Belçika Kralı II.Leopold 1908’e kadar sömürdüğü Kongo’da 15 milyon insanı katletti. Kauçuk hasatını eksik yapan kölelerin ellerinin kesildiği bir vahşeti sergiledi. ‘Kesik el çikolatası’ ile ünlü Belçika’ya kakao Kongo’dan geliyordu..
El kesme cezası korkutucu ve ”ucuzdu”. Leopold’a göre bir mermi, bir yerlinin hayatından daha değerli bir malzemeydi. Kesilen ellerin konulması için özel sepetler yapılmıştı. Fotoda yeteri kadar kauçuk toplayamayan bir babanın 5 yaşındaki çocuğunun kesilen el ve ayağı önünde.
Belçika’da 1958 yılına kadar, zaman zaman ”Human Zoo”lar kuruldu! Türkçe’ye çevrilmesi utandırıcı ama en yakın anlam sanırım ”İnsanat Bahçesi”. Hayvan yerine insan, Batılılara göre ”İnsanımsı / Semi-Humane” zencilerin kafeste, çitlerin ardında beyazlara ‘sergilenmesi’..
Bugün fiziken olmasa da batının zihin dünyasında ”Human Zoo”lar halen caridir. Bunun en somut örneklerini ABD’de görürsünüz. Bu Human Zoo meselesini başka bir bilgiselde ele alacağım nasipse. Kongo’ya devam edelim.
1885’te toplanan Berlin Konferansı’nda büyük güçler tarafından “Kongo’nun Hâkimi” olarak kabul edilen II.Leopold tam bir yayılma politikası güdüyordu. Afrika’da kalan tek ”Terra Incognita” (Tanımlanmamış Toprak) olan Kongo’ya büyük bir iştahla yöneldi. Kongo’nun tapusu onundu!
Leopold hemen maceracı ve hırslı bir İngiliz olan Henry Morton Stanley’i Kongo’ya keşfe ve olabildiğince fazla toprağa el koymaya gönderdi. Stanley Kongo halkını hızla köleleştirirken, Leopold Avrupa’da ‘Kölelik insanlık suçudur, sona erdirmeliyiz’ propagandası yapıyordu!
Doğal zenginlikleriyle iştah kabartan Kongo’da Stanley, yönetimini kurmuş, şiddet ve hileyle 450 kabile reisini dize getirmiş, topraklara el koymuş, halkı ağır şartlarda köle olarak çalıştırmaya başlamıştı. “Hristiyanlık-insanlık-uygarlık” sosu yaşananları gözlerden gizliyordu.
Kongo halkını köleleştiren II. Leopold şiddetle “köleliğin kaldırılması”nı savunuyordu. Bu nedenle ABD tarafından ödüllendirildi ve ABD, “Kongo Bağımsız Devleti’ni tanıyan ilk devlet oldu! Belçika Kralı öncelikle ülkedeki tüm filleri öldürmeye yöneldi. Fildişi para demekti!
Belçika, ilk on yıl fildişi talebini karşılamak üzere köleleştirdiği Kongo halkını fil katliamına zorladı. Sadece filler değil, bir gecede yüzlerce su aygırı da zevk için katlediliyor, ay ışığı altında Avrupalılar için “su aygırı avı” partileri düzenleniyordu.
İnsanlık dışı koşullarda çalışmaya zorlanan Kongo halkının en az yarısının (10-15 milyon) Kongo’nun II. Leopold’un özel mülkü olduğu dönemde hayatını kaybetti. Kongo tarihinin en kanlı ve acımasız bu döneminde on binlerce Kongolu çocuğun eli kesildi.
“Komşularınızı taklit edin; fırsat çıktığı anda denizlerin ötesine yayılın. Orada ürünleriniz için kıymetli pazarlar, ticaretiniz için gıda ve büyük Avrupa ailesi içinde daha iyi bir konum bulacaksınız.” II.Leopold’un sömürgecilik yarışında geç kalan Belçikalılara öğüdü buydu.
İnsanlık dışı koşullarda çalışmaya zorlanan Kongo halkının en az yarısının (10-15 milyon) Kongo’nun II. Leopold’un özel mülkü olduğu dönemde hayatını kaybettiği kabul edilmekte. 1908 yılına kadar süren bu dönem Kongo tarihinin en kanlı ve acımasız dönemi olarak biliniyor.
Kauçuk üretimi fildişine göre çok daha kârlıydı. Otomobil adlı icadın lastiklerinde kullanılmak üzere Good Year ve Dunlop adlı üretici firmaların kauçuk ihtiyacı giderek artıyordu. Zaten fildişi ticareti artık eskisi kadar para getirmiyordu çünkü avlana avlana fil kalmamıştı.
Fil avından yeterince fildişi ile dönemeyen yerliler, su aygırı derisinden yapılan ve ucu düğümlü kırbaçlarla kırbaçlanıyor, bedenlerinde kalıcı hasar bırakan ağır cezalara çarptırılıyorlardı. Kauçuk ve kakao için de ormanlar acımasızca yakılıp yeni tarlalar açılıyordu.
Kendi ülkelerinde köleleştirilip kauçuk elde etmek için ormanlara ‘salınan’ Kongolular, yoğun akışkan ve yapışkan kauçuk salgısını tüm vücutlarına sürerek adeta yürüyen kauçuk şeklinde geri dönüyorlardı. Donarak iyice vücuda yapışan kauçuk sökülürken derileri de kalkıyordu…
Düşünebiliyor musunuz? Tüm bunları yapan ‘Kongo’nun Hâkimi’ II.Leopold Kongo’ya bir kere bile gitmedi. Başkent Kinşasa’nın adı o zaman Leopoldville’ydi, kendi adını vermişti. Ve bu câni zalime ”Köleliğin Kaldırılmasını Savunma” ödülü veriliyordu! İnanılır gibi değil ama gerçek
Avrupa’nın kauçuk talebi yükseldikçe mazlum Kongo halkına yapılan baskı da giderek arttı. Yağmur ormanları kauçuk ağaçlarıyla doluydu. II. Leopold’un “Force Publique” adlı Halk(!) Ordusu kurdu. Kauçuk toplatmada insanlara kan kusturma işini onlar düzenleyecekti.
Bu ordunun subayları Belçikalı beyazlardı. Askerleri ise yerli halktan üç kuruşa kardeşlerini satan ”ev zencileri” oluşturuyordu. Bunlar kraldan daha çok kralcı olan, şuursuz acımasızlardı. Zorla çalıştırılan ve can veren yüz binlerce Kongolunun kanı işte bunların elindeydi. Herkesin orman dönüşü getireceği kauçuk miktarı belirlenmişti. Bu miktarı getirmeyenlerin eli ceza olarak kesiliyordu. Ek bir önlem olarak kauçukları getirene kadar erkeklerin karısı, çocukları rehin tutuluyordu. Geri gelmez ya da miktarı tutturamazsa rehinlerin eli kesiliyordu.Kesilen eller özel kovalarda toplanıyor, böylece askerler komutanlarına hem verdikleri cezayı hem de kurşun harcamadıklarını kanıtlıyorlardı. Askerler kestikleri el kadar fazladan ek ücret alıyordu. 1906 yılında bir günde tam 1308 kesik sağ el Kongo sömürge valisine verilmişti.
Kongo II. Leopold’un özel mülküydü. Zulme baş kaldıranlar hemen öldürülüyor, köyleri tamamen yok ediliyor ve toplu katliamlar yapılıyordu. Kadınlar ise kaçırılıyor, onlarca Belçikalı tarafından tecavüz ediliyor ve ondan sonra öldürülüyordu.
II.Leopold, Kongo’dan muazzam meblağlarla gelen kanlı paralarla hızla zenginleşti. Para bol olunca Belçika’da Antwerpen Garı, Kraliyet Orta Afrika Müzesi, Ostendes Kraliyet Galerisi gibi büyük ve gösterişli binalar inşa etti. O artık “inşaat kralı” olmuştu.
İletişim kısıtlıydı. Kongo’ya gelen İngiliz misyonerler, az sayıda gazeteci ve yazarlar gözlerinin önündeki vahşetin tanığı oluyor ve yazıyorlardı. II. Leopold’un Kongo zulmüne karşı sesler yükselince Kongo, 1908 yılında, II. Leopold’dan alınarak Belçika’ya verildi.
Bu noktada Mark Twain ve Sir Arthur Canon Doyle gibi o zamanın tanınmış yazarlarının haklarını teslim etmek lazım. Kongo’ya gidip, yok edilen bir dünyayı görüp, Kongo’nun bu vampirden kurtulması yolunda ellerinden gelen desteği vermişti bu iki isim.
Yani Kongo artık Leopold’un ‘şahsi mülkü’ değil, kralı olduğu Belçika’nın kamu malıydı! Sonuçta hiçbir şey değişmedi. Emperyalizmin kanlı yağma ve sömürü düzeni aynen devam etti. Zaten Leopold’da bir sene sonra ardında varis bırakmadan öldü gitti. Yeğeni Belçika Kralı oldu.
II. Leopold, Kongo’da acımasızca kan dökerken, Sultan II. Abdülhamit’in yönetimini şiddetle eleştiriyor ve Osmanlı Devleti üzerinde de baskı kurmaya çalışıyordu. Bir ara İstanbul’a gelip gezmişti.
1905 yılında Ermeni Devrimci Federasyonu’ndan militanların II. Abdülhamit’e düzenlediği ve Padişahın son anda kurtulduğu bombalı saldırıda Belçikalı anarşist Edward Joris yakalandı ve hapse girdi. Belçika ve diğer emperyalist güçlerin baskısıyla serbest bırakıldı ve geri döndü.
Kongo, Belçika Kongo’su adıyla sömürge olmaya devam etti. Sömürü mekaniğinin kutsal üçlüsü: Devlet-Kilise-Özel Şirket” kurgusu ile kauçuğun da ötesinde ülkenin bakır, altın, elmas, kobalt gibi tüm yeraltı zenginlikleri sömürüldü. ‘White Man’s Burden’ Beyaz Adam’ın Yükü!
Tabi bu yük manevi bir yük. Bu yük, Afrikalı cahil vahşileren beyaz adamın uygarlık, insani değerler, demokrasi, aydınlanma ve gelişim getirme vazifesinin manevi duyarlılığının getirdiği öz-sorumluluk yükü(!..) İnsanların ruhlarını emdiler, hayatlarını ve geleceklerini çaldılar.
Beyaz adamın bu duyarlılık abidesi yükü Kongo’yu öylesinde aydınlatı ki, 1960 yılında Kongo’da üniversite mezunu sayısı sadece 30 kişiydi. Kitleler halinde neye inandığını bilmeden vaftiz edilip Hristiyanlaştırılan ve bundan dolayı da minnet duyması beklenilen cahil milyonlar…
Kongo’da yıllarca süren bu utanç verici zulüm Belçika’da ilk olarak 1998’de Adam Hochshilds’in “Kral Leopold’un Hayaleti” adlı kitabı yayınlandığında tartışılmaya başlandı. 1998’e kadar kimsenin umurunda dahi olmayan 15 milyon kişinin ölümünden sorumlu bir zulüm gerçeği!
Kongo’nun acısı 20.yy boyunca hiç dinmeden devam etti. Darbeler, ABD-Rusya-Fransa’nın dirsek kavgalarının getirdiği istikrarsızlıklar, suikastler ve ekonomik çalkantılarla savrulan bir ülke oldu hep. 1960 seçimlerini tüm sandık hilelerine rağmen Patrice Lumumba kazandı.
Lumumba’nın başında olduğu Kongo Milli Hareketi kazandı ve Lumumba başbakan oldu. Bağımsızlık ilan edildi. Ülkenin adı ”Kongo Cumhuriyeti” olarak değiştirildi. Kongolular için artık ayrımcılığın ve soygunun sonuna gelindi ama Belçika ve ABD bunu kabullenemedi.
Lumumba yola bir burjuva milliyetçisi olarak çıkmıştı ama zamanla sosyalizme yöneldi ve Rusya ile (SSCB) işbirliği yaptı. Öldürülmesine de bu işbirliği neden oldu… Cinayet, 2000 yılında Ludo de Wittes’in “Lumumba Suikastı” kitabında yeni delillerle ele alındı.
Lumumba 36 yaşında öldürüldü ama yetmedi ve bir gün sonra Belçikalı askerler mezarını açtı, cesedi parçalara ayırdı, bir fıçıdaki asidin içinde eritildi. Dişleri ve kemikleri öğütüldü, rüzgarla ormana saçıldı. Belçika bu cinayeti tam 40 yıl kabul etmedi.
2005 yılında “Orta Afrika Kraliyet Müzesi’nde, Belçika’nın sömürgeci geçmişiyle ilgili bir sergi açıldı. 2019 yılında BM Afrika Uzmanlar Grubu, Belçika hükümetinin Kongo’da yapılanlar için özür dilemesini ve II. Leopold’un heykellerini kaldırılmasını istedi.
Belçika Başbakanı Charles Michel bu isteği reddetti. 2019’da ABD’de işlenen George Floyd cinayetinden sonra “Siyah Hayatlar Önemlidir” (Black Lives Matter) hareketinin Brüksel’de yaptığı gösterilerin ardından II. Leopold’un heykeli kaldırıldı.
Belçika’nın Antwerp şehrinin kelime anlamı ‘kesilip atılan el’. Bu ismin masalsı bir de hikâyesi var: Bir varmış, bir yokmuş, şehirdeki tacirlerin önünü kesen bir dev varmış. Günün birinde bir kahraman gelmiş devin elini kesip nehre atmış ve şehri devden kurtarmış. Masal bu kadar
Bu masalda Belçikalılar; Psikopat, zalim bir despot dev tarafından terörize edilen asil tüccarlar olarak anlatılır. Ancak gerçek hayatta kendileri o zalim devin ta kendisi oldular. Ne ironik bir metafor! Kesilip Kongo Nehri’ne atılması gereken el II.Leopold’un eliydi oysa…
Bu efsane, bu masal bir şehir hikâyesi olarak Belçikalı çocuklara anlatılsın, yerel kültür yaşatılsın, eyvallah. Fakat 15 milyon Kongo insanına yapılan katliamı ve korkunç acıları hatırlatan ve arsızca halâ satılmakta olan çikolata eller artık yapılmasın, satılmasın.
Son Söz: Kahrolsun Emperyalizm / We Can’t Breathe V’esselam