Yedi Uyuyanlar

Yöre: Mersin, Tarsus

On binlerce yıllık insan beşiği Anadolu’nun, Tarsus yöresinde Dakyanus adında oldukça uyanık, kurnaz, düzenbaz ve acımasız bir kral yaşarmış. Dakyanus, sarayında her an hazır beklettiği kahin, astrolog, ve büyücülerinin yardımıyla, küçüklü büyüklü, kurnazca hileler ve oyunlar oynayıp cahil ve korkak halkını korkutarak hükümdarlığını devam ettiriyormuş. Zamanla oynadığı bu oyunlara kendisi de inanarak gerçekten de bir tanrı olduğunu düşünmeye başlamış.

Dakyanus, sarayının dört bir tarafına putlar diktirmiş ve halkının onlara tapmasını, tanrıların onları koruması için de putların önünde hazırlanan sunaklara gelirlerinin en az üçte ikisini bırakmalarını emretmiş. Aksi takdirde tanrıların insanlara çok kızacaklarını ve onların gazaplarını da hiç kimsenin durduramayacağını söyleyip korkutmuş onları. Zavallı cahil halk da bu söylenenlere inanıp tüm kazançlarını hazırlanan sunaklara bırakıp tanrıların kendilerine kızmasını önlemek için sadakat yarışına girmiş.

Bütün bu olan biten sonucunda her gün daha da zenginleşen Dakyanus gücüne güç katmaya devam etmiş. Zalim kral Dakyanus’un Mernuş, Sezenuş, Debernuş, Yemliha, Makselmine ve Meslina isimli altı yardımcısı varmış. Dakyanus onlara çok güvenir, her konuda akıl danışıp bütün sırlarını da anlatırmış yardımcılarına. Zamanla bu altı yardımcısı da Dakyanus’un göz kamaştıran zenginliğinden ve gücünden etkilenerek halka söyledikleri yalanlara inanıp onun bir tanrı olduğuna inanmaya başlamışlar.

Günlerden birgün Tarsus büyük bir düşman saldırısına uğramış. Görkemli Tarsus şehri tamamen istila edilip, yağmalanmış. Kurnaz Dakyanus durumun vahametini görünce hiç düşünmeden istilacı düşmanlarıyla anlaşma yoluna giderek hem canını hem de krallığını kurtarmış. Kurnaz kral halkına ve insanlarına bu durumu anlatırken de işin içinden kendisini sıyırmaya çalışmış. Onlara şöyle demiş Zalim ve Kurnaz Dakyanus; “Bakın bu şeytan güçleri karşısında hangi insan durabilirdi. Elbette ki hiç kimse. Ama krallığımızın büyük ve ulu tanrılarının gücüyle hepimiz canımızı kurtardık. Bu büyük ve belalı sınavdan sonra hâlâ tanrılarımızın gücüne inanmayan var mı aranızda?” Yoksul ve cahil halk yaşadıkları dehşetten sonra canlarını kurtarmış olmanın rahatlığıyla hak vermiş kurnaz kralın söylediklerine.

Ancak kralın en güvendiği altı danışmanından biri olan Yemliha, kralın söylediklerine hiç inanmış. Ve arkadaşlarıyla bir toplantı yapmışlar kendi aralarında. Cesur ve akıllı Yemliha şöyle demiş arkadaşlarına; “Şu kralın dediklerine hanginiz inandınız? Güzel ülkemiz saldırgan düşmanlar tarafından yağmalanırken, insanlarımız öldürülürken neredeydi şu büyük ve güçlü tanrılar? Onlar kendilerini bile korumaktan aciz taş parçaları. Bu gerçeği görmediniz mi artık? Bu şarlatanlığa bir son vermenin zamanı gelmedi mi sizce? Çevrenize bakın bir… Güneşi kim doğuruyor hergün? Bizi ısıtan ve üşüten güç kimdir? Bu doğa kimin eseridir? Bunları küçük bir düşman saldırısından bile kendini korumaktan aciz Dakyanus ve heykelleri mi yaptı? Hayır! Bu bana hiç de inandırıcı gelmiyor. Gelin bir olup bu şarlatanın maskesini düşürelim artık.”

Diğer arkadaşları cesur ve akıllı Yemliha’nın bu sözlerine hak vermişler ve kralın maskesini düşürmek için hep beraber çalışmaya karar vermişler. Ancak zalim ve kurnaz Dakyanus’un her yerde, herkesi dinleyen ajanlarından biri de o gün danışmanların toplantısını dinliyormuş gizlice. Bütün duyduklarını hemen krala aktarmış tabii ki. Dakyanus hemen altı danışmanını da huzuruna çağırtmış.Onlara olan bitenden haberdar olduğunu söylemiş. Ancak en güvendiği ve bütün sırlarını paylaştığı bu altı adamı bir anda yok etmeyi de göze alamamış. Bu yüzden onlara iyice düşünüp kendisine tekrar sadakatle hizmet etmeleri için zaman tanıyacağını söylemiş.

Danışmanlar kralın huzurundan ayrıldıktan sonra akıllı Yemliha arkadaşlarına şöyle demiş; “Arkadaşlar, hepimiz Dakyanus’u iyi tanıyoruz. Bu saatten sonra o bizi yaşatmaz. Şimdi kendisine güvenemediği için bize bir şey yapmıyor ama uygun zamanı yakaladığında hepimizi ortadan kaldıracağına hiç şüphe yok. En iyisi biz bir an önce Tarsus’u terk edip başka bir yere gidelim. Orada gücümüzü birleştirip iyice güçlendikten sonra yeniden buraya geliriz. Diğer arkadaşları da Yemliha’ya hak vermişler. Yanlarına yol için gerekli malzemeyi aldıktan sonra hep birlikte gizlice yola çıkmışlar. Tarsus’tan iyice uzaklaşan altı arkadaş yolda sürüsünü otlatan bir çobana rastlamışlar. Çoban gördüğü bu altı yabancıya büyük bir konukseverlik göstermiş ve onları çok güzel bir şekilde ağırlamış. Çobanın iyi niyetinden etkilenen altı arkadaş başlarından geçenleri çobana da anlatmışlar.

Bütün olup biteni dinleyen çoban misafirlerine içten bir gülümsemeyle karşılık vermiş ve demiş ki; “Arkadaşlar hiç şüphe yok ki siz en doğru olanı yaptınız. Güneşe bir bakın hele. Nasıl da yavaş yavaş gösteriyor yüzünü dağların ardından. Sıcaklığı ve aydınlığı nasıl da sarıyor şu dünyamızı. Şu tarladaki günebakanlara bir bakın hele. Güneşle birlikte nasıl da başlarını gökyüzüne çeviriyorlar. Akşamın karanlığında da tekrar önlerine eğiyorlar. Bu nasıl bir mucizedir. Bütün bunları yapan bir güç mutlaka var. Bu güç ne Dakyanus olabilir ne de onun taştan yapılmış putları…” Çobanın bu sözleri altı arkadaşı verdikleri karar konusunda daha da cesaretlendirmiş.

Çoban da onlara katılmaya karar vermiş. Yanlarına çobanın Kıtmir adlı köpeğine de alıp tekrar yola düşmüşler. Bütün gün hiç durmadan yürümüşler. Akşam olup karanlık bastığında dağlarda rastladıkları ve saklanmaya müsait Yencelüs isimli mağaraya girmişler. Hâlâ yaşadıkları ve sığınacak bir yer bulabildikleri için şükredip uyumaya çekilmişler. İlk uyanan akıllı Yemliha olmuş. Arkadaşları da sırayla derin uykularından uyanmışlar. Şaşkınlık içerisinde birbirlerinin yüzlerine bakıyorlarmış. Hepsinin saçı sakalı iyice uzamış, birbirine dolanmış haldeymiş. “biz ne kadar uyuduk ki” diye sormuş içlerinden biri. Bir diğeri “bana sanki bir gün ya da daha az gibi geldi” diye cevap vermiş. Durumlarına çok şaşırmışlar ama bir anlam da verememişler. Karınlarının iyice acıktığını hissettikleri için Yemliha’nın gizlice şehre gitmesine ve yiyecek bir şeyler almasına karar vermişler.

Yemliha bu haliyle kendisini kimsenin tanıyamayacağını düşünerek şehre doğru yola koyulmuş. Şehre vardığında gözlerine inanamamış. Her şey baştan sona değişmiş durumdaymış. İnsanlar, evler, caddeler, herşey. Hiç biri kendilerinin bıraktığı gibi değilmiş. “Bir gecede bu kadar büyük bir değişiklik nasıl olur diye şaşırmış” Yemliha. Gördüğü ilk fırının önünde durup içeri girmiş. Cebinden çıkardığı Dakyanus altınını fırıncıya uzatıp ekmek istemiş. Yemliha’nın elindeki Dakyanus altınını gören fırıncı hemen koluna yapışmış Yemliha’nın. “Sen bu altını nereden buldun” Çabuk söyle. Yoksa hısızlık mı yaptın, gömü mü buldun” Diye arka arkaya sorular sormaya başlamış.

Yemliha ne olduğunu anlamaya çalışırken fırındaki diğer müşteriler de işe karışmış ve hep birlikte şehrin mahkemesinin yolunu tutmuşlar. Mahkemedeki yargıç fırıncının elindeki altına bakıp Yemliha’ya “Bu 309 yıl önce yaşamış kral Dakyanus’un parası. Bu altını nereden buldun” diye sormuş. Yemliha yargıcın sorusu üzerine mağarada tam 309 yıl uyuduklarının farkına varmış. Bunu yargıca söylese inanmayacağını düşünmüş mağaradaki arkadaşları da aklına gelince doğruyu söylemenin kendisi ve arkadaşları için hiç de iyi olmayacağına karar vermiş. Ve yargıca “Evimden” diye cevap vermiş. “Yargıç evin nerede” diye sorunca da, arkadaşları geceyi geçirdikleri mağaranın ismini söylemiş. Yargıç askerleri çağırmış hemen ve demiş ki” Bu adamı alın ve söylediği yere gidin. Eğere söyledikleri doğruysa sorun yok. Yok eğer yalan söylüyorsa hemen buraya getirin de cezasını verelim”

Yargıcın bu kararından sonra askerler Yemliha’yı yanlarına alıp mağaraya doğru yola çıkmışlar. Mağaranın önüne geldiklerinde Yemliha askerlere şöyle demiş; “Siz burada bekleyin. İçerideki arkadaşların aniden karşılarında sizi görürlerse korkup çıkmayabilirler. Ben gidip onları alıp geleyim”Askerler mağaranın önünde beklerken Yemliha da mağaraya girmiş. Arkadaşlarını mağaranın derinliklerinde kendisini beklerken bulmuş. Onlara başından geçenleri bütün ayrıntısıyla anlatmış ve demiş ki; “Arkadaşlar şimdi mağaranın girişinde askerler bizi bekliyor. Kararı siz verin artık, çıkalım mı yoksa burada mı kalalım”İçlerinden birisi söz almış ve şöyle demiş; “Bu saatten sonra insanların içine karışmak hiç de hayrımıza değil. Sevdiklerimizden hiç biri hayatta değildir şimdi. Bir de yeni yaşamın nasıl bir şey olduğu hakkında hiç birimizin fikri yok. Madem bizi yaratan, bizi burada tam 309 yıl uyutmuş bence bizim için en hayırlısı buradan hiç çıkmamaktır. Sen hepimiz adına dua et de yüce yaratıcı bizi burada 309 yıl sakladığı gibi sır etsin” diğerleri de bu görüşe katılmışlar. Yemliha arkadaşlarının ortak kararı ile yüce Yaradana dua edip kendilerini sır etmesini istemiş. Hepsi de duanın ardından içtenlikle amin demişler…

Dışarıda bekleyen askerler içerinden uzun süre hiç ses gelmeyince meraklanıp mağaraya girmişler. Büyük mağarayı iyice aramışlar ama kimseyi görememişler. Sadece mağaranın dibinde birbirine sokulmuş yedi kuş yavrusunu görmüşler. Büyük bir korkuya ve paniğe kapılıp hemen geri dönmüşler ve bütün olup biteni komutanlarına anlatmışlar. Çok geçmeden bu ilginç olayı bütün yöre halkı duymuş ve akın akın bu mağarayı görmeye gelmişler. Ve bu hikayede dilden dile dolaşarak “Eshabı-ı Kehf” yani Yedi Uyurlar olarak günümüze kadar gelmiş.

İsmini Mağara anlamına gelen Kehf kelimesinden alan bu sure; Ashab-ı Kehf’in inançları sebebiyle öldürülmek üzereyken mağaraya sığınarak kurtuluşunu anlatmaktadır. Ayrıca Hz. Musa ve Zülkarneyn’i anlatır bu sure.

Visited 62 times, 1 visit(s) today

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir