Site icon BOZ KARGA

Mitolojiden Gerçeğe Doğru: Atlantis Efsanesi

Bugün Atlantis, şairler, romantikler, hayalperestler için yitirilmiş bir cennet, keşfedilmemiş bir El Dorado, mükemmel bir ütopya… Yarın bilimin konusu olacak mı?

Keşfedilmemiş El Dorado

Atlantis efsanesi, tarih bo­yunca meydana gelen değişikliklerden fazla etki­lenmedi. Platon, doğumundan 9000 yıl önce var olmuş ve yanardağ patlamasıyla suya gömül­müş Atlantis’i zengin biçimde betimlemişti. O zamandan beri, Atlantis uygarlığı pek çok yazarın, şairin, ressa­mın ve bilim adamı­nın hayallerini süsle­di. Atlantis’in gerçek bir ülke olduğunu öne süren 70’ten faz­la kitap var. Bunların arasında, 17. yüz­yılda yaşamış İngiliz filozof Francis Bacon’ın Yeni Atlantis adlı kitabını özellikle anmak gerekiyor. Bacon, Atlantis’i Kuzey ve Güney Amerika ile ilişkilendirmişti.

Onca kitaba ve iddiaya rağmen, hiç kimse Atlantis’i ya da dünya yü­zeyinden nasıl silindiğini bulamadı. Birçok şüpheci yazar ve insan, Platon’un felsefesindeki ideal kentine ilişkin düşüncelerine hazırlık olsun diye Atlantis’i yarattığına inanıyor. Bu düşünürlerin başında ise, Fransız tarihçi Pierre Vidal-Naquet ge­liyor. Ona göre, “Atlan­tis kavramı, zaman içinde bilginlerden, yarı-bilginlerin, ardından da mitomanların tekeline girdi. Bugün Sahra’dan Sibirya düzlüklerine, Ti­ticaca Gölü’nden Tibet yaylalarına kadar, dünyanın dört bir yanında Atlantis rüyasının peşinde koşanlar var. Tabii, bütün kabahat Platon­da… İlk dönem Atina toplumuna ideal kentini benim­setmek için uydur­duğu efsane, bugün yeryüzünün en bü­yük dedikoduların­dan biri haline gel­di…”

İtalyan Ananke Yayınları’ndan çıkan “Deniz, Avru­pa’yı Nasıl Yuttu?” adlı kitabın yazarı, Atlantik Okyanusu’na batarak kaybolan bu uygarlı­ğın gerçek olduğu kanıtlanmaya ça­lışıyor (kitap Türkçe’de yayımlanmadı).  Eski-yeni arkeolojik buluntu­ların yeniden yorumlanmasını, Platon’un Atlantis’in bulunduğu yere ilişkin arazi tanımlarıyla birleştiriyor. Platon, Atlantis’in Herkül Sütunları’nın (Cebelita­rık Boğazı, Akdeniz) ötesinde oldu­ğunu söylemiş ve 2385 yıl önce, Timaos diyaloğunda, eski olayları bi­len Mısırlı bir rahipten öğrendiklerini yazmıştı:

“Nitekim, o zaman, o denize geçmek mümkündü: çünkü adlandırdığınız gibi, Herakles (Herkül) Sütunları denen ağzın ötesinde bir ada vardı. Hem, o ada bir araya getirilmiş Libya ve Asya’dan (Kü­çük Asya: Anadolu) daha büyüktü ve ondan yola çıkanlara, başka ada­lara ve o adalardan, gerçekten deniz olanın tam karşı tarafında duran bütün anakaraya geçit veriyordu. Bu Atlantis Adasında büyük ve hayran olunası kudrete sahip bir kral ortaya çıkmıştı…’’

Kitabın yazarı Pisa Üniversitesi (İtalya) yıldız fiziği ordinaryüs pro­fesörü ve arkeolog Vittorio Castellani’nin yürüttüğü araştırmalara göre Atlantis Adası, Büyük Britanya (İngiltere) olmalı. Aslında, Büyük Bri­tanya’yı 10.000-7000 yıl önceki ha­liyle değerlendirmek gerek. O zaman, son buzul erimesiyle yükünden kurtularak hafifleyen ada, tıpkı İskandinav Yarımadası gibi birkaç santimetre yükselmişti. Ayrıca Britanya, donmuş Manş Denizi’yle Fransa üzerinden bağlandığı Avrupa anakarasından kopmuştu.

Son Buzul Çağı’nda, deniz yüzeyi günümüze göre 100 metre düşüktü ve Büyük Britanya’dan anakaraya geçmek mümkündü. Atlantis insanı, Platon’un konuştuğu rahibin dediği gibi anakarayı kolonileştirdi: “Başka bölgelerde de hüküm sürüyorlardı; boğazın (Cebelitarık Boğazı) bu yanından Libya’ya, Mısır’a Avrupa’ya ve Tiren’e kadar.” Rahibin dediğine göre bu kudret, Yunanlılar’ın atala­rıyla da savaşmış ve ilerlemesi silah zoruyla durdurulmuştu.

Son yıllarda oluşturulduğu kadarıyla, bu fantastik senaryoda anlatı­lanlar Avrupa’nın jeolojik tarihiyle uyuşuyor. Castellani’nin kendi sözleriyle, “Nitekim son Buzul Çağı’nın sonunda, buzların çözülmesi deniz yüzeyini yükseltip, Avrupa’daki geniş arazileri sular altında bıraktı; Büyük Britanya plakasında ve İngil­tere’nin büyük kısmındaki su üstüne çıkmış bölgeleri küçülttü.”

Yanardağlar mı, başka bir şey mi? Atlantis’in “volkanik” sonunun tasviri. Yeni varsayımlara göre, kent suya yavaş yavaş battı.

Deniz yükselmesine ilişkin kanıt­lar, Baltık Denizi tortullarının in­celenmesiyle elde edildi. Baltık Denizi, Atlantik Okyanusu’nun batmasıyla gölden denize dönüşmüştü. Ancak, deniz baskınları Platon’un çağından 9000 değil, 5600 yıl önce (günümüzden 8000 yıl önce) ger­çekleşmişti. Kısacası, bugün Atlan­tis, şairler, romantikler, hayalperest­ler için yitirilmiş bir cennet, keş­fedilmemiş bir Eldorado, mükem­mel bir ütopya…

Granit varsayımı. Belli başlı megalit (anıttaş) uygarlıklarına ilişkin bazı buluntular Atlantislilerin eseri olabilir. Atlantis’in Buzul Çağı’ndan sonra daha da yükselen Britanya Adaları olduğunu ve Avrupa’nın buradan kolonileştirildiğini düşünenler var.

Megalit Uygarlığı

Peki Atlantisliler’in sonu gerçekten deniz baskınla­rıyla mı geldi? İtalyan araştırmacı Castellani’ye göre evet. “Araştırmama başladığım zaman, trajik biçimde ortadan kay­bolsa bile, büyük bir uygarlığın geri­de arkeolojik izler bıraktığından emindim. Ben, bu izleri bulduğum kanısındayım. Avrupa’nın Atlantik kıyılarında ne olduğunu görmeye gi­dersek, izlerin apaçık olduğunu ka­bul etmek zorundayız; sadece tanı­mayı bilmek gerek. Bunlar, bir megalit uygarlığının kalıntıları: dolmen­ler (taşgömüt), monolitler (tektaş), Stonehenge (İngiltere) gibi megalit (anıttaş) dizileri… Görünüşe bakılırsa, Atlantis’ten gelen halk tarafından konmuşlar. Kara yoluyla, su yüzüne çıkmış ve artık var olmayan, okya­nusun dibinde kim bilir hangi anıt­larla birlikte yatan bir karadan gel­mişlerdi.” Castellani’nin kuramını, organik tarihlendirme yönteminde (karbon 14) kaydedilen gelişmeler güçlendiriyor. Megalit mezarlardan getirilen örneklerin, sanıldığından çok daha eski olduğu ortaya çıktı.

Paskalya Adası’ndaki dev taş heykeller

Şimdiye dek megalit kültürünün, Yakındoğu kökenli halkların barbar­laşmasıyla ortaya çıktığı sanılıyordu. Avrupa kültürünün Sümer, Mısır ve Yunan uygarlıklarının buğday tarı­mını keşfetmesinden sonra ortaya çıktığına inanılıyordu. Megalit kültürüne ait buluntuların yeniden tarihlendirilmesiyle, bu varsayım değişmeye başladı. Avrupa’daki ilk dolmenler, Mısır piramitlerinden 2000 bin yıl önce dikil­miş Sonuç: Tarım ve uygarlık, ayrı ayrı yerlerde, en azından iki kere doğdu ve Avrupa’nın tarım kültürü, Yakındoğu’dan bağımsızdı. Platon’un anlatılarında, Avrupa’nın belleği diriltiliyor, eski gelenekler, dinler, gökbilimsel bilgilere değiniliyordu. Castellani şöyle açıklıyor: “Arkeolojik buluntular iyi değerlen­dirildiğinde, Atlantis uygarlığı diye­bileceğimiz, Avrupa’daki bu evri­min bir başlangıcı ve sürekliliğinin olduğu ortaya çıkıyor.”

Würm buzullanması sırasında, otçullar için geniş çayırlıkların bu­lunduğu engin otlakların yerini or­manlar aldı. O zamanlar avcı ve göçmen olan tarihöncesi insanı, köyler kurdu ve balık avladı. Bu yerleşimlerin kalıntıları, besin atık­ları öbeklerinin fosilleri, Kuzey Amerika’da, İspanya ve Portekiz’de bulundu.

Farklı yerlerde aynı el aletlerinin bulunması (örneğin kazma), buluntu sitlerinin tek bir megalit uygarlığına ait olduğunu gösteriyor. Çatı ve duvar oluşturacak şekilde düzenlenmiş taşlar, yani dolmenler, insanoğlunun Eski Taş Çağı’nda uzun süre yaşa­dığı mağaraların taklitleriydi. Tari­h öncesi Avrupa ve megalit uygarlık bağlantısı, taşlara kazınmış resimlerde de görülebiliyor. Megalit kül­türünün bir başka örneği de menhir.

Menhirler, en çok 200 ton ağırlığın­da, 2-10 metre yüksekliğinde monolitler. “Kromlek” denilen ve çember şeklinde dizilmiş menhirler, İrlanda, İngiltere ve İskoçya’da çok yaygın. En görkemli olanları Avebury ve Stonehenge. Bu anıt komplekslerinin toplantı yeri olarak kullanıldığı sanılıyor. Castellani’ye göre, “Atlantisliler’i, kendini tek bir dinle tanımla­yan, onlarca kabile grubuna bölün­müş bir halk olarak düşünmeliyiz,” Atlantik Avrupasında sık rastlanan megalit kalıntıları Malta, Korsi­ka, Sardinya, Sicilya ve Puglia’da da bulunuyor. Mısır rahibi Sais’in anlattığı gibi, bu anıtları da Atlantisliler yapmış olmalı; çünkü Tiren’e kadar çeşitli bölgelere egemendiler. Eski Yunan tarihini anlatan Yunanlı yazar Pausianos, Atlantisliler’in Atinalılar’ın ataları tarafından yenilgiye uğratıldığını yazıyordu. Nitekim da­ha M.Ö. 2. yüzyılda, bilinmeyen tanrıya adanmış bir menhir, Yunan topraklarında bulunuyordu. M. Ö. 1. yüzyılda yaşamış tarihçi Diodoros Skulos, Büyük Britanya’da güneş tanrıya adanmış bir tapınak (belki Stonehenge) olduğundan ve dünya­nın pek çok bölgesinde taşlara tapınıldığından söz ediyordu.

Ille-et-Villain dolmeni, Britanya

Evora dolmeni, Portekiz

Atlantis uygarlığının Britanya kö­kenli olduğu ve tufanla ortadan kalktığı varsayımları, değişik kurgularla dile getiriliyor. Morhiban Körfezindeki El-Lannic Adasında (İngiltere) yapılan bir kazıda, okyanusa uzanan menhir dizilerine bağlanan bir halka gün ışığına çıkarıldı. Menhir dizileri, deniz kıyısına ulaşmadan hemen önce, başka bir halkada son buluyordu. Yine İngiltere’de, bu kez Kermic’te, suyun 4 metre altında menhir halkası bulundu.

Deniz yüzeyinin yükseldiğine ilişkin bir başka kanıt, megalit çağı­na ait antik yolların denizde bittiği Malta Adası’nda bulunuyor. Efsa­neye göre, bu yollar sualtından Sicilya’ya devam ediyor. Castellani, buna açıklık getiriyor: “Atlantis bir günde batmadı. Olasılıkla deniz baskınına uğradı ve başka uygarlık­lar tarafından aşıldı; ama, Atlantisliler’in soyu tamamen tükenmedi.” Araştırmacıya göre, Kelt (druid) rahiplerinin Atlantisliler’le ilişkili ol­duğuna dair kanıtlar var.

Bu din adamları, meşeyi kutsal ağaç olarak seçer ve megalitlerin yakınlarında ayinler yaparlardı.

Mnadjra megalit tapınağı, Malta

“Keltler’in Atlantisliler’den geldiği kanıtlanması gereken bir varsayım; ama, bir şey kesin: Megalit kültürü, kilise’nin yaptıklarına rağmen batı halk geleneğinde uzun zaman yaşadı.” Carmac’ta (İngiltere), Saint Cornellius Kilisesi’nin cephesinde­ki bir aziz heykeli, kutsal adamı menhir ve dolmenler önünde boğa kurban ederken gösteriyor. Katolik mezhebinde, her yıl 13 eylülde, bo­ğalar kutsanmak için kiliseye getiri­liyor. Megalit uygarlığının boğa kültü, eskiden ve günümüzde, Girit, Sardinya, Malta ve İspanya kültüründe, özellikle boğa güreşlerinde yaşıyor. Ya İngiltere hükümdarları­nın Westminster kutsal taşında taç giymesine ne demeli? İngiliz gele­neklerinde, geçen yüzyıla kadar, menhirleri terayağ, bal ve zeytin ya­ğına bulamak vardı. İskoçya’nın Gal dilinde “Kiliseye mi gidiyor­sun?” sorusu şöyle soruluyor: “Am behil thu dol d’on clachan (taşlara mı gidiyorsun)?”

Atlantis, insanları heyecanlandırıyor. Ancak Buzul Çağı su bas­kınlarını, Avrupa’yı kolonileştiren tek bir kültüre bağlamak ve bu olası uygarlığı Atlantis diye adlandırmak için çok dikkatli olmak gerekiyor. Gerçekten eski bir uygarlık varsa bile, arkeolojik kanıtları doğru yorumlamadan, Platon’un Atlantis’inin bulunduğunu düşünmek yan­lış olur. Gerçek bilimi, boş inançları ticari amaçlı kullanan sahte bilimden ayırmak için, iş yine bilim tavrına ve bilim adamlarına düşüyor.

OKYANUSTAKİ PİRAMİT

Küçük bir Atlantis’in kalıntıları­nın, Pasifik Okyanusu sularının 25 metre altında, Okinawa Adası’nın (Japonya) güneyinde bulunduğu söyleniyor. Yonaguni Adasının yakınlarında, tabanı 200×150 m. yük­sekliği 30 metre olan, 5 katlı bir yapı var.

Arkeologlar, tepesi düz, dikdört­gen tabanlı ve Asurlar’ın eski tapı­naklarını (zigguratları) andıran ya­pının yakınında bir de yol buldukla­rını sanıyorlar. Yerbilimci Masaki Kimura (Okinawa Üniversitesi), “Doğanın eseri olamaz” diyor. “Erezyonun sonucu olsaydı, sit ala­nında kaya parça­ları bulurduk.” Son Buzul Çağının so­na ermesiyle, pira­midin su altında kaldığına inanılıyor.

Kimura, “Ben blokların köşe ve açılarının bu kadar dik kesildiği başka doğal örnekler bil­miyorum” diyor.

Batık yapı, bir dizi kocaman basa­maktan oluşuyor ve piramidi çağrış­tırıyor. Toplu ayin­ler için, göğe adan­mış üstü açık bir mekân olduğunu düşünenler de var.

Sakkara’daki (Mı­sır) basamaklı pi­ramitlerin 5000 yaşında olmasına karşın, bu yapının iki kat eski oldu­ğu tahmin ediliyor, insanlık tarihi­nin ilk büyük yapıtı olabilir.

Bu yüzden, araştırmacılar tem­kinli davranıyorlar. Arkeolog Jim Mower (University College, Lond­ra), fikrini şöyle belirtiyor: “10.000 yıllık yapay bir yapının keşfedildiği onaylanırsa, Eski Çağ tarihi bölü­münü baştan sona yeniden yaz­mak gerekir. Şöyle bir önsöz de koymak şart olur: Onu inşa eden halk, en azından Mezopotamya ve İndüs Vadisi’nde yaşayan insanla­ra, yani klasik kabule göre uygarlı­ğı yaratan ve yayanlara denkti.”

İspanya’dan Ege Denizi’ne… Tartışılan Altı Varsayım

Araştırmacıların ve bilginlerin Atlantis için yüzyıllar boyunca önerdiği sayısız yer arasında, en azından altı tanesinin tarihsel ve bilimsel değeri var. İşte varsayımlar:

Atlantis, Tartessos’tu

Eski Çağ’ın en gizemli kentlerin­den biri olan Tartessos’un, Herkül Sütunları’nın ötesinde, İberya kıyı­sında (İspanya) bulunduğu sanılıyor. Ancak arkeologlar Tartessos’u henüz bulamadılar. Yunanlı tarihçi Herodotos’a göre, Yunanlı elçiler zen­gin ve adil bir ülkenin kralı olan Argantonios’la iyi ilişkiler kurmayı ba­şarmışlardı. İngiliz tarihçi Ryes Carpenter’a göre, Platon bu seferden haberdardı ve Tartessos’tan esinlenerek Atlantis söylencesini yarattı.

Yunus Sırtı

1800’lerde yaşamış Philadelphialı (ABD) Ignatius Donnely, Atlantis’in Atlantik Okyanusu’na bat­mış bir yaylada olduğuna inanıyordu. İnsanoğlu, ilk uygarlığı Yunus Sırtı denen bu yaylada kurmuş, ada neredeyse bütün sakinleriyle birlik­te okyanusa gömülmeden önce, kültürünü tüm dünyaya yaymıştı. Donnely, Atlantisliler’in kültürel önemini ortaya koymak için, ortak kökenden geldiğini öne sürdüğü Mısırlılar ile Kolomb-öncesi uy­garlıklar arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarmaya çalıştı.

Okyanusun ortası. 16. yüzyılda yapılmış bir haritaya göre Atlantis okyanusun ortasındaydı. Harita, eski gelenekler uyarınca baş aşağı çizilmiş (kuzeyi, güneyi gösteriyor). Azor Adaları’nın, batık anakaranın dağları olduğu da öne sürülüyor.

Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Atlantis’i Santorini Adası’nda arayanların sorunu, turistik adadaki tapınakların ve patlama izlerinin Platon’un anlattıklarıyla uyuşmayan yerlerde bulunması.

Kanarya Adaları

Kanarya Adaları, Azorlar ve Madira’yla birlikte, efsaneleşmiş Atlantis’in kalıntıları olabilir. 30’lu yıllarda, Atlantis söylenişine ayrılan bir dergi çıkaran Lewis Spence bu kanıdaydı. Spence, anakara büyüklüğündeki adada yaşayanları da be­timledi. Erkekler iki metre boyunda ve sarışındı. Modern yerbilim, Azorlar’ın ve Kanarya Adaları’nın batmış bir kara parçasının kalıntıları olamayacağını gösterdi.

Kara Afrika

Kâşif Leo Frobenius, Atlantis’in Yoruba Irmağı (Nijerya) kıyısında olduğunu söylüyordu. Platon’un egzotik betimlemelerine benzer şeyler bulmuştu: bereketli, bitki ör­tüsü bakımından zengin, palmiye, muz ve biber ağacı yetişen efsane­vi bir kent… Fillerden söz edilmesi, hayvanların yaşam alanları bakı­mından, varsayımları Afrika ve Asya’ya taşıyor.

Santorini Adası

Santorini’nin büyük kısmı, korkunç bir yanardağ patlaması sonucu parçalanarak denize battı. İki arkeolog, Angelo Ganalopulos ile James Mavor, bu varsayımı destekli­yorlar. Efsanedeki gibi patlama mey­dana gelmiş olması ve eski yerleşim­lerin kalıntılarının bulunması yüzün­den, Santorini Adası eskiden beri güçlü bir Atlantis adayıydı. Oysa Platon’a göre Atlantis, Herkül Sütunları’nın (İlkçağ Yunanlılarının bilgisinin bittiği yer) ötesinde. Santo­rini ise, Girit ve Kiklad Adaları ara­sında, Akdeniz’de yer alıyor. Hem, yaşanan felaket Platon’un verdiği ta­rihle de uyuşmuyor. Santorini, Platon’un zamanından 9000 yıl önce değil, 900 yıl önce patladı.

Volkanik bir kaya olan Santorini adası, Atlantis konusundaki en iddialı tez…

Belki Girit

Minos uygarlığının, Knossos, Festo ve Zakros saraylarının adası Girit, Platon’un bazı anlattıklarıyla uyuşuyor. M. Ö. 2500’de doğan Minos uygarlığı, pek çok dalda olduğu gibi, sanat ve mimaride de üstün örnekler verecek kadar geliş­mişti. 60’lı yıllarda, arkeolog Nic­holas Platon’a göre, adadaki dört Girit sarayında, Atlantis hükümdar­ları gibi barış içinde hüküm sürmüş dört Girit kralı yaşamıştı. Depremler ve santorini patlamasıyla zayıf düşen Girit’i Mikenliler istila etti ve Minos uygarlığı efsanelere gömüldü.

Kayıp Efsanesinde Son İddia: Suyun Altında İki Kent

Atlantis konusunda her çağ, her dönem kendi düşleri­ni, kendi korkularını, ken­di umutlarını taşıyor. “Kayıp Kıta” konusundaki çalışma­ların özellikle 50’li yıllarda yeniden canlanması tesadüf değil, İkinci Dünya Savaşı’nda insanlık, toplu bir yok oluşun ayak seslerini duymuştu. Atlantis ütopyasının doğrulanması, savaş korkusunun tedirgin ettiği insanlarda yeni bir umudu çağrıştırıyordu. Nitekim, yeni dünyalar,ütopyalar vaad eden tarikat sayısındaki artış da çok anlamlıydı. Özellikte ABD’nin her kilisesinde yeni bir Atlantis’in temelleri atılıyordu. Kayıp Kıta yüzyıllar sonra, tıpkı Platon döneminde olduğu gibi, politik ve toplumsal bir mesaja dönüşmüştü. Sahneyi bir kez daha sahte peygamberler, üçkağıtçılar, umut tacirleri almıştı.

Ancak 80’li yılların getirdiği yumuşama politikasıyla birlikte, yan-bilimin yerini yeniden bilimsel çalışmalar almaya başladı. Bunlar­dan en ciddi olanı, son zamanlarda Mı­sır kıyılarının birkaç kilometre açığında yapılan denizaltı kazıları.

Merkezi Liechtenstein’da bulunan Hilti Vakfı ile Discovery Channel’ın sponsorluğunda yapılan  bu kazıları, Fransız arkeolog Franck Goddio yönetiyor. Geçtiğimiz yıllarda açık de­nizde kaybolan Fransız yelkenci Eric de Bishop’un torunu olan Franck Goddio, daha önceleri Filipinler açıklarında bazı batık Çin gemileri­ni, Mısır açıklarında batan Bonaparte gemisini bulup çıkarmıştı. Son olarak da İskenderiye açıklarındaki ünlü İskenderiye Feneri’nin kalıntı­larına ulaşmıştı. Şimdilerde ise, 25 kişilik dalış ekibiyle iki eski Mısır kentinin kalıntılarına ulaşmıştır. Bu sualtı kazılarında ortaya çıkarılan Menutis ve Heraklion, Makedon fi­ravunlar olan Ptolemaioslar dönemi­ne ait iki kent.

Kazılarda şimdiye kadar 1. Ptolemaios’un yaptırdığı tanrı Serapis heykellerinin yanı sıra, eski firavun­lar dönemine ait tanrıça İsis heykelle­rine ulaşılması, buranın, adı Herodotos Tarihi’nde geçen Heraklion kenti olma olasılığını artırıyor. Ancak bu son bulgularla, Atlantis’in ortaya çı­karıldığını düşünerek sevinenler için de üzücü bir not yine Heredotos’tan geliyor. Ünlü tarihçi, bundan 25 yüz­yıl önce Heraklion’a geldiğinde İsis tapınağı rahiplerine Atlantis’i sorduğunda şu yanıtı almış: “Adını duy­duk; ama burası değil.”

Franck Goddio’ya göre Akdeniz’deki Mısır kıyıları, binlerce yıl içinde çok önemli evrimler geçirdi… Bu bölgedeki büyük depremlerin, suları yükselttiğini ve bazı kentleri sular altında bıraktığını söylüyor. Kıyıdan sırasıyla 2 ve 6 km. uzaklıktaki Menutis ve Heraklion kentlerinin de deprem sonrası sular altında kaldığını ileri sürüyor.

1. Ptolemaios tarafından yaptırılan tanrı Serapis heykellerinin başları sudan çıkarılıyor.

Kazılarda hem Bizans hem de Kopt paralarına rastlandı.

1.70 m uzunluğunda ve 600 kg ağırlığındaki İsis heykeli çıkarılırken

16. Hanedan firavunlarından birinin heykel başı

Bu yazıt kumun 2 metre altından çıkarıldı

Focus

Exit mobile version