Bazı yiyecek kırıntılarını, bu yolla çoğaltarak; az çabayla kolayca besin elde etmeyi başardıklarına Peygamberimiz(s.a.v.) işaret etmiştir:
Cinlerin, Allah Resulü(s.a.v.)’e gelerek, azık istedikleri hadis kaynaklarında mevcuttur:
“Nusaybin cinlerinden bir heyet, benden azık istediler; sakın ‘kemik’le ve ‘tezek’le taharetlenmeyin. Çünkü onlar, cin kardeşlerinizin yiyecekleridir.”
“Bunlar, cinlere ne fayda sağlayabilirler ki?” diye sorduklarında, şöyle buyurdu;
“Buldukları kemik üzerinde behemehal biraz et bulurlar; buldukları tezek içinde de mutlaka bir tat bulurlar.”
Rudani, C. 1, H.no: 505, s. 182.
Hadisten anlaşıldığı kadar, kemiklerin üzerindeki et kırıntılarından hareketle; o kemikleri etli hale getirebiliyorlar. Tezeklerin de yaydığı kokudan yararlanabiliyorlar. Başka bir rivayette de tezeklerin içindeki arpa-ot kırıntılarını çoğalttıkları ifade edilmektedir. Cinlerin, hayvanlarının da olduğu hadislerde geçmektedir. Bu nedenle bazı hadislerde tezeklerin, cinlerin hayvanlarının yiyeceği olduğuna işaret edilmiştir.
Peygamberimiz‘in birçok hadisinde; Müslüman cinlerin, Müslümanların yiyeceklerinden yararlandıkları; cin-şeytanların ise besmele çekilmeyen yemeklere ortak oldukları; her türlü “domuz eti, kan, leş, insan kanı ve temiz olmayan şeyleri yedikleri” ifade edilmiştir. Şurası kesindir ki; besmele çekilmeyen her işte; cin-şeytanların o işe ortak olma tehlikesi mevcuttur. Bu işler, ister yemek yemek, seyehat etmek, eve girmek veya uyumak için yatmak, isterse kişinin hanımıyla halveti olsun, “cin-şeytanlar“dan “Allah‘a sığınmak” gerekmektedir. Elbette Allah’ın kölesi olan kimse, tüm işlerini, “Allah’a itaat ederek ve O’nun himayesinde” yapar. Bunu yapmayan kimse de adeta: “Ben Allah’ın himayesinde değilim, O’nun izniyle hareket etmiyorum” demiş olur ki; o zaman Allah‘tan koruma bekleyemez ve böylece “şeytanın etkileri“ne açık olur.
“Cin toplumları“nın, insan toplumları gibi mesleki-sosyal farklılaşmış zümrelere sahip olduğu açıktır. Cinlerin de, bireysel yeteneklerine göre mesleki farklılık gösterdiği, Kur’an ayetlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Süleyman Peygamber, emrine verilmiş cinleri mesleki yeteneklerine göre görevlendirmiştir:
“Süleyman’a, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgarı (verdik). Erimiş bakır kaynağını onun için akıttık. Ve cinlerden de Rabb’inin izniyle onun elinin altında çalışan (kimseler) vardı. Onlardan kim emrimizden sapacak olsa, ona ateş azabını tattırırız.”
“(O cinler), ona(Süleyman’a) dilediği mihraplar, temsiller(heykeller), oyma tekneler ve sabit kazanlar yapıyorlardı. (Ey) Davut Ailesi, teşekkür edin. Kölelerimden teşekkür edenler azdır.”
“Şeytanlardan kimisi, ona(Süleyman’a) dalgıçlık ve bundan başka işler yaparlar. Biz onları(şeytanları) gözetleyenleriz.”
[ENBİYA(21)/82]Dünya gezegenini insanlarla paylaşan cinlerin, yaşama alanları; genellikle insanların yaşamadığı tenha-terkedilmiş yerler, helak olmuş kavimlerin yurtları, su havzaları, ormanlar, dağlar, mağaralar, denizler ve adalar... Peygamber (s.a.v.)’den nakledilen bir hadisde cinlerin meskenleri; “Yer’in oyuk yerleri” olarak ifade edilir.(Rudani, C. 1, H.no: 444) Bir başka zayıf hadis kaynağında ise Peygamberimiz(s.a.v.)’in, Müslüman cinleri; köylere ve dağlara; Müşrik cinleri ise; dağlara, adalara ve denizlere yerleştirdiği zikredilmektedir.
Bugün “İblis’in tahtının su üzerinde olduğu” hadisi ışığında; Süleyman Peygamberle ilgili hadisler ve Kur’an’daki işaretlere baktığımızda rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: İblis ve cin-şeytanlar, “Pasifik Okyanusu’nda, Solomon adaları merkezli bölgeyi yurt ve üs” olarak seçmişlerdir. Nitekim, İblis‘in adamlarının “Lemurya toplumu” diye anlattıkları “şeytan toplumu”nun yurdu burasıdır.
SONUÇ
1) Sonuç olarak “cin ve insan toplumları” arasında, Allah‘ın özgür köleleri olmaları, denenmeleri; Allah’a gerçek anlamda teslim olanlarla, olmayanların ayırımı; dünya hayatının sonunda mükafat ve ceza bakımından bir fark yoktur. Kim cin-şeytanları reddeder, Allah’tan layıkı veçhiyle korkar-sakınırsa; böyle olanlar, mahzun olmayanlar ve kurtuluşa erenlerdir.
2) Cinlerden Müslüman olanlar, insanlardan Müslüman olanları sever, kardeşleri bilirler ve onlara hiçbir zarar vermeden, mahremiyete saygı göstererek, onların yakınlarında yaşayabilirler ve onların ilimlerinden yararlanırlar. Aynı şekilde Müslüman insanlar, görmedikleri Müslüman cin kardeşlerini severler ve onlara hiçbir zarar vermek istemezler. Aralarında herhangi bir iletişim ve ilişki meşru değildir.
3) Ancak müşrik cinler, bu sınırları zorlarlar, besmele çekilmeyen yemeklerden yemeye çalışırlar. Mahremiyete saygı göstermezler. Bu nedenledir ki Müslüman insanlar, evlerine girerken-çıkarken, evlerinde yaşamlarını sürdürürken, besmelesiz bir iş yapmamalıdırlar. Müşrik cinler, cin-şeytanlar gibi insanlarla ilişki kurmaya çalışıp, bu ilişkiden bir takım yararlar sağlamak isteyebilirler. Bir Müslüman, bu ilişkilerin meşru olmadığını bilir ve cinlerle hiçbir ilişki kurmaz. Nitekim Sonsuz Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“O gün (Allah) onların hepsini toplar: ‘Ey cin topluluğu, siz insanlardan kendinizi çoğaltmak istediniz.’ (Bunun üzerine) onların(cinlerin), insanlardan dostları olan kimse dedi ki: ‘Rabb’imiz, bazımız, bazımızdan yararlanıp, bizim için takdir ettiğin süreye ulaştık.’ (Allah) da der ki: ‘Allah’ın dilediklerinin dışında, onların barınağı ateştir, orada kalıcıdırlar. Muhakak senin Rabb’in, Hakim’dir, Alim’dir.’”
[ENAM(6)/128]4) Cinler ve insanlar “sadece Sonsuz Yüce olan Allah’a köle olsunlar” diye yaratılmıştır. Tarih boyunca müşrik cinler ve cin-şeytanlar, insanları aldatmaya çalışmışlardır. Bunda da maalesef başarılı olmuşlardır. Aldanan müşrik insanlar, cinlerle, Sonsuz Yüce Allah arasında “şirk olan birtakım ilişkiler” kurmuşlardır. Cinler‘e birtakım güç ve yetkiler veren bu ilişkiler; batıldır, sapkınlıktır. Cinlerle, Allah arasında hiçbir bağ-akrabalık yoktur. Cinler, Allah‘a rağmen kimseye zarar ya da yarar sağlayamazlar. Cinler, Allah’ın kızları değildir. Cinler, ne “melek“tir, ne de meleklerle bir akrabalığa sahiptirler, ne de “ruh“turlar. Bugün de müşrik cinlerin ve cin-şeytanların kendilerini; “melek“, “filanın ruhu“,”kötü uzaylı-griler“, “iyi uzaylı” vs. şeklinde yutturmaya çalışmaları, kibirli-ahmakların cehaletinden ve aldanmasından başka bir şey değildir. Cinlerle-insanlar arasında ilişki kuran hakkı örten kafirleri, Sonsuz Yüce Allah, şöyle uyarıyor:
“Hakkı örtenler, O’nunla(Allah’la), cinler arasında bir nesep(akrabalık) kıldılar. Muhakkak cinler, (mahşer günü) hazır olacaklarını bilmektedirler.”
[SAFFAT(37)/158]5) Cinlerin ve insanların kurtuluşu; alemlere rahmet olarak gönderilmiş Evrensel Peygamber Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği Kur’an‘dadır. İblis’in tüm hileleri, planları, insanlığın geçmişi-geleceği, Sonsuz Yüce Allah‘ın azab kamçısının kimin üzerine ineceği, insanların-cinlerin nasıl “helak” olacağı, kimlerin yeryüzünün “halifeler“i olacağı, dünyanın kimin “yurd“u olacağı, “kafirlerin ve şeytanlar“ın akibetinin nice olacağı Kur’an’dadır. Kurtuluş Kur’an‘a ve Kur’an’daki Hak Din; “Gerçek İslam“a iman edenlerindir. “Helak” ve “ebedi azab” ise elbette “İblis’in ve dostlarının”dır, bu böyle biline…
Kaynaklar:
1) Kur’an-ı Kerim
2) Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili“, Eser Neşriyat.
3) İbn Kesir, “Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri“, Çağrı Yayınları, çev. Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedrettin Çetiner.
4) Ragıp el-İsfahani, “Müfredat“, çev. Doç. Dr. Abdulbaki Güneş, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, 2006.
5) İmam-ı Şibli, “Cinlerin Esrarı”, Ferşat Yayınları.
6) “Barnabas İncili”, Kültür Basın Yayın Birliği, çev. Mehmet Yıldız, 3.Baskı.
7) “Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit”, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2006.8) Geza Vermes, Ölü Deniz Parşömenleri Kumran Yazıtları, çev. Nurfer Çelebioğlu, Nokta Kitap, İstanbul, 2005.
9) Sadi Turgut, “Özel Görelilik“, Bilim ve Teknik, Şubat 2005.10) yaklasansaat.com
11) tr.wikipedia.org
ALLAH’IN ELÇİSİ: “CİNLER”İ AÇIKLIYOR!
Abdullah ibn Mes’ud: “Rabb’lerine vesile arayıp duruyorlar…”[İSRA(17)/ 57] ayeti hakkında şöyle demiştir:
“İnsanlardan bir topluluk, cinlerden bir topluluğa köle oluyorlardı. Nihayet o cinler, İslâm Dini’ne girdi, o insanlar ise cinlerin dinine tutunup kaldılar.”
Buhari, C.10, H.no: 65- Kitabu’t Tefsir 235, s.4518.
Ata ibn Ebi Rebah’tan; o da Cabir ibn Abdillah’tan aktardı:
Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yiyecek içecek kaplarının üzerlerini örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız, bütün kapıları arkalarından kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı dışarıda hareketten men edip eve toplayınız. Çünkü o zaman cinlerin yayılması ve bir şeyi süratle alıp kapmaları vardır. Uyku sırasında kandilleri söndürünüz. Çünkü fasıkçık; yani fare, bazen yanan fitili çeker de ev halkını yakar.”
Buhari, C.7, H.no: 59- Kitabu Bedi’l Halk 120, s.3095.
Ali bin Ebu Talib’dan rivayet edilmiştir:
Resulullah(s.a.v.) buyurdu ki: “Cinin gözleri ile Ademoğullarının avret yerleri arasında perde, Ademoğullarından biri, ayak yoluna girerken onun; ‘Bismillah’ demesidir.”
Tirmizi, C.1, H.no: 603, s. 408.
İbn Mes’ud’dan:
Allah Resulü(s.a.v.) buyurdular ki: “Tezek ve kemikle taharetlenmeyin! Çünkü bunlar, cin kardeşlerinizin azığıdır.”
Rudani, C. 1, H.no: 503, s. 182.
Ebu Davud’un rivayeti:
Cin Heyeti, Allah Resulü(s.a.v.)’e geldiklerinde dediler ki: “Ey Allah’ın Resulü! Ümmetini, kemik, tezek veya kömür ile taharetlenmekten menet! Çünkü Allah, bizim rızkımızı onlarda kıldı.” Bunun üzerine Peygamber, bizi bundan alıkoydu.
Rudani, C. 1, H.no: 504, s. 182.
Rezin, Enes’den:
Allah Resulü (s.a.v.) buyurdular ki: “Nusaybin cinlerinden bir heyet, benden azık istediler; sakın kemikle ve tezekle taharetlenmeyin. Çünkü onlar, cin kardeşlerinizin yemekleridir.”
“Bunlar cinlere ne fayda sağlayabilirler ki?” diye sorduklarında, şöyle buyurdu;
“Buldukları kemik üzerinde behemehal biraz et bulurlar; buldukları tezek içinde de mutlaka bir tat bulurlar.”
Rudani, C. 1, H.no: 505, s. 182.
Cabir’dan şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah(s.a.v.), ashabına çıktı ve onlara “Er-Rahman Suresi”ni, başından sonuna kadar okudu. Ashab sustular. Resul-i Ekrem(s.a.v.) buyurdu ki:
“Cinn gecesi, bu süreyi cinlere okudum ve onlar, cevap bakımından sizden daha iyiydiler. Çünkü ben, ‘Rabb’inizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?’ ayetine her geldiğimde, ‘Ey Rabb’imiz! Senin nimetlerinden hiç birini inkar etmeyiz ve sana hamd olsun!’ dediler.”
Tirmizi, C.5, H.no: 3507, s. 392.
Ebû Eyyûb el Ensarî’den şöyle rivâyet edilmiştir: Bir hurmalık vardı. Bir cin gelir ve ondan alırdı. Bundan Peygamber (s.a.v.)‘e yakındım. Bunun üzerine Rasulullah(s.a.v.), şöyle buyurdu:
“Git ve onu gördüğün zaman ‘bismillah’ de ve ona, ‘Peygamber’e tabi ol!’ diye söyle”.
Sonra cini yakaladı, fakat bir daha gelmeyeceğine yemin etmesi üzerine bıraktı. Arkasından Ebu Eyyub, Peygamber (s.a.v.)‘e geldi ve Resul-i Ekrem ona: “Esirini ne yaptın?” diye sordu.
Ebu Eyyub: “Cin, bir daha gelmeyeceğine yemin etti.” dedi.
Resul-i Ekrem: “O cin, yalan söyledi ve esasen o, yalan söylemeğe alışıktır.” buyurdu.
Ebu Eyyub, cini tekrar yakaladı ve bir daha gelmeyeceğine dair yemin etmesi üzerine onu tekrar serbest bıraktı. Sonra Ebu Eyyub, Resulullah(s.a.v.)‘e geldi ve Resulullah tekrar: “Esirini ne yaptın?” diye sordu.
Ebu Eyyub: “Bir daha gelmemeye (ikinci kez) yemin etti!” dedi. Daha sonra cini (üçüncü kez) yakaladı ve (ona) dedi ki: “Seni Resulullah(s.a.v.)’e götürmeden bırakmayacağım!”
Bunun üzerine cin, şu mukabelede bulundu: “Ben sana bir şey söyleyeceğim. Ayet-ül-Kürsi’yi oku! Evinde bunu oku, ne şeytan ne de başkası sana yaklaşamaz.”
Ebu Eyyub, Peygamber(s.a.v.)’e tekrar geldi ve Resul-i Ekrem: “Esirini ne yaptı?” diye sordu. Ebu Eyyub, cinin söylediğini Peygamber(s.a.v.)‘e bildirdi. Resul-i Ekrem dedi ki: “Bu sefer doğru söylemiş, fakat kendisi yalancıdır!”
Tirmizi, C.5, H.no: 3039, s. 25.
Ebu Said’den şöyle rivayet edilmiştir: “Resulullah(s.a.v.), Muavvizeteyn(Felak ve Nas) sureleri ininceye kadar cin çarpmasına ve göz değmesine karşı Allah’a sığınırdı. Felak ve Nas sureleri inince; o iki sureyi aldı ve diğerlerini bıraktı.”
Tirmizi, C.3, H.no: 2315, s. 444.
Ubeydullah b. Sercis’den: Peygamber (s.a.v.), yerin oyuk(haşerat) deliklerine işemeyi yasak etti. Katade’ye dediler ki: “O deliklere bevl etmek, neden hoş karşılanmaz.” Çünkü deniliyor ki: “Oralar cinlerin meskenleridir” dedi.
Rudani, C. 1, H.no: 444, s. 167.
İbn Abbas’dan:
Allah Resulü(s.a.v.) buyurdular ki: “Hacer-i Esved’e, cahiliye kirlerinden hiçbir şey bulaşmasa, zalim ve günahkarların pisliklerinden de hiçbir şey değmeseydi, dokunan her hasta iyileşirdi. Bugün de aynen Allah’ın kendisini yarattığı gibi görülürdü. Siyahlaşmasının sebebi, cehennem ehlinin, cennet süsünü görmemesi içindir. Ayrıca o, cennet yakutlarından bir yakuttur ki, Allah onu, Adem’i yeryüzüne indirdiği zaman, Kabe’nin yerine koymuştur. Yeryüzü o zaman son derece temiz idi. Orada hiçbir günah işlenmemişti. Çünkü orasını kirletecek kimse yoktu. Allah, Harem’in etrafına, melekleri bir saf olarak, sırf onu yeryüzü sakinlerinden korumak için yerleştirmiştir. Yeryüzünün sakinleri o zaman cinlerden ibaretti. Onların onu görmeleri, yakışık almazdı. Çünkü cennetten çıkma bir şey idi. Cenneti gören cennete girer. Onun için ona ancak haklarında cennet sabit olanlar bakabilirdi. Melekler, sürekli olarak cinleri ondan alıkoydular, göstermediler. Harem’in her tarafını ablukaya aldılar. Bunun için Harem’e, ‘haram’(yasak ve mukaddes bölge) denilmiştir.”
Rudani, C. 3, H.no: 3657, s. 68.
İbn Ebi Leyla‘dan, o da babasından: Peygamber(s.a.v.)’e, evlerine dadanan cinler hakkında sordular.
Şöyle buyurdu: “Evlerinizde cinlerden birini görürseniz, şöyle deyin: ‘Nuh’a verdiğiniz söz hakkı için, Süleyman’a verdiğiniz söz hakkı için, Allah aşkına and veriyorum, eziyet vermeyin ve görünmeyin!’ Tekrar dönüp gelirlerse öldürün!”
Rudani, C. 3, H.no: 3964, s. 161.
İbn Mes’ud‘tan: “Kölenin (muhakkak surette) rızkı gelir. Eğer sakaleyn(insanlar ve cinler) bir araya gelip, rızkına engel olmaya çalışsalar güçleri yetmez.”
Rudani, C. 3, H.no: 4592, s. 363.
İbn Abbas‘tan:
“Allah Resulü(s.a.v.), cinlere ne (Kur’an) okumuştu, ne de onları görmüştü. Ashabından bir grup ile Ukaz çarşısına gitmek üzere yola çıktı. Bunun üzerine şeytanlarla sema haberi arasına engel çekildi. Üzerlerine ateş topları gönderildi. Şeytanlar, kavimlerine döndüklerinde onlara dediler ki: ‘Ne oldu, niye boş döndünüz?’ ‘Bizimle Gök haberi arasına engel çekildi. Üzerimize ateş topları yağdırıldı’ diye cevap verdiler.
‘Bu, mutlaka (olağanüstü) bir olay çıktığını gösterir, haydi yeryüzünün doğularına ve batılarına doğru gidin (sebebini öğrenin)!’ Bunun üzerine Tihame’ye doğru yola çıkarak, Ukaz panayırına gitmekte olan grup, Peygamber(s.a.v.)‘e hurmalıkta rastladılar. O, ashabına sabah namazını kıldırıyordu. Kur’an’ı duyduklarında onu dinlemeye koyuldular ve dediler ki: ‘Demek ki sema haberi ile aramıza giren engel buymuş.’ Hemen kavimlerine dönüp şöyle dediler: ‘Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’an dinledik. Ona inandık, biz Rabb’imize ortak koşmayacağız.’ [CİN(72)/1-2] Bunun üzerine; Peygamber(s.a.v.) dedi ki: ‘Cinlerden bir zümrenin (benim Kur’an okuyuşumu) dinledikleri, bana vahyolundu…’ buyruğu ile başlayan ‘Cin Suresi’ indi.”
Rudani, C. 5, H.no: 7297, s. 435.
İbn Abbas‘tan:
Allah Resulü(s.a.v.) buyurdular ki: “Allah’ım! Sana teslim oldum, Sana iman ettim, Sana tevekkül ettim. Sana başvurdum, Senin yardımınla mücadele ettim. Allah’ım! Sen’den başka ilah yoktur. Allah’ım! Beni saptırmandan izzetine, sığındım. Sen, ölmeyen dirisin! (Ancak) cinler ve insanlar ölürler.”
Rudani, C. 7, H.no: 9465, s. 276.
Aişe‘den şöyleri rivayet edilmiştir:
Resulullah(s.a.v.): “Sizin içinizde muğarrebler görüldü mü?” buyurdu. Veya görüldü mü, yerine başka bir kelime söyledi. Ben: “Mugarribler nedir?” dedim.
Resulullah(s.a.v.): “Kendilerine cinnilerin ortak olduğu kimselerdir” buyurdu.
Ebu Davud, C.5, Hno: 5107, s.669.
Cabir b. Abdillah şöyle dedi:
“Biz Resulullah(s.a.v.) ile beraber geldik ve Neccâroğulları (Yurdu’ndaki) bir bahçeye vardık. Bir de ne görelim! Bir deve, bahçeye giren herkese hücum ediyor. Bunu Peygamber(s.a.v.)‘e bildirdiler. Bunun üzerine o, yanına gelip onu çağırdı. O da, dudağını yere koyarak gelip, onun önünde çöktü.
(Hz. Peygamber); “Bir yular getirin!” buyurdu. (Yuları getirdiler). O da onu yularlayıp sahibine verdi. Sonra döndü ve şöyle buyurdu: “Yer’le, Gök arasında, cinlerin ve insanların asileri hariç, hiçbir şey yoktur ki; benim, Allah’ın elçisi olduğumu bilip, tasdik etmiş olmasın!”
Darimi, C.1, Hno: 18, s.105
Abdullah bin Mesud:
Hz. Muhammed(s.a.v.)in ashabından bir adam, cinnilerden bir adamla karşılaşmış ve onunla güreşmiş.. Derken insan, cinniyi yere atıp yenmiş. O zaman insan, cinniye şöyle demiş: “Doğrusu ben seni gerçekten zayıf ve çelimsiz görüyorum. küçücük kolların sanki köpeğin küçücük kolları gibi! Siz bütün cinniler mi böylesiniz, yoksa onların arasından sen mi böylesin?”
Cinni şöyle cevap vermiş: “Hayır vallahi (bütün cinniler böyle değil)! Doğrusu ben onların arasında gerçekten güçlü kuvvetliyim. Ancak sen benimle ikinci defa güreş. Eğer beni yere atıp yenersen, sana fayda verecek bir şey öğretirim!”
İnsan: “Peki” demiş. (Ve tekrar güreşmişler. İnsan yine yenmiş. O zaman cinni): “Allahu la ilahe illa huve’l-hayyu’l-kayyum” ayetini okuyabiliyor musun? demiş.
O da: “Evet” demiş.
Bunun üzerine cinni şöyle demiş: “Öyleyse sen onu hiçbir evde okumazsın ki, şeytan (zor durumda kalması sebebiyle) eşek yellenmesi gibi oradan çıkmış, sonra da sabah oluncaya kadar oraya girememiş olmasın!”
Darimi, C.6, Hno: 3384, s.435-436
KUR’AN’DA “CİNLER”
Onlar, Allah’ın yarattığı cinleri, O’na(Allah’a) ortak kıldılar. İlimsiz bir şekilde, O’na(Allah’a) oğullar ve kızlar uydurdular. O(Allah), onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir ve yücedir.
(Allah), gökleri ve Arz’ı örneksiz yaratandır. O’nun nasıl bir çocuğu olabilir? O’nun bir eşi(zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyin Alim’idir.
O gün (Allah) onların hepsini toplar: “Ey cin topluluğu, siz insanlardan kendinizi çoğaltmak istediniz.” (Bunun üzerine) onların(cinlerin), insanlardan dostları olan kimse dedi ki: “Rabb’imiz, bazımız, bazımızdan yararlanıp, bizim için takdir ettiğin süreye ulaştık.” (Allah) dedi ki: “Allah’ın dilediklerinin dışında onların barınağı ateştir, orada kalıcıdırlar. Muhakak senin Rabb’in Hakim’dir, Alim’dir.”
İşte böyle, kazandıkları sebebiyle zalimlerin bazısını, bazısına dost kılarız.
Ey cin ve insan topluluğu, size, içinizden ayetlerimi size açıklayan ve sizi bu karşılaşma gününüzle uyaran resuller gelmedi mi? Dediler ki: “Biz kendimize şahidiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve onlar, şüphesiz kendilerinin kafir olduklarına da şahit oldular.
(Allah) dedi ki: “Sizden önceki geçmiş cin ve insan topluluklarının arasına; ateşe girin!” (Ateşe) giren her bir ümmet, kardeşi olan (ümmete) lanet etti, ta ki hepsi orada toplanıncaya kadar. Sonradan gelen bir ümmet, onlardan önce olanına dedi ki: “Rabb’imiz, bunlar bizi saptırdılar, onlara ateşten azabın katlısını ver.” (Allah) dedi ki: “Her biri için (azap) katlıdır ancak siz bilmezsiniz.”
[ARAF(7)/38]Muhakkak Biz, cehennem için cinlerden ve insanlardan çokça yarattık. Onların kalpleri vardır onunla anlamazlar, onların gözleri vardır onunla göremezler, onların kulakları vardır onunla duyamazlar. İşte onlar hayvanlar gibidir bilakis onlar daha da sapmıştır. İşte böyle olanlar gafil olanlardır.
[ARAF(7)/179]Şayet Rabb’in dileseydi, insanları tek bir ümmet kılardı. (Hakk’a) muhalefet edenler, devam eder.
Ancak Rabb’inin acıdıkları müstesna. (Rabb’inin) onları yaratması böyledir. Rabb’inin kelimesi tamamlanmıştır: “Elbette cehennemi, tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım.“
[HUD (11)/ 118-119]Muhakkak Biz, insanı, sıcak-kuru bir balçıktan şekillendirip-yarattık.
Cann’ı(cinleri) de, önceden kavurucu ateşten yaratmıştık.
[HİCR(15)/26-27]De ki; şayet cinler ve insanlar, bu Kur’an’ın benzerini getirmek için toplansalar, birbirlerine yardım etseler dahi onun bir benzerini meydana getiremezler.
[İSRA(17)/88]Biz meleklere dediğimiz zaman: “Adem’e secde edin!” (Melekler), İblis müstesna, secde ettiler. O, cinlerdendi. Böylece Rabb’inin emrinden dışarı çıktı. Beni bırakıp, onu ve soyunu mu veliler edineceksiniz? Onlar(şeytanlar), sizin düşmanlarınızdır.
Zalimler için, ne kötü bir (tercih) değiştirmedir. Ne göklerin-Yer’in yaratılmasında, ne de kendilerinin yaratılmasında, Ben, onları şahit tutmadım. Ben, saptırıcıları, yardımcı edinen de değilim.
[KEHF(18)/50-51]
Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları toplandı ve onlar, düzene konup, sevk edildi.
[NEML(27)/17]Cinlerden bir ifrit, dedi ki: “Sen makamından kalkmadan önce, ben onu sana getiririm. Muhakkak ben, (bu işte) kuvvetli ve eminim.”
[NEML(27)/39]Eğer dileseydik, her bir kimseye hidayetini verirdik. Ancak Ben’den söz hak oldu: “Elbette cehennemi, tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım.”
[SECDE(32)/13]Süleyman’a, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgarı (verdik). Erimiş bakır kaynağını onun için akıttık. Ve cinlerden de Rabb’inin izniyle onun elinin altında çalışan (kimseler) vardı. Onlardan kim emrimizden sapacak olsa, ona ateş azabını tattırırız.
(O cinler), ona(Süleyman’a) dilediği mihraplar, temsiller(heykeller), oyma tekneler ve sabit kazanlar yapıyorlardı. (Ey) Davut Ailesi, teşekkür edin. Kölelerimden teşekkür edenler azdır.
Ne zaman ki onun(Süleyman’ın) ölümünü takdir ettik. Onun ölümünü cinler anlamadı ancak onun asasını yiyerek yere düşmesine sebep olan bir arz canlısı(ağaç kurdu), onun ölümünü fark ettirdi. Şayet cinler gaybı bilselerdi, aşağılayıcı bir azabta(Süleyman’ın emrinde) kalmazlardı.
[SEBE(34)/12-14]O gün (Allah), onların hepsini bir arada toplayacak, sonra meleklere diyecek ki: “Bunlar size mi köle oluyorlardı?”
(Melekler) derler ki: “Seni tenzih ederiz, bizim velimiz sadece Sen’sin. Bilakis onlar, cinlere köle oluyorlardı ve onların çoğu, onlara(cinlere) iman ediyorlardı.”
[SEBE(34)/40-41]Hakkı örtenler, O(Allah’la), cinler arasında bir nesep(akrabalık) kıldılar. Muhakkak cinler, (mahşer günü) hazır olacaklarını bilmektedirler.
Allah, o vasfettiğiniz sıfatlardan münezzehtir.
[SAFFAT(37)/158-159]Biz, onlara yakınlar(cin-şeytanlar) hazırladık. Onlar(cin-şeytanlar), onların önlerinde ve arkalarında olanları güzel gösterirler. Onlardan önce geçmiş olan ümmetler içindeki insan ve cinler gibi, onlara da söz(azap) hak oldu. Muhakkak onlar hüsrana uğrayanlardır.
[FUSSİLET(41)/25]Kafirler dedi ki: ”Rabb’imiz, insanlardan ve cinlerden bizi saptıranları bize göster; en aşağılıklar olmaları için onları ayaklarımızın altına alalım.”
[FUSSİLET(41)/29]
Bunlar(hakkı örtenler) üzerine, onlardan önce yaşamış olan insan ve cin toplumlarına olduğu gibi söz(azap) hak olmuştur. Muhakkak böyle olanlar, hüsrana uğrayanlardır.
[AHKAF(46)/18]
O zaman ki; cinlerden Kur’an dinlemek isteyen bir topluluğu sana yöneltmiştik. Orada hazır oldukları zaman dediler ki: ”Susun!(Dinleyin!)” Kur’an’ı dinledikten sonra oraya, kavimlerini uyarıcı olmak için döndüler.
(Cinler) dediler ki: ”Ey kavmimiz, muhakkak biz, Musa’dan sonra indirilmiş bir kitap dinledik ki, önündekini (Tevrat’ı) tasdik ediyor, oraya Hakk’a; doğru yola iletiyor.”
”Ey kavmimiz, Allah’ın çağrısına icabet edin ve ona iman edin ki; sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.”
”Her kim Allah’ın çağrısına icabet etmezse, Arz’da O’nu aciz bırakacak değildir ve O’nun dışında da bir dost yoktur. Böyle olanlar(Allah’ın çağrısına uymayanlar), apaçık bir sapıklık içindedirler.”
[AHKAF(46)/29-32]”Ben, cinleri ve insanları yaratmadım ancak Bana köle olsunlar diye yarattım.”
[ZARİYAT(51)/56](O cin ve insan) kafirlerinin, onlara vadedilen o azap gününden dolayı vay haline!
[ZARİYAT(51)/60]
(Allah), insanı; kabaran-kuru-ses çıkaran çamurdan yarattı.
Cann’ı(cinleri), dumansız, karışık ateşten yarattı.
Ey (insanlar ve cinler!) Siz ikiniz, Rabb’inizin hangi nimetlerini yalanlayacaksınız.
[RAHMAN(55)/14-16]Ey cin ve insan toplulukları, eğer göklerin ve Arz’ın sınırlarından, nüfuz etmeye(aşıp-geçmeye) güç yetirebilirseniz, yapın! Nüfuz edemezsiniz, ancak bir ‘sultan'(üstün bir güç) müstesna.
Siz ikiniz(cinler ve insanlar), Rabb’inizin hangi nimetlerini yalan sayıyorsunuz.
Üzerinize bir ‘ateş topu’ ve ‘nuhas'(manyetik şok dalgası) gönderilir ve yardım da olunmazsınız.
[RAHMAN(55)/33-35]
(Ey Muhammed) de ki: “Cinlerden bir grubun beni dinlediği bana vahyedildi.” (Cinler) dediler ki: “Muhakkak biz, hayret uyandırıcı bir Kur’an dinledik.”
“O doğruluğa iletiyor ve ona iman ettik. Elbette Rabb’imize hiç bir kimseyi ortak koşmayacağız.”
“Muhakkak Rabb’imiz Azamet ve ululuk sahibidir. O bir arkadaş ve evlat edinmemiştir.”
“Doğrusu bizim beyinsizimiz(İblis), Allah konusunda saçma şeyler söylüyor.”
“Doğrusu biz, cinlerin ve insanların Allah’a karşı yalan söylemeyeceğini sanmıştık.”
”Muhakkak insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlar; onlar da, onların azgınlıklarını artırırlar.”
”Sizin zannettiğiniz gibi, onlar(cinler), Allah’ın bir kimseyi (elçi olarak) göndermeyeceğini sanıyorlardı.”
(Cinler): “Doğrusu biz Gök’ü yokladık, ancak onu, ‘güçlü koruyucular’ ve ‘ışın topları’yla dolu bulduk.”
“Oysa biz, duymak(kulak hırsızlığı yapmak için), (Gök’ün) oturma yerlerinde otururduk. Ancak şimdi, kim dinleyecek olursa, onu gözleyen bir ‘ışın topu’ bulur.”
”Biz anlamıyoruz, Yer’deki kimseler için şer mi isteniyor, yoksa onlara Rab’leri doğru yolu mu göstermek istiyor.”
“Bizden(cinlerden) salih olanlar da var, bunun dışında olanlar da var. Bizler çeşitli yollara(fırkalara) bölünmüşüz.”
“Bizler, Yer’de(Arz’da) Allah’ı aciz bırakamayacağımızı ve O’nun elinden kaçamayacağımızı anladık.”
“Bizler hidayeti(Kur’an’ı) dinlediğimiz zaman, O’na(Allah’a) iman ettik. Her kim Rabb’ine(Allah’a) iman ederse o ne (ecrinin) eksileceğinden ne de haksızlığa uğrayacağından korkar.”
“Bizden Müslümanlar da, zalimler de var. Her kim teslim olursa; böyle olanlar, doğruluğa(Hak’ka) erişenlerdir.”
”Ancak zalimler, cehennemin odunu olacaklardır.”
(Allah): “Şayet (cinler), (doğru) yola yönelselerdi, biz onların sularını bol bol kılardık.”
“Ki onları ‘orada’ deneyelim. Her kim Rabb’inin zikrinden yüz çevirirse, onu da meşakkatli bir azaba sürükleriz.”
[CİN(72)/1-17]De ki: “İnfilakın(patlamanın) Rabb’ine sığınırım!”
“(Bu patlamayla) yarattıklarının, şerrinden!”
“Ve çöktüğü zaman, karanlığın şerrinden!”
“Ve düğümlere üfleyenlerin şerrinden!”
“Ve haset ettiği zaman, haset edenin şerrinden!”
De ki: “İnsanların Rabb’ine, sığınırım.”
“İnsanların Meliki’ne sığınırım.”
“İnsanların (gerçek) İlah’ına sığınırım.”
“Vesvese veren Hannas’ın(şeytanların) şerrinden.”
“Ki o(şeytanlar), insanların göğüslerine(kalplerine) vesvese verir.”
“O(şeytanlar), cinlerden ve insanlardandır.“
[NAS(114)/1-6]