L’Oreal’in Gizli Tarihi, Faşizm ve Türkiye

İSTANBUL- 3 Şubat 2004 gecesi, Gasparal kontrol holdingi vasıtasıyla L’Oréal’in büyük bölümünü elinde tutan Nestlé grubu ve Bettencourt ailesi, yaptıkları kısa bir açıklamayla, bundan böyle sermayelerini yeniden yapılandırdıklarını ve firmaya doğrudan sahip olacaklarını belirttiler.

İngiliz kozmetik devi Body Shop’u da satın alan L’Oréal’in 2006 rakamlarıyla sermayesi 43,6 milyar Avro olarak belirtiliyor. Bunun 11,99 milyarı Bettencourt ailesine, 11,5 milyarı Nestlé grubuna gidiyor, geriye kalan 20,11 milyarı da borsada dalgalanmakta. L’Oréal’in kurucusu Schueller’in kızı olan Liliane Bettencourt’un kişisel servetinin 2002 yılında 17,2 milyar Avro olduğu açıklanmış. Bu da kendisini Fransa’nın en zengin kişileri listesinde birinci sıraya oturtuyor.

2006 yılında Fransız araştırmacı Thierry Meyssan’ın yaptığı açıklamalar ise günümüzün bu saygın firmasının geçmişinin son derece karanlık olduğuna işaret ediyor.

L’Oréal 1907 yılında küçük bir işletmeci olan Eugène Schueller tarafından kuruluyor. İlk olarak 1928 yılında ünlü bir sabun markası olan Monsavon’u satın alan firma, daha sonra Valentine boyalarını, Dop şampuanlarını ve Votre Beauté dergisini bünyesine katıyor. Gitgide aşırı sağa kaymaya başlayan Schueller, “orantılı maaş” gibi ekonomik fikirleriyle parlıyor: buna göre serbest bir kapitalizm ve her türlü sendikal hareketten kurtarılmış bir toplumda işçiler üçlü temele dayalı bir maaş almalıdır: faaliyet maaşı, çocuk sayısına göre saptanacak bir aile maaşı ve bir de verimlilik maaşı.

6 Şubat 1934’te, 1. Dünya Savaşı gazilerinden oluşan bir grup Parlamento’nun önünde gösteri yapıyor. Fakat faşistlerin araya sızarak kışkırtmasıyla, gösteri bir anda Cumhuriyet’i devirmeye yönelik bir isyan hareketine dönüşüyor. Takip eden günlerde hükümet, ülkedeki bütün ligaları kapatma kararı alıyor. Bu olayın hemen ardından bir grup faşist militanın faaliyetlerini yeraltına kaydırarak Milli Devrimci Hareket Gizli Örgütü’nü (MDHGÖ) kurduğunu görüyoruz. Eugène Deloncle’un başında olduğu bu gruba daha sonra Fransa’da önemli konumlara gelecek birçok isim de ekleniyor. Akabinde, yeraltına inen faşist militanların asıl niyetlerinin ülkedeki direnişçi grupların arasına sızarak “kaleyi içten fethetmek” olduğu ortaya çıkıyor. Bu esnada MDHGÖ çok hiyerarşik bir yapıyla örgütleniyor ve kendileri için feyz aldıkları kıyafet Amerika’daki Ku Klux Klan’ınkine benzeyen külahlar olduğu için, halk arasında “Külahlılar” olarak adlandırılıyor.

İşte Eugène Deloncle’un yakın arkadaşı olma sıfatıyla, L’Oréal’in kurucu babası Eugène Schueller de, bu faşist örgüt için bütün imkânlarını seferber etmekten kaçınmıyor. Örgütün yönetim kadrosunun pek çok toplantısı L’Oréal’in Paris’teki binasında gerçekleşiyor. Hareketin bir grup Nazi yandaşı tarafından sahiplenilmesi ve kulaktan kulağa büyük bir hızla yayılması, örgüte aslen üye olmasalar da bir grup gencin de toplantılara katılmasına sebep oluyor. Bunlardan ikisinin adı özellikle önemli: André Bettencourt ve François Mitterrand! François’nın kardeşi Robert Mitterrand’ın Eugène Deloncle’un yeğeniyle evlenmesiyle olay mutlu aile tablosuna dönüşmekte gecikmiyor!

Bir buçuk yıl kadar kısa bir süre içinde Milli Devrimci Hareket Gizli Örgütü, Mussolini ve Hitler hükümetleriyle ilişkilerini resmileştiriyor ve çok ciddi finansal ve lojistik destek karşılığında, onların hesabına Franco İspanya’sına silah aktarımı ve Fransa’ya kaçan sığınmacıların yok edilmesi gibi görevleri yerine getirmeye başlıyor. 1937’nin 15 Kasım’ını 16’sına bağlayan gece örgüt, başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe girişiminde bulunuyor. Bunu takip eden günlerde örgütün gizli yuvalarına yapılan baskınlarda hepsi İtalya ve Almanya’dan getirtilmiş binlerce mitralyöz, tüfek, el bombası ve askeri teçhizat ele geçiriliyor.

Ülkelerinin yabancılar tarafından işgal edilmesi fikrinden rahatsız olan bir grup “Külahlı” General DeGaulle’ün yanında saf tutarken, diğer bir grup da İşbirlikçiler tarafına geçiyor. 1940 Eylülünde, iki kafadar, Eugène Deloncle ve Eugène Schueller, Gestapo şefi Reinhardt Heydrich’in kişisel onayını da alarak Toplumsal Devrimci Hareket’i kuruyorlar. Örgütün Fransızca orijinal adının kısaltması: MSR. Bunun Fransızca okunuşu olan “aime et sers” ifadesi ise “ya sev ya terket!!” sözüne çok benziyor: sev ve hizmet et!! Toplumsal Devrimci Hareket’in toplantıları ise gene L’Oréal’in Paris’teki ana binasında gerçekleştiriliyor.

Hareket’in programında şunlar yazmakta: Yeni Avrupa’yı, nasyonal-sosyalist Almanya’yla işbirliği içinde kurarak her türlü serbest kapitalizm, Bolşevizm, judaizm ve serbest masonluktan arındırmak, Fransız ırkını ve Fransa’yı onarıp yeniden canlandırmak, Yahudileri Fransa’da çok katı bir statüye tâbi tutarak ırkımızı kirletmelerini engellemek, üretimi ve maaşları artıracak ve ürünlerin hakkaniyetli dağıtımını temin edecek bir sosyalist ekonomiyi hayata geçirmek istiyoruz!

Bu esnada genç André Bettencourt da Gestapo, Wehrmacht ve propaganda bakanı Joseph Goebbels’in üçlü himayesinde, PropagandaStaffel’in (Propaganda birliği) Fransız patronu görevini üstleniyor. Kendisi ayrıca kırsalda yaşayan ailelere yönelik açıkça Nazi yandaşı Fransız Toprağı isimli bir dergi yayımlayarak, “kokuşmakta” olan entelektüellerin zorunlu yeniden eğitimini ve bu yolla “yalan söylemeyen toprağa” döndürülmesini öneriyor. Kendisinin René Dumont takma adıyla yazdığını, paralelinde de patronu ve hamisi Eugène Schueller’e de gazetelerinde sütunlar ayırdığını görüyoruz.

1941 yılından itibaren örgütler birleşirken, Eugène Schueller bu ortamda “ekonomi pîri” olarak parlamaya başlıyor. Yazdığı “Ekonominin Devrimi” adlı kitap Fransız faşist literatürünün kaynak kitaplarından biri haline geliyor.

Stalingrad çatışmasıyla birlikte Reich’ın yenilmez olmadığı ortaya çıkınca, André Bettencourt da yavaş yavaş, Nazi işbirlikçisi Vichy hükümetinde çeşitli görevler yürüten arkadaşı François Mitterrand’a yanaşıyor. 1942’nin sonunda Eugène Schueller kendisini, en büyük ortaklarından biri haline geldiği İsviçre’deki Nestlé firmasını “arîleştirmeye” gönderdiğinde, Bettencourt Amerikan Gizli Servisi‘nden Alan Dulles ve Max Scoop’la görüşerek, örgüte destek amacıyla kendilerinden o günün parasıyla 2,5 milyon frank yardım alıyor. Bu paranın nereye harcandığı konusu, bugün hâlâ bilinmezliğini korumakta.

2. Dünya Savaşı sona erdikten sonra, Külahlılar birbirlerine yardım ederek paçayı kurtarmaya başlıyorlar. André Bettencourt ve François Mitterrand’ın ifadeleriyle serbest bırakılan Eugène Schueller, “direnişe büyük katkılar sağlamış kişi” statüsüyle toplumdaki saygınlığını geri kazanıyor. L’Oréal’in Paris’teki ana binası eski günlerdeki gibi yeniden eski dostların toplantı merkezi haline dönüşüyor. François Mitterrand Votre Beauté dergisinin müdürlüğüne atanıyor. André Bettencourt ise grupta önemli bir müdürlük konumuyla ödüllendiriliyor. Eugène Schueller’in Nazi dönemindeki işbirlikçi yoldaşlarını da unutmadığını görüyoruz: bir suikastta hayatını kaybeden Eugène Deloncle’un kardeşi Henri, İspanya’daki L’Oréal’in, dönemin en vahşi faşist saldırılarına imza atmış olan Jacques Corrèze ise ABD’deki L’Oréal’in başına getiriliyor. Fakat sadık Bettencourt’un ödülü bununla da bitmiyor: 1950’de, Eugène Schueller’in biricik kızı Liliane’la evleniyor!! Bu sırada en büyük destekçileri ise Katolik bir Fransız tarikatı olan Opus Dei (Latince “Tanrının işi” anlamında). Paris’te André Bettencourt’un PropagandaStaffel’i yönetirken kullandığı bina, Opus Dei‘ye tahsis ediliyor. François Mitterrand’ın kardeşi Robert ise tarikatın Fransa merkezinin binasında oturmaya başlıyor.

Bu tarihten sonra talihin bu şanslı zevata “yürü ya kulum” dediğini görüyoruz. André Bettencourt çok parlak bir gazetecilik kariyerine imza atıyor. Yanı sıra yürüttüğü siyasi kariyeri kendisinin bir çok kez Fransız Parlamentosu ve hükümetlerinde çeşitli görevlere gelmesini sağlıyor. Arkadaşı François Mitterrand’ın 1948’de kurduğu İstihbarat Bakanlığı’na, 1954-55 döneminde sekreter atanmasıyla birlikte, geçmişindeki bütün kirli izleri silme fırsatını da yakalıyor. Hatta bunca şaibeli bir geçmişten sıyrılarak sosyalistliğe “evrilen” Mitterrand, 1986 yılında Cumhurbaşkanı seçilip de Meclis’te çoğunluğu elinde bulunduran sağ partiyle bir hükümet kurması gerektiğinde, André Bettencourt’u Başbakan atamak istiyor ancak geçmişin hortlaklarının ortaya çıkmasından korkarak bu arzusundan vazgeçiyor.

L’Oréal hiç kuşkusuz bugün dünyanın en büyük ve en saygın kozmetik firmalarından biri ve politik faaliyetleri de kapitalist sistemden beslenen diğer firmalarınkinden çok da farklı değil. Ancak siyaset uzun soluklu bir koşu ve hayatınızın geçmiş bir döneminde yapmış olduğunuz hatalar sizi senelerce takip edebiliyor. Ciddi bir faşizm partizanlığını sadece “hata” olarak görmek mümkün müdür, orası da ayrı konu. Ancak, özellikle bu tür çok uluslu şirketlerin oynadıkları politik oyunlara çok dikkat etmeleri lazım.

Dr. Maya Arakon

Visited 136 times, 1 visit(s) today

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir