Site icon BOZ KARGA

İlluminati ve Masonluk ile İlgili Her Şey

İçindekiler

İlluminati genel itibariyle Eski Kudüs duvar işçiliğinde kurulmuş dünya için kötü komplolar düzenlediğine inanılan bir gizli örgüttür… Masonluk bu örgüt ile bağı belirli kollarda devam etmektedir.. Ama Türkiye’de Masonluk 2. Abdülhamid han’dan sonra meydana gelmiş ve Açık açık devam etmiştir… Bu örgütler değişik Ritüellere sahip olup kendi aralarında kademelendirilmiştir… İlluminati örgütü zararlı örgüttür… Masonlukta İse İskoç Riti Olanlar var bir çok masonluk adı altında kurulmuş yapılanmalar var… İlluminatiyi direk suçlayabiliriz.. Tamam Ama siz diyorsunuz ki bu Bu masonluk zararlıysa niye açık ? Niye yerleri belli? Herkes nerede olduğunu biliyor düşmansa vuralım diyorsunuz ? 

 Evet Kendileri Şuan yasal yolda toplanmış bir örgütlenmedir… Masonları İlluminati ile karıştırmamak gerekir… Masonların iç kısımlarında yani görünmeyen yüzü İlluminati olabilir belkide başka örgütler Mason adı altında gizli işler yapabilir ama tamamen farklıdır… Bu Örgüt devrilmek istense de her seferinde engel olunuyor, çünkü bir şey bulunamıyor.. 

 Hatta Forum Sayfaları siteleri bile var 

 Madem zararlı niye engel olunmuyor 

 Mantıken düşünmek gerekli 


Bazı Masonluk adı altında gizli işler yapan Dış örgütler var yani Bunların Geleneksel işleyişleri normal masonluk ile bir değil daha çok İlluminati tarzı yönetim ritüelleriyle işlenmiştir…

Onlarda Belli günlerde kurban edilir, Satanizm desteklenir, Dini İnanışı yoktur.. Ama normal Masonluk’da Dini İnanış vardır.. Evrenin Yaratıcısı mimarisi olduğuna tek tanrı olduğuna inanılır… Her ne kadar anlatsak da; yararlı bir örgütlenme mi o da Tartışma konusu tabi 

Sizde Bu konu Altında Makalenizi Yazabilir Görüşlerinizi, yorumlarınızı Belirtebilirsiniz 

Sizce Masonluk Yararlı bir örgütlenme mi ? Hadi yorumlarınızı bekliyorum 

Masonluk – Tek Göz Kültü! ILLUMİNATİ



Mithra Efsanesi’ndeki Boğa’nın eti ve kanı yerine, ekmek yiyerek ve kırmızı şarap içerek bu doğuşu kutluyoruz. Komünyonun manası olan inanç birliği yapıyoruz burada biz. Yeni bir yılda bu kutsal mücadelemizi şöyle vaftiz edip bitirmek istiyorum: Ekmekten bir parça daha yiyiniz, kardeşlerim, bu dinin misyonerleri olan sizler, ekmeği paylaşan aziz dostlar olsun. Ateş yiyerek bir daha şarabınızdan içiniz kardeşlerim, kan kardeşi olmak için.” (Mason Dergisi, Yıl: 29, Sayı. 40-41, 1981, s.105-107)



Tarihe Mühr – ü Süleyman olarak geçen Altı Köşeli Yıldız, Siyonizm’in simgesi olarak bilinir. Aynı sembol masonlarca da yüzyıllardır kullanılır. Masonlukta altı köşeli yıldız locada görevlilerin dizilişini simgeler.



Yedi Kollu Şamdan



Üzerinde yanyana ve aynı düzeyde olmak üzere yedi mumluk bulunan şamdan masonların simgelerinden biridir. Ve geleneksel olarak altından yapılan bir şamdandır. Yedi Kollu Şamdan, mason mabedindeki kutsal ateşi sembolize eder. Masonluktaki önemi kendi kaynaklarında şöyle anlatılır: “Mabed, sembolik olarak alevlerle aydınlatılmalıdır. Usta derecesinde yedi kollu şamdan bulunması şarttır.” Yedi kollu şamdan, aynı zamanda, 1948’de kurulan İsrail’in devlet amblemidir.


GÖNYE VE PERGEL



Mason sembolleri içinde en çok bilineni ise iç içe geçmiş bir gönye ve pergelden oluşan kompozisyondur. Masonlar kendilerine sorulduğunda bu sembolün bilim, geometrik düzen, akılcılık gibi kavramları simgelediğini belirtirler. Oysaki gönye-pergelin bundan daha farklı bir anlamı vardır.

Bunu, tüm zamanların en büyük mason üstadlarından biri sayılan Albert Pike’ın Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabından öğrenmek mümkündür. Pike, bu kitabın 839. sayfasında pergel ve gönye sembolü hakkında şöyle yazmaktadır:

“Bu, Aryanlardaki Brahman ve Maya inançlarında veya Mısır’daki Osiris ve İsis efsanesinde olduğu gibi, kutsallığın ikili bir doğası olduğu düşüncesini sembolize eder. Örneğin Güneş erkek, Ay ise dişi bir doğaya sahiptir.”73

Bunun anlamı, masonların en ünlü sembolü olan gönye-pergelin, aslında yine Eski Mısır’dan veya Hıristiyanlık öncesi Aryan inançlarından kaynaklanan pagan bir hurafenin işareti oluşudur. Pike’ın alıntısında geçen Ay ve Güneş sembolleri de mason localarında yer alan önemli bir semboldür ve bunlar Ay’a ve Güneş’e tapınan antik pagan toplumların batıl inançlarının bir ifadesinden başka bir şey değildir.


GÖZ ve PİRAMİT



Masonların en ünlü sembolleri arasında yer alan üçgen içinde göz ve piramit, Eski Mısır’dan alınmadır. ABD Büyük Mührü’nde yer alan piramit, Firavun Keops adına yapılan büyük piramittir. Göz sembolü ise Eski Mısır gravürlerinde sıkça kullanılan bir rumuzdur.



MASON LOCALARINDAKİ ESKİ MISIR SEMBOLLERİ



Eski Mısır ile masonlar arasındaki ilişkiyi ortaya koyan önemli gerçeklerden biri de, masonluğun sembolleridir.
Semboller masonlukta çok büyük önem taşır. Masonlar, felsefelerini, gerçek manalarını sadece kendi üyelerine açıkladıkları semboller aracılığıyla ifade ederler. 33 derecelik masonik hiyerarşi içinde kademe kademe yükselen mason, her derecede masonik sembollerin yeni anlamlarını öğrenir. Böylelikle masonik felsefenin derinliklerine aşama aşama ulaşır.



GÖZÜN ALTINDAKİ PİRAMİT



Dünyadaki en ünlü masonik sembol, büyük olasılıkla, 1 dolarlık Amerikan banknotunun üzerinde yer alan ABD mührüdür. Mühürde yarım bir piramit ve bu piramitin tepesine oturtulmuş bir “üçgen içinde göz” sembolü yer alır. “Üçgen içinde göz” mason localarının değişmez sembolüdür ve adeta masonluğun bir numaralı işareti durumundadır. Masonluk konusunu ele alan kaynakların büyük bölümü, bu gerçeğe vurgu yaparlar.
Üçgen içindeki gözün altındaki piramit nispeten daha az dikkat çekmiştir. Oysa bu piramit de son derece anlamlıdır ve masonluğun felsefesini tanımlamak bakımından oldukça açıklayıcıdır. ABD mührü hakkında bir doktora tezi hazırlayan Amerikalı akademisyen Robert Hieronimus’un bu konuda verdiği önemli bilgiler vardır. Hieronimus’un tezi “Amerikan Büyük Mührü’nün Arka Yüzünün Tarihsel Bir Analizi ve Hümanist Psikoloji ile İlişkisi” başlığını taşımaktadır. Tezde, mührü benimseyen ABD kurucularının mason olduklarına, bu nedenle hümanist felsefeyi benimsediklerine vurgu yapılmakta ve mühürde de bunu yansıttıkları bildirilmektedir. Bu hümanist mesajların Eski Mısır ile olan bağlantısı ise, mührün merkezindeki piramit tarafından simgelenmektedir. Piramit, Mısır’daki Firavun mezarlarının en büyüğü olan Keops Piramidi’nin bir tasvirinden ibarettir.



G.Washington

SAYFA 159-Derin Dünya Devleti(Gizli Doktrinin Küresel Efendileri)-Timaş Yayınları-İst.2003 :



A.B.D.: KABBALİSTİK TASARIMLI MASON CUMHURİYETİ!



Ancak bütün bu yapıyı anlayabilmek için A.B.D.’nin kuruluşundaki masonik etkiyi dikkate almak gerekir. Bu anlamda A.B.D.,kuruluş temelleri itibariyla aslında bir Mason Cumhuriyeti’dir.

Gerçekten de A.B.D. ,Anayasası ve Kurumları masonlar tarafından şekillendirilmiştir.Şu paragraf,bu konuda ilginç bilgiler içermektedir:”Amerikan Doları’nın üzerine Birleşik Devletler’in ‘Büyük Mühürü’ basıldı.Bu yanılgısız olarak tamamen ‘Masonik’ti. Onüç basamaklı,dört köşeli piramidin üstünde,üçgen içinde herşeyi gören ‘Ulu Göz’,altında masonluğun çok eski düşlerinden biri olan ‘Yeni Seküler Düzeni’n gelişimini bildiren grift yazı.

18 Eylül 1793’te Capitol’ün köşe taşı resmen yerleştirildi.Maryland Büyük Locası merasimi yönetti ve George Washington’dan ÜSTAD-I MUHTEREM olarak görev yapması istendi. MARYLAND JÜRİSDİKSİYONU’na katılmış localar ile birlikte,G.Washington’un VİRGİNİA’daki kendi locası,ALEXANDRİA’daki törende hazır bulundu. Bir topçu birliğini de içeren müthiş bir geçit töreni yapıldı.Arkasından bando,bandoyu takiben de George Washington,locaların tüm görevlileri ve üyeleri tam takım regalyalarını kuşanmış bir biçimde gelmekteydi.

Güneydoğu köşe taşının yerleştirildiği çukura vardığında;G.Washington’a,olay ın anısını simgeleyen ve katılan tüm locaların isimlerini içeren gümüş bir plaket takdim edildi. Topçu birliği top atışı yaptı.Daha sonra G.Washington çukura inerek plaketi taşın üzerine yerleştirdi.Etrafına da Masonik Ayini’n standart simgesel donatısı olan mısır,şarap ve yağ kapları yerleştirildi. Katılanların tümü duaya katılarak masonik şarkılara eşlik etti.Topçular tekrar top atışı yaptı. G.Washington ve mahiyetindekiler daha sonra köşe taşının doğusuna doğru hareket ettiler ve burada başkan;geleneksel üç basamaklı platformun üzerindeki kürsüde ayakta durarak,söylevde bulundu. Söylevi masonik şarkılar takip etti ve topçular son atışı yaptılar.

G.Washington’un merasim sırasında kullandığı ‘çekiç,gümüş mala,gönye,düzeç’,bugün Kolombiya Federal İdare bölümündeki 5 numaralı Poatamac Locası’nda bulunmaktadır. Taktığı önlük ve eşarp ise kendi locası olan 22 numaralı Alexandria Locası’ndadır.”(9)

9-Micheal Baigent/Richard Leigh;’Mabet Ve Loca’-Emre Yayınları-İst.-2000,sayfa 285

İlluminati Hakkında Bilinmeyen 10 Şey

İlluminati hakkında bilmediğin bilgiler olabilir!

Çoğumuz inanmıyor olabilir ama bir çoğumuz da inanıyor. Sen de İlluminati örgütünün var olduğuna inanıyorsan mutlaka okumalısın!

Ne zaman kuruldu?

1 Mayıs 1776’da Adam Weishaupt ve 4 arkadaşı tarafından kurulduğu iddia edilir. Kurulan bu örgüt aydınlanma çağı olarak da görülüyor. 1785’te Baveryan hükümeti tarafından dağıtılan grubun tüm dökümanları yayınlanmıştır. O tarihten sonraki illuminati topluluğu sürekli gizli kalmıştır.

Kaç üyesi var?

Örgütte üçgenin iç açıları kadar yönetici görevinde üye var. Yani 180.

İşaretleri ve nedenleri ?

Sürekli üçgen ve tek göz işaretinin insanların gözüne gözüne sokulmasının sebebi tamamen planlı bir şey. Çünkü bir gerçeği en iyi göz önüne sererek saklayabilirsiniz.

Amacı ne olabilir ve bunun kesinliği ne kadar?

İlluminatinin amacı, bütün dinleri yıkmak, tek bir Dünya ülkesi kurmaktır. Yani savaşa savaş ile son vermek istemektedir. Bu toplum bu amaca ulaşmak için yapacağı şeyler aklı hayali zorlar.

Topluluğun kesin varlığı hakkında hala bir bilgi yoktur. Örgütün en temel amacı yeni dünya düzenini kurmaktır. Çoğu kişi inansa da, inanmayan kişi sayısı inanan kişi sayısına göre 2 kat daha fazladır.

Örgütün insanları etkileyecek silahları neler olabilir?

Subliminal mesaj, Backmasking, 25. kare tekniği bu örgütün vazgeçilmez silahlarıdır. Bu silahları insanlara doğrultmakla daha güçlü olduklarını ve büyüdüklerini düşünmekteler.

Baphomet kimdir?

Baphomet, tapınak şövalyelerinin kullandıkları şeytânî bir semboldür. Baphomet, aynı zamanda eski pagan bereket tanrısıdır. Baphomet’in sağ eliyle negatif ve kötü enerjiyi alarak, sol eliyle yeryüzüne ulaştırdığı tasvir edilmektedir. Lan Wilson, “The Shroud of Turin” adlı eserinde de şöyle der: “Korkunç yüzü ve dağınık sakalları olan bir cin şeklinde tarif edildiğine bakılırsa, bu putun Asmodeus’u (tapınağın yapımında Süleyman’a yardım eden koruyucu cin) temsil ettiği söylenebilir. Rennes Le Chateau’da bulunan köy kilisesinin kapısında da Asmodeus’un bir heykeli mevcuttur.”

Ve İlluminati onu insanları korkutmak için kullanmaktadır.

Örgüte hangi ünlüler üye?

Lady Gaga da fazlasıyla pompalanan popüler “şeytanlar” arasında. Konserleri ve resimleri anlayabilenler için gizli mesajlarla dolu.
Bu sisteme hizmet ettiğini “resmen” gözümüze sokuyor.

Müzik aleminin en ünlülerinden birisi Madonna da bu sistemin içerisinde.

Ve daha Beyonce, Rihanna, Hayley Williams, Ke$ha, Katy Perry, Paris Hilton, Maroon 5, Shakira gibi bir çok ünlü bu akıl almaz, kesinliği belli olmayan grupta yer aldıkları söyleniyor, konuşuluyor.

İlluminati kartlarının önemi nedir?

Bu kartlar 1995 yılında basılmıştır. Bu kartlarda birçok önemli bilgiler vardır. Mesela İkiz kule saldırısı bu kartlarda gösterilmektedir. Japonya depremi de. Ve Japonya depremi kartında, devrilen Japonya saat kulesinde saat 3.11’dir. Deprem ise Kasımın 3’ünde gerçekleşmiştir. Bu kartlar İllüminati‘nin yapacağı kötülükleri gösterir. Gelecekte klonlar, syborglar (vicdanı yok edilmiş, öldürülmesi zor olan harika askerler) gibi şeyler olacaktır. Eğer böyle bir şey varsa vay halimize!

İlluminati Nerede?

Kesin bir bilgi yok ama 51. bölge bu düşünceyi değiştiriyor. Buraya giren kişinin cenazesinin çıktığı söyleniyor. Amerika’nın uzaylılar ile ilgili deney yaptığı yer olarak da bilinir. Burada olduğu konuşuluyor.

Kaynak: onedio


Ve son olarak; bu örgüte girmek için hangi özelliklerde olmalıyız?

Aşırı zeki iseniz veya ünlü iseniz, sizi zorla içlerine alacaklardır. Girmezseniz ölürsünüz. İlluminati tarafından öldürülen çoğu ünlü 27 yaşında ölmüştür. Bu yaşlarda girmeye zorlanırlar. İstemezlerse öldürülürler. Amy Winehouse ‘Beni üçgenin içine çekmeye çalışıyorlardı. Ama ben direndim, onlardan olmadım.’ dedikten 3 gün sonra evinde ölü bulundu.

Ayrıca Birkaç Bilgi Daha;

Adam Weishaupt

İLK ANAYASANIN OLUŞTURULMASI

Londra Büyük Locası, Masonluğa yüzyıllardan beri süregelen örgütlenme ve çalışma sistemine oranla hayli değişik, bir merkezî otoritesi bulunan, farklı örgütlendiği gibi farklı amaçlar güden ve farklı ilkeler benimseyen yepyeni bir düzen getirmişti.

İngiltere’nin diğer bölgelerindeki mason localarından birçoğu, bu şekildeki bir kuruluşun Masonluğun yüzyıllar boyunca korunmuş olan eski geleneklerine uymadığını ileri sürdü. Londra Büyük Locası’nı Masonluğun saygın adını lekelemekle suçladı.

Londra Büyük Locası’nı kuranların asıl amaçları göz önüne alınacak olursa, geleneksel inşaatçılık mesleği ve zanaatını korumaya çalışan locaların bu tutumu haklı görülür. Londra Büyük Locası’nı kuran masonlardan kimileri bunun farkında bile değildi ama farkında olanlar vardı. Bedeli ne olursa olsun spekülâtif nitelikli bu mason örgütünün inşaatçı mason localarına üstün çıkarak gelişimini sağlamak gerekmekteydi.

Bu nedenle Londra Büyük Locası’nın ikinci büyük üstadı George Payne bu kuruluşu daha sağlam bir temele oturtmayı öngördü. Bir anayasa hazırlanmasını gerekli buldu. Hazırlanacak olan bu yeni yasa, Masonluğun çoğu kulaktan dolma olarak bilinen ve pek azı yazıya dökülmüş olan eski yasalarının yerini almalıydı.

1718 yılında, ülkenin dört bir yanında bulunabilecek, Masonluk ile ilgili tüm eski el yazması belgelerin toplatılmasına girişildi.

İnşaatçılık mesleğinin yüzyıllardan beri korunmuş olan eski geleneklerinden biri, hiçbir şeyi yazıya geçirmemekti. Ancak bu gelenek öncelikle İngiltere’de kırılmış, 15. yüzyıl başlarından bu yana bazı konular, özellikle masonların bağlı olduğu yasa ve kurallar kimilerince yazılmıştı. Bu tür belgelerin sayısı bilinmiyordu ama var oldukları hatta bazılarının nerede ya da kimin elinde olduğu bile biliniyordu.

Toplanabilen belgeler, birkaç ay sonra çıkan bir yangında yitirildi.

Bu nedenle Masonluğun yeni anayasasının hazırlanması evresinde toplanmış olan eski belgelerden ne ölçüde yararlanılmış olduğu bilinmemektedir. Bunların içeriği, çok daha sonra ele geçmiş olan birtakım eski el yazmaları incelenerek sadece tahmin edilmektedir. Buna bakılacak olursa, Londra Büyük Locası’nda düzenlenmiş olan anayasada, aksi ileri sürülmüş olmasına karşın aslında inşaatçı locaların eski geleneklerinden pek azı korunmuştur. Bunlar ise genellikle töresel kurallardan oluşur.

Londra Büyük Locası’nın Masonluğa getirdiği yeni kurallardan biri, gerek loca gerekse büyük loca görevlilerinin her yıl yeniden seçilmesiydi. Nitekim ilk büyük üstat Anthony Sayer’den sonra George Payne de bu görevde sadece bir yıl kalmış, 1719 yılında büyük üstatlığa Jean Theophile Désaguliers seçilmişti. Désaguliers, büyük üstatlığı sırasında George Payne tarafından öngörülmüş olan anayasa için bir tasarı hazırladı. Bunu ertesi yıl yeniden büyük üstatlığa seçilen George Payne’e devretti. Bu arada büyük loca genel kurulu bu tasarıyı görüşmüş, gerekçesini ve kapsamını yeterli bulmayarak geri çevirmişti.

Hazırlanmış olan anayasa tasarısı büyük locanın yönetimsel işlerine ilişkin birçok konuya açıklık getirmiyordu. Anlaşılan genel kurul onayından zor geçecekti. Oysa büyük loca giderek gelişiyor, birçok yönetimsel konuya ivedilikle çözüm getirilmesi gerekiyordu. Bu gereksinmeyi karşılamak üzere George Payne, daha sonra benimsenecek anayasaya ek olmak ve bir an önce yürürlüğe konmak üzere bir “genel tüzük” hazırladı.

Londra Büyük Locası’nın 1721 yılında yapılan genel kurul toplantısında bu kez büyük üstatlığa Montagu Dükü John seçilirken, sadece büyük locanın yönetimsel kurallarını içeren “genel tüzük” de onaylanıp yürürlüğe girdi. Anayasa tasarısı ise gene kabul edilmedi. Bunun üzerine Montagu Dükü John, tarihsel kaynaklardan yararlanarak yasaya güçlü bir giriş hazırlaması ve bazı yerlerini de kendi görüşüne uygun bir şekilde düzenlemesi için James Anderson’u görevlendirdi.

James Anderson’un anayasa üzerinde yaptığı çalışmalar, büyük üstadın oluşturduğu 14 kişilik bir kurula aktarıldı. Kurul, Anderson’un hazırladığı tarihsel bölüm üzerinde pek durmadı. Zaten o dönemde tarihsel bilgi kaynakları pek sınırlıydı. Anderson, bu bölüme aldığı bilgilerin çoğunu 1718 yılındaki yangında yitirilmiş olan belgelerden derlemiş olduğunu ileri sürmüştü. Bundan ötürü Masonluğun yeni anayasasının tarihsel bölümü kapsamında birçok yanlışlık vardır. Bunların bir bölümü sonraki aşamalarda düzeltilmiştir.

Londra Büyük Locası’nın genel kurulu, anayasa tasarısı 25 Mart 1722 tarihinde onaylandı. Ancak o sırada büyük locanın yönetimine ilişkin bir sorun çıkmıştı. Bu nedenle anayasa hemen yürürlüğe giremedi. Yaklaşık bir yıllık bir gecikmeyle Wharton Dükü Philip’in büyük üstatlığı sırasında, 17 Ocak 1723 tarihinde yürürlüğe konabildi. Nitekim bu nedenle “1723 Anayasası” olarak da anılır.


JAMES ANDERSON

Örnceki bölümde sözünü etmiş olduğum üzere bazı yerde Masonluğun 1723 tarihli özgün anayasasının “Anderson Yasaları” olarak anıldığı görülür.

Bunun nedeni James Anderson’un bu yasanın hazırlanışında hayli emeğinin geçmiş olması değildir. Gerçi hazırlık sırasında Anderson’un katkısının olduğu yadsınamaz; üstelik anayasa kitabındaki tarihsel bölüm de onun kaleminden çıkmıştır. Bununla birlikte 1723 tarihli kitapta adı bir tek yerde geçer; o tarihteki tüm locaların üstatlarının adlarının sıralandığı bölümde. Orada Anderson’un adının yanına “Bu kitabın yazarı” diye bir söz eklenmiş olduğu da görülür. Zaten birkaç yerde bu kitabı kendisinin yazmış olduğunu özenle vurgulamaya çalışmıştır.

Ben bunu şöyle yorumlayabilirim: Bu bir kendini gösterme çabası ya da çalışmalarının karşılığında hepsini kendine mal etme girişimi olsa gerek.

Anderson, anayasa tasarısı genel kurula sunulurken bunu tasarı üzerinde çalışmış olan diğer kurul üyeleriyle birlikte imzalamış. Tasarının genel kurula sunuluşunda da rapörtörlük görevini üstlenmiş ve tasarıyı savunmuş. Anayasa yürürlüğe girdikten sonra, bunun doğrudan kendi yapıtı olduğunu ileri sürerek sahip çıkışının o arihte ya arkına varılmamış ya da bu konu pek önemsenmemiş.

Anderson’un bu tutumunun bireysel bir sorundan kaynaklanmış olması olasılığı da var. 1722 yılında Londra Büyük Locası’nın büyük ikinci nazırı olan kişi görevine hiç gelmemiş ve yerini hep geçici olarak James Anderson doldurmuş. Buna karşın, hiç kimse ona bu göreve doğrudan seçilmek üzere destek vermemiş, onu büyük üstat hatta nazır olmak üzere bile aday gösteren çıkmamış.

Bu anayasanın “Anderson Yasaları” olarak anılışının bir diğer nedeni, bunun Anderson’a mal edilip aslında geçerli olmadığını vurgulamak amacını taşır.

Anayasa yürürlüğe girer girmez yalnızca salt inşaatçı localardan değil, din çevrelerinden de tepki görmüştü. (Buna daha önce de değinmiştim.) Özellikle dinsel kurumlara karşı yasanın savunulması gene Anderson’a düşmüştü. Ne de olsa bir din adamıydı. Nitekim yıllarca uğraştıktan sonra Anderson İngiltere Büyük Locası’na bu anayasa üzerinde birtakım değişiklikler yapılmasını kabul ettirmeyi başarmıştı. 1738 tarihinde yapılan bu değişiklikten sonra yeni yasa kitabını bastırırken, kitabın kapağına adını “yazar” olarak yerleştirmişti.

Dolayısıyla, şayet 1738 tarihli anayasa “Anderson Yasaları” olarak anılacak olursa bu pek yanlış sayılmaz ama kendi tutumları nedeniyle bazı mason kuruluşları 1723 tarihli özgün anayasayı da bu tanımın kapsamına almayı yeğlemiştir.

İşte tüm bunlar James Anderson’un neden Masonlukta yüzyıllar boyunca adından en çok söz edilmiş olan kişi niteliğini edindiğini de açıklar.

1738 TARİHLİ ANAYASA

Londra Büyük Locası 1725 yılında İngiltere Büyük Locası adını aldıktan hemen sonra İngiltere’deki aşırı tutucu çevreler spekülatif nitelikli yeni Masonluğa karşı bir saldırı kampanyasına girişti. Büyük loca açısından bu saldırılar önemli sayılabilecek bir boyuta varmıyordu ama ülkedeki antimasonik eğilimleri kışkırtmaktan da geri kalmıyordu.

Anglikan Kilisesi özellikle Masonluğun varlığına değil, hatta örgütsel niteliklerine de değil, anayasanın kapsamına takılmıştı. Bu yasanın kapsamındaki sözler ile dinsel ilkelerin çelişkili olduğunu ileri sürüyordu.

Bu duruma bir çözüm yolu bulunabilmesi için 1735 yılında James Anderson anayasayı baştan sona bir kez daha gözden geçirmek üzere görevlendirildi.

Bu kez Anderson’un çalışmaları hayli uzun sürdü. Yaptığı hazırlıklar üzerinde tartışmalar yapıldığı ve bir türlü sonuca varılamadığı düşünülebilir ama bu sadece bir varsayımdır. İngiltere Büyük Locası’nın o tarihlerdeki toplantıları artık düzenli olarak tutanağa geçirilmekteydi. Bunlarda, önerilmiş bir anayasa değişikliği tasarısından ve bu bağlamda yapılmış görüşmelerden hiç söz edilmemiş. Demek oluyor ki ya Anderson hasta olduğu için eskisi gibi hızlı çalışamamaktaydı ya da resmi bir nitelik taşımayan toplantılarda yapmak istediklerini açıkladığında, ağır eleştiriler hatta tepkilerle karşılaşıyordu.

Anderson’un önerilerinin tümünün benimsenmediği, birtakım değişiklikler yapılmış olduğu biliniyor. Yeni anayasanın İngiltere Büyük Locası’nın 1738 tarihli genel kurulunda onaylandığı da biliniyor.

Görünümüne bakılacak olursa “Yeni Yasa Kitabı” adı verilmiş olan bu kitabın 1723 tarihli özgün anayasadan pek bir farkı yoktu. Kitabın başında yer alan ve pek eleştirilen “tarihsel bölüm” üzerinde birtakım düzeltmeler yapılmıştı. Anayasanın kalbi olan “Yükümlülükler” (Mükellefiyetler) olarak anılan bölüm üzerindeki değişiklikler sanki ufak tefek ayrıntılar gibi görünüyordu ama bunlar anlam bakımından çok önemliydi. 1723 yılında henüz söz konusu olmayan “üstat” derecesi bu kitapta anayasaya eklenmiş, buna bağlı diğer düzeltmeler de yapılmıştı.

Bundan sonra İngiltere’de 1723 tarihli özgün anayasanın mı yoksa 1738 yılında yürürlüğe girmiş olan yeni yasanın mı geçerli olacağı tartışılmaya başlandı. Böyle bir tartışmanın yapılmaması, yeni yasanın genel kurul kararı ile onaylandığı için öncekinin yerini aldığının kabul edilmesi gerektiği düşünülebilir. Ancak, nasıl 1723 yılından hemen sonra ortaya çıkarılmış olan yasaya karşı çıkanlar olmuşsa, bu kez yapılmış olan değişikliklere karşı çıkanlar vardı.

Tüm bunlar sadece İngiltere için söz konusuydu; Kıta Avrupası’ndaki localar 1723 tarihli yasayı benimsemeyi sürdürüyordu

İngiltere’de Masonluğun Bölünmesi

18. yüzyıl ortalarına doğru İngiltere’deki locaların birbirlerinden yer yer çok farklı uygulamalara giriştikleri görüldü. Bu farklılaşmada hangi anayasanın geçerli olduğu konusundaki uyuşmazlığın etkisi de vardı ama tek neden bu değildi. Bir yandan Yok Büyük Locası’nın önderliğini etmiş olduğu Bütün İngiltere Büyük locası da yandaş toplamış, diğer yandan İngiltere büyük Locası’na bağlı birçok loca, büyük locayı umursamadan kendi benimsediği yöntemleri uygulamak eğilimine girmişti Yeni locaların kurulmasında, yeni masonların alınmasında, derecelerin verilişinde, görevlilerin seçiminde, protokol uygulaması ve oturumların yürütülmesinde birbirinden çok farklı yöntemler uygulanıyordu. Dolayısıyla “Genel tüzükler” bile geçerliliğini yitirmiş gibiydi,

Yöntemleri birbirleriyle tam bir uyum içinde olmayan localar, kendilerini “düzenli” (muntazam) görüp diğerlerini düzensiz (gayri muntazam) olmakla suçluyordu. İngiltere Büyük Locası, kendisine bağlı locaları belli bir disipline sokamıyor, yöntemler arasındaki çelişkileri gideremiyordu. Bir diğer deyişle “obediyans” kavramı da anlamını yitirmiş gibiydi.

Bu durumun sonucunda beklenen oldu. 1751 yılında İngiltere’deki Masonluk parçalandı.

Birçok ayrı telden çalan olmasına karşılık belirgin iki grup vardı. Bu iki gruptan biri Masonluğun 17. yüzyıl ve öncesinden kalma eski yöntem ve geleneklerine kesinlikle bağlı kalınması gerektiğini savunuyordu. Bu görüşte olan locaların topluluğu kısaca “Eskiler” (Antients) olarak anılıyordu. Bu grupta yer alan localar İngiltere Büyük Locası’ndan koparak kendi başlarına bir diğer büyük loca kurdu. 1756 yılında, bu büyük locanın büyük sekreteri olan Laurence Dermott, geçmişteki tüm anayasa çalışmalarını bir kez daha derleyip toparladı. Hazırlamış olduğu tasarı büyük loca genel kurulunda onaylandı. Bu anayasaya Ahiman Rezon adı verildi.

“Ahiman Rezon” ne demektir?

Bu konuda öyle çok yorumsal açıklama var ki, hangisinin doğru olduğu belli değil.

Bir açıklamaya göre “kardeşlerin seçtiği yasa” anlamına gelir. Bir başka açıklamada sözlük anlamı “gerçek ve inanmış bir kardeşin görüşleri” olarak verilir. Bu terimin etimolojisinin İbranice değil, İspanyolca olduğunu süren bir başka yoruma göre ise “tüm ilkelerin toplamı” demektir.

Diğer grup ise İngiltere Büyük Locası’nın geçen çeyrek yüzyılda Masonluğa getirmiş olduğu değişimleri benimseyen localardan oluşuyordu. Bu gruba da kısaca “Yeniler” (Moderns) deniyordu. Bu büyük locada 1738 tarihli değişiklik de yadsındı ve 1723 tarihli özgün anayasaya dönüldü.

18. yüzyılın ikinci yarısında her iki büyük loca da kendi benimsedikleri anayasa üzerinde değişiklikler yapılması gereksinmesini duydu.

Ahiman Rezon üzerinde 1764, 1778 ve 1787 yıllarında olmak üzere üç kez değişiklik yapıldı.

Yeniler olarak anılan büyük loca ise anayasasını 1767 ve 1784 tarihlerinde olmak üzere iki kez değiştirdi.

Yapılan bu değişiklikler, zamanın gereksinme ve giderek değişme gösteren anlayışlarının sonucuydu. O tarihlerde anayasayı değiştirmek yerine olduğu gibi bırakıp üzerinde yorumsal değerlendirmeler yapmakla yetinmek uygun bir çözüm yolu görülmüyordu. Böyle bir yaklaşımı sadece Kıta Avrupası’ndaki masonlar benimsiyordu

İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın Oluşumu

İngiltere’deki Masonluğun kendi içindeki bölünmesi 60 yıl kadar sürdü. Sonunda 1813 yılında birlik sağlanıp İngiltere Birleşik Büyük Locası (United Grand Lodge of England) yani iki büyük locayı birleştiren büyük loca kurulduğunda, anayasa konusu yeniden gündeme geldi.

Masonluğun anayasası yeni baştan ele alındı. Hazırlanan tasarı 1815 yılında İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın genel kurulunda onaylandı.

Bu anayasa düzenlenirken Ahiman Rezon öncelikli tutulmuştu ama değişikliğe uğratılarak “salt spekülâtif” bir nitelik taşıyacak biçime getirildi.

Ancak bu bakımdan, İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın anayasasının Ahiman Rezon ile Masonluğun 1723 tarihli özgün anayasası arasında bir uzlaşma sağladığı sanılmamalı.

Bundan sonra İngiltere Birleşik Büyük Locası kendi anlayış ve benimseyişine uygun bir “masonik düzen” sistemini dünyadaki diğer mason kuruluşlarına kabul ettirmek için hayli çaba harcadı. Bunda başarılı da oldu. Ancak 1723 tarihli özgün anayasa yerine 1813 tarihli anayasanın kabul edilmesi ve uygulamanın buna göre yapılması üzerinde pek durmadı. Nitekim günümüzde gerek 1723 tarihli özgün anayasayı gerekse Ahiman Rezon’u benimsemeyi sürdüren büyük localar var. İngiltere Birleşik Büyük Locası’na göre artık anayasa pek önemli değildi. Asıl önemli olan, Masonluktaki “örgütsel düzen” ilkelerinin benimsenmesi ve uygulanmasıydı.

Fransa Büyük Doğusu’nun Tutumu

Daha önce değinmiş olduğum gibi, İngiltere’de bu anayasa değişiklikleri yapılırken, Fransa başta olmak üzere Kıta Avrupası’ndaki obediyanslar çoğunlukla 1723 tarihli özgün anayasaya bağlı kalmayı sürdürmüştü. Ancak İngiltere Masonluğu dış politikasında sık ve yoğun bir biçimde kullandığından, gerek Ahiman Rezon gerekse 1815 tarihli anayasayı benimseyenler de vardı. ABD’ndeki ve diğer uzak ülkelerdeki durum da bundan farklı değildi.

Farklı olan Fransa Büyük Doğusu’nun tutumuydu. Nasıl İngiltere’de İngilizvarî bir Masonluk oluşturulmuşsa, Fransa’da da Masonluk önceleri Stuartistlerin etkisi altında kalmış ama sona Fransızvarî olmaya dönüşmüştü.

Fransa Büyük Doğusu, İngiltere Birleşik Büyük locası kadar geniş ve güçlü bir örgüttü. O da kendi anayasasını hazırlardı. Fransızlara göre yüz yılı aşkın bir süredir bağlı kalmış oldukları 1723 tarihli anayasa salt spekülatif nitelikli değil, o dönemin koşul ve gereksinmeleri uyarınca hem spekülatif hem de operatif nitelikli olmak üzere düzenlenmişti. Spekülatif Masonluğun giderek artan bir hızla gelişeceği, Operatif Masonluğun ise yakında varlığını tümüyle yitireceği düşünülmemişti. Nitekim daha sonra yapılan her bir değişiklik, bu noksanlıktan kaynaklanan gereksinmeyi ortaya koymuştu. Bundan ötürü birçok mason kuruluşu anayasa üzerinde değişiklik yapmak yerine bu yasanın kapsamındaki operatif öğeleri simgesel anlamlar çerçevesinde değerlendirmeyi yeğlemişti. Ancak bu da yürümüyordu, İyisi mi, bu soruna kesin bir çözüm getirilmeliydi.

Bunun için Fransa Büyük Doğusu, kendine özgü ve çok farklı bir anayasa hazırlayarak bunu kendi genel kurulundan geçirip. 1849 yılında yürürlüğe koydu. Ardından bu anayasa üzerinde 1884 ve son olarak da 1971 yılında birtakım değişiklikler yaptı.

İşte bunlar Masonluğun anayasalarının geçirmiş olduğu serüvenler… Bundan sonraki işimiz bunların bazı bölümlerine girerek karşılaştırma ve değerlendirmeler hatta belki biraz da yorum yapmak olacak.

DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ.

İKİ TÜR YASA

Şayet ritlerin kendilerine göre düzenlemiş oldukları yasaları (bunlar yasadan çok birer tüzük niteliği taşıdıkları için) saymazsak, genel görünümleri bakımından dünya yüzünde Masonlukta iki tür anayasa olduğunu söyleyebiliriz:

1- İngiltere’de düzenlenmiş anayasalar

2- Fransa’da düzenlenmiş anayasa

Kimileri Fransa’da düzenlenmiş anayasanın herhangi bir geçerliği olmadığını, bunun ancak düzensiz Fransız örgütleri ve onların yolundan gidenlerce geçerli tutulduğunu söyleyebilir. Bu bir görüş açısıdır ama dünyadaki Masonluğu bir bütün olarak ele alırsak, onlara da göz atmak gerekir. Aksi takdirde evrensel Masonluğun İngiltere’nin tartışılmaz egemenliği altında olduğunu kabul etmek yoluna giriliyor demektir.

İngiltere’de düzenlenmiş olan anayasalar ile Fransa’da düzenlinmiş anayasa arasında her şeyden önce görünüm bakımından büyük bir fark vardır. İngiltere’dekiler 1723 tarihli özgün anayasanın formatını izler, Fransa’daki ise bambaşka bir tarzdadır.

Önce İngiltere’de düzenlenmiş anayasalara bakalım.

Bunların hepsi, “giriş” ve “sunum” gibi bölümlerini saymazsak, dört ana bölümden oluşur:

I) Tarihçe ve efsaneler
II) Yükümlülükler
III) Şiirler, şarkılar, ilâhiler ve dualar
IV) Genel tüzükler

Bunlardan en önemlisi ve asıl “anayasa” olarak nitelenebilecek olanı, “Yükümlülükler” bölümüdür. Nitekim genellikle sadece bundan söz edilir ve diğerleri pek önemsenmez.

Yükümlülükler bölümü genellikle 6 alt konu başlığına ayrılmıştır:

1. Tanrı ve din
2. Devlet memurları
3. Localar
4. Üstatlar, nazırlar, kalfalar ve çıraklar
5. Çalışma sırasında yönetim
6. Davranışlar

Tüm bunların arasında en önemli tutulanı “Birinci Yükümlülük” olarak anılanıdır. Nitekim dünya yüzündeki mason kuruluşları arasındaki uyuşmazlıkların çoğu da ya bu yükümlülük üzerinde uzlaşmaya varılamaması ya da bunun içirdiği anlatımların farklı biçimlerde yorumlanmasından ileri gelmektedir.

Ancak bu aşamada şunu da belirtmeliyim: Bu bağlamdaki uyuşmazlıklar Masonluğun dünya yüzündeki bölünmüşlüğünün tek nedeni değildir. Bundan çok daha önemli nedenler vardır ki onların arasında uluslar arası politika, ekonomi, baskılar, egemenlik-bağımsızlık çatışmaları gibi etkenler yer alır.

Dolayısıyla her kim dünya yüzünde Masonluğun bölünmüşlüğünün tek nedeninin anayasa üzerinde uyuşmazlık olduğunu ileri sürerse, bence bu eksik ve yanlıştır. Ancak buradaki konumuzun “Masonluktaki bölünmeler” olmadığını göz önünde tutarak, ayrıntılara girmeyeceğim.

Şimdi bence yapılması gereken iş, madem Masonluğun anayasasının en önemli bölümü Tanrı ve din konusuyla bağlantılı birinci yükümlülüktür, onun hangi aşamalardan geçmiş olduğunu inceleyelim. Bunu Fransa’da düzenlenmiş olan anayasa için yapamayacağız, çünkü onun formatı buna uymuyor.

Buraya kadar hep genel bilgiler vermiş oldum. Karşılaştırmalı incelemeyi izleyen bölüme bırakmak istiyorum

1723 Tarihli İlk Anayasa



Önce, bir masonun kendine özgü ayrıcalığı ile ahlâk yasasına uymak zorunda olduğu belirtilir.

Buradaki ahlâk yasası (moral law) kavramını çağımızdaki medenî kanunun 18. yüzyıl başlarında İngiltere’deki karşılığı olduğunu düşünebiliriz. Ancak şunu da düşünmeliyiz ki, o tarihlerde henüz hiçbir ülkede medeni kanun ya da benzeri bir yasa yoktu. Böyle bir yasayı ancak dinsel kurallar oluşturabilirdi.

Sözü edilen “ayrıcalık” (tenure) kavramı ise, yalnızca tüm halkın köle sayıldığı bir toplum düzeninde “özgür insan” olabilme hakkına sahip bulunma olgusundan ileri gelmemektedir. Gerçi Londra’da yaşayanlar, bu kentin özelliği nedeniyle zaten özgür insanlardır ama, Masonluk sadece Londra sınırları çerçevesinde kalmış değildir. (Londra’nın hemen bitişiğinde ye alıp bugün kent merkezi ile birleşik durumda olan Westminster bile o tarihte ayrı bir kent statüsündeydi.) 18. yüzyıl başlarındaki ortamda masonların, toplumsal yapı içindeki yerleri kadar tutum ve davranışları bakımından da saygın kişiler oldukları, bundan ötürü kendilerine Masonluğun görüş açısından bakıldığında ayrıcalıklı sayıldıklarını da unutmamak gerekir. Ancak bu ayrıcalık, mason olmakla kendilerine birtakım yetkiler ya da bağışıklıklar tanındığını değil, çok daha basit bir şekilde locaya girebilmiş ve “özgür mason” sıfatını taşımaya hak kazanmış olmalarından ileri gelir. Buna karşın ilginç olan bir nokta da yasanın bu maddesinde “özgür mason” (freemason) sıfatının kullanılmamış ve sadece “mason” denmiş olmasıdır.

Bundan sonra bir masonun budala bir tanrıtanımaz ya da dinle ilgisiz bir özgür düşünce sahibi kimse olmayacağı söylenir.

İşte bu deyiş, başlı başına bir tartışma konusu olmuştur. Bunun üzerinde birçok yorum yapılmıştır. Eğer buradaki zorunluluk, bir masonun ne bir tanrıtanımaz (ateist) ne de bir özgür düşünceci olabileceği şeklinde düzenlenmiş bulunsaydı böylesine uzun tartışmalar çıkmayabilir ve yapılan yorumlar arasında da pek önemli bir fark görülmeyebilirdi. Fakat “budala bir tanrıtanımaz” (stupid atheist) denilince; kimileri bunu bir tanrıtanımazın aynı zamanda bir budala olduğu ya da tanrıtanımazlığın ancak budala kimselere yaraşacağı şeklinde yorumlamıştır. Kimileriyse bu terimi tersinden alarak, “budala” ve “tanrıtanımaz” sözcüklerini ayırmış, bir masonun akıllı ve bilinçli bir ateist olabileceğini, ancak bilinçsizcesine budala bir şekilde Tanrı’yı yadsıyamayacağını, anayasanın ilk yükümlülüğünün böyle bir koşulu vurguladığını ileri sürmüştür.

Benzer yorumlar din ile ilgisiz (dinden bağımsız) özgür düşünce sahibi kimse deyişi için de söz konusudur. İngilizcede bu amaçla kullanılan “libertine” sözcüğünün sözlüklerdeki karşılığı “sefih”, “hovarda” ya da “umursamaz” şeklinde de verilmektedir. Ancak 18. yüzyıl başlarında kullanılan İngilizcedeki anlamı düşünülecek olursa, “tüm inanç ve düşünülerinde hiçbir etki altında kalmaksızın kendi özgür buyrultusunu kullanan ve uygulayan” tarzında bir tanım ortaya çıkar. Kimi yorumculara göre böyle bir kişi dinsiz sayılır ya da hiçbir dine inanmayan ve bağlanmayan bir kişiye özgür düşünceci denir. Diğer grup yorumcular ise anayasadaki bu koşulun asla bir masonun özgür düşünceci olmasını engellemediğini, hiçbir dine bağlı olmayışını da engellemediğini ama hem hiçbir şeye inanmayıp hem de bir özgür düşünceci olamayacağını belirttiğini ortaya koyduğunu savunur.

Şayet uzlaştırıcı bir yaklaşımı benimseyen bir yorum yapılacak olursa, temel yasanın ilk yükümlülüğündeki bu zorunluluk, bir masonun hiçbir belirgin dinin inançlısı olması gerekmediğini, ancak kendi başına kendine özgü bir dinsel düşünü de oluşturamayacağını, bu arada dinsel ya da tanrısal inanç eğilimlerinin tümüyle dışında da kalamayacağını ortaya koyar.

Anayasanın bu maddesi ayrıca, masonların özel kanılarının kendilerine bırakılarak, bütün insanların üzerinde uyuştukları bir dine [132] uymaları gerektiğini bunun da iyi ve doğru ya da onur sahibi ve dürüst insan olmakla özdeşleştiğini belirtir.

Bütün insanların üzerinde uyuştukları bir din deyişi de ayrıntılı inceleme ve farklı yorumlara hedef olmuştur. Kimisi burada tüm dinlerin ve inanç sistemlerinin birleştikleri ilkelerin tümünden söz edildiğini ileri sürer. Kimisi de bunun August Comte’un betimlediği “akıl dini” olduğunu savunmuştur. James Anderson’un sonradan İngiltere’deki dinsel kurumların baskısı üzerine bu konuda yaptığı açıklamada ise, burada sözü edilen dinin mezhep ayırımı yapılmaksızın, genel olarak “Hıristiyanlık” olduğu ve başka da bir şey olamayacağı belirtilmiştir. Bireysel nitelikleri (bir din adamı olduğu) göz önüne alındığında, Anderson’un bireysel görüşünü doğal karşılamak gerekir. Ancak o tarihlerde artık İngiltere Büyük Locası adını almış olan obediyans, bu konuda resmen kurumsal nitelikli bir açıklama ya da yorum yapmaktan sakınmıştır.

Anayasanın yine bu maddesinde, Masonluğun, birbirlerinden her zaman için uzak kalacak kişiler arasındaki gerçek dostluk uzlaşmasını sağlayacak bir olanak ve birliğin merkezi olacağı belirtilmiştir.

Her ne kadar bu anayasanın içinde yer aldığı kitapçığın önceki bölümlerinden bu anayasanın yalnızca İngiltere için düzenlenmiş olduğu izlenimi çıkmaktaysa da, işte bu tümce böyle bir izlenim ile çelişkili bir eğilimi ortaya koymakta, âdeta Masonluğun evrenselliğini ya da bir evrensel birlik amacına yöneldiğini vurgulamaktadır.

Bunun neden böyle olduğuna ilişkin ise şöyle bir yorum yapılmaktadır. Kitabın öncesindeki tarihsel bölüm doğrudan James Anderson’un kaleminden çıkmıştır. Yükümlülükler bölümünün düzenlenişinde Anderson’dan çok Jéan Theophile Désaguliers başta olmak üzere kimi diğer masonların etkisi ağırlıktadır. Bunların arasında sıradan her masona açıklanmayan birtakım gizli emeller de vardır ki bunlar ancak evrensel bir düşünüş ile sağlanabilir

1738 Tarihli Değişiklik

James Anderson’un anayasanın ilk maddesinde yapmış olduğu bu değişiklikte bir masonun sadık bir Noaşit olması gerektiğini eki getirilmişti.

Sözlük anlamı bakımından Noaşit (Noachide) “Nuh’un buyruklarına uyan kişi” ya da “Nuh’un izinden yürüyen kişi” anlamına gelir. Nuh, tarihte teolojinin ilk ve özgün kurucusu olarak benimsenmiş olup, Noaşit olarak anılan inançlılarca benimsenen yedi buyruğu vardır:

1. Tüm putları reddedeceksin.
2. Tek “Gerçek Tanrı”ya inanacaksın.
3. Cinayet işlemeyeceksin.
4. Yakın akrabalarınla cinsel ilişkide bulunmayacaksın.
5. Çalmayacaksın.
6. Adil olacaksın.
7. İçinde kan olan et yemeyeceksin.

Bu değişiklikte bir diğer eklemeyle de, özne olarak “bir mason” yerine “iyi ve Hristiyan bir mason” terimi kullanılmıştı. Böylelikle, Masonlukta belirgin bir dinsel nitelik belirlenmiş oluyordu. Nitekim Anderson, Masonluğa karşı yapılan saldırıları yanıtlamak üzere 1733 yılında yayımlamış olduğu bir kitapçıkta da Masonluğun anayasasının birinci yükümlülüğünün sonunda geçen “tüm insanların üzerinde uyuştukları bir din” deyişinin, Hıristiyanlıktan başka bir şey olmadığını savunmuştu.

Hatırlarsınız, bir de George Payne tarafından hazırlanıp 1723 tarihli anayasa kitabına eklenmiş olan “Genel Tüzükler”den söz etmiştim. O tüzükler 1738 tarihli anayasada da yer almaktaydı ama önemli bir eklenti yapılmıştı. Gerçe anayasanın bünyesinde değil ama bu başlık ile bağlantılı. Burada bir adayın. Masonluğa kabul edilebilmesi için sahip olması gereken bireysel nitelikler sayılırken, adayın “Tanrı’yı ve Kilise’yi seven, azizlere saygıda kusur etmeyen bir kişi” olması gerektiği üzerinde özenle durulmuştu.

Tanrı’yı ve Kilise’yi sevmek ve azizlere de saygı göstermek, aslında Roma Katolik Kilisesi’nin bir Hıristiyan için öngördüğü öncelikli koşullardandır. Böylece, 1738 yılında Masonluğun aforoz edilmesi olayına karşı âdeta ödün verir bir tutum takınma çabası göstermeye çalışıldığı da söylenebilir.

Masonluğun 1723 tarihli özgün anayasası, bir yandan salt operatif nitelikli masonlarca hiç beğenilmezken, diğer yandan da birinci yükümlülüğünde yer alan hayli geniş dinsel tolerans ilkesini henüz içlerine sindiremeyen spekülatif masonlarca da pek benimsenememişti. Hatta o tarihlerde büyük loca genel kurulunun üyesi olmadıkları için temel yasa kitabını ancak yayımından sonra görebilenlerden birçoğu için bunun bir şok etkisi yarattığı bile söylenebilir.

Buna benzer bir etki de bu kez 1738 yılında, Masonlukta tam bir inanç özgürlüğünü, olasıya geniş bir dinsel toleransı savunanların üzerinde olmuştu. Buna karşılık 1738 tarihli yeni yasa kitabı, Masonluğun açık ve belirli bir dinsel niteliğinin de olması gerektiğini savunanların yüreklerini hiç olmazsa biraz serinletmişti.

İngiliz Masonluğu Bölününce Yapılan Değişiklikler

İngiltere’de Masonluğun 1751 yılında kesin bir bölünmeye uğradığını, bundan böyle Masonluğun eski geleneklerine kesinlikle bağlı kalınmasını savunanların “Eskiler” (Antients), çağdaş koşulları izlemekten yana olanların ise “Yeniler” (Moderns) olarak anıldıklarını daha önce belirtmiştim.

Yeniler olarak anılan büyük locasının anayasasını, bir din adamı, tarihçi ve edebiyatçı olan John Entick hazırladı. 1754’de sonuçlanan bu çalışma 1756 yılında yürürlüğe girdi. Böylece “Yeniler”, çağın gerekliliklerine uygun birtakım değişikliklerle birlikte, yaklaşık olarak 1723 tarihli özgün anayasayı benimsedi. Bir diğer deyişle, 1738 yılında James Anderson’un yapmış olduğu değişiklikler göz ardı edilmişti.

Bu anayasa üzerinde sonradan yine birtakım değişiklikler yapıldı. Bunların en önemlileri 1767 ve 1784 tarihlerindedir. Son değişiklikte, dinsel dogmalara bağlı tüm vurgulamalar kaldırılıp bunların yerine bilimsel ve akılcı yorumlar getirilmesine çalışıldı.

Kısaca “Eskiler” olarak anılan büyük loca ise önceleri 1738 tarihli yeni yasa kitabını kullandı. Aslen İrlandalı olan Laurence Dermott, 1756 yılında anayasa üzerinde yoğun bir çalışmaya girişti. Daha önce de belirtmiş olduğum üzere, hazırladığı temel yasa kitabına “Ahiman Rezon” adını verdi.

1756 yılındaki ilk yazımından sonra Ahiman Rezon, üç kez değişikliğe uğradı: 1764’de, 1778’de ve 1787’de. Bu değişiklikler sırasında kitabın en önemli yeri olan birinci yükümlülük, son şeklini 1764 basımında şöyle almıştı.

Burada şöyle sözler geçiyordu:

– Bir mason, sonsuz Tanrı’ya doğru bir şekilde tapınmalıdır.

– Kilise’nin ileri gelenlerinin ve pederlerinin, bütün insanların yararlanması için derleyip yayımlamış oldukları tüm kutsal belgelere de sarsılmaz bir inançla bağlanmak zorundadır.

– Böylece bir mason, mutsuz bir özgür düşüncecinin dinden soyutlanmış yolunda yürümekten kendini alıkoyar. Tanrıtanımazlığın kibirli profesörlerini izlemekten kurtulur. Kör ve batıl inanç yanılgılarıyla lekelenmez.

– Masonun istediği inanca sarılma özgürlüğü vardır. Yeter ki, her zaman yaratıcısına saygı göstersin ve altın kuralı her zaman davranışlarının payandası haline getirsin.

İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın Anayasası

1813 yılında İngiltere Birleşik Büyük Locası kurulduktan kısa bir süre sonra, kuruluş protokolü uyarınca anayasanın yeni baştan hazırlanmasına girişildi. Bu amaçla, Masonluk tarihindeki ünlü çehrelerden Peter W. Gilkes’in yönetiminde bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun hazırladığı tasarı İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın 1815 yılındaki genel kurul toplantısında kabul edilerek yürürlüğe kondu.

Öncelikle şunu söylemek gerekir: Bu anayasada da önceki anayasalarda yer alanlara benzer deyişler görülür ama 1723 tarihli özgün anayasa ile Ahiman Rezon arasında orta yolu bulan bir uzlaşma yasası olarak nitelenemez. Dış görünümü bakımından önceki yasalara benzese de, kapsamı bakımından hayli farklılıklar gösterir. En önemli özelliklerinden bir ise, artık geçerliliğini tümüyle yitirmiş olan salt operatif nitelikli öğelerin çıkarılmış ve Masonluğun bundan böyle salt spekülatif nitelikli olarak kabul edilmiş olmasıdır.

18. yüzyıl boyunca İngiltere’de düzenlenmiş olan tüm anayasalar, yalnızca bunları düzenleyen masonik kuruluş ya da Britanya’daki localar ve masonlar için hazırlanmıştı. 1815 tarihli anayasa bu bakımdan da önemli bir farklılık gösteriyordu: Tüm Dünya Masonluğu’nca benimsenerek uyulmak ve uygulanmak amacıyla düzenlenmişti.

Bu anayasanın ilk yükümlülüğü de görünüm bakımından öncekilere benzer ama birtakım değişik sözler içerir. Örneğin şöyle denir: Tüm insanlar arasında bir mason, Tanrı’nın insandan başka türlü gördüğünü daha iyi anlar. Çünkü insan dış görünüşe bakar; Tanrı ise onun kalbini görür. Bundan ötürü de bir mason, vicdanının yargılarına uyar.
Bir de şöyle bir söz geçer: Bir insanın inandığı din ya da mezhep ne olursa olsun, o masonik düzenin dışında itilemez. Ancak yerlerin ve göklerin (dünyanın ve cennetin) şanlı mimarına inanmalı ve kutsal görevlerini yerine getirmelidir.

Sonra da şöyle bir deyişe yer verilmektedir: Masonlar, kardeşlik sevgisinin sağlam bağları içinde her inançtaki erdemli kişilerle birleşir; onlara, insanlığın kusurlarını görmeleri anlatılır ve temiz kalmaya çaba göstererek benimsedikleri özel ve yüce inancın üstünlüğü gösterilir.

Bu anayasa üzerinde sonradan çağın gerekleri uyarınca ancak ayrıntıda birtakım değişiklikler yapılmış ancak birinci yükümlülük olduğu gibi korunmuştur.

Fransa Büyük Doğusu’nun Anayasası


Fransa Büyük Doğusu (Grand Orient de France), Kıta Avrupası’ndaki diğer obediyanslar gibi 19. yüzyıl ortalarına kadar 1723 tarihli özgün anayasanın en ateşli savunucularından biri olmuştu. Ancak bu arada kimi Fransız masonlar anayasanın özellikle birinci yükümlülüğü üzerinde demagoji olarak nitelenebilecek türde yorumlar yapıyordu. Örneğin onlara göre anayasa bir masonun “akıllı ve bilinçli bir ateist” olmasını engellemiyordu.

Bu tür spekülasyonlar, Masonluğun anayasasının dinsel ya da inançsal ağırlıklı bir görüş ve eğilimle değerlendirilip yorumlanması kadar sakıncalı görülüyordu. Dinsel ya da inançsal yorum, eğilim ve değerlendirme farkları, masonlar arasında sürtüşmelere yol açmaktan başka hiçbir işe yaramıyor, bu da açıkça Masonluğun evrensel amacını zedeliyordu.

Öte yandan Fransa Büyük Doğusu da İngiltere Birleşik büyük Locası gibi artık geçerliği ve uygulanabilirliği kalmamış olup, sadece birtakım zorlamalarla simgesel yorumları yapılabilen eskiden kalma operatif nitelikli öğelerin anayasadan çıkarılması gerektiğini benimsiyordu. Bu yaklaşımını ilk kez 1849 yılında açıkça ortaya koydu. Ancak, anayasadaki her bir dinsel ya da inançsal öğenin ayıklanıp çıkarılmasına 1865’de başlandı. 1877’de Fransa Büyük Doğusu’nun anayasası artık son şeklini almıştı ama yayımlanıp yürürlüğe girmesi 1884 yılını buldu.

Bundan sonra da Fransa Büyük Doğusu’nun anayasası üzerinde zaman zaman bazı düzeltmeler yapıldı. En son düzeltme tarihi 1971’dir. Bu anayasanın artık 1723-1815 yılları arasında çeşitli değişikliklere uğratılmış olan anayasalarla hiçbir benzerliği kalmamıştır. Eğer özgün anayasanın en önemli bölümü olan birinci yükümlülüğün bir karşılığı aranacak olursa, bunun yerine şöyle sözler edildiği görülür:

“Masonluk, töresel eğitim ve dayanışma uygulamasıyla gerçeklerin araştırılmasını amaçlayan, kesinlikle insan sever, filozofik ve evrimsel bir kurumdur. Özdeksel ve tinsel gelişim, bireysel olgunlaşma ve insanlık toplumu için çalışır. İlkeleri, karşılıklı tolerans, bireyin hem başkalarına hem de kendisine saygısı ve mutlak bir vicdan özgürlüğüdür. Metafizik kavramlar üzerinde tüm üyelerinin kendilerine özgü bireysel değer yargıları bulunabileceği gerekçesiyle, her türlü dogmatik benimseyişi tümüyle reddeder.”

Kapsamı böyle olunca, Fransa Büyük Doğusu’nun anayasasının Masonlukta 1723 yılından bu yana düzenlenmiş anayasalardan herhangi birinin çağdaş bir yaklaşımla değiştirilmişlerinden biri olduğu söylenemez. Bir diğer deyişle bu anayasa bir değişiklik ya da çağın gereklerine uyarlama değil, tümüyle bambaşka düzenlemedir.

Buraya kadar Evrensel Masonluğun Yasalarını İnceledik Buradan sonra da Masonluk hakkında bilinmeyenleri inceleyeceğiz..

İran’daki Köken


“Mithra ayinleri, zamanla Dionysos-Sabazius gizemlerinin yerini alırken, Mithra’nın “mağara”ları da, Babil’den İngiltere’ye kadar yayılan bir alanda, eski tanrıların yeraltı tapınaklarının yerine geçiyordu.”

M. P. Blavatsky, Isis Unveiled

“Geç Helenistik dönem kötümserliğin egemen olduğu bir çağdı. Bu çağda hem Helen akılcılığı, hem de Doğu’nun otoriter din kurumları iflas etmişti. Her ikisi için de tek çıkar yol, kurulu yasaları yok sayan, akıl ve mantık üstü bir kurtarıcı bulmaktı.”

“Batı’daki Mithra’nın köklerinin, İran’daki Zerdüşt Mithra’sı inançlarında değil de, Mezopotamya ve Anadolu’da tapınılan “daevic” tanrı kültünde bulunma olasılığı daha fazladır. Batı’nın Mithra’sı, kurtarıcı tanrılar çağında, bir kurtarıcı tanrıydı.”

Richard N. Frye, The Heritage of Persia

“Mithra kültü, eski Ari’lerin Ahura-Mazda tapımlarından türemiş ve yaklaşık olarak İÖ on beşinci yüz yılda eski İran’da ortaya çıkmıştır. “Mihr” (Mithra’nın Farsça karşılığı) yalnızca “güneş” anlamına gelen bir sözcük olmakla kalmaz, aynı zamanda “dost, arkadaş” anlamını da taşır. Bu pagan tanrıya özgün tapımın, yani hem güneş tanrısı, hem de sevgi tanrısı olarak tapılmasının, asıl nedeni belki de bu anlamlardan kaynaklanmaktaydı. İÖ üçüncü yüz yıl başlarında, Pers İmparatorluğunun Batı sınırlarında bulunan askeri yönetimler Mithra’ya “ilahi savaşçı” olarak tapmaya başladılar. Mithra, artık sevgi dolu güneş tanrısı olmaktan çıkıp, gücün dostu, askerlerin “yenilmez” tanrısı haline gelmişti.”

Quest for the Past

“Eski Ermenilerin inançları arasında en evrensel olanı Mithra kültüydü. Mithra bir yandan güneş, yani Helios ile, diğer yandan Apollon ve Hermes ile eşdeğerdi. Özgün olarak bu tanrı, Ahura-Mazda’nın yandaşı olarak savaşan bir ışık kaynağı, bir tür melek biçiminde kabul edilmişti. Mithra’nın savaşçı niteliğini daima koruduğu anlaşılmaktadır…Mithra bayramları, Mithrakana’lar, İran’da her yıl yedinci ayın on altıncı gününde kutlanırlardı. Bu bayram, değişiklik geçirmiş haliyle, İslam’ın doğuşuna kadar devam etmiştir.”

Barney and Lang, The People of the Hills

“Mithra’nın Ahura-Mazda’nın gözü olduğuna ve dünyayı onun yönettiğine inanılırdı. Bu kültün inançlarına göre, en yüce tanrının yerine Mithra geçmiş, İyi ve Kötü arasındaki büyük mücadeleye katılmış ve zaferle sonuçlandırmıştı. Mithra, kendi zaferini güven altına almak için, doğanın prototipi olarak kabul edilen, büyük bir boğa kurban etmişti. Bu kurban edilen boğa sayesinde, doğa verimliliğe kavuşmuştu.”

Ninian Smart, The Religious Experience of Mankind

“Mithra’cılık Pers ordularının fetihleri ile yayıldı. Pers’lerin muhteşem savaş makinası Suriye, Kalde ve Küçük Asya’ya doğru genişledikçe, Mithra’nın ünü ve etkisi aynı ölçüde gelişiyordu. Ünlü Pers general ve yöneticisi, Darius’un ölümünden sonra bile, Helen kültürünün rekabetine rağmen, Mithra’cılık halkın ilgisini çekmeye devam etti.”

“Mithra’cılık hiç bir zaman Yunanistan’da değerli bulunmadı ve kabul görmedi. Bu ilgi eksikliği, Helen’lerin Pers’lere karşı hissettiği antipatiden ve iki ulusun aralarındaki unutulmaz savaşlardan kaynaklanıyordu. Ancak, bu antipati yalnızca Helen’lere özgü olarak kaldı; zira Hıristiyanlığın başlangıcında, Mithra inancı, Doğu’da İndüs vadisinden, Batı’da Karadeniz’e kıyılarına kadar yayılmış durumdaydı. Mithra’cılık Anadolu yaylasında büyük ölçüde kabul görmüştü. Roma’lılar, Mithra’cılık ile, Aziz Paul’un memleketi Kilikya’da tanıştılar.”

“…Roma’lı askerler kısa sürede Mithra inancını başkentlerine taşıdılar. Helenistik dönemde, Doğu’nun dışında pek fazla tanınmayan Mithra’cılık, böylece tüm İtalya’ya yayıldı.”

Harry Kenison, The Mystery of Mithra

“Mithra kültü, Romalı lejyonerlerce büyük ilgi ve hevesle karşılandı. Mithra’cılık lejyonerlerle birlikte İran’dan Roma’ya, Tunus’a, Ren nehri boylarına ve ta Londra ve Hadrianus surlarına kadar yayıldı. Mithra, insanları Hıristiyanlığa yönlendiren hemen hemen aynı gereksinim ve dürtüleri tatmin etmekteydi, zira rütbe ve karşılıklı sorumlulukların, yerleşik toplumsal statüye göre değil, kapalı bir çevrenin gizli bağlarına göre oluştuğu bir kardeşlik topluluğuydu. Mithra’cılık, Roma İmparatorluğu’nun toplumsal yapısının içine yayılmış ve güçlü sadakat gerektiren bir yeraltı şebekesiydi.”

John Romer, Testament

Kült Uygulamaları


“Diğer gizem dinlerinin aksine, Mithra’cılık yalnızca erkeklere açıktı. Bu nedenle, hiç bir bakımdan evrensel bir inanç olarak değerlendirilmesi olası değildir. Mithra, yenilmeyen ve hiç bir zaman da yenilmeyecek olan güneşi (sol invictus) temsil etmekte ve askerlerin cesaret, başarı ve özgüvenini simgelemekteydi. Kültün etik değerleri, bir asker için gerekli olan özdenetim ve benzeri erdemleri içermekteydi. Bu değerler, Mithra’cılığın Roma ordusunda yaygınlaşmasının ana nedeniydi. İmparatorların koruyuculuğu da oldukça etkin olmuştu. İS İkinci yüz yıldan başlayarak, Roma İmparatorları “invictus” unvanını takınmışlardı.”

Ninian Smart, The Religious Experience of Mankind

“Mithra’cılık, tanrısal bilginin yedi derecede düzenlendiğini kabul ediyordu. Üyelerin bir dereceden bir sonrakine geçmeleri, her dereceye özgü özel bir inisiyasyon töreni, cesaret ve dayanıklılık sınavları ile gerçekleşmekteydi. Yedi bilgi derecesi, yedi gezegene karşılık geliyor, dereceleri tırmanmak ruhun gezegen katmanlarını aşarak cennete doğru yükselmesini simgeliyordu.”

Ancient Wisdom and Secret Sects

“Yeni üyenin ölümünü ve bambaşka bir insan olarak yeniden doğumunu simgeleyen inisiyasyonun en düşük derecesi “Sacrement” (dinsel tören) olarak adlandırılırdı.”

Arkon Daraul, Secret Societies

“Liturgy of Mithra” (Mithra Ayini) adlı, Hermetik Gnostizm’in etkisinde olan bir metinde şu sözler yer alır:”Bugün, senden yeniden doğan kişi, ölümsüzlüğe kavuşan sayısız kişilerden biridir…” ve “Yaşam veren doğumun yinelenmesi için yeniden doğan…”

Mircea Eliade, Rites and Symbols of Initiation

“Yükseliş, her biri bir gezegen tarafından yönetilen, yedi inisiyasyon derecesi ile simgeleniyordu: Kuzgun (Merkür), Gelin (Venüs), Asker (Mars), Aslan (Jüpiter), Pers (Ay), Güneşin Habercisi (Güneş) ve Baba (Saturn). En son amaç, kozmosun tüm düzeylerini aşmak ve durağan yıldızlara, sonsuzluğa ulaşmaktı.”

An Encyclopedia of Archetypal Symbolism

“Mağaralarda gizlice düzenlenen ayinlerde, her bir derece için ayrı bir maske ve giysi giyilirdi.”

“Adaylar, Mithra kültüne on iki ayrı sınavdan başarı ile geçerlerse kabul edilirlerdi. Bu sınavlar arasında ateş, su, açlık, soğuk, kırbaçlanma, dağlanma ve kan akıtılması gibi zorlu denemeler vardı. Adayları neredeyse tüketen bu sınav süreci yedi hafta kadar sürerdi. Başarılı olanlar, dinin gizemlerini saklayacaklarına and içerler ve ondan sonra vaftiz edilirlerdi.”

Quest for the Past

“Adaylar gizlilik andı içtikten sonra, yalnızca kült üyelerinin bildikleri kutsal sözcükleri öğrenirlerdi. Adaya sivri bir başlık, üzerinde takımyıldızların resimleri bulunan bol bir tünik ve burç simgeleri ile süslü bir kemer giydirilir, eline bir çoban değneği tutuşturulurdu. Göğsüne takılan altın bir yılan adayın bir Mithra müriti olarak inisiye olduğunu kanıtlardı.”

“Mithra törenlerinin arasında en dikkat çeken uygulama, adayın sahte bir ölüm deneyimi yaşamasıydı. Ölüm, yaşamın yenilenmesinin ve tüm manevi değerlerin baştan oluşturulmasının mantıklı bir hazırlığı olarak düşünülüyordu. Mithra’cılıkta ölüm, yeni bir yaşamın başlangıcıydı. Ölüm ve yeniden doğuş özelliği o denli inandırıcıydı ki, İmparator Commodus, ritüelin uygulamasında gerçek bir cinayet işlemekten kendini alamamış ve töreni lekelemişti.”

Harry Kenison, The Mystery of Mithra

“Mithra’cılığın başlıca töreni “taurobolium” idi. Ritüelik olarak bir boğanın kurban edildiği bu törende, Mithra’nın ilk eylemi yinelenir ve anısı kutlanırdı. Adaylar, boğa kanıyla vaftiz edilerek, boğanın yaşam veren özelliklerini kendilerine aktarırlardı. Törenin bu bölümünün, Küçük Asya’nın Büyük Ana’sı olan Kybele kültünün ayinlerine çok benzediğine dikkat etmek gerekir.”

Ninian Smart, The Religious Experience of Mankind

“Boğayı öldürdükten sonra Mithra ve Sol, boğanın etini paylaştıkları bir ziyafet ile dostlıklarını kesinleştirirlerdi. Bu sırada, hayvan maskeleri takmış kişiler onlara hizmet ederlerdi. Şölenin sonunda, iki tanrı Sol’un arabası ile cennete yükselirlerdi. Bu şölen, inisiyasyon düzeylerini gösteren maskeler takmış bulunan iyilik yandaşlarının hep beraber paylaştıkları bir ortak sofra paradigması oluşturmaktaydı. Aynı biçimde, Mithra’ya iman edenler, boğanın etini yemek ve kanını içmekle, yeniden doğacaklarına ve Mithra ile birlikte güneşin göklerdeki evine yükselerek, ölümsüzlüğe kavuşacaklarına inanırlardı.”

An Encyclopedia of Archetypal Symbolism

“Günümüzdeki gizli örgütlerden bazılarının kökeninde bulunması olası olan Mithra’cılığın, bu tür örgütlerin esasını oluşturan bir çok öğeyi içerdiği görülmektedir. Mithra kültü, mensuplarının üzerinde, yüce bir varlıkla gerçek ya da kurgusal bir ilişki kurma deneyimini yaratmaya çabalayan bir eğitim sistemidir. İnsanoğlunun gücünü aşan bazı olayları sağlamak için birtakım sözcüklerin kudretine inanmak, Mithra’cılıkta bulunan büyüsel yönü göstermektedir.”

“…Dinin gizli öğretisi, kendi bedeninin üzerinde kudret kazanmak için kendini fiziksel olarak dizginlemekti. Cinsel arzuyu psişik alanlara yönlendirme eğitimi özünde Mithra’cılığın da, tüm mistik akımlarda bulunan disiplin sayesinde tinsel güç kazanma yöntemini izlediğini göstermektedir. Bu bakımdan Mithra kültü, tüm tapımları ayrım gözetmeyen cinsel düşkünlük ve toplu ahlaksızlıktan ibaret olan, daha ilkel ve daha önemsiz akımlardan kesin çizgilerle ayrılmaktadır.”

Arkon Daraul, Secret Societies

Mithra’cılık ve Hıristiyanlık


“Mithra dini ve ayinleri hakkında yeterince bilgimiz olmamasına karşın, Paul’ün mektuplarında kullandığı anlatım tarzının, İncil’lerden çok Mithra kültünün terimlerine yakın olduğunu açıkça görebilmekteyiz.”

E. Wynn-Tyson, Mithras

“Mithra’cılıkta kıyamet, yargı günü, diriliş ve Mithra’nın bizzat kötülük ilkesini alt ettiği ikinci gelişi dinsel gerçekler olarak kabul edilmiştir. Bir mağarada dünyaya gelen Mithra’ya çobanlar hizmet etmişler ve armağanlar getirmişlerdir.”

Baigent, Leigh and Lincoln, The Messianic Legacy

“Tıpkı Hıristiyanlar gibi, Mithra’cılar da kurtarıcılarının göklerden yere indiğine, on iki yandaşı ile son yemeğini paylaştığına, kendi kanını saçarak insanlığı günehlarından kurtardığına ve öldükten sonra yeniden canlandığına inanırlardı. Boğa kanı ile olsa bile, geçmiş günahlardan arınmak için yeni inananları vaftiz ederlerdi.”

Quest for the Past

“Mithra’nın simgesi olan güneşin doğuşu ve batışı, İsa’nın ölüm ve dirilişini anımsatır. Üstelik, güneş tanrının doğuşunun kutlandığı Mithra bayramı, İsa’nın doğum günü olan 25 Aralık’tadır. Her iki dinde de, vaftiz ile ekmek ve şarabın kutsanması törenleri vardır.”

Ancient Wisdom and Secret Sects

“Benim bedenimi yemeyenler ve kanımı içmeyenler, böylece benimle birleşmeyenler kurtulamayacaktır.”

J. M. Vermaseren, Mithras, The Secret God

“Onlar yemek yerken İsa ekmeği alıp kutsadı. Sonra bölüp öğrencilerine verdi. “Alın, bedenimdir bu” dedi. Ardından bir bardak aldı, teşekkür sunduktan sonra onlara verdi. Hepsi içtiler. İsa, “Bu birçokları için akıtılan antlaşma kanımdır”dedi.”

Markos 14:22-26

Matta İncilinde, İsa’yı Mithra ile eşitleyen son yemek sahnesi yer almaktadır, ancak rahiplerin “Baba” ve başrahibin de “Babaların Babası” biçiminde adlandırılmasıyla ilgili Mithra’cı adet reddedilmiştir.”

William Harwood, Mythologies Last Gods: Yahweh and Jesus

“Ama sizler Rabbi diye çağrılmayın. Çünkü Öğretmeniniz tektir, hepiniz de kardeşsiniz. Yeryüzünde hiç kimseye baba demeyin. Çünkü Göksel Babanız tektir. Size yönetici demelerine de izin vermeyin. Çünkü Yöneticiniz birdir: Mesih.”

Matta 23:8-10

“Mithra’cıların Kutsal Baba’sı (başrahip) kırmızı başlık ve giysi giyerdi, yüzük takar, bir çoban değneği taşırdı. Hıristiyanların başı da, aynı unvanı aldı ve aynı biçimde giyindi. Hıristiyan rahipler, aynı Mithra rahipleri gibi, İsa’nın kesin yasaklamasına karşın, “Baba” (peder) adını kullandılar.”

“…Mithra rahipleri, görevlerinin simgesi olarak, uzun bir başlık takarlardı. Hıristiyan rahipler de bu başlığı benimsediler. Mithra’cılar, güneş-tanrının yükselişini anmak için, “mizd” adı verilen, üzeri Mithra haçı kabartmalı, güneş biçiminde bir çörek yerlerdi. Bu çörek de Hıristiyanlığa uyarlanmıştır. Katoliklerde, mayasız ekmek güneş biçimini hala korumaktadır.”

“Julius Caesar’dan Gratianus’a kadar tüm Roma İmparatorları tanrıların “pontifex maximus”u (büyük rahip, papa) unvanını taşımışlardı. Theodosius, bir Hıristiyan olarak bunun kendi statüsüne uygun olmadığını düşündü ve unvanı reddetti. Bunun üzerine, Roma başpiskoposu bu unvanı kendisine aktardı.”

William Harwood, Mythologies Last Gods: Yahweh and Jesus

Mithra’cılık ve Masonluk

“Mithra’cılığın masonlar için büyük önemi vardır, zira bu eski gizem dini, masonluğun simgelerinin bir çoğunu içermektedir. Mason bilgeliğinin bazı yönlerinde Mithra’cılığın katkısının bulunması pek olasıdır.”

Harry Kenison, The Mystery of Mithra

“Mithra’cılık mukaddes masonluktur.”

Sir Samuel Dill, Roman Society in the Last Century of the Western Empire

“Mason yazarlar, masonlukla Mithra’cılık arasında bir çok benzer noktalar bulunduğunu açıklamışlardır. Bir keresinde, Albert Pike, Masonluğun eski gizem dinlerinin modern mirasçısı olduğunu söylemiştir. Bu benim pek onaylamadığım bir iddiadır. Eski gizem dinleri ile bizim kardeşliğimiz arasında benzerlikler vardır, ancak bu benzerliklerin çoğu yüzeysel niteliktedir ve içerikten çok, örgütlenme ve rit uygulamaları gibi dış özelliklerdedir”

“…Yine de, masonlukla Mithra’cılık arasında bulunan benzerlikler şaşırtıcıdır.”

H. L. Haywood, Mithraism: Freemasonry and Ancient Mysteries

“Mithra inancına bağlı Roma lejyonları Almanya, Fransa ve Britanya Adalarına doğru yayılırken köprüler, yollar ve kaleler inşa etmek için mimarları ve duvarcı ustaları yanlarında götürmüşlerdi. Masonluk ile Mithra’cılığın bazı yönlerden benzerlikler içermesi, buradan kaynaklanıyor olabilir.”

Harry Kenison, The Mystery of Mithra

“Mani’cilik, Mithra’cılığın küllerinden doğmuştur. Roma Katolik kilisesi ve teolojisini düzenlemek için çok çaba harcamış olan Aziz Augustine, önceleri ateşli bir Mani’ciydi. Bu yüzden, Aziz Augustine sayesinde eski Mithra inancının pek çok özelliği Hıristiyanlığa aktarılmıştır. Mani’cilikten Paulisianizm, Paulisianizm’den de Orta Çağın güçlü kültleri olan Kathar’lar, Patari’ler, Waldenses’ler ve Hugenot’lar ile daha nice benzer gelişmeler kaynaklanmıştır. Bu farklı kanallar vasıtasıyla Mithra’cılık Avrupa’da sürüp gitmiştir. Sıkça ileri sürüldüğü gibi, bu eski kültün izlerini mason tören ve simgelerinde bulmak olasıdır. Ancak, bu tür kuramların belirsiz ve kanıtlanması zor olmaları kaçınılmazdır; üstelik bu kuram üzerinde fazlaca tartışılacak kadar öneme sahip de değildir.”

H. L. Haywood, Mithraism: Freemasonry and Ancient Mysteries

“Masonluk, değişime uğramış Mithracılıktır…ve onun gizli inisiyasyon törenlerinin kalıntılarına sahiptir.”

Ursus Major (www.nwlink.com/justin49/mithra.htm) The Mithraism – Freemasonry Connection

Pers Gizem Okulları Güney Avrupa’ya göç edince, Latin zihni onları hemen benimsedi. Kült, özellikle Romalı askerler arasında hızla büyüdü ve öğretiler Roma’nın fetih savaşları sırasında lejyonlar tarafından Avrupa’nın hemen her yerine taşındı. Mitra kültü öyle güçlendi ki Roma imparatorlarından en az biri Roma şehrinin altındaki büyük mağaralarda bu tarikata inisiye edildi. C. W. King, Gnostics and Their Remains [Gnostikler ve Kalıntıları] adlı eserinde gizem okullarının Avrupa’nın farklı kesimlerine yayılması hakkında şunları söylüyor: “Eskiden Roma İmparatorluğu’nun Batı eyaletlerini oluşturan ülkeler, taş tabletlere veya kayaların yüzeyine kazınan rölyefler açısından çok zengindir; Almanya’da bunlardan çok vardır, Fransa’da ise daha fazla. Bu ülkede bile (İngiltere) Bath’ta ve başka yerlerde bulunmuşlardır.”

Alexander Wilder, Philosophy and Ethics of the Zoroasters [Zerdüştlerin Ahlakı ve Felsefeleri] adlı eserinde Mitra kelimesinin güneş yerine geçen bir zendi isim olduğunu söylüyor. Mitra’nın bu parlak kürenin içinde ikamet ettiğine inanılıyordu. Mitra cinsiyetsiz değildi, hem eril hem de dişil niteliklere sahipti. Güçlü ve parlak Mitra Yazata’ların en yücesiydi. Mitra ismiyle bu tanrı dişi ilkeyi temsil ediyordu; bildiğimiz evren onun sembolü olarak kabul ediliyordu. Dünyevi ve alıcı doğayı ve Güneş küresinin ışığında yıkandığı zaman ise bereketi temsil ediyordu. Mitra kültü Persli ateş büyücüsü Zerdüşt’ün daha karmaşık öğretilerinin basitleştirilmesidir.

Perslere göre sonsuzlukta bir arada var olan iki ilke mevcuttu. Bunların ilki olan Ahuramazda veya Hürmüz, İyiliğin Ruhu’ydu. Hürmüz’den çeşitli güçlerde birçok iyi ve güzel ruh çıkmıştır (melekler ve başmelekler). Sonsuz varoluşa sahip ikinci ilkeye Ahriman deniyordu. O da saf ve güzel bir ruh olmasına rağmen, Hürmüz’ün güçlerini kıskanarak ona karşı isyan etmişti. Bu isyan Hürmüz ışığı yarattıktan sonra gerçekleşmiştir; çünkü Ahriman bundan önce Hürmüz’ün var olduğunu bilmiyordu. Bu kıskançlık ve isyandan dolayı Ahriman Kötü Ruh oldu. Hürmüz’e zarar vermek için kendinden bir sürü yıkıcı yaratık yarattı.

Hürmüz yeryüzünü yarattığı zaman Ahriman onun daha kesif unsurlarının içine girdi. Hürmüz ne zaman iyi bir şey yapsa, Ahriman onun içine bir kötülük koydu. Hürmüz sonunda insan ırkını yarattığı zaman, Ahriman insanın aşağı doğasına bedenlendi ve Kötülük Ruhu onu ele geçirmek için savaştı. Üç bin yıl boyunca Hürmüz göksel âlemleri ışık ve iyilikle yönetti. Sonra insanı yarattı. Bir üç bin yıl daha insanı bilgelik ve bütünlük içinde yönetti. Bundan sonra Ahriman’ın gücü ortaya çıktı ve insan ruhu için mücadele sonraki üç bin yıl boyunca devam etti. Sonuncu üç bin yıllık dönemde Ahriman’ın gücü yok edilecektir. İyilik tekrar yeryüzüne inecek, kötülük ve ölüm yok olacak, Kötülük Ruhu, Hürmüz’ün tahtı önünde eğilecektir. Hürmüz ile Ahriman, doğanın egemenliği ve insan ruhunun hâkimiyeti için savaşırken, Mitra, Akıl Tanrısı bu ikisinin arasında bir arabulucudur. Birçok yazar Merkür ile Mitra arasındaki benzerliğe dikkat çekmiştir. Merkür’ün kimyasal karşılığı olan cıvanın (simyacılara göre) evrensel eriyik oluşu gibi, Mitra iki göksel muhalif güç arasında uyumu bulmaya çalışır.

Hıristiyanlık ile Mitra kültü arasında birçok benzerlik mevcuttur. Bunun nedenlerinden biri de Persli mistiklerin Hıristiyanlığın ilk asrında İtalya’ya yığınlar halinde gelmeleri ve iki kültün ilk asırlarının iç içe geçmiş olmasıdır. Britannica Ansiklopedisi Mitra kültleri ve Hıristiyan Gizemleri için şu ifadeyi kullanmaktadır:

“İlk toplulukların kardeş örgütleri olup, demokratik ve mütevazı bir ruha sahip olmaları, tapınma nesnesinin ışık ve güneşle kişileştirilmesi, birçok yeteneğe sahip imanlı çoban efsanesi, tufan ve gemi, sanatta ateşten savaş arabası temsilleri, kayadan su çıkarma meseli, çan ve mumun kullanılması, kutsal su ve Aşai Rabbani ayini, pazar gününün ve 25 Aralık gününün kutsallaştırılması, ahlaklı davranış konusundaki ısrar, perhiz ve öz hâkimiyet üzerindeki vurgu, cennet ve cehennem, ilksel vahiy, ilahi kökene sahip Kelam’ın aracılığı, kefaret için kurban verme, iyilik ve kötülük arasında süre giden savaş ve iyiliğin sonunda galebe çalacak olması, ruhun ölümsüzlüğü, kıyamet, bedenin yeniden dirilmesi ve kıyamet günü, evrenin yok edilecek olması… (bütün bunlar), gerçek veya görünürde olsun, Mitraizmin Hıristiyanlığa uzun süre direnmesini sağlayan benzerliklerden bazılarıdır.”

Mitra ritüelleri mağaralarda gerçekleştirildi. Porphyry, Cave of the Nymphs [Periler Mağarası] adlı eserinde Zerdüşt’ün Tanrı’ya tapınmak için bir mağarayı kutsayan ilk kişi olduğunu söyler. Çünkü mağara yeryüzünü veya alt karanlık dünyayı sembolize ediyordu. John P. Lundy Monumental Christianity [Anıtsal Hıristiyanlık] adlı eserinde Mitra mağaralarını şu şekilde tarif eder:

“Bu mağaralarda Yengeç ve Oğlak burçlarının sembolleri olurdu. Yaz ve kış gündönümleri, bu hayata inen veya Tanrılar katına yükselişlerinde bu hayattan çıkan ruhların kapısı olarak çok önemliydi. Yengeç inişin, Oğlak ise yükselişin kapısıydı. Bu iki alan fânilerin yeryüzünden gökyüzüne, gökyüzünden yeryüzüne geçiş yerleriydi.”

Roma’da Aziz Petrus’a ait olduğu söylenen koltuğun, pagan gizem okullarından birinde kullanıldığına inanılır, muhtemelen bu okul Mitra kültüne aitti ve Hıristiyanlığın ateşli taraftarlarının bir dehlizde bulduğu bir şeydi. Anacalypsis adlı eserinde Godfrey Higgins, 1662 yılında bu koltuk temizlenirken üzerinde Herkül’ün On İki İşi’nin temsilinin bulunduğunu, daha sonra da Fransızların aynı sandalye üzerinde kelime-i şahadetin Arapçasını bulduğunu belirtir. Tıpkı birçok kadim felsefe okulunda olduğu gibi Mitra kültüne inisiye olma, anlaşıldığı kadarıyla üç aşamalıydı. Bu derecelere hazırlanmak için arınma, akli melekelerin güçlendirilmesi ve hayvani doğanın kontrolü şart koşuluyordu. İlk derecede adaya bir kılıcın ucunda bir taç sunuluyor ve ona Mitra gizemlerinin gizli gücü öğretiliyordu. Muhtemelen ona altın tacın kendi ruhani doğasını temsil ettiği ve Mitra’ya tam anlamıyla şükredebilmesi için bu tacın dış dünyada ortaya çıkarılması gerektiği öğretiliyordu. Çünkü Mitra, onun ruhu olan Hürmüz ile hayvani doğası olan Ahriman arasında bir aracı görevini görüyordu. İkinci derecede ona bir aklın ve saflığın zırhı veriliyor, yozluk, tutku ve şehvet hayvanlarıyla savaşması için yerin altına gönderiliyordu. Üçüncü derecede ona bir takke veriliyordu. Bu takkenin üzerinde Zodyak burçları ve diğer astronomik işaretler işlenmiş veya çizilmiş oluyordu. Bu inisiyasyonların ardından o ölmüş ve dirilmiş kişi olarak selamlanıyor ve Persli mistiklerin öğretilerini öğrenmeye başlayarak tarikatın tam üyesi oluyordu. Mitra inisiyasyonlarını başarılı bir şekilde geçen adaylara Aslanlar deniyordu ve alınlarına Mısır haçı çiziliyordu. Mitra birçok yerde bir aslan başı ve iki kanatla tasvir edilmiştir.

Bir ritüel boyunca Mitra’nın Güneş Tanrısı olarak doğuşu, insanlık için kendini kurban edişi, insan sonsuz hayata kavuşsun diye ölümü ve nihayet, dirilişi ve Hürmüz’ün tahtı önünde bulunduğu şefaatle tüm insanlığı kurtarması canlandırılır. (Bakınız Heckethorn) Mitra kültü Zerdüştçülüğün ulaşmış olduğu felsefi yüksekliklere çıkamasa da, onun Batı dünyası üzerindeki etkisi derindi. Bir dönem neredeyse bütün Avrupa onun öğretilerini kabul etmişti. Roma diğer uluslarla olan ilişkisinde kendi dini ilkelerini onlara aşılamıştı, daha sonraki birçok dini kuruluş Mitra kültüne özgü nitelikler sergilemiştir. Usta Mason derecesinde “Aslan” ve “Aslan pençesine” yapılan gönderme bu kültten geliyor olabilir. Mitra inisiyasyonunda yedi basamaklı bir merdiven vardır. Faber bu merdivenin esasen yedi katlı bir piramit olduğu görüşündedir. Masonluğun yedi basamaklı merdiveninin, bu Mitra sembolünden kaynaklanmış olması mümkündür. Mitra tarikatına kadınların girmesini izin verilmezdi, fakat erkek çocuklar ergenlikten çok önce alınırdı. Kadınların masonluğa katılmasına izin verilmemesi Mitra kültlerinde verilen gizli öğretilere dayanıyor olabilir. Bu kült, efsaneleri daha ziyade güneş ile onun gökyüzü evlerindeki yolculuğunun sembolik temsilleri olan gizli cemiyetlere çok güzel bir örnektir. Mitra’nın bir taştan doğması Güneş’in bahar ekinoksunda ufuktan doğmasından başka bir şey değildir.

John O’Neill, Mitra öğretilerinin bir güneş tanrısını işaret ettiğini tartışmaya açar. In The Night of the Gods (Tanrıların Gecesi) adlı eserinde şunları yazar: “Avestadaki ışık tanrısı Mitra’nın, yükseklerden bakan, bilgide eksiksiz (perethuvaedayana), güçlü, uykusuz ve hep uyanık 10,000 gözü vardır. En büyük tanrı Ahura Mazda’nın da bir gözü vardır, başka yerlerde de onun ‘gözleri olan güneş, ay ve yıldızlarla’ her şeyi gördüğü söylenir.” Mitra unvanının esasen –güneşe ait olmayıp– mutlak gökyüzü tanrısı olduğu teorisi, olgularla çok iyi uyuşmaktadır. Buradan görülecektir ki nunquam dormio [asla uyuklamayan] mason gözün kökenine dair hayli kanıt vardır. Okuyucu, Persli Mitra ile Vedic Mitra’yı birbirine karıştırmamalıdır. Alexander Wilder’a göre, “Mitra ritüelleri Baküs Gizemleri’nin yerine geçmiş, Asya, Mısır ve hatta uzak Batı’da asırlarca egemen olan Gnostik sistemin temeli olmuştur.”

 Masonluğun temel birimi aslında bizzat masonlardır. Locadan önce gelir. Zira düşünce iklimi ya da ülkelerin ortamları elvermediği durumlarda localar, büyük localar ya da kurumsal olarak masonluk uykuya dalabilir veya daha öteye geçebilir. O durumda bir locayı tekrar bir araya gelip masonlar oluşturacaktır zamanı geldiğinde. O bakımdan örgütlenmenin birincil yapı taşı bizatihi masonlardır.

Masonlar bir araya gelerek locayı kurar. Eski adıyla mahfil kelimesini duyarsak şaşırmamalı. Ancak masonluktaki tek birim Loca değildir. Atölye, şapitr, yüksek loca, kolej, kurul, konsey gibi birimlerde vardır.
Ancak bence temel ayırım ve tanımlama gerektiren nokta şurasıdır.
Localar federatif bir nitelikle örgütlenerek sonra her biri bu federatif yapının tüzüğüne uyarsa buna ‘obediyans’ denir. Dünyadaki en yaygın obediyans türü ‘Büyük Loca’ dır. Büyük Mahfil şeklinde de duyulabilir.

Ancak locaların bir araya gelişi ve örgütlenmesi federatif değil otokratik nitelikte ise, bu durumda bir üst egemen yönetici organ var demektir. Bu durumda ise obediyans değil ‘Juridiksiyon’ (Jurisdiction) terimi kullanılır.
Mason’u en temel taş olarak aldık ama kurumsal birim olarak locayı düşünürsek adı ‘Locus loga’ latince teriminde gelmektedir. Ve en temel birim bile Dünya ya da Evren olarak isimlendirilebilir. Her bir loca bağımsız birimdir. Yani özerktir. Türkiyedeki uygulama gereği ‘Mavi Loca’ olarakta duyabiliriz. Bununla ‘Çırak’ (Entered Apprentice) ‘Kalfa’ (Fellowcraft) ve ‘Usta’ (Master ) olmak üzere ilk 3 derece tarif edilmektedir.

Bir Locanın kurucuları arasında Çırak ve Kalfa Mason da bulunabilir ama pratikte en az yedi ideal olarak 10 usta masonun bulunması beklenir. Başlangıç üye sayısının ise minimum 21 olması bazı tüzüklerde belirtilmiştir. Bir loca 25 kardeştende oluşabilir 125 kardeştende ancak beklenen 80 sayısını aşan locanın bir doğuma hazırlanmasıdır. Bağımsız çalışma yapacak bir locanın evrensel kurallara uyması yeterlidir ama bir obediyansa bağlanacak ise locanın kurucuları ortaklaşa imzalı bir bildirge ile bağlanacakları obediyansın yetkililerine başvururlar. Başvuru uygun bulunursa kuruluş töreni ve peşinden kuruluş belgesi (Patent/Berat) verilerek locanın kuruluşu yapılır.
Localar genellikle kendilerine Kardeşlik, Sevgi, Güneş gibi isimler seçerler. Her birinin ayrı isimleri vardır. Obediyansa bağlı ise kuruluş sırasına bağlı olarak birde numaraları vardır.

Locanın tam yetkili yöneticisi saygıdeğer üstad (üstad-ı muhterem) iki yardımcısı 1. Nazır ve 2. Nazırdır. Bunlara 3 ler denilir. Locanın yazı işlerini Sekreter, geleneklere uygun yürütüldüğünün takibini Yasalar Sözcüsü ya da hatip görevlileri üstlenir. Bu kişilerle birlikte beşler olarak anılırlar.
Hazine üstadı/Emini ve Yardım Üstadı /Hasenat Emini ile birlikte görevli sayısı 7 olur.
‘Bir locayı üçler yönetir, beşler aydınlatır, yediler bütünler’ denilir.

Bunların dışında Soruşturucu (muhakkik),Tören üstadı, Gözcü, Müzik Yönetmeni, Şölen/Sofra görevlisi de locadaki görevlilerdendir. Bazı obediyanslarda Sancaktar ve Kutsal Kitap Emini de mevcuttur

“15 Ağustos 1871, Washington DC

İlluminati‘nin amacına ulaşması için öncelikle bir dünya savaşı çıkarmalıyız.

Bu sebeple Rusya‘da Çarlığı zayıflatıp, ateizmi ve komünizmi hakim kılmalıyız.

Ajanlarımız vasıtasıyla Britanya İmparatorluğu (İngiltere) ve Alman İmparatorluğu (Almanya) arasında gerginliği körükleyerek savaşa zemin hazırlamalıyız.

Ve 1.Dünya Savaşı sonrası, komünist düzeni iyice inşa etmeliyiz ki, tüm hükûmetleri yıkabilelim ve tüm dini düzenleri zayıflatabilelim.

Ardından İkinci Dünya Savaşı‘nı çıkarmalıyız ve bunu gerçekleştirmemiz için;

faşistler ve siyonistler arasında savaşla sonuçlanacak bir gerginlik oluşturmalıyız.

İsimleri Nazi olacak olan faşistleri, savaş sonunda yok etmeli ve savaş sonrası Filistin‘de israil devletini kurmalıyız.

İkinci dünya savaşı sürecinde uluslararası komünizm mutlaka hristiyanlığı dengeleyecek bir güce ulaştırılmalı.

Toplumlara ölçülü bir şekilde “Son Çöküş”ü yaşatacağımız zamana kadar bu denge bizim için gereklidir.

Üçüncü Dünya Savaşı‘nı çıkarmamız için;

İslam Aleminin liderleri ve siyonistler arasında ajanlarımız vasıtasıyla, ayrı düştükleri konular üzerinden gerginlik çıkarmalıyız.

Ve bu savaş, Müslüman Arap Dünyası ve israil devletinin birbirlerini yok edecekleri şekilde dizayn edilmeli.

Ve bu hengâme içinde diğer milletleri bu konuda, fiziksel, ahlaki, ruhsal ve ekonomik olarak çökmeleri için mücadeleye zorlamalıyız.

Nihilistlerin ve ateistlerin önlerini açmalıyız ve müthiş bir sosyal çöküş provoke etmeliyiz ki böylece bu kanlı kargaşa ve vahşetin doğurduğu korku içinde mutlak ateizm etkisi ortaya çıksın.

Ve insanlar her yerde vahşi devrimci azınlığa karşı kendilerini savunmak zorunda kalacak.

Daha sonra insanlık medeniyeti, bu vahşi yok edicileri imha edecek.

Ve birçok kişi hristiyanlıkta hayal kırıklığı yaşayacak.

Ve kimileri hayatta herhangi bir pusulası veya istikameti olmaksızın deizmi seçecek.

Ama bir düşünceden ötürü endişe duyacaklar.

Bu endişelerinin sebebi; nereye itaat edecekleri, neye yönelecekleri konusu.

Ve sonunda evrensel bildiriler, evrensel kurallar, evrensel mesajlar yoluyla Lucifer‘ın Saf Doktrininin ışığını almaya başlayacaklar.

Ve bu doktrin, sonunda tüm insanlık içinde genel dünya görüşü haline gelecek ve ona teslimiyet içinde olacaklar.

Hristiyanlık ve ateizmin fethedilmesi ve aynı zamanda yok edilmesinden sonra ortaya çıkacak olan bu genel dünya görüşü, dünya genelinde Muhafazakar hareketlere de sebep olacaktır

7 Agustos 1774’te Virginia da dunyaya gelen William Morgan (Bazi kaynaklar bu tarihi 1775 veya 1776 olarak da verir) neredeyse Kuzey Amerika’da Masonlugun sonu olmustur. Morgan, hayatinin buyuk cogunlugunu Lexington, KY, Richmond, VA, ve Kuzey Kanada da gecirdikten sonra 1823 yilinda Rochester,NY’a oradan sonra ise 1826 yilinda Batavia’ya tasinmistir.

Bazi Masonik kaynaklar Batavia’ya tasinmadan once gayri-muntazam bir Loca’ya girdigini ve yerel “clendestine” Localarda aktif gorev aldigini soyler ancak bunu destekleyen hicbir somut belge mevcut degildir. 31 Mayis 1825 yilinda LeRoy, NY’ta Royal Arch derecesini aldiktan sonra Batavia’yadaki yerel bir Muntazam Loca’ya basvuran Morgan reddedilmistir. Bu tutum karsisinda sinirlenip, yerel bir basim evi sahibi olan David C. Miller ile anlasip Masonlugun sirlarini aciklayan ve kendisi tarafindan yazilacak olan bir kitabi basmaya Miller’i ikna etmistir. Kitabin orjinal adi “Illustrations of Freemasonry by one of the Fraternity Who Had Devoted Thirty Years to the Subject” (konuya 30 yilini vermis olan birinden Hurmasonlugun ilustrasyonlari) olarak belirlenmis olsa da hicbir zaman basimi gerceklesmemistir. Morgan olayi da bu yuzden patlak vermistir zaten…

Borclari yuzunden birkac kez hapse giren Morgan’a bu tarihten sonra tam olarak ne oldugu bilinmemektir. Bir kisim anti-Masonik kaynak, Morgan’in Masonik sirlari aciklamasini engellemek icin Masonlar tarafindan olduruldugunu ileri surmektedir. Masonik kaynaklardan bazilari ise, Morgan’a $500 civarinda bir para verilerek fikrinden caydirildigi ve Kanada’ya surgune gonderildigi savunulmaktadir.

Asil akillari bulandiran ise 7 Ekim 1827 tarihinde Fort Niagara’nin 40 mil uzaginda sahile vuran kimligi belirsiz cesettir. Bu cesedin Morgan’a ait oldugu spekulasyonlari Amerikayi uzun sure calkalamis olsa da, cesedin taninmayacak halde olmasindan oturu tam olarak kime ait oldugu belirlenememistir. Bu olay Kuzey Amerika’daki Masonlugu cok ciddi anlamda etkilemistir. Morgan’dan once New York’ta 500 Loca varken 1834’e gelindiginde bu sayi 49’a kadar gerilemistir.

Gunumuzde Morgan olayinin ustundeki sir perdesi hala aydinlabilmis degildir.

Kisaca “Morgan Olayi”ni ozetlemeye calistim. Eger ilgili okuyucular daha derin bilgi edinmek isterlerse Albert Pike’in Mackey’s History baslikli Ansiklopedisinin 6. cildinin 60. bolumunu okumalarini tavsiye ederim.

Referanslar:

[1]. William R. Denslow, 10000 Famous Freemasons, Richman, VA, 1958.

[2]. Mackey, Albert G., “The History of Freemasonry” Vol. VI., The Masonic History Company, New York and London, ch. 60.

DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ.

Ezoterik İnisiyasyon Nedir?
Ezoterizm Nedir?
Ezoterizm Nasıl Doğdu
Ezoterik İnisiyasyon (Erginlenme, Tekris);”dışarıdaki”, “yabancı”, “harici”, “bigâne” kişinin “içeri” alınması, “mahrem” kılınması, ezoterik topluluğun “üyesi” durumuna getirilmesi, ezoterik bilginin ışığına kavuşmasıdır.
Ezoterik İnisiyasyon; bireyde, varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişi ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir. Burada amaç, bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama “doğmak” üzere “öldüğü” duygusunu aşılamaktır. Bu nedenle, kimi ezoterik örgütlerde inisiyasyona, İkinci Doğuş da denilmektedir.

İnisiyasyon yoluyla, kişi daha “yetkin” bir tinsel duruma girmekte, “üstün” bir evrene ulaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, inisiyasyon, en derin anlamıyla, bir çeşit “tanrılaştırma’ dır. Temel işlevi, kişinin, dış yaşamındaki her türlü koşullu durumunun ötesine geçmesidir. Böylesi bir “tanrılaştırma” eylemi, evrenin özündeki “büyük varlığın” bireyde belirmesi olgusunu varsayar. Bu varsayım temelini Panteist düşüncede bulmaktadır.

Evren ile Tanrı’yı bir ve aynı şey sayan öğretilerin ve inanç sistemlerinin genel adı Panteizm’dir. Kamutanrıcılık da denilen Panteizm’in temel ilkesine göre, evrende bulunan her şey tek bir Varlık’tan oluşmuştur. Gerçekte varolan bu tek Varlık’tır ve tüm nesne ve canlılar onun çeşitli görünümleridir. Eski gizemci ve ezoterik toplulukların çoğunda Panteist ilkeler benimsenmiştir. Felsefe olarak Stoacılık ve Neoplatonizm’de panteist anlayışlar vardır. Kabalacılık tümüyle panteisttir. Vahdet-i vücut anlayışı ile Tasavvuf ‘ta da panteist olgu benimsenmiştir.
Birey, inisiyasyon yoluyla, kendinde zaten varolan bir özü canlandırmaktadır. Bu bir “iç” gerçekleşmedir. Bu nedenle, ezoterik inisiyasyon uygulanan kişinin, belirli bir takım özellik ve eğilimlere baştan sahip olması gereklidir.
İnisiyasyon’nın Batı dillerindeki karşılığı olan “initiation” sözcüğü, Latincedeki “initium” sözcüğünden türemiştir. “Initié” ise aslında “yola koyulmuş, başlamış” demektir. Ezoterizm’de en önemli kavram “İnisiyasyon”dır.
Ezoterizm (Batıniyye, İçreklik), bilgilerin ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği çalışma ve öğreti sistemidir. Asıl gerçeklerin anlayabilecek yetenek ve bilgide olan kişilere aktarılabileceği görüşü ezoterik sistemin özüdür.[Alıntı]
Sistemin üç önemli özelliği vardır:
Öğretiyi alacak olanların özenle seçilmelerinden sonra, inisiyasyon yöntemi ile topluluğa kabul edilerek, yine aynı yöntemle ilerlemeleri.
Öğretilerin bir dereceler silsilesi içinde verilmesinin yanısıra hiyerarşik yapı gözeten bir örgütlenmenin bulunması.
Öğretilerin kapsamında simge, allegori ve özdeyişlerin kullanılması.
Ezoterik yaklaşımın özü; bireyin kendi kendini aydınlatamaması olgusuna bağlıdır. Genelde, ezoterik öğreti uygulamasına karşın; bazen, Mistisizm (Tasavvuf, Gizemcilik) kavramı ile ezoterizm kavramı bu noktada ayrılırlar. Mistik kişi (mutasavvıf, gizemci) çoğu zaman elini eteğini dünyadan çekmiş bir “münzevi”dir, düzen ve denetim dışıdır, hatta disiplinsizdir. Gerçeğe bir anda “sezgi” yoluyla varabilir. Oysa, ezoterizm’de, kişi ancak “inisiyasyon”a dayalı (initiatique) bir örgüt tarafından ışığa kavuşturulabilir. Ezoterik örgüt kişiye, öncelikle ruhsal bir etki aşılar, sonra bu etkinin üzerine bir “öğreti” kurmaya çalışır; bunu yaparken de belirli bir hiyerarşik yapıyı ve disiplini izler. Mistisizm’in bazen salt bireysel düzeyde kalabilmesine karşın, ezoterizm daima örgütsel bir yapıdadır.

Mistisizm (Tasavvuf, Gizemcilik), duygu ve sezgiye dayalı bir inanç yolu olarak, us ile deney alanı dışında, duygu ve sezgilerle gerçeğe ulaşma anlayışıdır. Tanrıbilimsel açıdan, kişinin kendi içine kapanarak, Tanrı’yı kendinde araması biçiminde de tanımlanır. Mistisizmin son aşaması, Tanrı’nın varlığında eriyerek, kişiliğin yokedilmesidir.

İnisiye olan kişi üzerinde oluşturulan ruhsal etki, esas olarak, İnisiyasyon töreninin “haricilere aktarılamaz” olan temel niteliğidir. Aristoteles, Eleusis Gizemleri’nden söz ederken, “öğrenmek yerine hissetmek” diyordu. İnisiyasyon sırasında da, aktarılan bir öğreti yoktur, yaşanan yoğun duygular vardır. Ama, bu duygular, ilerde öğretinin serpileceği uygun toprağı yaratmaktadır.
Öyleyse “inisiyasyon”nın gizemi, “dile getirilemez, sözcüklerle anlatılamaz” bir gizemdir; ancak ritüeller aracılığı ile yaşanır, çilesi çekilir, hissedilir. Gerçekten, tüm ritüelleri en ufak ayrıntısına kadar hariciler tarafından bilinse bile, ezoterik örgütlerin gizemleri tam olarak çözülemez ve çözülemeyecektir. Zira bu gizemler ancak kişisel olarak yaşandığı zaman duyumsanabilir. Tüm ezoterik örgütlerde bulunan ve üstünkörü incelendiğinde anlamsız görünen ritüellerin, aslında, ister korkutucu, ister yadırgatıcı olsun, inisiye olan kişiler üzerinde bir tür psikanalitik tedavi etkisini andıran tinsel yankılanmaları vardır.

Bu durumda, inisiyasyon yoluyla, birey kendi kendini “gerçekleştirmekte”, yetkinleşme sürecine ilk adımı atmakta, kendi özünde saklı olanları kuramsaldan eylemsele yöneltmektedir. Üstelik bu durum bir kez kazanılınca, bir daha yitirilmeyen bir niteliktir. İnisiyasyon olgusu artık sürekli bir “durum”dur. İnisiye olmak bir daha geri alınamaz bir özelliktir.
Sonuç olarak; ezoterik inisiyasyon:
Kişinin önceden belirlenen eğilimleri ve özellikleri üzerine yapılandırılan,
Belirli bir ruhsal etki yaratarak, kişinin bilinçaltına yönelen,
Bireyin kendisinin tamamlaması gereken bir “saklı özün gerçekleştirilmesi” çabasından oluşan üçlü bir süreçtir.


İnisiyasyon Törenlerinin Nitelik ve Amaçları

Ezoterik örgütlerde, İnisiyasyon Törenleri, bireyin benliğini etkilemeyi amaçlayan, ve hem fizik, hem de tinsel birer “sınav” niteliği taşıyan deneyimlerdir. Aslında, inisiyasyon, ezoterik örgüt üyelerinin, haricilere açmamak konusunda yemin ettikleri bir “gizem” dir.
Törenin, katılanların kişiliğine bağlı olmayan, kendiliğinden bir etkenliği vardır. Bu etkenlik törenin kendi özünden kaynaklanmakta olup, töreni yöneten ve düzenleyenlerin, ayrıca diğer katılıcıların kişiliğinden bağımsızdır. Töreni yöneten önemli değildir, önemli olan törenin işlevidir. Buradaki yaklaşım, dinsel yaklaşımla paraleldir; örneğin, namazın değerinin, imamın kişiliğinden bağımsız olması gibi.
Diğer taraftan, etkin sonuçlara ulaşabilmek için, törenin ritüeline, en ufak ayrıntısına kadar uyulması gerekmektedir. Ancak, yine de, eğilimleri açısından yatkın olmayan kişilere uygulanan inisiyasyon’nun etkisiz kalması olasıdır. Bu noktada, dinsel yaklaşımdan ayrılınır; örneğin, hristiyanlarda, vaftiz töreni, eğilimine bakılmaksızın herkese uygulanır. Gizemci aradığı ışığa, bilgiye bir anda sezgiyle ulaşabilir. Buna karşılık, inisiye olmuş kişi, bilgiyi ancak, zamanla ve bir takım aşamalardan sırasıyla geçerek elde eder. Bu nedenle, inisiyasyon yolu, uzun, çileli, aktif katılım gerektiren bir yoldur. Bunun sonucu olarak, inisiyasyonu temel alan tüm ezoterik örgütlerde, hiyerarşik bir yapı oluşmuştur. İnisiyasyonun çeşitli aşamaları, üyelerin ulaştığı varsayılan çeşitli yetkinlik düzeyleri, bir takım “derece” lerle, “rütbe” lerle belirlenmiştir.
Hiyerarşinin gereği olarak, her ezoterik örgütlenmede, üyelerin seçilmesine, törelerin gözetilmesine, geleneklerin sürdürülmesine egemen olan, çoğunlukla oldukça karmaşık ve ayrıntılı bir organizasyon bulunur. Aynı şekilde, ritüellerin izlenmesinde de, yine hiyerarşik yapının gereği olarak, disipline sıkı sıkıya uyulur.

Ezoterik Düşüncenin Özü: İnisiyasyon
Ezoterizm (esotérisme) sözcüğü, eski Yunancada “içeri almak” anlamına gelen “eisotheo” sözcüğünden türetilmiştir. Bu terimin anlamı çok açıktır: içeri almak demek, bir kapı açmak, dışardaki insanlara içeri girme fırsatını vermek demektir. Simgesel olarak bu, saklı bir gerçeği, gizli bir anlamı açıklamaktır. Bütün bunlar, ezoterizm sözcüğünün, bir “kapalı” öğreti ifade ettiğini ortaya koyar. Dışarıdan ve kalabalıktan soyutlanmış bir topluluğa, belirli bilgilerin aktarılması söz konusudur.

Bu durumda, ezoterik düşünce temelinde, bu kapsama giren tüm örgütlerin ortak noktalarını yakalamak olasıdır.

A)İnisiyasyon kendi kendine bilgiye ulaşmak değildir. İnisiyasyonu oluşturan çeşitli “gizler” belirli bir öğretinin dogmatik açıklamaları olmaktan çok, inisiye olan kişide bir diriliş, bir yeniden doğuşla taçlanan bir ölüm duygusu yaratmaya yönelik törenler, ritüeller ve teknikler dizisinden oluşmuştur.
Tüm uygulanan tören, ritüel, ayin, allegorik öykü ve efsanelerin simgesel özü, birbirine oldukça benzeyen bir ana tema etrafında şekillenir: tüm ezoterik örgütlerde, inisiyasyon süreci, “karanlıklar” (ölüm) içine yapılan bir girişle başlar. Bu aşama boyunca, inisiyasyonya aday kişi, kendisinde öldüğü duygusunu yaratmayı hedefleyen, bir takım korkutucu olaylar ve mekânlar içine sokulur, çeşitli “sınav” lara tutulur. Bu aşama, bir tür “cehenneme iniş” tir (Orpheus, Isis, Persephone, Tammuz gibi).
İniş ya da ölüm aşamasını izleyen aşama, genellikle tüm ezoterik inisiyasyon törenlerinde, belirli duygulanımlarla yüklü olmasına özen gösterilen, yine de bir takım simgesel sınavların uygulandığı, bir çıkış, yükseliş aşamasıdır. Bu noktada, genellikle, dar bir geçitten geçişle simgelenen, tipik bir doğum olgusu da yer alır. İnisiye olan kişinin gözleri daima bağlıdır, ve bu da, henüz karanlıktan kurtulamadığını vurgulamaktadır. Son aşamayı, göz bağlarının çözümü ve ani bir ışıklandırmayla (Aydınlanma, Nurlanma) ile başlayan, çeşitli güzellikte sahnelerle süslü, neredeyse kendinden geçişi andıran, bir doruklanma oluşturur.
Alabildiğince çeşitlendirilmiş, ama hemen tüm ezoterik örgütlerde birbirini andıran, simgelerle canlandırılan ve inisiyasyon töreninin iskeletini oluşturan, bu “iniş-yükseliş” ya da “ölüm-doğum” temasının aktarmak istediği öz nedir?
İnisiyasyon süreci, bir yandan, “evrendoğum” (kozmogoni) sürecinin aşamalarını, Kaos’ un Işık tarafından düzenlenmesini simgesel olarak canlandırmakta, temsil etmektedir; diğer yandan, kişinin, Adem’in İlk Günahıyla yitirilen ayrıcalıklara fiktif bir şekilde yeniden kavuşması, Eksiksiz Bilgi’ye ermek için gerekli mistik koşulların içine yeniden doğmasıdır.
Evrendoğum (Kozmogoni), evrenin oluşumu, yaradılışı ile ilgili ilksel ve inançsal tasarımlardır. Genel olarak evrenin yoktan, hiçlikten, kaostan varedildiği inancı, yani Yaradılış kavramı evrendoğumu ifade eder.
Adem’in İlk Günahı, Tevrat’ın Tekvin bölümündeki Cennet’ten elma çalma öyküsüdür. İnsan soyunun bu nedenle her zaman günahkar olarak yaşayacağı dogmasının temellendiği ve Aziz Paul ve Aziz Augustinus tarafından oluşturulan bu dogma, İsa’nın bu yüzden cisimleşerek, günahkar insan soyunu bağışlatmak için kendini feda ettiğini ileri sürer. Bu ilk günah insan soyunun mutsuzluğunun nedeni sayılır.


Özetle, inisiyasyon;


Bir arınma’ dır. İnsan böylece, eksiksiz, yetkin bir varlık olabilmek için, dış yaşamdan getirdiği tutku ve yanlışlarından sıyrılır.
Bir nurlanma’ dır. İnsan böylece, yitirilmiş bilgi’ye erme, “Yitik Kelâm”ı yeniden bulma umuduna kavuşur.
Bir bütünlenme’ dir. İnsan böylece, Günah’tan önceki ayrıcalıklı durumuna yeniden doğar ve evrenin özündeki “Büyük Varlık” la birleşir.
Yitik Kelâm, Yitirilmiş Bilgelik, insanoğlu’nun yaradılış sırasında sahip bulunduğu, ama sonradan yitirdiği, sonsuz özgürlük ve mutluluk veren eksiksiz bilgiyi simgeler. Tanrı bu bilgiyi insanlara vermiş, ancak haketmediklerini görünce geri almıştır. Bu “bilgi”ye yeniden ulaşabilmek için, haketmek yani çileli bir çaba göstermek şarttır. Bu nedenle, gelişigüzel her insan bu bilgiye ulaşamaz, sadece seçkin kişiler, belirli sınav ve aşamalardan geçerek bilgiyi elde edebilirler.
B) Ta başlangıçtan beri, insanoğlu, nereden gelip nereye gittiğini, varoluşunun amacını, ölümden sonraki yazgısını öğrenmek arzusuyla yanmış; buna koşut olarak da, bütün çağlar boyunca, bir takım ezoterik örgütler, evreni yöneten yasaları kavramış olduklarını, temel soruları çözen “Dile Getirilmez Giz” e ulaştıklarını ileri sürmüşlerdir. “Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?”. İnsanoğlu, sınırsız kudrete ve Tanrıya ulaşmaya duyduğu susuzlukla, hep bu üç soruyu soragelmiştir kendine. Bu kesin ve eksiksiz bilgiye açlıktır. İster dini, ister felsefi, ister mistik ya da isterse Gizlici (Occult) olsun, tüm ezoterik örgütleri besleyen ana kaynak bu açlıktır.


Kaynak:http://www.hermetics.org

“Töre” kavramını genel olarak şöyle bir gözden geçirdikten sonra, şimdi bu kavramın Masonlukta nasıl yer tuttuğunu ve nasıl değerlendirildiğini görelim.

Genelde toplumlar özelde topluluklar gibi Masonluğun da kendine özgü bir töresi vardır. Buna “masonik töre” de denilebilir. Bu töre, kişilerin/masonların tutum ve davranışları bakımından Masonluğun ne olduğunu ve ne olmadığını, ne olması ve nasıl olması gerektiğini ortaya koyar.

Bu bir yasa değildir. Bu bakımdan yazılı değildir. Ancak birtakım masonlar, yapıtlarında, törenin özelliklerini ortaya koymuştur. Böyle olunca, bu törenin göreli olduğunu söyleyebiliriz; çünkü anlatılan töre o mason yazara göredir. Bir başkasının yazdığı onunkiyle tam olarak örtüşmez. Kaldı ki, bir de bu törenin bir mason kuruluşundan diğerine de farklılık gösterdiğini göz önüne alacak olursak, o zaman Masonluğun “evrensellik” iddiasına karşın aslında denildiği gibi evrensel nitelikli bir töresinin bulunmadığını da söyleyebiliriz.

Benim bu deyişim yanılgılı mı acaba? Bunun yargısını ben değil, okuyanlar vermeli. Onun için de Masonluktaki töre anlayışını masonların yaklaşımıyla anlatmaya devam etmeli. Ancak çok ayrıntıya da girmemeli; kavramlar ölçüsünde kalmalı ki anlatım biraz daha genel geçerli olsun.

Aslında Masonluğun töresi bir evrensel insanlık töresinden pek farklı değildir. İyiliğin kötülüğe, doğruluğun yanlışlığa, güzelliğin çirkinliğe üstün gelebilmesi için yapılacak çalışmalarda, bireyin benimseyerek takınması gereken tutum ve davranışların tümünü içerir.

Buna karşın Masonluğun töresi, herhangi belli bir toplumun genel töresi ile yer yer çelişkiler gösterebilir. Zaten bazı toplumlarda Masonluğun yadırganışının nedenlerinden biri de budur. Bu çelişki, Masonlukta kişilere bilimsel yöntemden yararlanmalarının, akıllarını kullanarak düşünmeye alışmalarının, buyrultularını başkasına teslim etmemelerinin, baskı altında ezilmeyip özgürlüklerine sahip çıkmalarının, toplumlarında başkalarını da aynı yola yöneltmelerinin önerilmesinden ileri gelir.

Bunun özellikle sonuncusunu yani kendileriyle yetinmeyip toplumlarında başkalarına da yönelmeyi gerçekten yapıyorlarsa, o zaman Masonluğa bir ön yargı ile saldırılarda bulunanların masonları “anarşist” hatta “devrimci” olarak niteleyişlerinin göreli bir haklılığının bulunduğu söylenebilir.

Bununla birlikte, az önce değinmiş olduğum üzere dünyadaki tüm mason kuruluşlarınca benimsenmiş olan “ortak ve standart bir mason töresi” bulunduğu da söylenemez. Gerçi masonik töre birer erdem niteliğindeki ilkelerden oluşmaktadır ve bunları belirtmekte kullanılan kavramlar da her yerde hemen hemen aynıdır ama törenin tümü ilgili mason örgütünün benimsediği Masonluk anlayışı, ilkeleri ya da çalışmalarında uyguladığı sistemin özelliklerine (ritüellere) göre birtakım farklar sergiler.

Bu farklar, aslında kavramların yorumlanıp değerlendirilmesindedir. Üstelik bu kavramlar salt Masonluğa özgü değildir. Dinlerde, diğer inanç sistemlerinde, felsefelerde ve toplumsal törelerde hatta birçok öğretide yer aldığı görülebilir. Tıpkı özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramlarının salt Masonluğa özgü olmayışı hatta Masonluğa karşıt olanların bile bu kavramları Masonluktaki anlayışla kullandıkları gibi.

Bazı mason kuruluşlarına göre; mason töresi, kaynağını Masonluğun yüzyıllar boyunca süregelmiş olan sağlam ve değişmez geleneklerinden almaktadır.

Bazılarına göre bu töre dinsel inanç ve yükümlülüklerden kaynaklanır.

Bazılarına göre ise çeşitli dinlerden, düşünce ve felsefe sistemlerinden, sosyolojik değerlendirmelerden, gerek özel olarak toplumlar gerekse genel olarak tüm insanlığın geçmiş deneyimlerinden yararlanılıp esinlenilerek, bunların tümünün insancı (hümanist) açıdan yaşanılan çağın koşullarına uyarlanması ile oluşturulmuştur.

İşte bu çelişkili görüşler, günümüzde Masonluktaki izlenen bölünmüşlüğün göstergelerinden biri sayılabilir.

Kaldı ki bir de “yaşanılan çağın koşulları” söz konusu olunca, Masonluğun dünkü töresi ile bugünkü töresi arasında birtakım farkların bulunması söz konusudur.

İyilik, dinlerin de öncelikli ilkelerinden biridir. Ancak dinlerde insanın iyilik etmesinin karşılığına bir ödül konmuş, kötülük yapanların ise ceza göreceği bildirilmiştir. Böylece, iyilik bir zaman gelip de ödüllendirilme umudu ile yapılır olmuş, cezalandırılma korkusu da kötülükten sakınmayı sağlamıştır, sağladığı kadar.

Tarih boyunca, yasal yaptırımlarla da Tanrı ya da cehennem korkuları saçılarak da, “kurtuluş” ve “cennet” söz verişleriyle de insanların iyi kişiler olup, iyilikte bulunmaları sağlanamamıştır. Çünkü bu yoldan iyi olmak ve yapılacak iyilik, ancak o sözü edilen ödül umudu ya da ceza korkusu sürdükçe var olabilir. Şayet ödül umudu azalır, ceza korkusu da kalkarsa, iyi insan olmanın ve iyilik etmenin gerekçesi kalmaz. Hele bir de ne öyle bir ödülün ne de cezanın olduğu, bunların birtakım insanlarca uydurulmuş bulunduğuna ilişkin bir kuşku doğarsa, işte o zaman bir bakmışsınız ki “iyilik” sözcüğü sözlüklerden bile silinmiş.

Masonlukta ise “iyi insan” olmak ve başkalarına iyilik etmek, her şeyden önce kişinin kendisine karşı duyduğu saygının, sonra da insan ve insanlık sevgisinin ürünü olarak nitelenir. Herhangi bir çıkar gözetmeden, hiçbir karşılık beklemeden yapılan iyilik bir erdemdir.

Toplumda beğeni (takdir), övgü ya da saygı kazanmak, başkalarının ilgisini çekebilmek amacıyla yapılan iyilik, böylece “iyilikçi görünmek” de iyi kişi olup iyilik etmekten çok farklı olup, bir gösterişten başka bir şey değildir ki, bunun sonucunda sahiden de iyi bir iş bulunsa bile erdemden sayılamaz. Bunun için Masonlukta her türlü iyiliğin bildirilmeden ve anlatılmadan, karşılığında hiçbir şey beklemeden yapılması öngörülür.

Nitekim hani kimi zaman soruluyor: “Masonlar ne gibi iyi işler yaptı?” diye… Buna çoğunlukla doğru dürüst, doyurucu, ikna edici bir yanıt verilemiyor. İşte bu yüzden.

İyiliğin tek bir ödülü olabilir. O da bir insanın iyi kişi olup başkalarına da iyilik etmekle edindiği onur, bundan ötürü duyduğu mutluluktur.

Röportaj’da Masonluk daha kolay anlaşılıyor… Ama böyle dediklerine de bakmayınız…

Çölaşan: Efendim, sizin mason olduğunuzu duymuştum. Masonlar genelde kendilerini gizlerler. Gerçekten mason musunuz? Yoksa masonlukla hiç ilginiz yok mu?

Simavi: Eminciğim iyi ettin bu soruyu sormakla. Şekerim ben, 27 yaşında mason oldum. Türkiye’nin en genç masonuydum. 30 yaşında üstad, 31 yaşında İstanbul Büyük Locası Başkanı oldum ve 33 yaşıma kadar başkanlık yaptım. Sonra bir gün bizim bağlı olduğumuz İskoçya Büyük Locası’nın en büyük üstadı buraya geldi… Üst makama masonlukta obediyans denir. Bağlılığı, bağımlılığı ifade eden fransızca bir kelimedir bu. Bizim o en büyük üstat bir İngiliz… Meğerse benden de gençmiş! Adamla karşılaşınca bir tuhaf oldum. Ama ben masonlukta çok çalıştım çok şeyler öğrendim. Müthiş sabırlı bir insan oluşumun sebebi , tamamen mason oluşumdandır. Masonlara ‘dinsiz’ derler… Her işin başında onların olduğunu söylerler. bunlar gülünç iddialardır. Masonluk her dine saygı gösterir. Nitekim ramazanlarda bizim biraderlerin neredeyse dörtte üçü oruçlu olduğu için locadaki toplantıların saatini öne alırdık. Konuşmaları da uzatmamaya bakardık. Maksat toplantımız erken bitsin ki biraderler de aşağı salondaki iftar sofrasına yetişebilsin. Geçmişe baktığımızda da masonlar arasında padişahlar vardır, şeyhülislamlar vardır… İlk mason olacağın vakit insanı oraya gözü kapalı getirirler. Bazıları zanneder ki masonluğun şartı Allah’a ve dine inanmamaktır. Kendisine bu konuda soru sorulur. Cevap, ‘Ben Allah’ tanımıyorum, dine inanmıyorum’ olursa bunlar hemen yine gözü kapalı olarak binadan çıkartılırlar. Bir daha da gelemezler. Allah’a inanmayan, dini tanımayan insan mason olamaz. Ama sadece kendi dinine değil, Allah’ın birliğine inanan, her dine saygı göstereceksin. Zaten müslümanlığın şartı da bu değil mi? Biz, her dine saygılıyızdır.

Çölaşan: Şimdi de devam ediyor mu masonluğunuz?

Simavi: Efendim masonluğum şöyle devam ediyor… ‘Uyumamak’ için aidatlarımı ödüyorum. Ödemediğim takdirde uykuya geçmiş olurum.

Çölaşan: Uykuya geçmek? Yani o zaman üyeliğiniz askıya mı alınıyor?

Simavi: Evet, askıya alınıyor. Masonlukta atılma diye bir şey yoktur. Ama beni masonluktan soğutan olaylardan biri, Demirel meselesi olmuştur. Süleyman Demirel masondu. Hem de üstadlığa kadar çıkmış bir masondu.

Çölaşan: Üstadlık nasıl oluyor?

Simavi: Girersin önce ‘Çırak’ olursun… Bir yıl sonra ‘refik’ olursun. Ondan bir yıl sonra ‘üstad’ olursun. Sonra da locanın ‘üstad-ı muhterem’i olursun. Ben üçüncü senede üstad-ı muhterem, dördüncü sende İstanbul Locası Başkanı oldum. O sırada diyelim ki 2 bin 200 kadar mason vardı. İşte bunlardan 1800’ünün başı ben oldum. Çok inandığım bir şeydi masonluk. Çok zevk alırdım, çok da çalışırdım. Orada çok şeyler öğrendim. İlk kopmam Demirel’in AP Genel Başkanı olacağı zaman, mason olmadığını belirten bir belge istemesiyle başladı… Bu mektup kendisine verildi.

Çölaşan: Peki niçin veriliyor?

Simavi: Masonlukta bir adet vardır. ‘Benim mason olmadığımı belirten bir belge verin’ diyen insana o belge verilir. O sırada Ankara’da ikinci büyük üstat ya da mason tabiriyle ‘kaymakam’ Necdet Egeran’dı. Egeran, mobil Şirketi’nin ileri gelenlerinden… Bu belgeyi Demirel’e verince bizim masonlar ikiye ayrıldı. Çünkü her yerde olduğu gibi orada da CHP ve AP taraftarları vardı. Ben de maalesef AP tarafında kaldım.

Çölaşan: Niçin?

Simavi: Çünkü sevdiğim arkadaşlarım vardı o tarafta. Kaldım ama soğudum. Devam etmemeye başladım. Yoksa Demirel resmen masondur. Buna benzer bir belge olayı benimö de başıma geldi. Ben kendi locamın üstadı muhteremi iken locamda bir üstad vardı, şimdi ismini hatırlayamayacağım bir musevi arkadaş. Bir rum kızıyla evlenmeye kalkmıştı. Kızın ailesi de ‘Biz masona kız vermeyiz’ diye diretiyordu. Geldi çocuk benden rica etti, bir mektup istedi. Ben de altına kendisine mason olmadığı yolunda belge yazdım. Altına da bastım imzayı! Sonra bunlar evlendiler. Bana da gelip mason nikahı kıydırttılar.

Çölaşan: Az önce, bizde adettir, isteyene veririrz dediniz. Nitekim de vermişsiniz. O halde Demirel’e verilen belgeye niçin kızdınız?

Simavi: Ama şekerim birinin sebebi evlenmek için, öbürünün sebebi bütün Türkiye’ye kendisini mason değilmiş gibi tanıtmak için. Arada büyük fark var.

Çölaşan: Erol bey, siz burada mason olduğunuzu açıkça itiraf ettiniz. bundan sonra belge isteseniz de vermezler size.

Simavi: Allah korusun, ben politikaya atılacak olsam belge alabilirdim. Ama yoo alamazdım. Çünkü ben, İstanbul Vilayeti’nde tescilli, kayıtlı bir masonum. Böyle bir belge zaten alamazdım.

Çölaşan: Niçin alamazdınız?

Simavi: Maalesef mason kardeşlerimizin bazı korkak tarafları vardır. Mesela ben İstanbul Locası Başkanlığına seçimi kazanarak gelmiştim. Bir de altı yedi kişilik yönetim kurulum vardı. Mason Cemiyeti, Cemiyetler Kanunu’na tabidir adı da Türkiye Yükseltme Cemiyeti’dir. Doğal olarak vilayet makamına yöneticilerin isimleri bildirilir. Benden önce herkes korkarmış, ismini bildirmek istemezmiş. Onun için he zaman iki yönetim kurulu seçilirmiş. Birincisi, isimleri vilayetten gizli tutulan gerçek yönetim kurulu, öteki vilayete ismi bildirilen göstermelik yönetim kurulu. Bildirilen isimlerin hepsi 70 – 80 yaşlarında, hiç ilgisi olmayan kişiler olurdu. Onlar kendilerini feda edip isimlerini verirlermiş.

Çölaşan: Diğerleri, açığa çıkmamak için vermiyorlar öyle mi?

Simavi: Evet… Yahu ben buraya seçimle gelmişim. Ne demek gizlenmek? Başvuruda bulunacağımız zaman kalktım ‘ben şakır şakır ismimi veririm ayıp bir iş yapmıyoruz ki’ dedim… Etrafıma baktım ‘aranızda vermek istemeyen var mı?’ diye sordum. Biri çıktı gayet iyi mevkideydi. Sonra bakan falan da oldu. Şöyle durdu: ‘Çok ayıp olur’ dedi, bastı imzayı. Böylece biz vilayette tescilli mason olduk. Artık belge alsam da işe yaramaz!

[Alıntı]: Dünya’da ve Türkiye’de Masonluk ve Masonlar / İlhami Soysal / 6.Basım / Sayfa: XXVII – XXX

V.Muradın Nasıl mason olduğunu ve yaşanan olayı anlatacağım…

Sultan V. Murad iyi eğitim almış, Batıyla ünsiyet kesbetmiş bir şehzadeydi. Sultan Abdülmecid‘in büyük oğlu olması hasebiyle tahtın en büyük varisçisiydi. Hatta bu yüzden pek çok evlilik yapmış kırktan fazla çocuğu olmuş olan babası Sultan Abdülmecid daha 38 yaşında hastalıkla pençeleşip acılar içerisinde kıvranırken, onun yerine geçme hayalleri kurmuştu. Bu nedenle babasının kendisini değil de amcası Sultan Aziz‘i tahta varis yapmasına pek öfkelenip, sindiremediği pek çok kaynakta doğrulanmaktadır. Yine bu doğrultuda Abdülhamid‘in hatıratında babaları hasta iken ona çok kızıp, hastalığı sırasında hiç ziyaret etmediği, onun davetlerine aldırmadığı anlatılır. Amcası Sultan Abdülaziz‘in on beş yıllık saltanatı sırasında kendisini tahta hazırladığı, tahta geçmek için bazı girişimlerde bulunduğu yine kaynaklarda belirtilir.

Fakat gelin görün ki, Şehzade Murad‘da, Ispartalı Eşekçibaşı Ahmed‘in oğlu olan Hüseyin Avni Paşa ve avanesi diğer paşaların amcası Sultan Aziz‘i korkunç bir şekilde katlettikleri haberi akıl hastalığına varan ciddi korkular uyandırır. Tahta geçse de kendinde değildir. Nitekim taht süresi de 93 günle sınırlı kalır. Tahtan indirilip yerine Sultan II. Abdülhamid, Padişah olur. Sultan V. Murad‘da ömrünün sonuna kadar Çırağan Sarayı‘nda hapis hayatı yaşar ve orada vefat eder.

Sultan Murad‘ın kötü bir hususiyeti de Mason locasına üye olmasıdır. Bu nedenle Sultan II. Abdülhamid‘in tahtan indirilmesi için iki kez girişimde bulunulur. İlk girişim Ali Suavi tarafından gerçekleştirilir. İhtilalcı Ali Suavi de daha sonra adı “Yedi Sekiz Hasan Paşa”ya çıkacak olan bir asker tarafından baskın sırasında başına yediği odun parçasıyla öldürülür ve V. Murad‘ı tekrar tahta çıkarmak için başlatılan isyan bastırılır.

Ne var ki, V. Murad ve çevresindekiler tekrar onu tahta çıkarmak sevdasından bir türlü vazgeçmezler. Bu kez Masonların desteğinde başka bir girişimde bulunurlar. Annesi Ferahfeza Sultan bu girişimin öncülüğünü yapar. Sultan Murad‘ın kız kardeşi Seniha Sultan da, anne Sultan‘ın en büyük destekçisidir.

V. Murad‘ın daha şehzade iken onun en büyük sırdaşının Seniha Sultan olması Ağabeyi Murad‘ı tahta çıkarmak için bir başka amildir. Şehzade Murad, Mason olduğunu ve Masonluğun mahiyetini hanedan azasından olan kardeşi Seniha Sultan‘a bütün teferruatıyla anlatmaktan kaçınmamış olması aradaki yakınlığı ve güveni göstermesi açısından oldukça önemlidir.

İşte Sultan Murad‘ın annesi Ferahfeza (Şevk-efzâ) Sultan ve bacısı Seniha Sultan (Adliye Nazırı Damat Mahmud Paşa‘nın eşi) ittifak ederek sabık sultanı tekrar tahta çıkarmak için işbirliği edip yola çıkarlar. Gerisini Mustafa Ragıb Esatlı‘dan dinleyelim:

“O sırada milletlerarası Mason localarının İstanbul Locası reisi ve Türkiye Masonlarının Üstad-ı azamı Kleanti Skalari adında biri idi. Rum ve İtalyan kanının birleşmelerinden doğan bu adam, Veliahd Murad Efendi‘nin Mason olmasına delalet etmiş ve bu suretle milletlerarası Mason teşkilatı ilk defa Osmanlı İmparatorluğu hükümdar ailesi arasına sokulacak ilk adımı atmıştı.

“Veliahd Murad Efendi Mason olunca, bu milletlerarası Mason teşkilatı için pek sevindirici bir hadise olmuştu. En büyük İslâm devletinin müstakbel padişahının bahusus “Halife” unvanı taşıyacağı -manen- İslâmların dinî reisi sıfatını haiz bulunacak bir hükümdarın Mason olması, Masonluğun ve Masonların küfürle, dinsizlikle itham edilemeyeceği muhakkaktı. Hatta Müslümanların daha az tereddütle Masonluğa rağbet edecekleri tahmin ediliyordu. Bunun için Sultan Murad‘ın cülûsu milletlerarası masonlukta derin sevinçlere sebep olmuş, birkaç gün sonra şuurunun bozup da üç ay nihayetinde hal‘ edilmesi de büyük keder ve teessüflere vesile vermişti.

“Milletlerarası Masonluğun en büyük merkezi İngiltere‘de bulunduğundan ve İngiliz devlet adamlarından birçoğu da Mason olduklarından Türklerden Mason olanlarda da Veliahd Murad Efendi padişah olursa Osmanlı – İngiliz münasebetlerinin bir kat daha iyileşeceğini ve İngiltere‘nin Osmanlı İmparatorluğu‘na karşı çok dost politika takip edeceğini düşünerek parlak ümitler besliyorlardı.

“İşte Sultan Murad‘ın saltanat makamına geçmeden evvel gerek memlekette, gerek memleket dışında hâkim olan bu fikirler, şimdi (Sultan Abdülhamid‘in Adalet Bakanlığını yürüten Damat Mahmut Paşa‘nın karısı ve V. Murad‘ın küçük kız kardeşi) Seniha Sultan‘ın zihnini kurcalıyordu. Herhâlde Türkiye‘deki Masonların reisi Kleanti Skalari veliahdlığından beri pek dostu bulunduğu Sultan Murad‘ın tekrar padişah olmasını en çok isteyenlerden biri idi. Bu adam, Türkiye Masonluğu dolayısıyla Avrupa Mason teşekküllerine, bilhassa İngiliz Masonluğuna dayanarak Sultan Murad lehinde başta İngiltere olmak üzere bazı devletlerin yardımını temin edebilirdi. Vaziyeti böyle mütalaa eden ve Sultan Murad‘ın tekrar cülûsu için bu sefer yapılacak teşebbüsün muvaffak olacağını sanan Seniha Sultan, fikrini Sultan Murad‘ın annesi Ferahfeza Sultan‘a da telkin ederek muvafakatini almıştı. Şimdi de Kleanti ile temas etmek ve Masonlar reisinin bu husustaki mütalaasını sorarak ne dereceye kadar yardım edeceğini anlamaktan ibaretti. Seniha sultan, padişahtan korktuğu ve o devirde bir İslam kadınının yabancı bir erkekle hususiyle bir Hıristiyan‘la görüşmesi caiz olmadıktan başka böyle bir hâl hünkârı da kuşkulandıracak ve büyük bir tehlike doğurabilecek mahiyette idi. Diğer taraftan Seniha Sultan, yine padişahtan çekindiği için Çırağan Sarayı‘na gidemiyordu. Nitekim Kleanti Skalari‘nin ve Masonların yardımından istifade etmek fikrini de Sultan Murad‘ın annesine, bir kandil günü ziyaretinde bir fırsatını bulup valide sultana açabilmişti.

“Masonluk Türkiye‘de henüz yeni kurulmuş bir cemiyet olduğundan -kapitülasyonların temin ettikleri masuniyetten istifade eden- ecnebi nüfuz ve himayesi altında bulunuyordu. Mason locası Beyoğlu‘nda, Boğaz‘ın bazı yerlerinde ecnebi tebaasından olan kimselerin müessese veya evlerinde toplantılara devam ediyordu. Mason locasına intihap eden Türkler de bin bir kayda ve ihtiyata riayet ederek gayet gizli bir surette locanın toplantılarına iştirak ediyorlardı. Bu itibarla Türk tebaasından olmayan Kleati Skalari Osmanlı zabıtasının takibatı dışında kalarak istediği gibi hareket etmekte serbest bulunuyordu. İstanbul‘daki masonları da bir araya getiren adamdı.

“Bunu düşünen Seniha sultan, masonlar cemiyeti reisi ile -Sultan Murad lehine- gizlice temas edecek becerikli, aklı başında ne söylediğini bilir”* adamlar bulup, temaslarını sürdürür. Mason liderleriyle anlaşır. Anne Sultan amacına ulaşıp oğlunun tahta çıkması için hiçbir fedakârlıktan çekinmez. Mason teşekkülüne büyük bir kutu dolusu mücevher göndererek yardımda bulunur.

Fakat tüm bunlar gizlilik içinde olup biterken hesap etmedikleri tahta bulunan Sultan II. Abdülhamid‘in istihbarat teşkilatı vardır. Dolmabahçe Sarayı‘nda ikamet etmek yerine Yıldız Sarayı‘nı tercih eden Sultan Abdülhamid‘in, Çırağan Sarayı‘ndaki uçan kuştan dahi haberi vardır. Olayı açığa çıkarır, failleri yakalar. Masonların reisini batı kamuoyununu endişelendirmemek için dokunmaz, fakat gerekli önlemleri alır, masonlara göz açtırmaz. Ana ve kız sultanları, sorgulayıp bırakır. Çırağan Sarayı bütünüyle kıskaca alınır. Sabık Sultan Murad‘ın 1905 yılında 29 yıl süren vefatına kadar bu durum devam eder. Masonlar tekrar pusuya yatarlar. İkbal günleri yakındır. Nitekim Sultan Abdülhamid hal‘ edildikten sonra artık Osmanlı Paşaları nezdinde Masonlarının itibarı arttıkça artar… Bu artış beraberinde on yıllık bir süreçte altı yüz yıl devam eden İmparatorluğun sonunu getirir…[Alıntı]

Basında masonlar ile ilgili araştırmaları aktaracağım… Masonlar giz perdesini araladı 2 yıl önce ilk kez kapılarını basına açan masonlar, şimdi de internet sitesinde amaçlarını, ilkelerini açıkladı.Türkiye ve dünyadaki ünlü masonları deşifre etti ama sadece hayatta olmayanları…

” 04.11.2005 04:11 Levent İÇGEN Yüzyıllar boyu masonluk hep bir sır perdesinin arkasında kaldı… Masonluk nedir, amaçları nelerdir, nasıl çalışırlar, hiçbir zaman tam olarak bilinemedi. Böyle olunca da masonlar gizli bir takım hedefler peşindeki pek de tekin olmayan insanlar topluluğu olarak zihinlere kazındı. Ülkemizde 1909 yılından beri faaliyet gösteren Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası bu ‘sır perdesini’ aralamak üzere bir internet sitesi kurdu. mason.org tr. adresli sitede, masonluk hakkında merak edilen tüm sorulara yanıt veriliyor. Türk masonlarının lideri Kaya Paşakay, “Gizli olmak, gizemli kalmak gibi bir amacımızın olması ne mümkün, ne de gereklidir” diyerek, masonluk hakkında doğru bilgileri vermeyi hedeflediklerini belirtiyor. İşte masonların tarifiyle masonluk:

Masonluk nedir?
Günümüzdeki masonluk, Rönesans ve reform süreçlerini izleyen aydınlanma çağında kurulmuş; akılcılık, bilimsellik ve insanlığın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve bilgi birikimlerine katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üst yapı kurumudur.

Amaçları neler?
Semboller ve alegoriler aracılığı ile aşıladığı yüksek ahlâk ilkeleri ve erdemleri özümletmeye çalışarak, olgunlaşmalarına yardımcı olduğu üyeleri masonlarla, dünyada din, dil ve ırk ayırımı olmaksızın tüm insanların eşitlik ve barış içinde kardeşçe yaşayacakları bir sevgi düzeninin kurulmasını sağlamaya çalışmak. Masonluk, bu ülküsünü insanlık Mabedi inşası olarak tanımlar.

Nasıl mason olunur?
Yeni üyelerin, yasa ve tüzüklerde belirtilen niteliklere uygun, Allah’a inanan, hür, belli bir kültür seviyesine sahip, aydın, çevrelerinde iyi tanınan, iyi ahlaklı, namuslu, dürüst, şerefli ve çalışkan kişiler olmalarına özen gösterilir. Bu nedenle adaylar özenle incelendikten sonra dernek üyeliğine kabul edilirler.

Mason eşinin sıfatı ‘Hemşire’dir. Bir adayın masonluğa kabul edilmesi için eşinin rızası şarttır. Masonların 18 yaşını doldurmamış erkek çocukları için yılda bir kere masonluğu tanıtıcı özel toplantılar yapılır.

Allah inancı olmayan giremez
Masonlar ilkelerini şöyle sıralıyor:

* Masonluk, Allah’a inanan bir Kardeşlik Kurumu’dur.

* Tüm insanlar için ortak bir insanlık Ülküsü’nün gerekliliğini kabul eder. Bu ülkünün gerçekleştirilmesi için şu noktaları önemli sayar: Sevgi, saygı ve hoşgörü, insanın temel hak ve özgürlüklerine saygı, hak ve vazife eşitliği, evrensel kardeşlik, bilimsel gelişme.

* Masonluk, vicdan, inanç ve düşünce özgürlüğünü temel bir hakkabul eder.

* Masonlar, vatandaş olarak ülkelerinin yasalarına uymak ve vatanlarına sadakatle hizmet etmek zorundadır. Masonlar için, ülkelerinin bağımsızlığı kutsaldır.

* Masonlar, Loca adı verilen birimler halinde çalışırlar. Loca, tarafsız ve huzurlu bir ortamdır. Localarda din ve politika tartışmaları yapılamaz.

* Masonluk, üyeleri arasında din, mezhep, ırk, dil, inanç, unvan ve makam ayrımı yapmaz. Hiçbir inancı ve ülküsü olmayanları arasına kabul etmez.

* Masonun amacı her bakımdan gelişmiş bir insan olmaktır.

* Masonluk, hiç kimseyi mason olması için zorlamaz. Mason sıfatını kazananlar, istedikleri an üyelikten ayrılabilir.

Masonluk siyonist bir gizil örgüt mü?
Hayır. Masonluk Siyonist bir kuruluş değildir. Yahudilikle ve Yahudilerle hiçbir ilgisi yoktur. Siyonizm, Masonluğun kuruluşundan çok sonra ortaya çıkmış bir olgudur. Masonik semboller Hz. Süleyman tarafından inşa edilen mabedin yapımına ilişkin efsanelere dayandığından, masonluğun Yahudi kuruluşu olduğu sanılır. Hristiyan dünyasında, piskoposlar ve rahipler; İslâm dünyasında şeyhülislâm, imam ve diğer önemli din önderi masonlar vardır.”

KAYNAK: Vatan Gazetesi

Derecelendirme sistemlerini alıntılar eşliğinde aktaracağım…Derece Sistemi Masonluğun en önemli üç derecesi, 1., 2. ve 3. derecelerdir, Usta Mason olunduktan sonra alınan dereceler felsefidir. Daha da önemlisi, Masonlukta gelebileceğiniz en yüksek derece “Usta Mason”dur. Masonluğun asil dereceleri ilk üç derecedir. Sonuçta GERÇEK Masonluk budur. Ancak İskoç riti gibi Masonik kollarda mevcuttur ve Masonik egitimi pekistirmeye cok buyuk ölçüde yardımcıdır.

MASONLUK DERECELERİ

1.Derece:Çırak

2. Derece: Kalfa

3. Derece: Usta

4. Derece: Ketum Üstat

5. Derece: Mükemmel Üstat

6. Derece: Sır Kâtibi

7. Derece: Nazır

8. Derece: Bina Emiri

9. Derece: Dokuzlar’ın Seçilmiş Üstadı

10. Derece: Onbeşler’in Seçilmiş Üstadı

11. Derece: Yüce Seçilmiş Şövalye

12. Derece: Üstat Mimar

13. Derece: Solomon Krallığı’nın Şövalyesi

14. Derece: Yüce Üstat (Kutsal Kubbe Büyük Seçilmişi)

15. Derece: Doğu Şövalyesi (Kılıç Şövalyesi)

16. Derece: Kudüs Prensi

17. Derece: Doğu ve Batı Şövalyesi

18. Derece: Salipverdi Şövalyesi (Güllü Haç Şövalyesi)

19. Derece: Büyük Pontif (Yüce İskoçyalı)

20. Derece: Düzenli Locaların Büyük Saygıdeğer Üstadı

21. Derece: Prusya Şövalyesi

22. Derece: Lübnan Prensi (Krali Balta Şövalyesi)

23. Derece: Sır Sandığı Başkanı

24. Derece: Sır Sandığı Prensi

25. Derece: Tunç Yılan Baş Şövalyesi

26. Derece: İskoçyalı Papaz (İnayet Prensi)

27. Derece: Kudüs Tapınağı’nın Hakim Amiri

28. Derece: Güneş Şövalyesi

29. Derece: Saint Andre Büyük İskoçyalısı

30. Derece: Seçilmiş Büyük Kadoş Şövalyesi

31. Derece: Büyük Müfettiş Kumandan

32. Derece: Kutsal Sır Yüce Prensi

33. Derece: Büyük Genel Müfettiş

Yedi sayısının Masonlukta özel bir önemi vardır. Pisagor ekolünde olduğu gibi, Masonlukta da, yedi kollu şamdanla sembolize edilen bu sayı, yedi gezegeni veya evrenin yedi temel unsurunu remzetmektedir.

Yedi gezegenin herbirine Masonluk simgesel birer anlam yüklemiştir. Gezegenlerin herbiri, Tanrısal inancın, umudun, şefkatin, iradenin, ihtiyatın, namusun ve adaletin sembolüdür. Ayrıca, 7 sayısının, yedi doğal renk ve yedi nota ile, ilahi iradenin de ifadesi olduğu belirtilmektedir.

Bir diğer Masonik sembol 3 sayısı ve üçlemelerdir. Masonluk’ta herşey adeta 3 sayısı ve üçlemeler üzerine inşa edilmiş gibidir. Masonluk için 3. derece olan Üstad derecesi en önemli derecedir ve öğretinin bütün sırlan bu derecede gizlidir. Bu nedenle Üstadlığa ulaşan bir Mason olgunluğa da ulaşmış demektir. Daha önce de belirtildiği gibi, sadece daha ayrıntılı bir inceleme yapmak ve öğretiyi daha derinlemesine incelemek isteyen Masonlar yukarı derecelere devam edebilirler. Bu bir zorunluluk değildir.

Bir loca üç temel sütun üzerinde yükselir. Bunlar, Güzellik, Kuvvet ve Akıl sütunlarıdır. Yemin masasının üstünde, Gönye, Pergel ve Kutsal Kitaplar bir üçleme oluşturur. Locayı Üstadı Muhterem ve onun iki yardımcısı, yani üç kişi yönetir. Locada mutlak iradeyi temsil eden Üstadı Muhteremin sembolü, hemen arkasındaki üçlü ışıktır. Yine doğuda, Ay, Güneş ve Üçgen İçindeki Göz sembolleri de bir diğer üçlemeyi oluşturur.

Pisagor öğretisinde 10 sayısı mükemmelliğin, yani tanrı ile özdeşleşmiş Kamil İnsan’ın sembolüdür. Masonlukta da, inisiyeyi mükemmelliğe ulaştıran, öğretinin en üst düzey sırları üçün on katı olan 30. derecede verilir. Ayrıca Masonluktaki en üst derece 33. derecedir ve her Yüksek Şura’da sadece 33 kişiye bu derece verilmektedir.

3 sayısı ve üçleme, Masonlukta daha birçok yerde kullanılmaktadır. Buna bir örnek olarak Masonik Alfabeyi verebiliriz. Alfabe ve anahtarı şöyledir: (8)
ABD Güney Jüridisiyonu Yükek Şurası Hakim Büyük Amirlerinden Albert Pike, “Masonluğun bütün savı, ruhun sonsuz Tanrı varlığının bir kıvılcımı olduğu ve bu nedenle, ölümsüz olduğudur. İnsanda, Tanrısal nesnenin insani nesne ile birleşmiş olduğu söylenebilir” demektedir. Hermes de binlerce yıl önce, “İnsan varoluşun aynası ve özetidir. Aşağıda olan da yukarıda olan gibidir. Evren ise, büyük çapta bir insandır. İşte birlik mucizesi budur” dememiş miydi?

GÖNYE – PERGEL BEŞ KÖŞELİ YILDIZ

Kaynakça

1-BOUCHER Jules-Naudon Paul- “Masonluk Bu Meçhul” – Okat Yayınevi-İstanbul 1966-Sf. 123
2- ERMAN Sahir – “Dante ve İlahi Komedyanın Ezoterik Yorumu” Yenilik Basımevi- İstanbul 1977 – Sf. 11
3- ÜLKÜ Faruk, YAZ1CIOĞLU A. Semih- “Dünyada ve Türkiye’de Masonluk” – Başak Yayınevi – İstabul 1965 – Sf. 129
4- NAUDON Paul – “Tarihte ve Günümüzde Masonluk” – Varlık Yayınları -İstanbul 1968-Sf. 139
5-Naudon P.-İe-Sf. 121
6- Ülkü F. – Yazıcıoğlu A.S. – İe- Sf. 190
7-Naudon P.-İe-Sf. 150
8- Boucher J. – Naudon P. –İe- Sf. 170

Mason locasının görevlerini alıntılar eşliğinde aktaracağım…

Bir locada “görevli” olarak seçilmiş her masonun loca toplantısında, içlerinden kimisinin hem toplantıda hem toplantı dışında yapması gereken işler vardır.

Loca görevlilerinin temel görevlerinin, yetki ve sorumluluklarının neler olduğu her büyük locanın tüzüklerinde belirtilmiştir. Burada bunları uzun uzadıya sıralayıp ayrıntılara girmeyeceğim. Benim asıl yapmak istediğim tüzüklerde belirtilmeyen noktalara değinmek…

Bundan böyle sadece loca görevlilerinden söz edeceğim için her keresinde “loca görevlisi” demeyeceğim. Büyük locanın görevlilerini (büyük görevlileri) belki bir başka başlık altında inceleriz. Bu başlıkta “görevli” dediğimde bunu “loca görevlisi” anlamında alalım lütfen.

Batı dillerinde Türkçede “görevli” denilen bir mason için dilimizde “memur” anlamına gelen bir sözcük kullanılıyor. Türk Masonluğu’nda bu terim hiç kullanılmamış. Eskiden “vazifedarlar” denirmiş.

Şimdi bu bölümde bakalım bir locada 10-15 kişiden oluşan bu görevliler genel olarak ne yapıyor.

Bunlardan birçoğunun (hepsinin değil) görevli olmayan diğer loca üyelerine oranla yapması gereken bir iş var. Toplantının yapılacağı gün, başlayacağı saatten mutlaka daha erken gelmek… Bu “daha erken” deyişi elbette göreli olduğu kadar esnek de… Dana erken ama ne kadar erken olduğu toplantının o günkü gündemine bağlı. Özellikle bir tören yapılacaksa elbette daha erkenden daha erken.

Bu süre içinde her biri toplantıda kendi görevi ile bağlantılı olan hazırlıkları yapar. Herhangi bir aksama olmaması için gereken önlemleri alır.

Ne gibi aksaklıklar olabilir?

Örneğin toplantı sırasında mutlaka kullanılması gereken bir ışık yanmıyor; ampulü gitmiş. Şayet bu toplantı sırasında hele bir ritüelik uygulama esnasında far edilecek olursa çok geç… Diyeceksiniz ki «Peki ama o ampul tam o esnada güme gidemez mi?» Olabilir ama o zayıf bir olasılık; kötü şans.

Hazır ışıktan söz etmişken aklıma gelen bir başka nokta daha var; özellikle bizim ülkemiz için geçerli. Tam toplantı sırasında elektriğin kesildiğini düşünün. Olamaz mı? Eğer lokalde bir acil jeneratör yoksa ya da mabette, elektrik kesilince otomatik olarak devreye giren bataryalı bir aydınlatma sistemi bulunmuyorsa, elektrik kesildi diye o anda toplantıya son mu verilecek? Yoksa gelsin diye karanlıkta oturup bekleyecekler mi? Hiçbiri değil. En azından mum kullanırlar. Bu Masonluğun çok eski geleneklerine de uygun olur hem. Demek ki yeteri sayıda mum ve bunları yakmak için çakmak ya da kibrit de hazır olmalı. Mum yerine bataryalı ya da gazlı lambalar da kullanılabilir elbette. Bana sorarsanız mum daha iyi; daha romantik…

Elektrik kesilmesi olasılığına karşı önceden bir önlem alınması aşırı uçtan bir örnekti. Ötekiler daha basit. Toplantıda kullanılacak tüm araç ve gereçler (Masonlukta bunlara avadanlık da deniyor) hazır mı? Eksik varsa, toplantının başlama saatinden önce giderilmeli. Dolayısıyla her görevli kendi sorumluluk alanında olanları gözden geçirir.

Toplantıya başlamak üzere mabede geçmeden kısa bir süre önce yapılması gereken bir diğer hazırlık daha var… Görevlilerin hepsi gelmiş mi? Bu kontrol locadaki birinci ya da ikinci nazır tarafından yapılması gereken bir iş. Önemli de… Çünkü bir görevlinin önceden durumunu bildirmeksizin gelmeyişi ya da geç kalışı nedeniyle toplantının başlaması geciktirilemez. Böyle bur durumda birinci ya da ikinci nazır bir diğer loca üyesine geçici olarak görevlendirir. Elbette o görevlinin bir yardımcısı varsa öncelikle onu… Bu bağlamda en kritik görevli de üstad-ı muhterem yani locanın başkanı. Belki onun için biraz beklenir ama “biraz”. Üstad-ı muhterem hiç gelmese bile toplantı yapılabilir. Dolayısıyla çok gecikmesi durumunda da toplantıya başlanır.

Bir locanın görevlilerinin listesini daha önce bir başka başlık altında vermiş miydim acaba?

Anımsamıyorum. Aramak da istemiyorum. Bir kez daha listelesem ne olur ki?

Üstad-ı Muhterem (Saygıdeğer Üstat)
Önceki Üstad-ı Muhterem [Bazı büyük localarda görevlilerden biri sayılmıyor.]
Birinci Nazır;
İkinci Nazır;
Sözcü (Hatip / Yasalar Sözcüsü)
Sekreter (Yazman).
Hazine Üstadı (Hazine Emini)
Yardım Üstadı (Hasenat Emini)
Muhakkik (Soruşturucu)
Tören Üstadı (Teşrifatçı) [Bazı uygulamalarda 1. ve 2. Tören Üstadı olmak üzere iki görevli]
İç Koruyucu (Dahili Muhafız)
Dış Koruyucu (Harici Muhafız / Gözcü)
Müzik Yönetmeni ya da Görevlisi
Ziyafet Memuru ya da Şölen Görevlisi
Sancaktar [Bazı uygulamalarda böyle bir görevli yok.]
Kutsal Kitap Görevlisi ya da Emini [Bazı uygulamalarda böyle bir görevli de yok.]

Elbette locanın boyutuna göre bir de bunlardan kimilerinin yeterli sayıda yardımcısı.

DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ.

”Hani dilimizde bir deyiş vardır “İşin yoksa tanık ol, paran çoksa kefil ol” diye.

Masonluktaki kefilliği de biraz buna benzetebiliriz. Anlatımında Sayın Mysticprovacateur’un dediğini bir mason için bir başka biçimde yorumlarsak şöyle diyebiliriz: “Güveniyorsan kefil ol.”

Bu güvenme kime?… Masonun hem kendisine hem de önereceği kişiye…

Ne bakımdan?…. Her bakımdan.

Uygulamada öyle mi oluyor?… Hayır. Ne yazık ki kimi zaman güvenilen dağlara kar yağıyor. Öyle ki, kimi zaman bir bakıyorsunuz o öneren, kefil olan kişi Masonluk ile pek de bağdaşmayan tutum ve davranışlarda bulunmuş ya da Masonluktan ayrılmış. Onun da bir kefili vardı elbette.

Aslına bakılacak olursa “öneren” ile “kefil” birbirinden ayrılmalı. Hani bir hariciyi bir locaya mason olması için iki kişinin önerdiğini biliyoruz ya… Aslında çoğu kez bunlardan biri “önerici”, ötekisi öneriye katılan yani “kefil”. Ancak bu bir sözcü oyunu sayılabilir. Bir bakıma ikisi de kefil.

Eskiden uygulanan, bazı yerlerde uygulanması sürdürülen bir yöntem var. Şöyle: Bir locaya önerilmiş bir adayın adı ve kimlik bilgileri loca üyelerine açıklanıyor. Sonra katılanlara söz veriliyor. İşte o zaman, o önerici var ya, söz istiyor ve önerilen kişiye ilişkin ayrıntılı bilgi veriyor. Sonra, o kefil var ya, o da söz istiyor ve öneriyi desteklediğini yani kefil olduğunu belirtiyor. Kime kefil? Önerilen adaya mı? Hayır, önerene kefil.

Bununla birlikte görenekler uyarınca hep öneren kefil sayılır.

Peki bunun ritüelik yansıması nasıl?

Biliyorsunuz, forumda ritüelik ayrıntılara giremeyiz ama şunu söylememizde hiç de sakınca olmadığı görüşündeyim.

Masonluğa Kabul Töreni’nin bir aşamasında Üstad-ı Muhterem, harici ile bağlantılı olmak üzere sorar “Ona kefil olan var mı?” ya da “Ona kim kefil oluyor?” gibisinden… Şimdi buna yanıt vermek gerek. Kim yanıt verir? Onu önermiş olan ya da yukarıda değinmiş olduğum kefil mi? Hayır. Bu bir ritüelik işlem. Burada kefil olan kişi genellikle bir locanın görevlilerinden şu “Muhakkik” ya da “Soruşturucu” unvanını taşıyan kişidir. (Yanlış bir görev unvanı bu aslında ama onun üzerinde durmayalım.)

Böylece, usulen ya da aslına uygun bir iş mi yapılmış oluyor?

Hayır… Bunu anlamak için tören öncesine gitmek gerekir.

Masonluğa Kabul Töreni’nin yapılacağı gün, önericisi adayı alıp bu törenin yapılacağı yere getirir. Orada onu törenin sonuna kadar geçerli olmak üzere işte o görevliye teslim eder. Bundan sonrasına karışmaz. Dolayısıyla işte o görevli de ritüelin bir gereği olarak adaya kefil olduğunu belirtirken, aslında kendi adına değil, onu önermiş olan kardeşi adına hareket etmekte, bir bakıma onu temsil etmektedir.

Şayet bir mason sonradan Masonluğa yakışmayacak tutum ve davranışlar içine girecek olursa hiç kimse onun Masonluğa Giriş Töreni’ndeki o görevliyi bulup ondan hesap sormaz. Ancak onu önermiş olan ve kefil olanlar var ya… İşte onlardan hesap sorulabilir?

Nasıl bir hesap sorulur?

Masonca… Masonluğun gerektirdiği bir biçimde… O kardeş ya da kardeşler, bu durumdan ötürü zaten diğerlerinden çok daha fazla üzülmüştür. Üstlerine giderek bir de onları incitmenin gereği yoktur. Sadece, olanak varsa, bu durumun düzelebilmesi bakımından ellerinden geleni yapmaları için kendilerinden ricada bulunulabilir.”

Kadın masonlar 100 yıldan uzun bir süredir faal. Tıpkı erkek masonlar gibi toplantıları, seremonileri ve ritüelleri var. BBC’nin Victoria Derbyshire programı, bu gizli topluluğu daha önce kimseye verilmeyen bir izin sayesinde görüntüledi.

“Masonluk nedir?” diye soruyor Antik Masonluk Yüce Kardeşliği Üstadı.

“Alegorilere gizlenmiş ve simgelerle resmedilen özel bir ahlak sistemidir” diye yanıtlıyor Dialazaza Nkela.

Nkela, “ikinci seviyeye” geçişini sağlayan seremoniye katılıyor.

Bu seremoni, topluluk içindeki konumunun yükselişini kutluyor.

“İlk seviyenin” töreni üyeliğe kabul töreniydi. Bu törende boynuna bir kement geçirilirken “sağ kolu, göğsünün sonu ve diz kapağını” açması gerekiyordu.

Bu öğelerden her birinin sembolik anlamları olduğu söylense de bu anlamların ne olduğu bizimle paylaşılmıyor.

“Üçüncü seviyede” ise “ölümü ve yeniden doğuşu deneyimleyecek”. Bu “bir hayatın sonlanıp yeni bir hayatın başlamasını” temsil edecek.

Bunun ne anlama geldiği de bizimle paylaşılmadı.

Bu ritüeller, bu gizli topluluğun nasıl işlediğine yönelik izlenim edinmemizi sağlıyor.

Dalazaza masonluğun kendisi için neden önemli olduğu hakkında sorguya çekiliyor
Image caption Dalazaza masonluğun kendisi için neden önemli olduğu hakkında sorguya çekiliyor
Çoğu insan kadın masonların varlığından bile habersiz.

İngiltere’de 300 yıllık geçmişleri var
İngiltere’de erkek masonlar 300 yıl önce resmi toplantılara başladı ve her zaman daha fazla ilgi çekti. İngiltere’deki erkek masonların başında Kent Dükü Prens Edward bulunuyor.

İngiltere’deki kadın masonların locası ise 20. yüzyıl başında ikiye bölündü. Bugün Antik Masonluk Yüce Kardeşliği ve Kadın Masonlar Locası adlı iki ayrı örgüt bulunuyor.

Kadın Masonlar Locası genelde ülke çapındaki localarda veya tapınaklarda buluşuyor.

Seremoniler sırasında kadınlar beyaz bir cübbe giyiyor ve boyunlarına rütbelerini gösteren farmasonluk simgeleri takıyorlar.

Antik Masonluk Yüce Kardeşliği bu tür localarda buluşuyor
Image caption Antik Masonluk Yüce Kardeşliği bu tür localarda buluşuyor
Tören odanın merkezindeki koridordan geçerek başlıyor. Örgüt üyeleri birbirlerine eğilerek selam verirken Üstad-ı Muhterem Zuzanka Penn tahta benzeyen büyük bir sandalyede oturuyor.

Seremoniler sırasında dua da ediliyor ve zaman zaman grubun dini bir grup olduğu izlenimi uyandırıyor. Fakat Penn, durumun böyle olmadığını vurguluyor:

“Mason olmak için üstün bir varlığa inanmanız gerekiyor. Ama bu herhangi bir inancın varlığı olabilir.

“Bazı üyelerimiz çok dindardır, bazılarıysa inandıkları dini o kadar ön planda tutmaz. Ama her dinden ve ırktan insanlar bizim üyemiz olabilir.”

Masonlar boyunlarına rütbelerini gösteren simgeler takıyor
Image caption Masonlar boyunlarına rütbelerini gösteren simgeler takıyor.
Kadınların çoğu 50 yaş ve üzerinde. Bu durumu değiştirmek istiyorlar ve bu yüzden genç üyeler kazanmak için üniversite öğrencilerini kazanmayı hedefliyorlar.

Optisyen Roshni Patel, üstat mason seviyesine ulaşmasını sağlayan bir seremoniye dahil oluyor.

Masonlara 7 yıl önce katılmıştı.

Seremoniyi izlememize izin verilmiyor fakat kendisine tahtımsı sandalyeye oturma “onuru” verildiğini öğreniyoruz.

Salondan çıkarken “Sandalyeye oturtulma sürecim çok duygusaldı” diyor:

“Özellikle çok değer verdiğim loca üyeleri yanımdayken.”

Roshni Patel
Image caption Roshni üstat mason oldu
Üstat mason olmanın nasıl bir his olduğunu sorulduğunda “Hâlâ şok içindeyim” diyebiliyor yalnızca.

Fakat masonların örgütlenmesinin önündeki en büyük engel gizlilikleri ve yolsuzluğun yanı sıra üyelerinin birbirlerinin arkasını kolladığı, kariyer basamaklarını hızla çıkmalarını sağladığı adam kayırmacılık gibi özelliklerle ilişkilendirilmeleri.

Penn, böyle bir şey olmadığını söylüyor:

“40 yıllık masonum böyle bir şey görmedim. Ne biri bana torpil yapmayı teklif etti ne de ben başkasını kayırdım.

“Bu tip hikayeler duyarsınız ama ben hiç karşılaşmadım.”

Christine Chapman
Image caption Christine Chapman masonları özel kılan şeyin gizlilikleri olduğunu söylüyor
1997 yılında İngiltere İçişleri Bakanı Jack Straw mason polisleri ve yargıçları gönüllü olarak üyeliklerini açıklamaya davet etti fakat bu plan masonların dava açma tehdidi sonucu geri çekildi.

Antik Masonluk Yüce Kardeşliği Üstad-ı Muhteremi Christine Chapman, “Bazı polis üyelerimiz var ama kimseyi kayırdıklarını görmedim” diyor.

Fakat polis ve yargıda yolsuzluklarına yönelik uzun zamandır suçlamalar sürüyor.

Masonluk kuralları üyelerinin birbirlerini kollamalarını ve yasalara uygun olduğu sürece sırlarını saklamayı şart koşuyor. Bu kural nedeniyle yolsuzluğa bulaşmış kliklerin oluşabileceğinden endişeleniliyor.

Masonlarla ilgili bilgiler

Dünyada 6 milyon masonun 200 bini İngiltere Birleşik Yüce Locası üyesi
İngiltere’de 4 bin 700 kadın mason ve 200 bin erkek mason bulunuyor.
Masonlar loca dedikleri tapınaklarda buluşuyor. Bu geleneğin eskiden duvar ustalarının (mason duvar yapıcı, taş örücü demektir) inşa etmekte oldukları kilise veya katedrallerde buluşmalarından geldiği düşünülüyor.
Giydikleri mason kıyafetlerinin mason örgütlerinin duvar ustalarının örgütlerinden ayrışmaya başladığı döneme dayandığı, kıyafetlerin taş parçalarının sıçramasına karşı giyildiği tahmin ediliyor.
Bir kişinin tam mason olabilmesi için “üçüncü seviyeyi” de aşması gerekiyor. Bu seremonide yoğun bir sorgulama yapılıyor.
Ünlü masonlar arasında Sir Winston Churchill, Sir Arthur Conan Doyle, Rudyard Kipling, Robert Burns, Oscar Wilde ve Peter Sellers da bulunuyor.
line break
Chapman, masonların gizliliğinin amacının gizem uyandırmak ve cazibe yaratmak olduğunu, arkasında şeytani bir plan olmadığını söylüyor:

“İnternetteki tüm teorilere rağmen dünyayı ele geçirmeye veya hükümetleri devirmeye çalışmıyoruz.

“Gizliliğe önem veriyoruz çünkü masonluğun olayı bu.”

Masonluğun en ünlü özelliği mason el sıkışmasıdır ve kadın örgütleri için de bu geçerli.

“Tabii ki bizim de gizli bir el sıkışma yöntemimiz var” diyor Penn.

Fakat bu yöntemi göstermeyi reddediyor:

“Bu bir sır. Öğrenmek için aramıza girmen lazım.”

Kaynakhttps://www.google.com/amp/s/www.bbc…erler-41921441

Tapınak Şovalyeleri hakkında bilgileri Alıntılar eşliğinde aktaracağım…Tarihin en gizemli topluluklarından biri de hiç kuşkusuz Tapınakçılar’dır. Fransızca’da “Templiers”, İngilizce’de “Templars” olarak adlandırılan bu şövalyelerin gizemi günümüzde de varlığını korumaktadır. Özellikle de Mason Cemiyetlerinin bu şövalyelere sahip çıkmaları günümüzde de süregelen bir ilgiye kaynaklık etmektedir.

1099 yılında Kudüs ve Filistin’deki kutsal yerler Haçlılar’ın eline geçmişti. Ancak Haçlı kuvvetlerinin burada güven içinde olduklarını söylemek çok güçtü. Buradaki Müslüman kuvvetler, özellikle de 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra akın eden Türkler Haçlıları güç durumda bırakmaktaydılar. Bölgeye Hıristiyan hacı adaylarının da sürekli gelmesi bölgede özel güvenlik önlemlerinin alınmasını gerektirmekteydi. Hacı adayları ya fanatik Müslümanların ya da etraftaki haydutların kurbanı olmaktaydılar.

Bölgede güvenlik sağlanması ve hacı adaylarının güven içinde seyahatlerinin gerçekleştirilebilmesi için -kaynaklara göre- dokuz şövalye Fransa’da, Champagne bölgesinde, Hugues de Payns önderliğinde toplanmışlardır. Elimizdeki kayıtlara göre bu şövalyeler Hugues de Payns, Geoffroy de Saint-Omer, André de Mantbard, Payen de Montdidier, Archambaud de Saint-Aignan, Geoffroy Bisol, Hughes Rigaud, Rossal ve Gondemare’dir.

Hac yollarının emniyeti için yola çıkıp Kudüs’e varan bu şövalyeler, kral II.Baudouin tarafından çok iyi karşılanmış ve kendilerine şehirde bir yer tahsisi edilmiştir. Bu yıllar, 1119 -1120 yılları, tarikatın aynı zamanda ilk yıllarıdır. Tarikatın bu yıllardaki adı ise “İsa’nın Yoksul Şövalyeleri”dir. Birkaç sene sonra ise kral II.Baudouin, oturmakta olduğu ve Süleyman’ın Tapınağı olarak bilinen yeri terk etmiş ve burayı bu şövalyelere tahsis etmiştir.

İsa’nın Yoksul Şövalyeleri’nin adı ise bundan böyle “Tapınakçılar” olarak anılmaya başlamıştır. Takip eden yıllarda Tapınakçı şövalyelerin sayısı hızla artmaya başlamıştır. Artık savunmaya ihtiyaç duyan hacıların korunmasın üstlenmek isteyen şövalyeler kendilerini Tapınakçıların arasında bulmaktadırlar. Özellikle Hayfa Limanı ile Kudüs arasındaki yolun korunmasını Tapınakçılar üstlenmiştir. Tapınakçıların sayılarının artması artık Saint Augustin’den esinlenerek konulan kuralların yerine yeni, bu tarikata mahsus kuralların konulması gerektirmişti. 1127 yılında Hugues de Payns beş arkadaşı ile birlikte Roma’ya, papa II.Honorius’u ziyarete gitmiş ve bu topluluk papa tarafından dini bir örgüt olarak tanınmış ve 13 Ocak 1128’de kurallar konulmuştur. Latince olan bu kurallar “Latince kurallar” olarak geçer.

12 yıl sonra uygulanacak olan “Fransızca kurallar” ise bunlardan çok az farklıdırlar. Aslında Tapınakçıların tanınmasında ve kuralların konmasında, daha başka bir deyişle tarikatlaşmasında önemli bir isim rol oynamıştır: Saint Bernard de Clairvaux. 1090 doğumlu olan Saint Bernard de Clairvaux, genç yaşlardan beri çevresinde tanınmaya başlanmış, gerek davranışları gerekse de din kültürü ile ünü yayılmıştır. 1153 yılındaki ölümüne kadar etrafında hem sevgi dolu bir din adamı hem de karizmatik bir lider olarak saygı görmüştür.

20 Ağustos’taki ölüm tarihi, ona ait bir kült gününe dönüşmeye başladığında ise kilise müdahale etmek zorunda kalmıştı. Saint Bernard de Clairvaux gibi önemli bir kişiden destek alan Tapınakçılar böylece hem savaşçı şövalye olarak hem de dindar rahipler olarak kendi kurallarını uygulamaya başlamışlardır. Tapınakçılar ayrıca kendilerini diğerlerinden ayırmak için beyaz elbiseler de giymeye başlamışlardır. Tapınakçıların kıyafetlerinin en belirgin özelliği ise beyaz elbisenin üzerinde bulunan kırmızı haçtır.

Tapınakçıların Büyümesi

Zaman içinde Tapınakçılara bir çok şövalye katılmış ve örgüt büyümeye başlamıştır. 1147 yılında tarikatın ikinci Üstadı Robert de Craon öldüğünde sadece Kudüs’te 700 şövalye ve onlara hizmet eden 2400 kişi vardı. On üçüncü yüzyılda bir çok eyalette varlık göstermekteydiler. Bunların arasında Provence, Bourgogne, Catalogne, Portekiz, gibi yerler de vardı. Filistin’de üç büyük eyalete bölünmüşlerdi: Kudüs, Tripoli ve Antakya.

Bu yüzyılda Tapınakçıların 3468 adet şatoları vardı. Tapınakçılar hem asker hem rahip oldukları için kadınlarla ilgilenmezler, boş vakitlerinin çoğunu ibadetle geçirirlerdi. Tapınakçılar hem birtakım ayrıcalıklara sahip oldukları için hem de güvenilir oldukları için kutsal topraklara giden haçlıların paralarını da taşıyorlardı.

Tapınakçılar ayrıca hem katılanlardan gelen gelirle hem bağışlarla iyice de zenginleşmişlerdi. Bunun dışında söylentilere göre Tapınakçılar civardaki Müslümanlardan da para almaktaydılar. Tapınakçılar bu arada Orta Doğu’da ve İberya’da bir çok savaşlara katılmış ve başarılar da sağlamışlardı. Sonuç olarak, Tapınakçılar Haçlı Seferleri ve Hıristiyan Krallıkları döneminde güçlerinin doruğuna çıkmışlardı. Ancak bu etrafta söylentilerin doğmasına da neden olmaktaydı.

Bu suçlamalar arasında birbirlerini kalçalarından ve kaba etlerinden öpmeleri, eşcinsel ilişkide bulunmaları, haça tükürmeleri, Bafomet adı verilen bir puta tapmaları da vardı. Uzun mahkemelerden sonra Tapınakçıların sonu ateşte yanarak gelmiştir. Ancak ölümlerinden ve tarikatın yok olmasından sonra da haklarında söylentiler devam etmiştir.

Tapınakçıların Gizemleri

Tapınakçıların gizemleri daha tarikatın kuruluşu ile başlar. Aslında tarikat kurulduğu andan itibaren ezoterik bir karakter göstermiş ve amacını saklamıştır. Tarikatın ezoterik karakteri mühründe de görülmektedir. Aynı ata binmiş iki şövalye şeklindeki bu mühür değişik araştırmacılar tarafından değişik şekillerde yorumlanmıştır.

Bazı araştırmacılar bu sembolü birbirini kollayan iki şövalye olarak yorumlarken bazıları da bunu tarikatın ilk yıllarındaki fakirliğini belirttiğini iddia etmişlerdir. Aslında bu mühür, Saint Bernard’ın da «çarpışma iki yönlüdür, yeryüzünde ve gökyüzünde» şeklinde belirttiği gibi, misyonun maddi ve manevi olan iki yönünü temsil etmektedir. Bir başka deyişle görünüşteki amaçları Kutsal Topraklara giden hacılara yardım etmek olan tarikatın aslında bir de ruhsal bir amacı vardı.

Tarikatın ezoterik yönünün bir başka göstergesi de inisiyasyon törenleridir. Bu törenler bütün ezoterik topluluklarda görülen törenlere benzemektedir. Aday kabul edilmeden önce çeşitli sınavlardan geçmektedir. Bu sınavların tam olarak neler olduğunu bilemesek de dört elementle ilgili bir takım törenler olduğunu, bazı moral değerlerin sorgulandığını öğrenmekteyiz.

Bu sınavları geçen adayı, geceleyin, on iki şövalye beklemekteydi. Dışarıda bekleyen adaya şövalyeler niçin kapıya geldiğini üç defa sorarlar, yanıtını kabul edince içeri alırlardı. Tarikata kabul edilme ise törenle olmaktaydı. Tarikatın bir ilginç karakteri de o zamanki Orta Çağ düşüncesinden farklı düşünsel yapısı idi. Ezoterik düşünceye olan yatkınlığı Tapınakçıları diğer tarikatlardan ayırtmakta ve etrafta yanlış anlamalara yer vermekte idi.

Tapınakçıları tam bir ezoterik topluluk olarak düşünmek doğru olmaz ancak tarikatın zaman içinde böyle bir karakter aldığını ve diğer ezoterik topluluklara kaynak olduğu için bu özelliğinin fazla abartıldığını söyleyebiliriz.

İsa Hakkındaki Görüşleri

Tarih boyunca süregelen rivayetlere göre Tapınakçıların İsa hakkındaki görüşleri Hıristiyanlıktan çok daha farklıdır. Yaygın olan bir rivayete göre Tapınakçı şövalyeler Johannit mezhebe mensupturlar. Bilindiği gibi, Hıristiyanlık tarihine baktığımızda İsa’nın gelişinden önce Vaftizci Yahya’nın kişiliğinin öne çıktığını görürüz. Ancak Yahya, kabul edilen İncillerde İsa’nın geleceğini müjdeleyip onun vaftiz olmasını sağlayan bir kişidir sadece.

Hatta Matta İncilinde Yahya şöyle der: «Gerçi ben sizi tövbe için suyla vaftiz ediyorum, ama benden sonra gelen benden daha güçlüdür. Ben O’nun çarıklarını çıkarmaya bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh ve ateşle vaftiz edecek.» Ancak zaman içinde bazı topluluklar Yahya’yı İsa’dan daha önemli tutmuşlar hatta bu düşüncelerini çağlar boyu, İsa betimlemelerinde aslında Yahya’yı resmederek sürdürmüşlerdir. Aslında Tapınakçıların Johannit olduklarına dair çok da somut deliller yoktur, ancak kendilerine yöneltilen birtakım suçlamalarda Johannit mezhebe yöneltilen suçlamalara benzer suçlamalar vardır.

Son yıllarda yapılan araştırmalar ise, biraz zorlamalı da olsa, bazı Tapınakçı sembollerinde Johannit mezhebine ait izler bulmaktadırlar. Tapınakçılara yakıştırılan başka inanışlara göre de Tapınakçılar İsa’nın Thomas isimli bir ikizi olduğuna ve yeniden dirilmenin ancak böyle gerçekleştiğine inanmakta ve ayrıca Maria Magdelena’nın İsa’nın karısı olduğunu öne sürmektedirler.

Müslümanlarla İlişkileri

Haçlı seferleri sırasında kutsal topraklara giden haçlılar içinde Müslümanlar ile en yakın ilişkileri kuranlar Tapınakçılardır. Söylentilere göre Tapınakçılar Müslümanlardan para da almaktadırlar. Tapınakçıların en çok ilişki kurdukları topluluk ise İsmailliye mezhebinden türeyen Haşhaşiler’dir.

Haşhaşiler (Batıda “Assasin” diye anılırlar ve katil anlamına gelen bu sözcük buradan türemiştir.) Hassan Sabbah’ın Alamut kalesini almasından sonra buraya yerleşen müritlere verilen isimdir. Haşhaş içtikten sonra cinayet işledikleri öne sürülen bu topluluk aslında dejenere olmuş bir ezoterik öğretiye bağlılardı. Ancak Hassan Sabbah’ın kişiliğinden de kaynaklana nedenlerle siyasete de karışan Haşhaşiler Tapınakçıların ezoterik İslam’ı tanımalarında etkili olmuşlardır.

Tapınakçılar Müslümanlarla ilişki kurdukları için çok suçlanmışlar, hatta Tapınakçıların taptığı ileri sürülen Bafomet/Bahomet adlı putun aslında Mahomet (Muhammed) sözcüğünden geldiği ve Tapınakçıların Muhammed’e taptıkları söylenmiştir. Aslında Orta Çağ’da Batı’da Müslümanların Muhammed’e taptıkları zannedildiği bilindiğinden Tapınakçıların Müslüman olmakla da suçlandıklarını düşünebiliriz.

Bu arada Johannit mezhepler de, Özellikle de İstanbul ile olan alakadan ötürü üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Kaba hatları ile tarihini anlatmaya çalıştığımız Tapınakçıların gizemleri bugün hala gündemde. Yazılan bir çok kitapta Tapınakçıların bir çok “sırra vakıf ” oldukları, tapınağın anahtarına, Kutsal Kab’a, Ahit Sandığı’na, bilmem hangi hazinelere sahip oldukları sürekli yazılmakta. Bazı cemiyetler ise bu topluluğu gereğinden fazla abartmaktadır.

Tapınakçıların Sonu

Sağlanan bütün başarılara rağmen doğuda Latin krallıkları çok uzun ömürlü olamamışlardı. 16 Haziran 1291’de son kale de Müslümanların eline geçtiğinde sadece 16 Tapınakçı şövalye kalmıştı. Kalan şövalyeler ise Fransa’ya yerleşmişlerdi. Belli bir amaç için kutsal topraklarda toplanan Tapınakçı şövalyelerin Fransa’da tarikatın varlığını sürdürmelerine için hiçbir neden yoktu. Artık tarikat ömrünü tamamlamıştı. Ancak şövalyeler bunu kabul etmek bir yana zenginlikleri ile ayrıcalıklı bir konumda varlıklarını sürdürüyordu.

Tapınakçı şövalyelerin bu zenginliği, paraya ihtiyacı olan Fransa kralı Güzel Philippe’nin (Philippe le Bel) dikkatini çekmekteydi. Bu arada Tapınakçı şövalyeler hakkında çıkan söylentiler de kralın içini kolaylaştıracak gibi durmaktaydı. Sonunda kral ustaca bir komplo ile 13 Ekim 1307’de Tapınakçı şövalyelerin büyük bir bölümünü tutuklamayı başardı. Aralarında Büyük Üstad Jacques de Molay’ın da bulunduğu bu grup büyük işkenceler maruz kalmış ve kendilerine atfedilen suçlardan büyük bölümünü kabul etmişlerdir[ALINTI]

Bu şekilde dünya da Bunların Terörüne ve Komplolarına Mağdur kalmıştır…

Ezoterik öğretilerin çıkış noktası olan bir noktayı alıntılar eşliğinde anlatacağım….Günümüz bilim dünyasının, nasıl olup da ortaya çıktığını açıklayamadığı Mısır uygarlığı, hem Mu, hem de Atlantis imparatorluklarının bu topraklar üzerinde kurdukları iki ayrı koloninin tufandan sonra, zaman içerisinde birleşmeleri ile meydana geldi. Her iki kolonide de başlangıçta tek Tanrılı din ve Ezoterik öğreti geçerliyken, Mu kolonisi bir süre sonra yozlaştı ve çok tanrılı inanca geçti. Atlantis kolonisi ise, Hermes (Toth) tarafından kurulmuştu ve Osiris Dini’ni uyguluyordu .

Osiris’in müridlerinden olan ve ondan 6 bin yıl sonra yaşayan Hermes, ya da diğer bir adıyla İdris, günümüzden 16 bin yıl önce, beraberindeki bir güç ile Atlantis’den Nil deltasına çıktı. Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve Osiris dinini Mısır’da yaymaya başladı. Sais’de bir tapınak inşa eden Hermes için, Mısır’ın ünlü “Ölüler Kitabı”nda, “ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahibi” denilmektedir.

Kuzey Mısır, Hermes döneminden, Firavun Menes dönemine kadar (M.Ö. 5.000) Hermetik rahipler tarafından yönetildi. Daha sonraları İdris Peygamber olarak tek tanrılı dinlerin efsanelerine giren Hermes’e Yunanlılar, aynı zamanda hem kral, hem büyük rahip, hem de din kurucu olması nedeniyle, üç defa büyük anlamına gelen “trimejit” sıfatını layık gördüler.

Bu noktada Hernıes ve Mısır’daki kardeşlik örgütünün gelişimine kısa bir ara verip, büyük yıkıma, bir dönemin sonra erip yeni bir dönemin açılmasına yol açan Tufan’a değinmek gerekiyor.

Tufan, bazı bilim adamlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınırlı değildir. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında silinemeyecek izler bırakmış olan bu felaketten en az etkilenmiş bölgelerin başında Ortadoğu gelmektedir.

Aynı anda iki dev kıtanın sulara gömülmesine ııeden olan ielaketten söz etmeyen, dini efsanelerinde, mitoslarında ona yer vermeyen millet ya da kavim yok gibidir. İskandinavyalılar, Hintliler, Yunanlılar, Yahudiler, Türkler, Kızılderililer, Polonezyalılar, kısacası dünyanın dört bir köşesinden tüm kavimler tufan olayından oldukça ayrıntılı biçimde bahsetmektedirler. Bunun yanısıra kutup buzullarının da en son 12 bin yıl önce çözüldükleri bilinmektedir. Tüm dünyanın değilse bile, okyanuslara uzak bölgeler ve yüksek yerier hariç her yerin dev dalgalar ve çözülen buzul sulan altında kalmasına yol açan bu felakete ne sebep olmuştur?

İnsanlığın neredeyse sonunu getirecek nitelikte olan bu felaketin nedeni hakkında üç ayn teori öne sürülmektedir.

Bunlardan ilki, uzaydan gelen çok büyük bir meteorun, dünyanın güneş yörüngesindeki ekseninde dahi sapmaya yol açacak kadar büyük bir şiddetle Mu kıtasına çarptığını iddia etmekte. Bu teoriye göre Pasifik çukurunun oluşması ve Mu kıtasından bu denli az tıelirti kalmasının ~ıedeni bu meteordur. Ancak bu teori, eksendeki sapma nedeniyle Atlantis’in de battığını öne sürerken, diğer kıtaların bu sapmadan niçin çok fazla etkilenmediklerine açıklık getirmiyor.

İkinci teori ise, James Churchward’ın öne sürdüğü, jeoloik nedelerle kıtalann batması teorisi. Churchward, Atlantis ve Mu kıtalannın denizden yükselmelerine, bu kıtalann altındaki büyük gaz kütlelerinin sebep olduğunu ve zamanla bazı noktalardan yeryüzüne çıkan gazların, içinde bulunduklan ceplerin boşalmasına neden olduklarının öne sürüyor. Churchward’a göre içleri boşalan bu ceplerin üzerindeki topraklar çökmüş ve kıtalar da bu nedenle batmıştır. Ancak İngiliz araştırnıacı, bu olayın iki kıtada birden aynı anda ya da çok kısa aralıklarla nasıl meydana geldiğini izah edemiyor.

Üçüncü teori ise, uygarlık ve teknolojide çok büyük aşamalar kaydeden Mu ve Atlantis’in birbirleriyle savaşmalan ve kendi sonlannı kendileri hazırlamalan teorisi. Büyük tufandan sadece 12 bin sene, kendi uygarlığımızın başlangıcı olarak kabul ettiğimiz tarihten itibaren de sadece 6 bin sene sonra atomik güçleri knllanabilecek aşamaya geldiğimiz düşünülürse, en az 70 bin yıl yaşamış olan uygarlıklann bilim ve teknoloji alanlarında da hangi boyutlarda olabilecekleri tasavvur edilebilir. İnsanoğlunun hırsının geçmiş dönemlerde bugünkünden daha az olduğunu düşünmek için hiçbir sebep bulunmamaktadır. Dünya hakimiyetini sağlamak için aynı düzeydeki iki kuvvetin çekişmesine sadece günümüzde rastlanabileceğini iddia etmek komik olur.

Bazı eski Tibet, Maya, Hindu belgeleri ile, Tevrat gibi Ortadoğu dini kitaplarında, bu iki uygarlık arasındaki savaşta kullanılan silahlar hakkında; efsane ile karışmış nitelikte çeşitli bilgiler günümüze kadar ulaşmıştır. İşte bu atomik, ve bugünkü teknolojimizin henüz bulamadığı, bilinmeyen daha güçlü bazı silahların topyekün kullanımı, iki kıtanın karşılıklı olarak aynı anda batmasına ve kutup buzullannı dahi eritecek bir sıcaklık şoku ile dev dalgaların oluşmasına neden olmuştur. Dev dalgalar tüm dünyayı kaplarken, sadece çok yüksek bölgeler ve tıer iki felaket noktasına da hemen hemen aynı uzaklıkta bulunan ve Akderıiz, Karadeniz, Kızıldeniz gibi nispeten kapalı bir denizin iç kesimlerinde olan yerler sel sulanndan datıa az etkilenmiştir. Nitekim, Nuh efsanesi ve benzeri efsanelerde görüldüğü gibi, kimi insanlar basit tahtadan teknelere binerek dahi, bu büyük felaketi atlatabilmiţlerdir.

Ancak, tufan sonrasında uygarlıkta gerileme kaçınılmaz olmuştur. Tibet, Maya, Mısır ve Mezopotamyâ da tufanı nispeten daha az etkili olması, buralardaki uygarlıkların belli bir düzeyde varlıklannı sürdürnıelerini sağlarken, dünyanın büyük bir bölümünde korkunç bir gerileme yaşanmıştır. Buralarda, boyğulmaktan her nasılsa kurtulmuş olanlar taş devrine geri dönmüşlerdir. İşte günümüz bilminin 5-6 bin yıl önce yaşandığını iddia ettiği taş devrinin altında yatan gerçek, bu gerilemedir.

Öte yandan, güneşten uzaklaşan gezegenlerin soğuması gibi, ana ışık kaynağından yoksun kalan, ayakta kalabilen tüm kardeşlik örgütleri ve dini öğreti okullan da benzeri bir gerilemenin içine girnıiş ve giderek yozlaşmışlardır. Bu yozlaşmayı nispeten yavaşlatabilen Tibet, Mısır ve Babil gibi merkezler ise bugünkü uygariığın beşiği olmuşlardır.

Günümüz Mısırologları Gize’deki Keops, Kefen ve Mikerinos piramitlerinin yapım tarihi olarak M.Ö. 3.000 yıllarını verirler. Ancak, bu tarih kesin değildir ve bazı uzmanlar bu pramitlerin söz konusu tarihten çok daha önce yapılmış olabileceklerini kabul etmektedirler.

Sadece Keops piramidinin yapımında 2 milyon 600 bin adet dev blok taş kullanılmıştır. Bu dev bloklar yüzlerce mil ötedeki taş ocaklarından çıkartılmış, yüzeyleri pürüzsüz denecek ölçüde düzeltilmiş, yapı alanına kadar taşınmış ve burada metrelerce yükseğe çıkartılarak birbirlerine birleştirilmiştir. Bu, 3 bin yıl önceki teknoloji ile nasıl mümkün olmuştur? Uzmanlar, günümüz teknolojisini kullanarak dahi böyle bir yapının en az bir yüzyılda bitirilebileceğini söylemektedirler.

Gerçekte, bu üç büyük piramit tufan öncesi teknolojisi kullanılarak, Hermes rahipleri tarafından inşa edilmiştir ve bugün sanıldığı gibi sadece birer fıravun mezarı değildirler. Firavun mezarları olmalarının yanısıra piramitlerin asıl işlevleri, inisiasyon törenlerinin yapıldığı birer mabet olmalarıdır. Tufan sonrasında yapılmış olan ve ilk üçüne kıyasla çok daha küçük ve basit, adeta çocukça birer taklit niteliğinde olan diğer piramitlerin yegane işlevi ise fıravun mezarları olmalarıdır.

Yunanlı tarihçi Heredot, ilk üç piramidin ve sfenks gibi birçok gizemli eserin Tufan öncesinde yapıldığını doğruluyor . Mısırlı rahipler Heredot’a, bu piramitlerin tufandan önce Mısır’ı yöneten firavun Surid döneminde, Herrries rahiplerinin “üstadlık sırlarını” daha sonraki nesillere ulaştırmak amacıyla inşa ettiklerini ve aradan 341 nesil geçtiğini söylemişlerdir. Mısır’lı rahiplerin verdiği bilgiler doğrulsunda yapılan kabaca bir hesaplama piramitlerin günümüzden en azından 12-13 bin yıl önce yapıldıklarını ortaya koymaktadır.

Bu üç piramitten özellikle Keops piramidi ile ilgili bulgular, bu primamidin çok özel bir yapı olduğunu ve bulunduğu noktaya da özellikle yerleştirildiğini gösteriyor. Piramidin yapımında kullanılan ölçüler, binlerce yıldan bu yana matematik ve geometri bilimlerini kullanan büyük mimarların eseri olduğunun ispatı niteliğinde.

Edouard Schure’nin, inisiasyon törenleri için özel inşa edildiğini söylediği Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyon ile çarpımı, dünyanın güneşten yaklaşık uzaklığı olan 149 milyon kilometreyi vermektedir. Piramidin tam uç noktasından geçen meridyen, kara ve denizleri iki eşit parçaya böler. Keops aynı zamanda 30. paralel üzerindedir ve bulunduğu nokta, dünyanın diğer gizemli noktaları ile büyük bir uyum içinde birleşir. Piramitin tepesinden doğuya uzatılan dümdüz bir çizgi, Tibet’in başketi Lhassa’ya ulaşır. Bu noktadan 60 derecelik bir açıyla dönüldüğünde Atlantik okyanusuna, yani batık kıta Atlantis’e varılır. Yine bir 60 derece dönüldüğünde ise ulaşılan yer, Yukatan yarımadasındaki Maya piramitleridir.

Hermes müridlerince inşa edildiği bu denli açık olan Keops piramidinin içinde varlığı saptanan çeşitli odalar, bunların ateş ve ölüm odaları olarak törenlerde kullanıladıklarını ortaya koymaktadır.

Keops piramidindeki bu gizemli mabetten kimler geçmedi ki? Musa, Orfe, Pisagor, Efiatun ve niceleri…

Hermes ve onun devamı olan başrahiplerin yönetimindeki Mısır, Ezoterik doktrinin barınağı ve okulu olageldi. Yönetici firavunların aynı Mu’da ve Atlantis’de olduğu gibi inisiye edildikleri ve rahipler örgütünün sembolik lideri oldukları Mısır’da Ezoterik sırlar da, bu güçlü örgütlenme sayesinde rahatlıkla korunabildi. Tüm rahipler, sırların dışarı çıkmaması ve öğretinin yozlaşmaması için ketumiyet yemini ederlerdi. Yemine titizlikle uyulmasını sağlamak için en küçük sırrı dahi ifşa edenlerin derhal öldürülmesi cezası konmuştu.

Bu arada, ilk örgütlenmelerinin Mu ve Atlantis kıtalarında başladığı sanılan çeşitli mesleki kuruluşlar ve özellikle de inşaat loncaları, piramitlerin ve diğer mabetlerin yapımında aktif rol oynadılar. Mısır’daki bu loncaların devamı niteliğinde olan Yahudi loncalarının Süleyman Mabedi’nin inşasında oynadıkları rol daha yakından tanınmaktadır.

Mısır Ölüler Kitabı’nda anlatıldığına göre, inisiye edilmeyi isteyen rahip adayı, gözleri bağlanarak, önünde Osiris’in dişil ifadesi olan İsis’in yüzü örtülü bir heykelinin bulunduğu bir mabedin kapısına getiriliyordu. Burada adaya, İsis’in yüzünü şimdiye kadar hiçbir inisiye olmamışın göremediği belirtiliyor ve dönmesi için tıalen şansı olduğu söyleniyordu. Adaya, eğer bir zaaf sonucu ya

da menfaat beklentisi ile geldiyse, bulacağı şeyin çıldırnıa ya da ölüm olacağı açıklanıyordu. Mabedin kapısında, biri kırmızı, diğeri siyah iki sütün vardı. Kırmızı sütun Osiris’in nuruna ulaşma şansını, siyatı sütun ise ölümü simgelemekteydi.

Aday mabetten içeri girme konusunda israrlıysa rehberi onu dış avluya götürüyor ve gözlerini açtıktan sonra oradaki görevlileri teslim ediyordu. Burada bir hafta kadar kalan aday, basit ruh arındırnıa işlemleri uyguluyordu.

Sınav akşamı aday, iki çırak rahip tarafından alınıyor ve içinde bir dizi heykel ile bir mumya ve bir iskeletin yer aldığı loş bir koridordan geçiriliyordu. Çırak rahipler adaya halen geri dönme şansı oiduğunu söylüyorlar, aday ilerlemekte ısrarlı ise onu duvardaki çok dar bir delikten içeri sokuyorlardı. İçinden ancak bir kişinin sürünerek geçebileceği bu geçit Osiris tapınağının, yani büyük piramitin giriş kapısıydı. Bu kapıdan içeri giren hiçbir zaman geri dönemezdi. Ya başarmak ya da yok olmak zorundaydı.

Aday bu geçitte zorlukla ilerlerken derinlerden gelen bir ses, “bilim ve kudrete göz diken akılsızlar burada telef olurlar” diye uyarılarda bulunuyordu. Geçit giderek dik bir yokuş halini alıyordu. Yolun sonunda aday kendisini, dibi görünmeyen bir kuyununun başında bulundu.

Adayın buradan yegane kurtuluş şansı, tam başının üstünde bulunan ve zorlukla seçilebilen dik bir merdivendi. Kuyuya düşmeyen veya ne yapacağını bilmeyerek orada aciz kalmayan adaylar merdiveni tırmanırlar ve kendilerini dev heykellerin bulunduğu geniş bir salonda bulurlardı.

Burada adayı, “Kutsal Semboller Muhafızı” adı verilen görevli rahip karşılar ve birinci sınavı başarıyla tamamladığı için kendisini kutlardı. Bu salonda yer alan 22 dev heykelin altında 22 temel sırrı ifade eden aynı sayıdaki harfleı- ile bunların sayısal sembolleri vardı. Bunlardan I sayısı ve “A” tıarfinin, Tanrının ve onun yeryüzündeki en yüksek ifadesi olan insanın sembolü olduğunu öğrenen adaya diğer sırlar da sırasıyla verilirdi.

Bu mabetteki tüm sırları öğrenen aday daha sonra, merkezi ateş odasına götürülürdü. Bu odada dev alevlerin olduğunu gören adayda doğan tereddütü rehberi, bir zamanlar kendisinin de aynı alevlerden geçmiş olduğunu söyleyerek giderirdi. Alevlerin ara- sına dalan aday, bunların gerçek alevler olmadığını, bir göz ya- nılgısı olduğunu görürdü. Ateş sınavını su sınavı izler, aday çok karanlık ve içinde derin çukurların bulunduğu bir su bi- rikintisinden ürpertiler içinde, boğulmadan geçmeye çalışırdı. Bu sınavı da başarıyla tamamlayan adayı iki görevli rahip karşılar ve içinde rahat bir yatağın bulunduğu bir odaya bırakırlardı. Burada aday, derinden gelen rahatlatıcı bir müzik sesinin de etkisiyle kendinden geçerdi. Aday uyandığı zaman karşısında, çırılçıplak ve çok güzel bir kadının durduğunu görürdü. Kadın, adaya içki sunar ve kendisinin sınavları başarıyla geçenlere sunulan bir ödül olduğunu söylerdi. Aday, kadının bu sözlerine kanıp da kendisiyle cinsel temasta bulunursa, az önce içmiş ol- duğu içkinin içinde bulunan uyku ilacının etkisiyle uyur ve uyan- dığında yanlız olduğunu görürdü. Kısa bir süre sonra odaya, ma- bedin baş rahibi girer ve adaya, daha önceki sınavlardan başarıyla geçmiş olmasına rağmen kendisini yenmeyi başaramadığını, nefsine hakim olmayı bilmeyen bir kimsenin duygularına esir ola- cağını ve karanlık içinde yaşamaya mahkum olduğunu söylerdi. Bu adaylar bir daha çıkmamacasına bu küçük odllarda hapis hayatı yaşarlardı. Ancak aday içkiyi ve kadını reddederse, ellerinde meşaleler ile 12 görevli rahip kendisini alır, baş rahibin ve görevliler kurulunun beklediği, siyah ve beyaz taşlarla döşeli Osiris Mabedi’ne gö- türürlerdi. Burada Osiris’i simgeleyen bir heykel ile, onun eşi ola- rak kabul edilen ve kucağında oğlu Horus bulunan İsis’in bir heykeli vardı. Başrahip adaya, burada göreceli tüm sırları hayatı pahasına saklayacağına dair yemin ettirir ve onu, kardeş rahip olarak ilan ederdi. Böylece aday, çırak rahip ünvanını alırdı. Ancak önünde, çok uzun bir dönemi vardı. Çıraklık süresi kişiden kişiye değişirdi. Bir çırak ancak, rehberi olan üstad rahibin kararı ile üst dereceye geçme hakkına satıip olabilirdi. Yıllarca sürebilen bu dönemde çırak, rehber üstadından sürekli ders alır ve hücresinde meditasyon yapardı. Bu uzun bekleme döneminde çırağın görevi bilmek değil, öğrenmekti. Devamlı gözaltında tutulan, sert kurallara büyük bir disiplin içinde uyan ve sürekli itaat eden çırak yavaş yavaş kendisinde bir başkalaşım hissederdi. Çıraktaki başkalaşımı kendisi de gözlemleyen retıberi, zamanın geldiğine karar verir ve hakikatin yakında ifşa edileceği müjdesini verirdi. Başrahip çırağa, hakikatin nuruna ulaşması ‘ıçin ölmesi ve yeniden doğması gerektiğini, aksi takdirde Osiris’in yüce meclisine kimsenin katılmayacağını söylerdi.

Çırak, “kendimi feda etmeye hazırım” cevabını verirse, görevliler tarafından, içinde bir köşede açık bir mezarın bulunduğu “yeniden doğuş odası”na götürürlerdi.

Başrahip burada, ölümün herkes için olduğunu ancak her canlının da yeniden doğacağını söyleyerek çırağı mermer mezarın içine sokar ve kapağını da kapatırdı. Mutlak karanlık içinde kendisiyle başbaşa kalan çırak, mezarda ne kadar kaldığını bir süre sonra algılayamaz hale gelirdi. Gerçekte sadece bir gece mezarda kalan çırağa bu süre çok daha uzunmuş gibi gelirdi. Çırak ancak sabaha karşı başının hemen üstünde küçük bir deliğin olduğunu farkederdi. Beş köşeli yıldız şeklindeki bu delik öylesine ayarlanmıştı ki, sabah olunca Seher yıldızı “Sotis”in ışığı tam bu deliğe vuruyor ve onun pırıl pırıl parlamasına neden oluyordu. Bu yıldız, çırağa Tanrının varlığının ispatı ve Hakikatin Nuru gibi görünürdü.

Işığın yavaş yavaş azalmaya yüz tuttuğu anda mezar kapağı açılır ve baş rahip çırağa müjdeyi verirdi; “Sen dün akşam öldün ve Osiris’in ışığını görerek yeniden doğdun. Artık, büyük sırlarımızı öğrenmeye hak kazanan bir inisiye kardeşimizsin”…

Bu açıklamadan sonra yeni üstad rahip, “büyük doğu” denilen ve tüm üstad rahiplerin hazır bulundukları geniş bir salona götürülür, tören burada devam ederdi. Kapı, içeri girenlerin başlarını

eğmelerini gerektirecek kadar alçaktı. Doğuda, baş rahibin kürsüsünün hemen üstünde, bir eşkenar üçgenin ortasındaki gözün içinden çıkan, kaynağı belli olmayan güçlü bir ışık bulunurdu. Bu sembole, herşeyi gören Osiris’in gözü adı verilirdi.

“Hyorofan” adı da verilen baş rahip bu aşamada şöyle konuşurdu:

“Bu noktaya kadar gelmeyi baţaran sen, büyük sırların da eşiğine dayanmış oldun. Bundan önce sana verilen sırlar küçük sırlar, yani İsis’in sırlarıydı. Şimdi ise, büyük sırları, yani Osiris’in sırlarını elde edeceksin.

Tanrı Osiris, kendisi, karısı İsis ve onların oğlu olan Horus’dan oluşan bir üçlemedir. Osiris, yaşamın kendisinden doğduğu kutsal babayı, İsis onun dişil ve üretken yanını, Horus ise İlahi Kelam ve maddi alemi remzeder. Tanrı bir bütündür ve tektir. Bu üç kişilik bölünme zaafın değil, mükemmelliğin ifadesidir.

Bu Yüce Varlıktan çıkan insanlar da birer ölümlü Tanrıdır. Yüce Tanrıya ulaşmalarına çok az kalan Kamil İnsanlar ise, ölümsüz insanlardır. İlahi düzende hiçbir şey küçük olmadığı gibi, hiçbir şey de büyük değildir. Ne mutlu bu sözleri anlayabilene. Çünkü bunları anlamak demek, yüce sırlara sahip olmak demektir. Bu sırları kalbine göm ve onu ancak kendi eserlerinde ifşa et”…

Bu sözlerden sonra yeni üstada, özel üstad kıyafeti giydirilir ve yemin ettirilirdi. Eğer yeni üstad Mısırlı ise yönetici rahip olarak mabette görev yapar, yabancı uyrukluysa da, din kurınak veya kendisine verilecek başka bir görevi yerine getirmek üzere ülkesine gönderilirdi. Ancak bu tür inisiyelere, ayrılmadan önce, mabedin sırlarını inisiye edilmeyenlere verrrıeyeceklerine dair bir kez daha ketumiyet yemini ettirilirdi. Aksine davrananlara, rıerede olurlarsa olsunlar kendilerini ölümün beklediği hatırlatılırdı.

Kendisi de bir inisiye üstad rahip olan Musa’nın, öğretisinde mutlak gerçeği açıklayamamasının ve doktrinini ancak üç kat sır perdesi altında ifşa etmesinin arkasında yatan neden bu ketumiyet yeminidir. Musa, kuşkusuz ölüm korkusuyla değil, bir Kamil üsdatın ettiği yeminden dönmesinin ********lik olacağı bilinciyle bu şekilde davranmak zorunda kalmıştır. Kaldı ki, Musa öğretisini, tüm gerçekliği ile açıklayamayaca~ının da farkında idi. Ezoterik öğretiye ne denli yakın olurlarsa olsunlar, yine de bu konularda nispeten cahil olan müridlerine, dinini öğretebilmek için tüm söylemlerini basitleştirmek zorundaydı.

Skoç Riti Masonları hakkında alıntılar eşliğinde bilgiler vereceğim…Operatif Masonluktan, Spekülatif Masonluğa geçişin ilk defa İngiltere’de gerçekleştiği bilinmektedir. Bunun sebebi de vardır. Gerçekten Ortaçağın sonlarında Londra şehrinde yürürlükte olan esaslara göre dernek kurmak ve toplanmak hürriyeti sadece korporasyonlara tanınmıştı. Başka kişiler için böyle bir hürriyet kabul edilmemişti. İşte kendi aralarında toplantılar yapmak, buluşlarını, fikirlerini ve cemiyet olayları hakkındaki düşüncelerini paylaşmak isteyen fikir, ilim ve sanat adamlarının bir takım korporasyonlara girmek ihtiyacını, hatta zaruretini hissetmelerinin sebebi bu olmuştur. Diğer korporasyonlara nisbetle duvarcı ve inşaatçıların korporasyonunun tercih edilmesi de, bu korporasyona mensup olanların İngiltere ve Avrupanın çeşitli ülkelerinde seyahat etmeleri ve gittikleri yerlerde vergi ve yargı hakkı gibi bir takım ayrıcalık ve dokunulmazlıklara mazhar olmaları idi.

Operatif Masonluğa bu şekilde kabul edilen ve esasta inşaatçılıkla ilişkileri bulunmayan bu şahısların, önceleri, simyakerlik ve şifalı iksirler bulmak ve dağıtmakla uğraşan ve Christian Rosenkreutz adındaki yarı tarihî ve yarı efsanevî bir şahsın kurduğu bir topluluğu devam ettirmek isteyen rozikrüsyenler olduğu söylenir, hatta o zamana kadar çırak ve kalfa olarak ikiye ayrılmış olan, yani iki derece üzerinden çalışan operatif Masonluğun sinesi içinde kurulan ustalar grubunun, diğer bir ifade ile üçüncü derecenin bu rozikrüsyenler tarafından eklendiği de ileri sürülmektedir.

Zamanla sadece spekülatif Masonlardan terekküp eden bu Localar, bu durumlarını, yani ilk üç derecelik çalışma düzenlerini uzun süre devam ettirdiler. Nitekim 1717 tarihli ilk nizamî kuruluş bu üç dereceyi benimsedi. Yüksek derecelere geçişin Chevalier de Ramsay’ın nutku ile başladığı kabul edilmektedir. Skoçya’lı bir asilzade olup 1730 yılında Skoçya’da tekris edilen ve Fransa’ya yerleşip, Fenelon’un kâtipliğini yapan Chevalier de Ramsay, Paris’teki bir Loca’ya tebenni edip de bu Locanın hatipliğini yaparken, 1735 yılında yapılan bir tekris töreni sırasında yeni tekris edilmiş Kardeşlere hitaben bir konuşma yapar.

İlerde aynen çevirisini göreceğimiz bu konuşmasında, Ramsay Haçlı seferlerinden dönen Şövalyelerin Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde şövalyelik geleneklerini devam ettirmek üzere Mason Localarını kurduklarını, gayenin bütün insanlığı kapsamına alacak bir aileye vücut vermek, herkesin bir şövalye gibi davranmasını sağlamak olduğunu, ancak zamanla Localara bu gayeye erişmek açısından asla elverişli olmayan kimselerin alındığını, bu sebeple Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde kurulan Mason Localarının eski safiyet ve tesanüdünü kaybettiğini halen şövalyelik geleneklerinin eski temizliği ve saflığı ile sadece Skoçya’da yaşamakta olduğunu, bu itibarla Kıt’a Avrupası Masonluğunda bir reform yapmanın, denenmiş ve seçilmiş Masonları toplayarak, Skoç geleneğine uygun Localar kurup, Masonluğu derinlemesine incelemenin gerekli bulunduğunu söylemiştir.

Fakat en esaslı değişiklik Fransa’da vukua geldi. Esasen 1650 yılında Cromwell’in önderlik ettiği isyan sonucunda İngiltere Kralı Birinci Charles’in kafası kesilip Krallık rejimine son verilince, Kralın oğlu olup, sonraları İkinci Charles unvanı ile İngiltere tahtına çıkacak olan Charles Stuart, taraftarları ile birlikte Fransa’ya sığınmış ve ilk olarak Arras şehrinde yerleşmişti. Bu şehir halkından gördüğü hüsnü kabule bir karşılık olmak üzere de Arras’da ilk Rose-Croix şapitrini kurmuştu. Ancak bu şapitrin yüksek dereceler üzerinden çalışmaya başlaması çok daha sonralara, yani 1745 yılına rastlar.

Chevalier de Ramsay’in nutkundan sonra ise Fransa’da 1740 – 1745 yılları arasında şövalyelik geleneklerini devam ettirmek maksadıyla, Templiers, Saint Jean, Rodos, Malta, Kutsal Salip Şövalyeleri adlarını taşıyan çeşitli Locaların kurulduğuna şahit olmaktayız. Fakat Ritimiz açısından en önemli olan olay 1743’te Bordeaux’da «La Parfaite Harmonie» Locasının kurulmuş olmasıdır. Gerçekten İkinci Charles’in taraftarları bu Şehirde toplanmışlar, kendi aralarında toplantılar yaparak, «dul kadının çocuğu» diye adlandırdıkları İkinci Charles’in bir ordu kurması için para toplamışlar, bu para ile meydana gelen ordunun başında İngiltere’ye geçen İkinci Charles Cromwell’e yenilerek tekrar Fransa’ya kaçmış fakat Cromwell ölüp de yerine oğlu geçince, tekrar İngiltere’ye gitmiş ve toplanan yeni ordunun başına geçerek genç Cromwell’i yenmiş ve tahta çıkmıştı. Bu itibarla Bordeaux’nun yerleşmiş bir Masonik geçmişi vardı.

«La Parfaite Harmonie» Locasının kurucuları arasında Jamaika’lı bir melez (creole) olup, ticaretle uğraşan Etienne Morin Kardeşte vardı.

1778’de Bordeaux’da «Les Parfaits Elus» Locası kurulmuş ve bu Loca 14. derece üzerinden çalışacağını bildirerek bu 14 derecelik Rit’e de «Rite d’Heredome» adı verilmişti. Heredom diye bir şahıs ne tarihte ne de mitolojide bulunmadığına göre bu ismin nereden geldiği ve niçin seçildiği belli değildir. Etienne Morin Kardeş bu Locanın da kurucuları arasındadır. 1754 yılında Paris’te Clermont Hâkim Şapitri kurulmuş ve bu Şapitr 25 derece üzerinden çalışmaya başlamışsa da herhangi bir Rit’e bağlılığını açıklamamıştır.

1758’de Paris ve Bordeaux’da Saint Jean Kudüs Hâkim Şapitri kurulmuş ve bu Şapitr de 25 derece üzerinden çalışacağını bildirmiştir. Şapitr’in sonuncu ve 25. derecesi «Doğu ve Batı İmparatorluğu Hâkim Konseyi» adını almıştır. Bordeaux’daki Konsey 1761’de Amerika’ya gidecek olan Etienne Morin Kardeşe, bu kıtada Doğu ve Batı İmparatorluğu Konseyini oluşturmak ve bu maksatla uygun gördüğü Kardeşlere 25. dereceyi vermek yetkilerini ihtiva eden bir berat (patent) verir ve bir yıl sonra, yani 1762’de bu 25 derecelik Rit’e «Rite de Perfection» adını vererek, bunun 35 maddelik Anayasasını, Büyük Konseyin (25.Derece) ve Büyük Konsistuar’ın (23.Derece) Tüzüklerini kabul eder. Bordeaux Anayasası diye anılan bu Anayasanın 1. maddesi şu hükmü ihtiva eder:

«Din, Kadiri Mutlak Allaha karşı ifası zarurî bir ibadet olduğu cihetle, Masonluk prensiplerinin kendisine açıklanacağı ülkede kabul edilmiş olan dinin mükellefiyetlerine tâbi olmayan bir kimse, bu Rit’teki derecelerin kutsal misterlerine inisiye edilmeyecektir»

Böylece 1762 Bordeaux Anayasası, Rit’in kurulduğu ülkede câri olan dine mensup olmayan kimselerin o ülkedeki Rit’e kabul edilmelerini engellemekte idi. Bu böyle olmakla beraber, 1762 ile 1778 yılları arasında Avrupa’da diğer bazı Rit’ler de ortaya çıkmıştır. Bu Rit’leri şu şekilde belirtmek mümkündür:

a) Rite des İllumines (6 dereceli – Avignon’da)

b) Rite Templier (9 dereceli – Paris’te)

c) Rite Martiniste (7 dereceli – Almanya’da)

d) Rite Hermetique (52 dereceli – Fransa’da)

e) Rite des Philatheles (13 dereceli – Fransa’da)

f) Rite Philosophique Ecossais

g) Les İlluministes de Baviere (2 sınıf – Münih’te Alman İllüminist Weishaupt tarafından kuruldu)

h) Rite de Grand Prieure de Gaule

1784 yılında Morin, kendisine verilmiş olan Patenti hâmil olarak, Jamaika’ya varır. Yolda büyük maceralar geçirmiş, bindiği gemi Fransa ile harp halinde bulunan İngiliz donanması tarafından zaptedilerek kendisi esir edilmiş, bir müddet Skoçya ve İngiltere’de kalmış, İngiliz Masonlarının yardımı ile kurtulmuş ve seyahatine devam etmiştir. Jamaika’da Morin bu adada büyük şeker kamışı çiftliklerinin sahibi olan iki Fransız Masonu ile karşılaşır. Bunlardan biri Kont de Grasse-Tilly, diğeri de daha sonra onun kayınpederi olacak olan Delahogue’dür. Morin bu iki Kardeşe elindeki Patent’e dayanarak Rite de Perfection’ın 25. derecesini tevcih ettikten ve kendi yetkileri ile onları teçhiz ettikten sonra yoluna devam eder. Bir anlatışa göre de New York’ta sefalet içinde ölür. Bundan iki yıl sonra 1 Mayıs 1786’da Berlin’de Prusya Kralı Büyük Frederik 9 tane 25 dereceli Kardeşi toplar ve 25 derecelik Rite de Perfection’u 33 dereceye çıkarmak, daha önceki bütün Ritleri ihtiva etmek ve bu dereceleri feshetmek hususunda bir karar alır. Bu yeni derece Skoç geleneklerine bağlı ve daha eski Ritleri ihtiva ettiği için, 33 derecelik bu Rit’e Eski ve Kabul edilmiş Skoç Rit’i adı verilir. Aynı zamanda 1762 tarihli Bordeaux Anayasasının birçok maddelerini tâdil eden ve ancak yeni hükümlerle çatışmayan eski hükümlerin yürürlükte kaldığını ilân eden ve Berlin Anayasası diye anılan yeni bir Anayasa da kabul edilir.

Büyük Frederik’in aynı yılın Ağustos ayında ölmesi sebebiyle bu toplantıya hastalığı yüzünden katılamadığı, metnin altındaki imzanın sahte olduğu hususunda söylentiler mevcutsa da, toplantıda hazır bulunanların inanılır beyanları karşısında buna ihtimal vermek mümkün değildir. 1768 Anayasasının biri Lâtince diğeri de Fransızca olan iki metni kaleme alınır. Her iki metinde 33. derecenin Yüksek Şûra olduğu, bir ülkede tek bir muntazam Yüksek Şûra bulanabileceği, Yüksek Şura bulunmayan bir ülkede 33. dereceyi haiz bir Hakim Büyük Umumi Müfettiş’in bu dereceyi başka bir Kardeşe, bunların da bir üçüncüsüne tevcih edebileceği ve böylece en az dokuz 33 dereceli Kardeşin bir araya gelmesiyle Yüksek Şura’nın kurulmuş olacağı belirtilmekte ise de, Lâtince versiyonunda bu dokuz Kardeşten en az dördünün ülkede câri olan dine mensup olmalarının şart olduğu belirtildiği halde, Fransızca metinde en az beş Kardeşin yani Yüksek Şurayı terkip eden Kardeşlerin ekseriyetinin hristiyan olmalarının gerekli bulunduğu ifade olunmakta ve her iki metin aynı kuvveti haiz bulunduğu için, hangisinin doğru olduğu bilinmemektedir.

1791 yılında Jamaika’da ilk büyük zenci ayaklanması patlak verince, Fransız çiftlik sahipleri ve onlarla birlikte De Grasse-Tilly ile Delahogue Kardeşler Amerika Birleşik Devletlerine sığınırlar. Güney Carolina’daki Charleston şehrine yerleşen bu iki Kardeş, bu şehirde yaşayan bir kısmı Fransız menşeli 9 Amerikalı Kardeşi 25. dereceye yükseltirler ve bu şehirde Rite de Perfection’u kurarlar.

1801 yılının 31 Mayısında «Charleston’lu 9 centilmen» diye anılan bu dokuz Kardeş, Berlin Anayasasını benimsediklerini ve Charleston’da 33 dereceli Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’ni kurduklarını ilân ederler ve Kont De Grasse-Tilly’ye Avrupanın her hangi bir yerinde bu Rit üzerinden çalışan Yüksek Şuraları kurmak ve Kardeşlere 33. dereceyi tevcih etmek yetkilerini hâvi bir Patent verirler. Bundan böyle ilk kurulan Yüksek Şura olmak itibariyle Charleston’daki Yüksek Şura «Ana Yüksek Şura» diye anılır ve bu Yüksek Şura tarafından tanınmış olmayan bir Yüksek Şura muntazam olarak kabul edilemez.

Avrupa’ya gelen De Grasse-Tilly 1804’te Fransa’da (Paris) 1807’de İtalya’da (Milano), 1811’de İspanya’da, 1817’de de Belçika’da Ana Yüksek Şuraları’na bağlı olarak Yüksek Şuralar kurar.

1853 yılında Kırım savaşı dolayısıyla müttefik İngiliz orduları ile birlikte İstanbul’a gelen İngiliz Masonlarının önayak olmaları ile Türkiye’deki Masonlar, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu ve Prens Said Halim Paşa’nın babası olan, Mısır prenslerinden Mehmet Abdülhalim Paşa’yı İstanbul’a davet ederler. Fransa’da 33. dereceyi ihraz etmiş olması muhtemel olan Abdülhalim Paşa, 9 biradere bu dereceyi tevcih eder ve 24 Haziran 1861 tarihinde Türkiye Yüksek Şurasını kurar ve ilk Hakim Büyük Amir olarak seçilir.

Ancak çeşitli ülkelerde kurulan bu Yüksek Şuralar arasında bir bağ olmadığı gibi, her Yüksek Şuranın değişik derecelerde uyguladığı ritüeller arasında büyük farklar mevcuttu. Bunları birleştirmek ve Yüksek Şuralar arasında daha sıkı münasebetler tesis etmek maksadıyla 1875 yılında Lozanda 9 Yüksek Şuranın temsilcilerinin katıldığı bir konferans tertiplenir. Konferans Bordeaux Anayasası ile Berlin Anayasasının lâtince metnini esas tutarak şu kararlara varır:

1- Ana Yüksek Şuranın yetkileri tanınmış ve kabul edilmiştir.

2- Bütün Yüksek Şuralar bir Konfederasyon vücuda getirecek tarzda bir birlik teşkil edecektir.

3- Bir Prensipler Beyannamesi kabul olunmuştur.

4- Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin amaçlarını belirten bir manifesto kaleme alınmıştır.

5- Her derecenin Tuileur’üne (yani merasim esaslarına) kesin şekil verilmiştir.

Ancak Lozan Konferansı başarılı olmamış, bütün imzalar geri alınmış ve hiçbir Yüksek Şura bu anlaşmaları tasdik etmemiştir.

Esas anlaşmazlık Prensipler Beyannamesinde tarif edilmeye kalkışılan Evrenin Ulu Mimarı kavramından doğmuştur. Bu kavram birçok Yüksek Şurayı tatmin etmekten uzaktı. Daha sonra ABD Güney Jüridiksyonu Yüksek Şurası diye anılan Ana Yüksek Şura, konfederasyon fikrine karşı çıkıyor, bu Konfederasyon sebebiyle Amerika’da Güneylilerle Kuzeyliler arasında iç savaşın çıktığını hatırlatıyordu. İngiltere de Konfederasyon kurulmasının bir Yüksek Şuranın kendine eşit ve kendinden üstün bir başka masonik kuvvet tanımaması esasına aykırı olduğunu ileri sürüyordu. Şurasını belirtelim ki, o tarihten beri İngiltere Yüksek Şurası, Avrupa Hakim Büyük Âmirlerini her yıl, Dünya Hakim Büyük Âmirlerini de beş yılda bir toplayan Milletlerarası Konferansların hiç birine katılmamakta, sadece belirli aralıklarla tertiplenen İngilizce konuşan Yüksek Şura Hakim Büyük Âmirini bir araya getiren konferanslara iştirak etmekte, İrlanda ve Skoçya Yüksek Şuraları da aynı tutumu takip etmektedir.[ALINTI]

1877 yılında Avrupa Yüksek Şuraları’nın temsilcileri Edinbourgh’da biraraya gelerek Evrenin Ulu Mimarı kavramını İngiltere Yüksek Şurasının buna izafe ettiği manaya uygun bir şekilde tarif etmeyi kararlaştırdılar. Edinbourgh toplantısında kabul edilen ve toplantı sonunda yayınlanan bildiride yer alan hüküm şudur:

« Masonluk, başlangıcında olduğu gibi, şimdi de Evrenin Ulu Mimarı’nın, yani Allah’ın varlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü ilân eder»

Buna rağmen İngiltere Yüksek Şurası’nın tutumu değişmediği gibi, farklı Ritler de kurulmamış değildir. Halen yüksek dereceler üzerinden çalışan Rit’leri şu şekilde açıklayabiliriz:

1- Fransız Riti veya modern Rit

2- 66 dereceli Memfis ve Mizraim Riti

3- Düzeltilmiş Skoç Riti

4- Anglo-Sakson Rit’leri ki bunlar da Mark Mason ve Royal Arch diye ikiye ayrılır

5- Skandinav Riti (Danimarka – İzlanda – Norveç ve İsveç’te)

6- Sembolik Rit (İtalya’da)

7- Martinist Riti (Almanya’da)

8- Amerikan veya York Riti (ABD’de 14 dereceli)

Halen durum bu merkezdedir. Lozan Konferansı sonuçsuz kalmışsa da Ritüelleri birleştirmek hususunda büyük gayret sarfetmiş ve hemen bütün Yüksek Şuralar Lozan’dan ilham alarak kendi derecelerine ait Ritüelleri vücuda getirmişlerdir.

Ancak bu konuda bütün Yüksek Şuraların büyük bir şansı daha olmuştur. Merkezini Charleston’dan Washington D.C.’ye nakletmiş olan Ana Yüksek Şuranın peşpeşe seçtiği iki Hakim Büyük Âmir, Albert PİKE ve Henry CLAUSEN Kardeşler, Ritüellerin belirlenmesinde ve tefsirinde büyük gayret sarfetmişler ve kitapları Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin anlaşılması bakımından paha biçilmez yararlar sağlamıştır.

Bu şekilde de Masonlukta büyük bir derecelendirme kısmıdır…

masonluğun 33. derecede masonluk nasıl olduğunu ve gizemini alıntılar eşliğinde aktaracağım…Masonluktaki 33 sayısı sadece Masonların arasında değil, Masonluğa meraklı, hevesli ve teşne haricîler arasında bile, doruktaki nihaî derecenin sır perdesi arkasından sanki kısmen seçilebilen sihirli silueti gibi. Saygılı bir çekingenlikle merak edilir ve manâlandırılmaya çalışılır.



Masonluktaki 33 sayısının gizemi nedir?

Bilindiği gibi Sembolik Masonluk, Türkiye Büyük Locası obediyansındaki üç dereceden ibarettir ve nihaî Alî derece 3°’dir. Bunun ötesinde kalan, 4°’den 33°’ye kadar Skoç Riti tarzındaki felsefî masonik çalışmaların EKSR Türkiye Yüksek Şûrası juridiksiyonunda yapıldığını tabiî ki Masonlar çok iyi bilirler. Ama Masonluk camiasının dışında, Masonluğun 33 dereceli olduğu ve en üst noktanın veya doruğun 33° olduğu genellemesi, masonik açıdan galat bile sayılsa, aslında çok yaygın bir kanıdır. Yani çoğunluk, Masonluğu 33 derece olarak bilir ve en yüksek dereceli Masonlarında 33°’li olduğuna inanır.

Gerçekten de Masonluktaki 33 sayısı, Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin sonuncu derecesinin rakamsal adıdır. Ülkemizde uygulanan Masonluk Sistemi, ilk üç derecesi sembolik artı daha sonraki otuz derecesi felsefî ve idarî olmak üzere 33 dereceden ibaret olup; felsefî aşamanın sonuncu derecesi yani doruğu, idarî mahiyetteki 33. derecedir. Çok az sayıda Mason bu dereceye yükselebilir. Bu nedenle, 33°’li Mason olmak gerçekten büyük bir imtiyazdır.

Masonluk haricî avama göre Seçkinlik demekse; 33°’li Mason olmak Seçkinler Seçkinliği demektir. Bu görkemli niteliğinden dolayı 33 rakamının gizemi üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapılmıştır.

Bu incelemenin amacı 33 meselesine katkıda bulunmaktır.

33 Sayısını değerlendirmek için Sayı Sembolizması’nı hatırlamak gerekir. Sayı sembolizmasının ve nümerolojinin önemi, insanlık tarihinde sayıların bulunuşu kadar eskidir. Mezopotamya’da Magiler ve Keldanî bilgeleriyle, Mısır kültüründe Hermes’i takiben ortaya çıkan ve Pisagor’la doruğa yükselen nümeroloji, Öklit ve Eflatun’la Yunan ve Roma yoluyla Avrupa’ya geçmiş; Yeni Eflatunculardan İslâmî inanca aktarılmış; Kabul Edilmiş Mason statüsü ile localara alınan Simyacıların ve Rozikrusiyenlerin eliyle Masonluğa girmiştir. Günümüzde dünyada ve toplumumuzda, bazı özel sayılara, örneğin 1, 3, 5, 7, 40 gibi rakamlara verilen gizemli önem bilinmektedir. Aynı bunun gibi. Masonlukta da, bu veya diğer bazı sayılara özel sembolik önem verilmekte; darbe, yaş, adım, alkış gibi sayısal değerler çeşitli yöntemlerle çalışmalarda kullanılmaktadır.

Akla “Masonluk neden 33 derecedir ?” şeklinde haklı bir soru gelebilir?

Sorunun kesin cevabı yoktur; ama ilginç varsayımları vardır.

Ancak varsayımlara geçmeden daha önce, önemli bir hususu mutlaka vurgulamak gerekir. Dünyadaki bütün masonik ritler ve sistemler mutlaka 33 dereceli değildir. Bu derece EKSR’ne ve bazı taklitlerine mahsustur.

Günümüzde derece sayısı 7 (Modern Rit) ile 97 (Birleşik Memfis – Mizraim Riti) ekstremleri arasında değişen çeşitli örnekler vardır. Ama dünya Masonluğunda çok yaygın olması nedeniyle iyi tanınan EKSR olduğu için, EKSR’nin 33 dereceli dizisi bütün hepsine teşmil edilerek, sanki dünya Masonluğunun tamamı 33 dereceliymiş gibi düşünülmektedir.

EKSR bilindiği gibi, Prusya Kralı Büyük Frederik tarafından veya himayesi altında, Berlin’de 1786 yılında Perfeksiyon Riti’nin 25°’li dizisine diğer mevcut Skoç tarzı ritlerden de 8 yeni derece eklenmek ve gerekli revizyon yapılmak suretiyle 33 dereceye çıkarılmıştır. Bu dereceye de Hâkim Büyük Umumî Müfettişleri’nin oluşturduğu; Rit’in otokratik yönetim ve denetim birimi olan Yüksek Şûralar oturtulmuştur.



Daha önceki 1762 Perfeksiyon Riti, 3 sembolik derecenin üzerine 22 Yüksek Derece ilâvesi ile toplam 25 derecelidir. Yani ek felsefi öğreti olarak 22 derecelidir. Perfeksiyon Riti derece sayısının İbranî alfabesindeki 22 harften aktarıldığı ve her harfin bir dereceyi simgelediği varsayılır.

1786 Anayasası temel yapılanmasında mevcut 22 derece sayısına, Kabala ezoterizminde açıklanan 10 Sefirot’un sayısı ve artı 1 olarak nihaî Ansof (13° Royal Arch aşamasında açıklanan) kavramının eklenmesiyle toplam EKSR derece sayısı 33’e çıkarılmıştır. Ansof’un 33. derecenin rakamı sayılmasıyla, bu kelimenin derin anlamına bağlı olarak 33. derecenin uhrevî önemi ve manevî değeri pekiştirilmiştir.

Çünkü Ansof: Sonsuz Tek, Mutlak Yüce Varlık, Yüce Kudret, Büyük Ruh, Total Enerji, Sonsuzluk yani Ebediyet sıfatlarıyla açıklanan Allah’ın, yani masonik terminolojiye göre Evrenin Ulu Mimarı’nın, sembolik ezeliyet – ebediyet sıfatının ifadesidir.

Zaten bu nedenle Hristiyanlıkta 33 sayısı kutsaldır. Çünkü Hz.İsa dünya ömrü ile 33 yıl yaşamıştır. Mezhep veya tarikat olarak farklı dinsel inançlar, Spekülatif Masonluğun doğduğu Hristiyan Avrupa’da, çok çeşitli masonik tarzların oluşumunda etkili olmuştur. Hristiyanlığın çeşitli sembolleri ve alegorileri Masonluğa aktarılmıştır.

Bu meyanda Sembolik Masonluğun veya Craft Hürmasonluğun İngiltere’de Anglico-Protestan Reformasyona göre ökümenik anlayışla düzenlenmesine karşın; Kıta Avrupa’da, bir tepki olarak eklesiyastik ve kralî himaye altında kurulan Skoç Masonluğuna Roma kilisesi Katolik inancının büyük katkıları olmuştur. Zaten Skoç Masonluğunun temellerini atanlar da, Şövalyelik Tarikatları ve özellikle daha sonra heretik sayılıp cezalandırılsalar bile Tampliye Şövalyeleridir.

Skoç Masonluğunun Fransa’da Bordeaux’da, Arras’ta ve özellikle de Paris’te yeşerdiği en önemli merkez Katolik – Cizvit tarikatı koleji olan Clermont Şapitri’dir. Cizvit tarikatı, Papa tarafından Anglikan güdümlü Craft Hürmasonluğa karşı mücadele amacıyla kurdurulmuştur. Cizvit Koleji’ndeki Baptist ağırlıklı masonik örgütlenme sırasında, Hz. İsa’nın 33 yıllık dünya yaşının öğreti olarak sembolizma kapsamına alınması ve sonra da bu rakamın kral Büyük Frederik tarafından yine özel olarak Tampliye ve genel olarak şövalyelik ilkeleri ve erdemlerinden esinlenen EKSR’nin saygın doruğuna lâyık görülüp benimsenmesi mümkündür.



Zaten Frederik’in 1786 Anayasası’nda Masonluğu, Askeri (Militaris) ve Kralî (Regalis) Nizam olarak tanımlaması boşuna değildir. Askerî niteliği Şövalyelik tarikatlarından, Kralî niteliği hem Masonluğun kralî sıfatından kaynaklanır. Ayrıca yine Birleşik Almanya Ordusu’na ait olan Deus Meumque Jus mottosunun Yüksek Şûra için benimsenmesi de aynı şekilde yorumlanabilir.

Bu itibarla, kuruluşu itibarı ile Hristiyanî tarz bir rit niteliğindeki EKSR’nin 33 derece olarak seçilmesinin önemli bir nedeni Hz. İsa’nın 33 yıllık dünya ömründen esinlenme düşünülebilir. Kaldı ki Hz. İsa’nın peygamberlik görevi 30 yaşında başlamış ve 3 yıl sürmüştür; aynı EKSR’nin 30 felsefi ve 3 idari derecesi gibi…

EKSR derece sayısının iki ayrı muhtemel sebebi daha olabilir.

Elias Ashmole bugüne kadar ele geçen kayıtlara göre 1601 yılında Scoon and Perth Locası’nda Mason olan İskoçya kralı II.James ile 1641 yılında Newcastle’da kurulan askeri St.Mary-Edinburg Locası’nda tekris olan İskoçya Ordusu komutanı General Robert Moray’den sonra tekris edilen üçüncü Kabul Edilmiş Mason’dur. Ünlü bir Royal Society üyesi, ünlü bir müzeci ve koleksiyoncu ve ünlü bir Rozikrusiyen olan Elias Ashmole, İngiltere’de dönemin önde gelen aydınlarındandır. Ashmole 1646 yılında tekris olmuştur. Masonluğa gerçekten çok önemli katkıları olan Ashmole’un, Locası tarafından takdir edilmeyen bir hizmeti de Masonluğu yeniden derecelendirme ve ritüel çalışmasıdır. Ashmole, Masonluğu 33 dereceli olarak kabul etmiş ve ritüellerini hazırlamıştır. Acaba o dönemde İngiltere’de egemen Masonluk zihniyeti tarafından beğenilmeyen 33 derece sayısı, çok daha sonra 1786 yılında Büyük Frederik tarafından benimsenip ihdas ettiği EKSR’ye uygulanmış olabilir mi?

İkinci bir sebep, Skoç Masonluğunun Fransa’daki kökleriyle daha yakından ilgilidir. Skoç Masonluğunun Fransa’daki kökleri çok daha önceleri Fransız ordusuna yardım için Fransa’ya gelmiş olan İskoçya askerlerinin içinden seçilerek 1445 yılında oluşturulan İskoç Muhafız Birliği tarafından atılmıştır. Daha sonraları bu askeri güç arasındaki soylu aileler ve seçkin gençlerden seçilen 33 kişilik özel birlik İskoç Muhafızları adıyla Fransa kraliyet ailesinin ve kralın özel korumalığını yapmıştır. Stuartlar’ın sürgün döneminde, Saint Germain Şatosu’nda ilk Skoç Masonluğunu kuran ve kendilerine özgü giysileri nedeniyle bu yeni tarz Masonluğa Ecossais veya Scots denilmesini de sağlayan işte bu 33 seçkin şövalyeden oluşan koruma timidir. Daha sonra İskoçya Masonluğundaki ünlü isimlerden çoğu bu birlikte görev yapmıştır. Acaba bu seçkin birliğin 33 kişi olması, Fransız ve İskoç hayranı olan Büyük Frederik’i de etkilemiş olabilir mi?

İslâmîyette de 33 sayısı önemlidir. Şân-ı Yüce Kur’an’daki Allah’ın sonsuz sayıdaki ismi arasında Esma’ül Hüsna olarak derlenen güzel isimlerinin sayısı 33’ün 3 katı olan, 99’dur. Bundan esinlenilerek ibadette kullanılan tespihler 33’lük veya 99’luk olarak yapılmıştır. Zikirler, 33’ün katlarına göre düzenlenmiştir. Namazdan sonraki dua, ilk 33 Allah’ı tespih ve tenzih, ikinci 33 Allah’a hamd, son 33 Allah’ın adının yüceliğinin ifadesidir. Ayrıca zikir ve tespih açısından aktif organ kabul edilen ağzın nümerolojik sembolizması, 32 diş ve artı 1 dil ile toplam 33 olmaktadır.

Anadolu Türk-İslam geleneğinde, 3’ler, 7’ler ve 40’lar adıyla ermiş kişilerin varlığına inanılır. Kırklar Meclisi, 3’lerin dışında 7 yönetici ve artı 33 görevli olmak üzere 40 kişidir. Kırklar Meclisi, ikinci kutsal 7 sabit kişi ve artı 33 görevliden oluşur. Bu sistem tasavvufta Gayp Erenleri, yani Ricâl-i Gayb ile de benzerdir. Karar organı Divân-ı Kebir toplam 66 kişidir. Divân’ın 33’ü ölüm ötesi yaşama intikal etmiş büyük velîler; diğer 33’ü hâlen dünyada bilfiil tasarrufu olan yüksek dereceli insanlardır. Dolayısı ile bu dünya için 33, öteki dünya için 33 büyük görevli mistik anlamda önemlidir. Benzer mistik göreviler grupları diğer inançlarda da vardır.

Eski Mısır’da 33 sayısı ezoterik önem taşır. İÖ 4000 yıllarına inen Mısır kültürüne ait Eski Misterler ve Hermetizm ekolünde inisiyasyonu izleyen 33 ezoterik yücelme derecesi vardır. Nihaî 33. dereceye biri Firavun ve diğer ikisi kimlikleri saklı tutulan sadece 3 kişi yükselebilmektedir.

Eski İran Zerdüşt dini ve ilgili Manieizm veya Mazdeizm gibi dualist inançlarda 33 adet olan ahlâkî temel öğretileri ve ilgili büyük melekleri simgeleyen aşamalar vardır.

Masonluğun ütopik İnsanlık Mabedi’nin fiziksel modeli sayılan Süleyman Mabedi girişindeki ünlü ikiz B & J sütunların toplam yükseklikleri 33 arşındır.

İnsanın omurgasında anatomik özellik olarak 7 boyun, 12 göğüs, 5 bel, 5 sağrı ve 4 (3-5) kuyruk olmak üzere, toplam 33 omur vardır. İnsan iskeletinin aslî taşıyıcı öğesi omurganın 33 omurdan oluşması ile EKSR’nin belkemiğinin 33 dereceden oluşması arasında anlamlı bir sembolik ilişki kurulabilir. Kaldı ki Skoç Riti’nin özü olan Perfeksiyon Riti’nin derece sayısı da, 24 artı 1 idarî dereceyle birlikte 25 olduğundan; insan omurgasının ilk 24 gerçek omuruyla benzeşmektedir.

Nümerolojiye göre 33 sayısı iki ayrı 3 rakamının aynı 11 sayısında olduğu gibi, adeta simetrik bir tekrarı; sanki yansımasıdır. Kaldı ki 11 x 3 = 33 olması da özel bir anlam taşır. 3 Sayısı masonlukta önemlidir ve Mükemmellik ifadesi olarak Eşkenar Üçgen yani Delta ile simgelenir. Delta’nın eşit kenarları: Ahenk-Düzen-Denge; Tez-Antitez-Sentez; Geçmiş-Bugün-Gelecek; Doğum-Yaşam-Ölüm; Beden-Ruh-Can; Ana-Baba-Çocuk gibi referansların ve Masonluktaki çeşitli öğretisel üçleme ve mottoların sembolüdür.

Zaten Mükemmel, aranılan Hakikat, Allah’tır. Davut’un Kalkanı veya Süleyman’ın Mührü formundaki kucaklaşmış iki Delta’dan tepesi aşağı olan Allah’ı, tepesi yukarı olan İnsan’ı temsil eder. İki Delta adeta birbirinin aynada yansıması gibidir ki, gnostizminin “What is above is like what is below” kuralında olduğu gibi hangisinin gerçek, hangisinin hayal; hangisinin zahir, hangisinin bâtın; hangisinin ubûbiyyet, hangisinin rububiyyet; hangisinin zat, hangisinin tecelliyat olduğu şaşırtır insanı!

İçice geçerek kucaklaşmış iki Delta ile temsil edilen, iki ayrı 3 sayısından oluşan 33, Allah-İnsan Birliği anlamında Tevhid ve Ahad sembolü olup, aranılan Hakikat’in; anlayana, Hakikatler Hakikati’nin sîretidir.

Bu konu biraz daha detaylandırılırsa, aşağı inen Delta manâ olarak ifade edilen Hak’tır. Öz kaynağında saf enerji, yani lâtifken; aşağı doğru indikçe maddeye dönüşerek kesifleşir. Yukarı doğru çıkan Delta madde olarak ifade edilen varlıktır. Hani beşerin adı olan Varlık! Varlık dünya şartlarında kesiftir; ama yükseldikçe ağırlığını atarak lâtifleşir ve maddeden enerjiye dönüşüm başlar. Bu beşerin insanlaşması ve sonunda saf enerjiden insan-ı kâmil olmasıdır.

İşte iki Delta’nın kucaklaşmasından meydana gelen alan olayların itidal bölgesidir. Yani enerjiden maddeye, maddeden yine enerjiye dönüşüm alanıdır. Aynı beşer gibi, varlık beden de, enerji ruh da bir aradadır ve vardır. Ama birbirine dönüşümlüdür.

Enerji ruhtur; bedenin istemleri nefstir. Dünya bu iki gücün egemenlik kavgası alanıdır. Aslında ruh, ölüm denilen tabii olayla eninde sonunda varlığı, yani kesafeti dünyada bırakıp özüne geri döner. Ama asıl amaç dünyada yaşarken nefs yükünü azaltıp; hatta ruhun emrine vererek ortadan kaldırıp, ruhu ÖZ’üne çıkarabilmektir.

Bu açıdan bakıldığında yukarı bakan Delta’nın üst ucu saf enerjiden oluşan Ahad; aşağı bakan Delta’nın alt ucu salt Madde; iki Delta’nın kucakladığı alan da Madde ve Manâ’nın veya Ruh’un karışım ve sürekli dönüşümünden ibaret Varlık alanıdır.

Öyleyse varlığın ötesi berisi enerjidir. Yedi renkli tayfın bir ucundaki kırmızı-altı ve diğer ucundaki mor-ötesi bölgelerin dışındaki enerji alanı gibi!

Konuyu enerji örneği ile özetlersek: yedi ayrı renk ışık, yani Varlık, daha doğrusu bilgi ve algılama kapasitemize göre Varlıklar; sonra prizmadan geçince tek bir beyaz ışık, yani Tevhit; sonra yine prizmadan geçirince tekrar yedi renkli ışık tayfı, yani yine Varlık veya Varlıklar.

Peki! Bitti mi? Hayır! Hiç biter mi? Yeni başladı…

Kırmızının altına git, kafa gözleri için kapkaranlık bir dünya; morun ötesine git, yine kapkaranlık bir dünya! İkisi de aynı dünyanın, bilmediğimiz için sadece bazılarını aletle fark ettiğimiz için kapkaranlık saydığımız aslında ışıl ışıl, koskoca bir âlem, Enerji âlemi; yani Ahad…

Öyleyse yedi renkli ışık tayfının simgelediği Varlık âleminin her iki tarafında koskoca birer Enerji âlemi, daha doğrusu tek bir âlemin iki kapısı. Öyleyse nereden gidersen git, mutlaka ve illâ ki Varlığın her iki tarafında da Enerji!

Sürekli bir oluşum ve dönüşüm. Devamlı, durmadan…

Beşere göre Doğum, Ölüm, Yeniden Doğum!

Peki de! Ya ölümle yeniden doğumun arası?

İnsana göre doğumla ölümün arası Varlık ama önü arkası yani ruhun ölümsüzlüğü anlamında olanı: Enerji!

Ama bunu bilmek için önce Tevhid’i sonra Ahad’ı ve daha sonra Ahrar’ı tahkik ederek; Ahrar’dan olmak gerek! Bunu idrak için önce Cem, Hazarat’ül Cem ve hatta daha sonra Cem’ül Cem aşamalarını idrak ederek Cem’ül Cem’de karar gerek!

Konuya bu yönüyle bakıldığında yan yana iki 3 rakamından meydana gelen 33 sayısı, aynı 11 sayısına benzer olarak masonik mottoları pekiştirerek ve güçlendirerek yansıtır. Bu üçlemelerden 33 sayısına konu EKSR açısından özellikle en önemlileri: “Deus Meumque Jus” ve “Orda ab Chao” mottolarıdır. Birincinin anlamı “Allah ve Benim Hukukum”, diğerinin “Kaostan Nizama” dır. İşin ilginç yönü Türkçe anlamlarındaki harf sayısının, EKSR’nin eğitsel derece sayısını gösteren 32 olması; ve tepede Işık Saçan Altın Deltaya 33 yazılmasıdır.[ALINTI]

ABD 1 Dolar’ında kartalın kanadındaki uzun tüylerin sayısı da EKSR’nin 33. idarî derece dışında kalan 32 eğitsel derecesini simgeler.

Masonluktaki erdemler aşağıda gösterildiği gibi 33’tür:

01. Akıl ve Hikmet
02. İman ve İtikat
03. Şefkat ve Merhamet
04. Sabır ve Ümit
05. Şecaat ve Cesaret
06. Namus ve İffet
07. Fedakarlık ve Feragat
08. İtidal ve Temkin
09. Aklıselim ve Basiret
10. Azim ve İtimat
11. Sebat ve Metanet
12. İdrak ve Feraset
13. Müsamaha ve Tahammül
14. Doğruluk ve Dürüstlük
15. İtaat ve Sadakat
16. Ketumiyet ve Emanet
17. Nefse hâkimiyet ve İzzet
18. Safiyet ve Masumiyet,
19. Edep ve Haya
20. Tevazu ve Vakar
21. Hayır ve Hasenat
22. Dostluk ve Vefa
23. Cömertlik ve Sahavet
24. Alicenaplık ve Seciye
25. Hilim ve Halisiyyet
26. Kahramanlık ve Vatanseverlik
27. Çalışkanlık ve Emek
28. İlim ve İrfan
29. Huzur ve Refah
30. Sulh ve Sükûn
31. Hak ve Adalet
32. İstiklâl ve Hürriyet
33. İnsanlık ve Evrensellik

SONRAKİ SAYFAYA GEÇİNİZ.

Madde 93 – Locaya Giriş Yolları

(1) Bir Locaya tekris veya tebenni ile girilir.

(2) Bir Kardeş, Büyük Locanın matrikülünde kayıtlı birden fazla Locaya üye olamaz. Özel Localar, Eğitim Locaları ve Araştırma Localarına dair hükümler saklıdır.

(3) Büyük Locanın matrikülünde kayıtlı bir Locanın üyesi, Büyük Locanın tanıştığı başka Büyük Locaların matrikülündeki Localara da üye olabilir. Aynı şekilde, Büyük Locanın tanıştığı başka Büyük Locaların matrikülündeki Locaların üyeleri, Büyük Locanın matrikülünde kayıtlı bir Locaya üye olabilirler. Bu tarz çoklu üyelikler için başvuru Büyük Sekretere yapılır ve işlemler Büyük Sekreterin uygun göreceği usuller dairesinde yürütülür.

Madde 94 – Tekris

Mason sıfatı, düzenli bir Locada, ritüeline uygun olarak yapılan tekris töreni ile kazanılır. Tekris edilen kişi Çırak Mason olur.

Madde 95 – Mason Olmanın Şartları

(1) Masonluğa yalnız medeni haklara sahip, yirmi bir yaşını doldurmuş, hür, iyi ahlaklı, namuslu, şerefli ve aydın erkekler kabul edilir.

(2) Mason çocukları ve torunları on sekiz yaşında tekris edilebilirler, fakat yirmi bir yaşını tamamlamadan terfi edemezler.

Madde 96 – Haricî Teklifi

(1) Bir haricînin Masonluğa alınmasını isteyen en az iki yıllık Üstat derecesindeki Kardeş, bunu bir Locanın Üstad-ı Muhteremine ön teklif varakası ile hususi olarak bildirir. Teklifi yapacak olan Kardeşin haricîyi ve ailesini en az bir yıldan beri her özelliğini bilecek kadar iyi tanıması ve kendisine her bakımdan kefil olduğunu taahhüt etmesi lazımdır.

(2) Haricî, üye olmak için doğrudan müracaat etmiş ise, Büyük Sekreter müracaatı uygun gördüğü Locaya havale eder.

Madde 97 – Ön Tahkikat

(1) Üstad-ı Muhterem, teklif eden Kardeşin ismini açıklamadan, haricî hakkında bir ön tahkikat yaptırır. Bu tahkikat resmi celselerde görüşülmez.

(2) Tahkikatın sonucu olumsuz çıkarsa, teklif eden Kardeşe bilgi verip kendisini uyarır. Teklif eden Kardeş, teklifinden vazgeçmek veya ısrar etmekte serbesttir.

(3) Teklifinden vazgeçilmiş bir haricînin daha sonra başka bir Locaya teklif edildiği duyulursa, o Locanın Üstad-ı Muhteremini bilgilendirmek bir görevdir.

(4) Büyük Sekreter tarafından havale edilmiş bir üyelik müracaatının ön tahkikat sonucu eğer olumsuz çıkarsa, dosya Büyük Sekretere iade edilir.

Madde 98 – Teklif Varakası ve Engelsizlik Levhası

(1) Ön tahkikat olumlu sonuç vermiş veya olumsuz olmasına rağmen Kardeş teklifinde ısrar ederse bir teklif varakası doldurur ve teklif kesesine atar.

(2) Üstad-ı Muhterem teklifi çekiç altı etmediği takdirde Loca haricîyi Büyük Sekretere bildirir ve üyelik işlemlerinin başlatılmasında bir mahzur olup olmadığını sorarak engelsizlik levhasını (nulla osta) ister.

(3) Büyük Sekreter, haricînin, “işlemden çıkarılan”, “işlemi ertelenen” veya “reddedilen”lerden biri olup olmadığı yolunda Locaya bir engelsizlik levhası gönderir. Engelsizlik levhasına, varsa, haricînin daha önce görmüş olduğu işlemlere dair evrak da eklenir.

(4) İş bu tüzüğün 98/8 maddesi uyarınca engelsizlik levhasının işlem görmemesi nedeniyle süresinin dolmasından, 103/2 maddesi uyarınca işleme devam yazısının süresinin dolmasından 104/3 maddesi uyarınca tahkikatın tamamlanamamasından 105 maddesi uyarınca teklifin geri çekilmesinden ya da 106/6 madde uyarınca karar verilen tekrisin yapılamamasından dolayı dosyası kapatılan haricî, “işlemden çıkarılan” olarak nitelendirilir.

(5) İşbu tüzüğün 99/3 maddesi uyarınca Teklif edilip, dosyası teklif oylaması ya da 106/7 maddesi uyarınca skrütenin olumsuz sonuçlanmasıyla dosyası kapatılan haricî, “işlemi ertelenen” sıfatını alır. İşlemi ertelenen haricînin dosyası, erteleme tarihi üzerinden bir yıl geçmeden yeniden işlem göremez. Dosyanın, işleminin ertelendiği Locadan başka bir Locada işlem görebilmesi için erteleme tarihi üzerinden iki yıl geçmesi gerekir.

(6) İşlemden çıkartılmış ya da işlemi ertelenmiş dosyaların iki yıl içerisinde yeniden işleme girmeleri halinde işlem kaldığı yerden devam eder. Aksi takdirde işlem baştan başlar.

(7) Haricinin işlemi iki defa ertelenmiş ise o haricî “reddedilmiş” olarak nitelendirilir. Aynı şekilde, üç defa işlemden çıkarılan harici de “reddedilmiş” olarak nitelendirilir.. Reddedilmiş haricîler bir daha teklif edilemezler.

(8) Büyük Sekreterden engelsizlik levhası alınmadan haricî ile ilgili hiçbir işlem yapılamaz. Engelsizlik levhasının yazıldığı tarihten itibaren bir yıl içinde haricînin dosyasının 99. ve 100. Maddeler uyarınca işlem görmemesi halinde, Büyük Sekreter dosyayı kapatır.

Madde 99 – Teklifin Görüşülmesi ve Oylanması

(1) Engelsizlik levhası alındıktan sonra, teklif varakası, bir Üstat derecesi toplantısında, gündeme alınmak suretiyle, teklif edenin adı açıklanmadan okunur.

(2) Müzakere sonunda teklif açık oylamaya konur. Aleyhte oy kullananların sayısı dört veya daha fazla olursa, Locanın iç tüzüğünde belirtilen usule göre, olumsuz oy kullanmış olanların gösterecekleri istikamette bir soruşturma yapılır. Bu soruşturmanın neticeleri imzasız bir rapor halinde sonraki bir oturumda Üstad-ı Muhterem tarafından okunur ve teklif tekrar müzakere edilerek açık oya sunulur.

(3) Olumsuz oylar yine dört veya daha fazla olursa, işlem ertelenir ve keyfiyet Büyük Sekretere bildirilir. Büyük Sekreter dosyayı “ertelenen işlem” olarak nitelendirir.

(4) Bu haricî bir yıl geçmeden yeniden teklif edilemez. Bir yıl sonra, ayni haricî yeniden teklif edilirse 98. ve 99. Maddelerdeki işlemler tekrar edilir; sonunda yine dört veya daha fazla olumsuz oy alırsa bu haricî reddedilmiş olur ve bir daha teklif edilemez. Keyfiyet Büyük Sekretere bildirilir. Büyük Sekreter dosyayı “reddedilen işlem” olarak nitelendirir.

Madde 100 – Talepname ve Diğer Belgelerin Alınması

(1) Teklif oylamasının olumlu neticelenmesi halinde teklif eden Kardeş vasıtasıyla haricîye bir talepname verilir. Talepname, haricîye, onu veren Kardeşin huzurunda doldurtulur, imza ettirilir ve geri alınır. Ayrıca, haricîden Büyük Sekreterin uygun gördüğü sayıda vesikalık fotoğraf ve adli sicil kaydı alınır.

(2) Talepname, teklif eden Kardeşin ismiyle birlikte, bir Üstat derecesi toplantısında gündeme alınır ve Locanın bilgisine sunulur.

(3) Bu safhaya gelen bir işlemin mutlaka skrütene kadar devam ettirilmesi lazımdır; çekiç altı edilemez. Ancak teklif sahibi, skrüten başlamadan önceki herhangi bir safhada teklifini geri alabilme hakkına sahiptir. Bu takdirde tüm evrak Büyük Sekretere iade edilir. Teklifin geri alınmasından itibaren en çok bir yıl içinde teklif eden Kardeşin müracaatı ile geri alınan teklifin işlemlerine kalınan yerden devam edilir. Bu sürenin geçmesi halinde işlemler yeniden başlar.

(4) Haricîden talepname alınması ön hazırlık işlemi mahiyetinde olup Dernek üyeliğine başvuru anlamına gelmez. Derneğe üyelik başvurusu, adaydan tekris günü alınacak üyeliğe başvuru dilekçesi ile başlar.

Madde 101 – Haricîlerin İlanı

Büyük Sekreter haricîleri, fotoğraflarıyla, tüm yerleşkelerde bütün Kardeşlerin görebileceği bir yerde bir ay süreyle ilan eder. Askı işlemi, her ayın birinci günü başlar, takip eden ayın birinci günü sona erer. Haziran ayında askıya çıkanlar Ekim ayının birinci günü askıdan iner.[ALINTI]

Madde 102 – Genel Tahkikat

Bütün Masonlar, bir haricînin üye alınıp alınmaması hususunda tahkikatla görevli ve sorumludurlar. Bu itibarla, Mason olmasında sakınca gördükleri haricîleri, haklarında bilgi ve bulgularla, doğrudan doğruya veya üyesi oldukları Locanın Üstad-ı Muhteremi vasıtasıyla haricînin teklif edildiği Locanın Üstad-ı Muhteremine yazılı olarak bildirmekle mükelleftirler. Bu yolla bilgi sahibi olan Üstad-ı Muhterem, en geç bir hafta içinde keyfiyeti ilgili Locanın Üstad-ı Muhteremine ve Büyük Sekretere ulaştırmak zorundadır.

Madde 103 – İşleme Devam Levhası

(1) Büyük Sekreter, bir aylık askı süresinin sonunda, Locaya işleme devam levhası gönderir. Bu levhaya, varsa, Büyük Sekretere gelmiş sakınca yazıları da, sakınca gören Kardeşin adı saklanarak, eklenir. Loca tahkikatı, işaret edilen sakıncalar dikkate alınarak derinleştirilir.

(2) İşleme devam levhasının yazıldığı tarihten itibaren iki yıl içinde haricînin dosyasının neticelenmemesi halinde, Büyük Sekreter dosyayı kapatır.

Madde 104 – Loca Tahkikatı

(1) İşleme devam levhası alındıktan sonra, onbeş gün içinde Üstad-ı Muhterem, Üstat derecesinde iki yılını doldurmuş en az üç Kardeşi tahkikatla görevlendirir. İsmi açıklanmayacak olan bu Kardeşlerin başka Localardan da seçilmeleri mümkündür. Tahkikatla görevlendirilen Kardeşlere haricînin talepnamesinin bir kopyası da verilir.

(2) Tahkikat ile görevli Kardeşler, ayrı ayrı ve yüz yüze yapacakları görüşmelerde vardıkları sonuçları, en geç üç ay içinde Üstad-ı Muhtereme sunarlar. Tahkikat süresi on beş günden az olamaz. Üstad-ı Muhterem yapılan tahkikatı yeterli görmezse soruşturmayı genişleterek başka Üstat Kardeşleri tahkikat ile görevlendirebilir. Bu takdirde üç aylık müddete en çok iki ay daha ilave edilir.

(3) Tahkikatın herhangi bir nedenle tamamlanamaması halinde, tahkikatla görevlendirilmiş Kardeşler durumu, gerekçeleriyle yazılı olarak Üstad-ı Muhtereme bildirirler. Bu durumda, skrütene gidilmeden tüm belgeler Büyük Sekretere teslim edilir. Büyük Sekreter gerekçeyi yeterli bulmazsa dosyayı Locaya iade eder ve bu takdirde skrüten mecburidir.

Madde 105 – Teklifin Geri Çekilmesi

Teklif eden Kardeş, skrüten yapılacak Üstat derecesi toplantısına kadar olan herhangi bir safhada, Üstad-ı Muhtereme müracaat etmek kaydıyla, teklifini geri çekme hakkına sahiptir. Bu durumda haricînin dosyası Büyük Sekretere teslim edilir.

Madde 106 – Skrüten ve Tekris Kararı

(1) Tahkikat tamamlanıp tüm tahkikat evrakı Üstad-ı Muhtereme teslim edildikten sonra, bir Üstat derecesi toplantısı gündemine alınmak suretiyle skrüten yapılır. Bütün tahkikat levhaları ve muamele tamamlanmadan konu gündeme alınamaz.

(2) Skrütenden önce, Üstad-ı Muhterem, engelsizlik ve işleme devam levhalarının tarih ve sayılarını, tahkikat evrakını, varsa itiraz yazılarını bizzat kendisi okur ve görüşme açar. Görüşmeler tamamlandıktan sonra derhal skrütene geçilir. Skrütene celsede bulunan bütün Kardeşler bu belgelerin tamamını dinlemiş olmaları şartıyla katılırlar. Bu oylamada çekimser kalınamaz.

(3) Skrüten şu şekilde yapılır:

1. Skrütene katılacak Kardeşlerin sayısı tespit edilir;
2. Birinci Tören Üstadı skrüten kutusunu Üstad-ı Muhtereme getirir; Üstad-ı Muhterem kutunun boş olduğunu Kardeşlere gösterir;
3. Birinci Tören Üstadı kutuyu dolaştırır ve Üstad-ı Muhtereme getirir. Üstad-ı Muhterem kutuyu açar, Bir Önceki Üstad-ı Muhterem ve (eğer oradaysa) Büyük Loca Gözlemcisi ile birlikte oyları kontrol eder. Olumsuz oy çıkmamışsa “hepsi temiz”, bir veya iki olumsuz oy çıkmışsa “temiz”, üç veya daha fazla olumsuz oy çıkmışsa “temiz değil” kelimeleri ile sonucu duyurur. Skrüten kutusunda üç veya daha fazla olumsuz oy varsa, atılan oy sayısı ile hazır bulunan Kardeş sayısını karşılaştırır, sayılar birbirini tutmazsa skrüten aynı toplantıda tekrarlanır. Tekrarlanan skrütende de sayı tutmazsa, oturumda hazır bulunan her Kardeşe Loca mühürüyle mühürlenmiş bir skrüten pusulası verilir. Kardeşler bu pusulaya sadece kabul anlamında artı (+) veya red anlamında eksi (-) işareti koyarlar, sıra ile Üstad-ı Muhteremin önüne gelip kürsüdeki keseye skrüten pusulalarını kapalı olarak atarlar. Başka bir işaret taşıyan pusulalar geçersizdir. Üstad-ı Muhterem pusulaları sayar, Bir Önceki Üstadı Muhtereme ve (eğer oradaysa) Büyük Loca Gözlemcisine gösterir, sonucu ilan eder.

(4) Skrüten sonucu en geç bir hafta içerisinde Büyük Sekretere bildirilir.

(5) Aleyhte yazılı veya sözlü hiçbir beyanda bulunulmamış olduğu halde olumsuz oyların sayısı üç veya dört ise skrüten Locanın müteakip iki toplantısından birinde gündeme alınır ve bütün levhalar okunmak suretiyle tekrar edilir.

(6) Olumsuz oy olmaması veya bir ya da iki tane olması haricînin tekrisine karar verildiği manasına gelir ve tekris töreninin altı ay içinde yapılması gerekir. Herhangi bir nedenle adayın tekrisi mümkün olmazsa, Loca kararı ile bu süre en çok on iki ay daha uzatılabilir ve durum derhal Büyük Sekretere bildirilir. Bu süre içinde tekris töreni yapılmamışsa Büyük Sekreter dosyayı kapatır.

(7) Yapılan skrütende olumsuz oy adedi üç veya daha fazla ise haricînin dosyası (teklif varakası, talepname, engelsizlik levhası, işleme devam levhası ile tahkik levhaları ve varsa her türlü ihbar vesikaları) derhal Büyük Sekretere gönderilir. Büyük Sekreter dosyayı kapatır.

Madde 107 – Belgeler

(1) Üyelik işlemlerine dair her türlü evrak, bir dosya halinde Büyük Sekretere gönderilir. Loca isterse sözü geçen diğer belgelerin birer suretini kendi arşivinde alıkoyar.

(2) Tekrisi yapılmış Kardeşlerin tahkikat levhaları, her türlü ihbar vesikaları ve sair belgeler yok edilir. Kabul sırasındaki müzakereler tersimata geçmez.

Madde 108 – Dosya Devri

Bir Locada işlem görmekte olan bir haricînin dosyası bir başka Locaya, teklif eden Kardeşin talebi, ilgili iki Locanın mutabakatı ve Büyük Sekreterin onayıyla devredilebilir.

Madde 109 – Niyabeten Tekris

(1) Tekris töreni, niyabeten başka bir Locada da yapılabilir. Bu husustaki talep, haricînin üyesi olacağı Locanın bir yazısı ile diğer Locanın Üstad-ı Muhteremine bildirilir.

(2) Niyabeten yapılacak tekris töreninde haricînin üye olacağı Locayı temsilen Locanın Üstad-ı Muhtereminin veya Üstad-ı Muhteremin görevlendireceği bir Üstat Kardeşin Locasını temsilen bulunması gereklidir. Bu temsilcinin adı o günkü tersimata geçirilir ve tekrise ait tersimat kısmı bir levha ile ilgili Locaya gönderilir. Her iki Loca, niyabeten tekrisi, ayrı ayrı Büyük Sekretere bildirirler.

Madde 110 – Büyük Locanın Gayrımuntazam Saydığı Bir Büyük Locadan Gelen Aday

Büyük Locanın gayrımuntazam saydığı bir Büyük Locadan gelen aday için üyelik işlemlerinde hiçbir ayrıcalık uygulanmaz.

Madde 111 – Tekris Usulü

(1) Tekris töreninin bir toplantıda en fazla kaç kişiye uygulanacağını Büyük Üstat tespit eder.

(2) Bu tüzükte gösterilen işlemler kendisine uygulanmamış veya ritüeline uygun olarak tekris edilmemiş bir haricî hakkında Büyük Üstadın vereceği karara göre hareket edilir.

Madde 112 – Tebenni Yoluyla Üyelik

(1) Bir Kardeş üyesi olduğu Locasından başka bir Locaya üye olmak istediği takdirde hem kendi Locasına hem de üye olmak istediği Locaya yazılı olarak başvurur. Üye olunmak istenen Locanın Üstad-ı Muhteremi, Kardeşin hazine ile intizamını Locasından yazıyla sorar. Olumlu cevap gelirse, müracaatı bir Üstat derecesi toplantısı gündemine alır. Başvuru sahibi Kardeş o toplantıya katılmaz. Müzakereden sonra skrüten yapılır. Skrütene yalnız o Locanın Kardeşleri katılır; karar toplantıda bulunan Loca Kardeşlerinin oy çoğunluğuyla alınır. Oylama sonucu Büyük Sekretere bildirilir.

(2) Oylama olumlu ise, Kardeş ritüeline uygun olarak yapılan Tebenni Töreni ile o Locanın üyesi olur. Eski Locası, Kardeşin dosyasını Büyük Sekretere gönderir.

(3) Oylama olumsuz çıkarsa Kardeş Locasında kalır.

(4) Çırak ve Kalfaların Loca değiştirmeleri, Üstad-ı Muhteremlerinin iznine bağlıdır.

Madde 113 – Şeref Üyeliği

(1) Masonlukta aktif olarak kırk yılını dolduran Kardeşler, bu süreyi doldurdukları takvim yılının başında Büyük Üstat tarafından şeref üyesi ilan edilirler. Sürenin hesabına, başka bir muntazam Büyük Locada çalışılan sürenin en fazla on beş yılı alınır.

(2) Şeref üyeleri, kırk yıl önlüğü ve kırk yıl madalyonu taşımaya hak kazanır; protokolde yer alırlar.

(3) Şeref üyeleri her türlü mali mükellefiyetten muaf olurlar; diğer bütün hakları saklıdır.

Madde 114 – İzin

(1) Hazineye borcu olmayan her kardeş, haklı sebeplerle bir süre için Loca çalışmalarına katılamayacaksa, teklif kesesine atılacak bir levha ile izin isteğinde bulunabilir. Teklif derhal görüşülerek karara bağlanır.

(2) Bir yıldan fazla süre için izin verilmez. Gerekirse yeni bir kararla süre uzatılabilir.

(3) İzinli Kardeş mali mükellefiyetlerini yerine getirmeye devam eder.

Madde 115 – İstifa

(1) Her Kardeş Locasına yazılı olarak bildirmek suretiyle istifa edebilir. Loca, istifa eden Kardeşi Büyük Sekretere bildirir. Bu Kardeş Loca çalışmalarına katılma hakkını kaybeder. Büyük Sekreter bu durumdaki Kardeşleri tüm localara duyurur.

(2) İstifa eden Kardeş Büyük Sekreterden istifa etmiş olduğuna dair bir yazı isteyebilir.

(3) İstifa eden Kardeş Loca çalışmalarına katılma hakkını yeniden kazanabilmek için istifa ettiği yılı takip eden takvim yılından itibaren herhangi bir Locaya yazılı olarak başvurabilir. Loca, gerekli tahkikatı yaptırdıktan sonra Büyük Sekreterden iç engelsizlik levhası alır.

(4) İç engelsizlik levhasının alınmasını müteakip müracaat, Locanın bir Üstat derecesi toplantısının gündemine alınarak görüşülür. Oylamaya yalnız Locanın üyeleri katılır. Karar skrütenle ve oy çokluğu ile alınır ve Büyük Sekretere bildirilir.

(5) Olumlu karar halinde Kardeş, eski Locasına müracaat etmişse ise eski matrikül numarası ile çalışmalarına başlar. Başka bir Locaya dönmüş ise, ritüeline uygun olarak gerçekleşen Tebenni töreni ile bu Locanın üyesi olur.

(6) İstifa tarihinde borcu olan Kardeşin çalışmalara başlayabilmesi için Locanın olumlu kararını müteakip istifa ettiği yılın borcunu yüzde elli fazlası ile ödemesi gerekir.

(7) Başvurusu reddedilen Kardeş aradan bir yıl geçmeden yeni bir başvuruda bulunamaz.

(8) İstifa ve ceza süreleri Masonik kıdem hesabına dahil edilmez.

Madde 116 – İstifa Etmiş Sayılma

(1) Büyük Loca Hazinesine karşı mükellefiyetlerini yerine getirmeyen Kardeşin adı Loca Hazine Emininin tahsilat raporuna geçirilerek Büyük Sekretere bildirilir. Büyük Sekreter, borçlu Kardeşe iadeli taahhütlü bir yazı göndererek borç durumunu bildirir ve ödememenin müeyyidesini hatırlatır. Yazıyı aldığı tarihten itibaren bir ay içinde borcunu ödemeyen Kardeş, Büyük Görevliler Kurulu kararıyla istifa etmiş sayılır.

(2) 69. Madde uyarınca Locasının çalışmaları durdurulan Kardeşler, bir yıl içinde başka bir Locaya üyelik müracaatında bulunmadıkları takdirde istifa etmiş sayılırlar.

(3) İstifa etmiş sayılan Kardeşler, Büyük Sekreter tarafından tüm Localara duyurulur.

(4) Bu Kardeşlerin Loca çalışmalarına katılma hakkını yeniden kazanabilmeleri için 115. Maddedeki istifanın geri alınması hükümlerine göre işlem yapılması gerekir.

(5) Büyük Üstat, haksız olarak istifa etmiş sayıldığı kanaatine vardığı bir Kardeşi Locasına iade edebilir.

Madde 117 – Disiplin Hükümlerine Göre Üyelikten Çıkarılma

Disiplin hükümlerine göre Locadan süresiz uzaklaştırma cezası alan Kardeşin Dernek üyeliği sona erer.

Madde 118 – Terfi Talebi

Her Çırak, Kalfa; her Kalfa, Üstat derecesine terfi etmeyi talep edebilir; bu talebini, teklif kesesine atacağı nafaka arttırılması talebi ile belirtir. Böyle bir talepte bulunabilmek için,

1. Büyük Loca Hazinesine borçlu olmamak;
2. Derecesinde en az on iki ayı doldurmuş olmak;
3. Son on iki ay içerisinde en az on toplantıya (Kalfalar için bunun üç adedinin Kalfa derecesinde olması gerekir) katılmış olmak;
4. Derecesi hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olduğunu göstermek ve Masonik konularda fikri çalışmalar yapabileceğini, verdiği konferans ve/veya tezlerle ispat etmek;
5. Hakkında disiplin müeyyidesi uygulanmamış olmak;
6. Rehberinin muvafakatını almış olmak

gerekir. Uyarma müeyyidesi uygulanmış bir Kardeşin terfii oniki ay, kınama müeyyidesi uygulanmış bir Kardeşin terfii onsekiz ay geciktirilir. Daha ağır bir müeyyide uygulanmışsa hiçbir şekilde terfi edemez.

Madde 119 – Terfi Kararı

(1) Terfi talebi, bir Üstat derecesi toplantısının gündemine alınmak suretiyle görüşülür. Karar, Kardeşin derecesine ait bilgileri edinip edinmediği hususu da göz önüne alınarak, açık oylamayla ve hazır bulunanların dörtte üçünün oyu ile alınır. Terfi talebinde bulunan Kardeş başka bir Locada tekris edilmişse, terfii gündeme alınmadan evvel, önceden üye olduğu Locanın Üstad-ı Muhtereminin yazılı görüşü alınır.

(2) Terfi talebi kabul edilmeyen Kardeş, en az altı ay geçmeden yeniden terfi talebinde bulunamaz.

Madde 120 – Terfi Töreni

Kalfalığa geçiş ve Üstatlığa yükseliş, ritüellerine uygun törenlerle yapılır.

Madde 121 – Niyabeten Terfi

(1) Terfi töreni, niyabeten başka bir Locada yapılabilir. Bu husustaki talep, Kardeşin Locasının bir yazısı ile o Locanın Üstad-ı Muhteremine bildirilir.

(2) Törende, terfi edecek Kardeşin Locasının Üstad-ı Muhtereminin ya da görevlendireceği bir Üstat Kardeşin Locasını temsilen bulunması gerekir. Temsilci olarak törene katılan Kardeşlerin isimleri tersimata geçirilir ve tersimatın terfi törenine ait bölümü Kardeşin Locasına gönderilir.

(3) Her iki Loca, niyabeten terfii ayrı ayrı Büyük Sekretere bildirirler.

Madde 122 – Terfi Süresinin Kısaltılması

Bir Kardeş, bir yıldan daha az kalmamak üzere yurt dışına gidecek olursa terfi süresi kısaltılabilir. Bu Kardeşin, Büyük Loca Hazinesine borçlu olmaması gerekir. Loca, Büyük Sekreterin onayını müteakip Kardeşin talebini bir Üstat derecesi toplantısının gündemine alarak görüşür. Karar açık oylamayla ve hazır bulunanların oy çokluğu ile alınır.

3.Derece Ritüeli: “Yükseliş Töreni”


Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere Örnek bir Yükseliş Törenleri nasıl oluyor onu Alıntılar eşliğinde göstereceğim;

(Toplantı açılıp, varsa törenden önceki gündem maddeleri görüşüldükten ve hazırlıklar yapıldıktan sonra)

ÜSTADI MUHTEREM: Kardeşlerim, bugün ……….. adlı Kalfa Kardeşimizin Üstad Derecesine Yükseliş Töreni’ni yapacağız. Bu geçiş, … gün ve … sayılı Üstad Derecesindeki toplantımızda kararlaştırılmıştı.

Bilgisini yoklamakla görevlendirdiğimiz Kardeşimiz de, kendisinin bu Dereceye geçmeye layık olduğunu bildirmiştir.

I. Tören Üstadı Kardeşim, görevinizi yapınız.

(I. Tören Üstadı, Üstadı Muhteremi selamlayarak dışarı çıkar.)

(Müzik)



(Bir süre sonra I. Tören Üstadı kapıya, Kalfa Derecesi vuruşu ile sertçe vurur.)

KORUYUCU: Tehlike var, II. Nazır Kardeşim.

II. NAZIR: Tehlike var, Üstadı Muhterem.

ÜSTADI MUHTEREM: II. Nazır Kardeşim, Orta Hücrenin matem dolu sessizliğini bozan kimdir? Öğreniniz!

II. NAZIR: Koruyucu Kardeşim, Tehlike nedenini araştırınız!

KORUYUCU: (Kapıyı aralayarak) Kim var orada?

I. TÖREN ÜSTADI: Masonluğa yöntemince kabul edilen, Kalfa Derecesine geçen ve şimdi de Üstad Derecesine yükselebileceğini ümit eden ….. ….. Kardeş

(Dışarıdan duyulacak şekilde)

KORUYUCU: II. Nazır Kardeşim, zamanında gelenek ve yöntemlerimize göre Masonluğa kabul edilmiş, Kalfa Derecesine geçmiş ve şimdi de Üstad Derecesine yükselmeyi ümit edebilecek kadar ilerlemiş bulunan …. …. Kardeşimiz; I. Tören Üstadı Kardeşimizle birlikte, Mabed kapısında beklemektedir.

II. NAZIR: Üstadı Muhterem zamanında, gelenek ve yöntemlerimize göre Masonluğa kabul edilmiş ve şimdi de Üstad Derecesine geçmeyi ümit edebilecek kadar ilerlemiş bulunan ….. ….. Kardeşimiz; I. Tören Üstadı Kardeşimizle birlikte, Mabed kapısında emrinizi beklemektedir.

ÜSTADI MUHTEREM: Bu Dereceye yükselebileceğini nasıl ümit ediyor?

II. NAZIR: Tanrı’nın yardımı, Pergelin desteği ve kendi gayretiyle, Üstadı Muhterem.

ÜSTADI MUHTEREM: Bu Kalfa, Üstad Locasına niçin geliyor? Bizim üzüntümüz bize yetmez mi? Acımıza katılmak istemesinin sebebi nedir? Bize bir yardımı dokunabilir mi? Ölüleri diriltebilir mi?



II. NAZIR: Üstadı Muhterem, gerçek dostluk felaket anında belli olur. İzin verin Kalfayı denesinler.

ÜSTADI MUHTEREM: Muhakkik Kardeşim, Kalfayı deneyiniz.

(Muhakkik, kapıyı aralık tutarak dışarı çıkar. Kalfayı denedikten sonra, içeri girer ve Üstadı Muhteremi selamlar.)

MUHAKKİK: Üstadı Muhterem, Kalfayı denedim. Tam ve kusursuzdur.

ÜSTADI MUHTEREM: Koruyucu Kardeşim, o halde Kalfayı içeri almak için hazır olunuz.
Muhakkik Kardeşim, siz de görevinizi yapınız.

(Muhakkik, dışarı çıkar. Kalfayı aralık duran kapının önüne getirir.)

KORUYUCU: (Aralık olan kapıyı iyice açar. Kapıda bekleyen Kalfanın göğsünün sol tarafına, Pergelin sivri uçlarını dayar.)

Üstad Locasına Yücelerin Yücesini anarak ve Pergelin sivri uçları, göğsünüze dayalı olarak giriyorsunuz. Amacımız Hür Masonlukta, Kardeşlerinize olduğu kadar bütün insanlara ve insanlığa karşı da, bu Pergelin gösterdiği gibi, ölçülü davranmanız gerektiğini size hatırlatmaktır.

(Koruyucu, Pergeli yukarı kaldırarak Üstadı Muhtereme gösterdikten sonra Kalfaya; “Geçiniz” der. Muhakkik, Kalfa ve I. Tören Üstadı sırasıyla içeri girerler. Kalfa iki Sütun önünde Üstadı Muhteremi selamlayarak Saygı Duruşuna geçer. Muhakkik ve I. Tören Üstadı, Saygı Duruşu’nda beklerler.)

ÜSTADI MUHTEREM: Muhakkik Kardeşim, Kalfa kendisine verilen görevleri yerine getirmiş mi?

MUHAKKİK: Mabedin yapısında gayretle çalıştığını gördüm. “G” harfini öğrenmiş. Üstadlar arasına alınmasını diliyor, Üstadı Muhterem.

ÜSTADI MUHTEREM: Kalfa Kardeşim, biz büyük bir felakete uğradık. Kendi öz Kardeşlerimizden bazıları, hak etmedikleri şeyleri elde edebilmek için korkunç bir cinayet işlediler.

(Duraklama)

Kalfa Kardeşim, ilerleyin. Sizin de o bahtı karaların suçuna katılıp katılmadığınızı anlayalım.

(Müzik)

(Önde Muhakkik olmak üzere, aday ve I. Tören Üstadı; Kuzey, Doğu ve Güneyden geçerek Mabedi bir defa dolaşırlar. Kürsülerinin önünden geçilirken sırasıyla; I. Nazır, Üstadı Muhterem ve II. Nazır -ÇEKİÇ DARBESİYLE- vururlar. Yolculuk, II. Nazırın kürsüsü önünde tamamlanır.)

II. NAZIR: -ÇEKİÇ VURUŞU- Ölüm, dünya yolculuğunun sonudur. Onun için hayatta her adım akıllıca atılmalıdır. Akıl ve Hikmet, size Hakikat’i öğretmemişse, inancınız sizi koruyamaz.

Ölüm anını düşününüz!

(II. Nazır kürsüsünden iner, Kalfanın ellerine bakar.)

Elleriniz kana bulaşmamış, geçiniz!

(Müzik)

(İkinci yolculuk da aynı şekilde yapılır. Kürsülerinin önünden geçilirken sırasıyla; I. Nazır, Üstadı Muhterem ve II. Nazır -2 KERE ÇEKİÇ DARBESİYLE- vururlar. Yolculuk, I. Nazırın kürsüsü önünde tamamlanır.)

I. NAZIR: -ÇEKİÇ VURUŞU- Doğumdan ölüme uzanan yolculuğun amacı, yücelme olmalıdır. İstekleriniz, görevinizin gereğine uymuyorsa, sizin için ümit kalmaz.

Ölüm anını düşününüz!

(I. Nazır kürsüsünden iner. Kalfanın Önlüğüne bakar.)

Önlüğünüze kan sıçramamış, geçiniz! [ALINTI]

(Müzik)

(Üçüncü yolculuk da aynı şekilde yapılır. Kürsülerinin önünden geçilirken sırasıyla; I. Nazır, Üstadı Muhterem ve II. Nazır -3 DEFA ÇEKİÇ DARBESİYLE- vururlar. İki Sütun önüne gelindiğinde aday yüzü Doğuya dönük olarak durur. Önünde Mezarı andıran bir kaide vardır. Müzik kesilir.)

ÜSTADI MUHTEREM: -ÇEKİÇ VURUŞU- Mezarınızın önünde gibisiniz. Ölümün hayali karşısında kendinizi yoklayınız. Bu dünyadan göçüp gideceğiniz zaman, arkanızda ne bırakacağınızı düşündünüz mü? Vaadleriniz yerine gelebilecek mi? Acaba, hiç kusur işlemediniz mi? İnsanlığa yararınız dokundu mu? Kardeşlerinizi sevdiniz mi?

(Duraklama)

II. NAZIR: -ÇEKİÇ VURUŞU- Ölüm saatini düşününüz!

Aklınız, size Hakikati öğretmemişse, inancınız sizi koruyamaz.

(Duraklama)

I. NAZIR: -ÇEKİÇ VURUŞU- Ölüm saatini düşününüz!

İstekleriniz, görevlerinizin gereğine uymuyorsa, sizin için ümit kalmaz.

(Duraklama)

ÜSTADI MUHTEREM: -ÇEKİÇ VURUŞU- Son anınızı düşününüz!

Geride, sizi unutturmayacak bir iyilik bırakmadınızsa, ömrünüz boşa geçmiş demektir.



(Duraklama)

I. NAZIR: Üstadı Muhterem, Kalfa ölüm anının düşüncesi içinde önümüzden geçti. Yolunda ilerlemek istiyor.

ÜSTADI MUHTEREM: I. Nazır Kardeşim, öyleyse adaya Geçiş Kelimesi verilsin ve Üstad adımları attırılsın.

I. NAZIR: Muhakkik Kardeşim, adaya Geçiş Kelimesini veriniz ve Üstad adımlarını attırınız.

(Muhakkik, önce Geçiş Kelimesini verir, sonra adımları gösterir. Aday bu adımları attığı zaman Yemin Kürsüsü’nün önüne gelmiş olur.)

ÜSTADI MUHTEREM: Kalfa Kardeşim, şimdi sadakat ve cesaretinizin sınavını vereceksiniz. Bu Derecenin sırlarını size vermeden önce, yemin etmenizi isteyeceğim. Buna hazır mısınız?

(Aday olumlu karşılık verirse)

ÜSTADI MUHTEREM: Kalfa Kardeşim, iki elinizi Kutsal Kitapların üzerine koyunuz.

(Emri yerine getirir. Muhakkik ve I. Tören Üstadı adayın arkasında kılıç çatarlar.)

-ÇEKİÇ VURUŞU- Saygı Duruşuna geçelim Kardeşlerim.

Adımın geçtiği yerde, adınızı söyleyerek, yemini tekrarlayınız.

(Yemin metni, adayın tekrar edebileceği bir şekilde okunur. Adayın yüksek sesle ve tam olarak tekrarlamasına dikkat edilir.)

” BEN ….. ……, YÜCELERİN YÜCESİNİN HUZURUNDA VE BURADA TOPLANMIŞ ÜSTADLARIN ÖNÜNDE, ÇIRAK VE KALFA OLARAK ETTİĞİM YEMİNİ TEKRARLAR VE YEMİN EDERİM Kİ;

– BANA VERİLECEK ÜSTADLIK SIRLARINI, ÇIRAKLARA, KALFALARA VE MASON OLMAYANLARA VERMEYECEĞİM.

– GÖNYE VE PERGEL İLKESİNE BAĞLI KALARAK, İŞARETLERE VE ÇAĞRILARA CEVAP VERECEĞİM,

– İŞTE VE SÖZDE, BEŞ DOKUNUŞ İLKESİNE BAĞLI KALACAĞIM,

– BİR ÜSTAD MASONUN VE AİLESİNİN ŞEREF VE NAMUSUNU, KENDİ ŞEREF VE NAMUSUM GİBİ KORUYACAĞIM.

BU YEMİNİMİ YERİNE GETİRMEMDE, YÜCELERİN YÜCESİ YARDIMCIM OLSUN.”

(Çok kısa bir müzik)

ÜSTADI MUHTEREM: (Ezbere söylenmelidir.)

Eskiden, bu yemini bozanlara verilecek maddi cezalar da, yemin metninin içinde belirtilirdi. Bunlar şimdi çıkarılmıştır. Bugünkü cezalarımız, maddi değil, manevidir. Yeminini bozan kişi, ******** bir insan durumuna düşer.

Dikkatinizi, bir daha Gönye ve Pergele çekeceğim. Bu Derecede, Pergelin her iki ucu da, Gönyenin üzerindedir.

Bir ucu Masonun kalbine dayanan Pergelin öteki ucu, bütün Kardeşleri ve bütün insanları bağlayan, bütün Hakikatleri içine alan, bir “Daire” çizer.

(Duraklama)

I. Tören Üstadı Kardeşim, adayı iki Sütun önüne götürünüz.

(Müzik)

(I. Tören Üstadı, adayı iki Sütun önüne götürür. Nazırlar asasıyla selamladıktan sonra Doğuya yönelir. Nazırlar kürsülerinden inerek beklerler. I. Tören Üstadı, Üstadı Muhteremi asasıyla selamlar ve Doğunun basamakları önünde bekler. Üstadı Muhterem kürsüsünden iner, adayın karşısına gelir. I. Nazır sağında, II. Nazır solunda olmak üzere dururlar. II. Tören Üstadı ve Muhakkik adayın arkasında kılıç çatarlar.)

ÜSTADI MUHTEREM: (Adayın elini, Kalfa Dokunuşu ile sıktıktan sonra, Geçiş Dokunuşunu vererek Beş Dokunuş ile kavrar.)

Kalfa olarak aramıza gelmiş olan sizi, Üstadı Mterem olarak selamlarım.

(Üstadı Muhterem ve Nazırlar yerlerine dönerler. Üstadı Muhterem yerini aldıktan sonra, I. Tören Üstadı da yerine döner.)

ÜSTADI MUHTEREM: Oturalım Kardeşlerim.

Yeni Üstad Kardeşim, Masonluğun en büyük yeminini etmiş bulunuyorsunuz. Bundan böyle Üstadlık sırlarını bizimle paylaşabileceksiniz.

Masonluğa; yoksul, karanlıklar içinde ve yapayalnız katılmıştınız. İnsanlar eşit olarak doğdukları gibi, siz de Masonluğa eşitlik içinde kabul edildiniz. Burada elbirliği ile çalışarak, insanlar ve insanlık için, iyilik ve yardımseverlik ilkelerini uygulama yoluna girdiniz. Evrenin Ulu Mimarı’nın iradesine uyarak; kötü duygulardan sıyrılmaya, kalbinizi Kardeşlik sevgisine açmaya çalıştınız.

Sembollerle düşünüp size öğretilen adımları attınız. Kalfa Locasına yalnız başınıza değil, Kardeşlerinizle Kardeşlik Zinciri kurarak, yani karşılıklı yardımla girdiniz. Çünkü o ana kadar, tek başınıza ve kendiniz için elde etmiş olduğunuz “Nur” ve “Ziya” yı, sırf kendinize saklamayıp; topluma yaymaya, yontmuş olduğunuz taşı cilalamaya çalıştınız.

Bu sırada, Doğanın verdiği dersleri daha iyi öğrenerek, ölümlü yaşamın karışık ve çetin yollarından geçtiniz. Dönemeçli merdivenden çıkıp Orta Hücreye vardınız ve sonunuzu düşünmeye yöneldiniz.

Üstad Locasına, yine tek başınıza geliyorsunuz. Çünkü, alın yazınızı sonuna kadar izleyecek gücü, kendinizde aramanız gerekir. Bu Derece sizi, benliğiniz ve yaşam yolunuz üzerinde düşünmeye çağırır.

Doğru ve erdemli bir insan için asıl korkunç olan Sonun; ölüm değil, ********lik olduğu, bir gerçektir. İnsanlık tarihine mal olmuş, Süleyman Mabedi’nin Mimarı Büyük Üstadımızın başına gelen acıklı olay da, işte bu gerçeğin kanıtıdır.

(Duraklama)

Üstadlık yolunda ilerleyen Kardeşim, şimdi Büyük Üstadımızın acıklı öyküsünü dinleyiniz.

(Doğudaki semboller, Üstadı Muhterem ve Nazırların mumları, Kutsal Kitapların ve Orta Sütunların ışıkları dışında bütün ışıklar söner.)

(Çok hafif tonda müzik, Hatip’in konuşması boyunca sürer.)

HATİP: (Bu efsane, mümkünse ezbere söylenir.)

Vaktiyle, bizim en yüksek değerleri özünde toplamış, bir Üstadımız vardı. Adı, Hiram Abif’ti. Sur’da doğmuştu. Dul bir kadının oğlu idi.

Günün birinde Hazreti Süleyman, ilk defa, tek Tanrı’nın adına, bir Mabed yaptırmayı arzu etti ve Sur Kralı Hiram’dan, bir mimar istedi. O da, bu işin gerçekten ehli olan, Hiram Abif’i gönderdi.

Hiram Abif, iş yerinde çalışan binlerce işçiyi, bilgi ve yeteneklerine göre kollara ayırdı. O çağda başka türlü belge vermek mümkün olmadığı için, Çırak, Kalfa ve Üstad Derecesindeki işçiler, kendilerini birbirlerine, ancak bir takım Kelime ve Dokunuşlarla tanıtırlardı. Bunları, sır olarak saklamak zorunda idiler.

Mabed bitmek üzere iken, Kalfalardan 15’i göz dikmiş oldukları Üstadlık sırlarını, vaktinden önce elde etmek ve bundan yararlanmak istediler. Bu yüksek Dereceyi, dürüst bir şekilde hak etmeye çalışacak yerde, her çareye, hatta kaba kuvvete bile baş vurmaya karar verdiler. Aralarından 12’si, böyle bir davranışın ne kadar kötü olduğunu anlayarak, vaktinde vazgeçtilerse de, geri kalan 3 tanesi, her ne pahasına olursa olsun, akıllarına koydukları işi gerçekleştirmeye azmettiler. El ayak çekildikten sonra Üstadın yapıyı tek başına dolaştığını biliyorlardı.

(Hiram’ı temsil eden Üstad, Batıdan yavaş yavaş ilerler, Doğuda durur ve Şükür İşareti yapar.)

Üç Kalfa, Üstad Hiram’ın içeri girdiğini anlayınca, arkasından sessizce Mabede girerek, Güney, Batı ve Doğudaki kapıların yanına gizlendiler.

(Karanlıkta, üç Kalfayı temsil eden, yüzleri kapalı üç Üstad, Batıdan gelerek; birisi Güneyde II. Nazırın kürsüsü önünde, birisi Batıda Muhakkik’in yanında, diğeri de Doğuda Hasenat Emini’nin kürsüsü önünde, çömelerek dururlar)

Hiram, Tanrı’ya şükranlarını sunduktan sonra, eserini tamamlamaya kararlı Üstadların gönül rahatlığı ve sevinci ile döndü, dışarı çıkmak için, Güney kapısına yöneldi. Burada önüne çıkan Güneydeki birinci Kalfa, Üstad’tan, Üstadlık sırlarını istedi.

(Güneyde sinmiş olan birinci Kalfa, Üstadı göğüsler.)

Üstad, yeminine bağlı kalarak, bu sırların ancak emek ve gayret karşılığında ve yöntemine göre elde edebileceğini söyledi. Kendisine güvenilerek verilmiş sırları, böyle zor karşısında açıklamaktansa, ölümü göze alacağını sözlerine ekledi. İsteğine kavuşamayan Kalfa, elindeki Şakülü hırsla, Üstadın başına indirdi.

(Kalfa, Üstadın sağ şakağına vurur gibi yapar.)

Sağ şakağını hızla sıyırıp geçen bu vuruş yüzünden Üstad, sol dizinin üstüne yıkıldı.

(Üstad, sol dizinin üstüne çöker.)

Geçirdiği sarsıntıdan toparlanan Üstad, sendeleyerek Batı kapısına döndü. Burada onu ikinci Kalfa göğüsledi ve aynı istekte bulundu.

(Batıda sinmiş olan ikinci Kalfa, Üstadı göğüsler.)

Üstad, hiç çekinmeden ona da aynı karşılığı verince, Kalfa elindeki Tesviye ile Üstadın başına vurdu.

(Kalfa, Üstadın sol şakağına vurur gibi yapar.)

Üstad, sol şakağına gelen sert vuruşun etkisiyle, bu kez sağ dizinin üstüne çöktü.

(Üstad, sağ dizinin üstüne çöker.)

Üstad, Güneyden veya Batıdan çıkamayacağını anladı. Bitkin bir halde sürüklenerek, Doğuya yürüdü. Burada pusuda duran üçüncü Kalfa ile karşılaştı.

(Doğuda sinmiş olan üçüncü Kalfa, Üstadı göğüsler.)

O da Üstadlık sırlarını istedi. Konuşmaya takati kalmayan Üstad, olmaz işaretini verdi ve alnına inen bir Çekiç vuruşu ile cansız, yere serildi.

(Kalfa, Üstadın alnına vurur gibi yapar.)

(Hiram’ı temsil eden Üstad, Hasenat Emini’nin kürsüsünün önünde yere uzanır.)

Katiller, telaş ve korku içinde kalmışlardı. Cinayetlerinin izini ortadan kaldırmak için; ölüyü, karanlıkta, dağa taşıdılar. Çarçabuk gömerek, üzerine bir akasya dalı diktiler.

(3 Kalfa, Hiram’ı temsil eden Üstadı alarak, Yemin Kürsüsü ile Batı arasındaki kaideye yatırırlar. Siyah bir örtü ile örterek, baş tarafına bir akasya dalı koyarlar. Sonra, Batıdan geçerek, Sütunların arkasında kaybolurlar.)

(Mabed, derin bir sessizlik içinde olmalıdır.)

Bu sırada Mabedi koyu bir karanlık ve derin bir sessizlik sarmış, bilgisizlik; avadanlıkları birbirine karıştırmış, yalan; bütün belgeleri yok etmiş, ansızın ortaya çıkan hırs; işçileri birbirine düşürmüş ve çalışmalar durmuştu.

(Duraklama)

İşte Kardeşim, bilgisizlik, yalan ve hırsın amansız saldırılarına karşı, son nefesine kadar, andına, görevine, ülküsüne bağlı kalan Üstadımızın acı sonu bu oldu.

(Duraklama)

Bir süre sonra, Baş Mimar ve üç Kalfanın ortadan kayboldukları anlaşıldı. Hazreti Süleyman, çok değer verip sevdiği mimarının başına gelenleri sezdi ve onu aramak için, üç yöne, üç grup Kalfa gönderdi.

(Bu sırada önce, Kuzeyden üç Kalfa sessizce Mabedi dolaşırlar ve tam bir devir yaparak yerlerine otururlar. Birinci grup yerine otururken, Güneyden ikinci bir grup çıkarak, Mabedi aynı şekilde dolaşır ve yerlerine dönerler.)

İki grup arayıcı, bir şey bulamadan geri döndü. Hazreti Süleyman, Üstadlık sırlarının zorla alınmış olmasından korkuyordu. Bunun için, Üstadın cesedini ilk bulanların ağızlarından çıkacak “İlk kelime” ile yapacakları İlk hareket’in; bundan böyle “Üstadlık Kelimesi ve İşareti” sayılmasını emretti.

Şimdi, üçüncü grubun ne yaptığını görelim.

(Duraklama)

ÜSTADI MUHTEREM: II. Nazır Kardeşim, nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?

II. NAZIR: Doğudan Batıya, Üstadı Muhterem.

ÜSTADI MUHTEREM: Ne arıyorsunuz?

II. NAZIR: Üstadımızın vakitsiz ölümü nedeni ile kaybolan Üstadlık sırlarını, Üstadı Muhterem

ÜSTADI MUHTEREM: Birlikte arayalım. Ortak çalışmalarımızda, Yücelerin Yücesi yardımcımız olsun.

(Nazırlar, kürsüsünden inen Üstadı Muhteremin yanına giderler. Kardeşler ayağa kalkmazlar. Üçü birden, Doğudan başlayarak, bilinen şekilde Mabedi bir defa dolaşırlar. Mezarın ayak ucunda Üstadı Muhteremin sağında I. Nazır, solunda II. Nazır olmak üzere dururlar. Üstadı Muhteremin işareti ile I. Nazır, akasya dalını kaldırır. Üstadı Muhterem örtüyü çeker, atar.)

(Sırasıyla, Üstadı Muhterem “Nefret, I. Nazır “Keder”, II. Nazır “Cefa” İşareti verirler.)

I. NAZIR: MB:.

(Duraklama)

ÜSTADI MUHTEREM: Kardeşlerim, bizim Üstadımız ölümsüz değil mi? Onu Çırak Dokunuşu ile kaldırmaya çalışalım.

(II. Nazır, Çırak Dokunuşu ile kaldırmaya çalışır ve “B” Kelimesini söyler.)

II. NAZIR: Üstadı Muhterem, Çırak Dokunuşu işe yaramadı. Et kemikten ayrılıyor.

ÜSTADI MUHTEREM: I. Nazır Kardeşim, birde Kalfa Dokunuşunu deneyelim.

(I. Nazır Kalfa Dokunuşu ile kaldırmaya çalışır ve “J” Kelimesini söyler.)

I. NAZIR: Üstadı Muhterem, Kalfa Dokunuşu da işe yaramadı. Et kemikten ayrılıyor.

ÜSTADI MUHTEREM: Birlikte deneyelim. Ortak çabamız belki bir sonuç verir.

(Mezarın ayak ucunda bulunan Üstadı Muhterem, Hiram’ı temsil eden Kardeşi Beş Dokunuşla kaldırır. Aynı yöntem bütün adaylara uygulanır. Uygulamadan sonra ayağa kaldırılan aday, Güney Batıdaki yerine oturtulur. Üstadı Muhterem ve Nazırlar yerlerine dönerler.)

ÜSTADI MUHTEREM: Sevinelim Kardeşlerim, Hiram, ölümün karanlığını yenerek yeniden yaşama döndü. Yüreklerimiz ferahlasın, işlerimiz düzene girsin, Mabed’te “Yaşam”ın ve “Hakikat”ın Nur’u parlasın.

(Mabedin ışıkları yakılır.)

Dul Kadın’ın Çocukları, yine “Işık Çocukları” oldular.

(Müzik)

(I. Tören Üstadı, Kutsalların Kutsalını ayıran siyah tül perdeyi açar ve kaideyi kaldırır. Duvarlardaki siyah perdeler de açılır.)

ÜSTADI MUHTEREM: Yeni Üstad Kardeşim, izlediğiniz ibret dolu bu olayın anlamı üzerinde durarak düşününüz.

Çabalarınızı, bütün insanlığı kapsayan araştırmalarımızın en ilgi çekici olanına yani, “Kendinizi Tanıma”ya dikkatle yöneltiniz.

Eski çağlardan beri, günlük yaşamın çemberini aşmak isteyen insan aklı, yarattığı kahramanların hayatında, “Ölümsüzlük” sırrını buldu.

Hiram, erdem ve ülküleriyle; çürüyen vücudunun üstünde ölümsüzlüğe uzanan, Üstadlık ışığını, bize kadar iletiyor.

(Duraklama)

Ölümsüzlüğün sırrına, biz de ermeye çalışalım.

(Duraklama)

Muhakkik Kardeşim, yeni Üstad Kardeşimize, bu Derecenin bilgilerini veriniz!

(Muhakkik, yeni Üstadı iki Sütunun önüne götürür ve orada emri yerine getirir.)

MUHAKKİK: Yeni Üstad Kardeşimize gerekli bilgiler verilmiştir, Üstadı Muhterem.

I. NAZIR: (Kürsüsünden iner, adayın sağ elinden tutarak) Üstadı Muhterem, yeni Üstad Kardeşimiz, Üstadlık bilgilerini aldı. Yükseldiği Dereceyi belirtecek sembolü, kendisine vermenizi rica ederim.

ÜSTADI MUHTEREM: I. Nazır Kardeşim, yeni Üstad Kardeşimize, Derecesinin en yüksek sembolü olan Üstad Önlüğünü takma zevkini, size bırakıyorum.

(I. Nazır, Üstad Önlüğü ile yeni Üstadın karşısına gelir.)

I. NAZIR: Yeni Üstad Kardeşim, Üstadı Muhteremin emriyle; mesleğimizdeki ilerlemenizin sembolü olan ve üzerinde üç gül bulunan Üstad Önlüğünü size takıyorum. Bu Önlüğü yalnız Masonluktaki yüksek mevkiinizi değil, biraz önce ettiğiniz yeminle üzerinize aldığınız görevleri de belirtir. Aynı zamanda, Çırak ve Kalfa Kardeşlerinizin aydınlanmaları ve mesleğimizde yetişmeleri ile de görevli olduğunuzu hatırlatır.

(II. Tören Üstadı’nın yardımıyla Kalfa Önlüğü çıkarılarak Üstad Önlüğü takılır. I. Nazır ve II. Tören Üstadı yerlerine dönerler.)

ÜSTADI MUHTEREM: II. Nazır Kardeşim, yeni Üstad Kardeşimize, çalışma avadanlıklarını veriniz.

(II. Nazır avadanlıklarla yeni Üstadın karşısına gelir. Konuşmasında adı geçen avadanlığı göstererek)

II. NAZIR: Yeni Üstad Kardeşim, Üstadlar yapıda tüm avadanlıkları kullanırlar. Ama özellikle kullandıkları; Kalem, Pergel ve Mala’dır.

Eski ustalarımız, işçilerin yapacaklarını Kalemlerle çizerek hazırlar, çeşitli kısımların yerlerini ve orantılarını Pergelle saptar, Mala ile de taşları birleştiren harcı yayar ve düzeltirlerdi.

Biz spekülatif Masonlar bunları, sembolik anlamda kullanırız. Kalem, toplumun ahenkli düzenini sağlamak için çalışmamızı; Pergel, birbirimizle olan ilişkilerin adil ölçüsünü belirlemeyi ve hırslarımızı sınırlamayı; Mala ise, insanları Kardeşlik içinde birleştirmeyi sembolleştirir.

(II. Nazır yerine döner.)

Üstadı Muhterem, yeni Üstad Kardeşimiz işe başladı.

ÜSTADI MUHTEREM: I. Tören Üstadı Kardeşim, yeni Üstad Kardeşimizi, Çalışma Tablosu’nun önüne getiriniz.

(Emir yerine getirilir.)

ÜSTADI MUHTEREM: Bir Önceki Üstadı Muhterem, yeni Üstad Kardeşimize, bu Derecenin Çalışma Tablosu’nu anlatır mısınız?

BİR ÖNCEKİ ÜSTADI MUHTEREM: Bugün Masonluğun III. Derecesine yükselmiş bulunuyorsunuz.

I. Derece; yaşamın sabahını,

II. Derece; olgun bir öğle vaktini,

III. Derece ise; yaşamın gün batımını, gösteriyor.

Buradan geçip, ölümsüzlüğe doğacaksınız. Tablomuzun belirtmek istediği işte budur. Ölümden, ölümsüzlüğün doğacağı.

Tablo’da ilk gözünüze çarpan tabut; insanların kaçınılmaz alın yazısı, ölümün sembolüdür. Tabutun yukarısındaki akasya dalı ise, ölümsüzlüğü simgeler. Arkasında kemikler çatılı kuru kafa, özveriyi gösterir. Gerçek ölümsüzlüğe ulaşabilmek için, ölümü, şan ve şerefle göze alabilmek gerekir.

Burada Hiram’ı öldürmek için kullanılan aletleri de görüyorsunuz. Bunlar aslında, yüce eserleri gerçekleştirebilmek için, insanın elinde bulundurduğu en kıymetli avadanlıklardır. Ancak, kötü bir ele düşüp, insanlık dışı amaçlarla kullanılırsa, bütün ümitlerimizi körleten öldürücü aletler haline gelebilirler. Bunu size, biraz önce dinlediğiniz öykü anlattı.

Aynı zamanda; Kalem, çalışmadaki erdemi, Pergel nefsimize hakim olmamızı, Mala da insanlar arasındaki ayrıcalıkların giderilmesi gereğini anlatır.

Tabloda gördüğünüz 5 sayıları sırasıyla;

– Üstad Masonun Beş Dokunuş’unu, Üstad Mason’da kesin olarak bulunması gereken; “Kalp Temizliği”, “Doğru Sözlülük”, “Eylemde İhtiyat”, “İyilik Etmede Gayret” ve “Düşmanlıkta İtidal” den ibaret 5 erdemi,

– Üstadın savaşması gereken; “Kendini Beğenmişlik”, “Kıskançlık”, “Cimrilik”, “Hoşgörü Yokluğu” ve “Öç Alma” dan oluşan 5 ihtirası, temsil eder.

Üzerimize ölümün gölgesi düşse bile; erdemleri kazanıp, tutkuları yenme ve Beş Dokunuşun anımsattığı görevleri yerine getirme çabamız, bu yoldaki gayret ve özverilerimiz, bizi huzura kavuşturacaktır.

Sizler bugün, gerçek Masonluğa erişmiş bulunuyorsunuz. Ancak, unutmayınız ki; Masonluğa kabulünüzden bu yana, elde ettiğiniz bilgi ve deneyim, asla yeterli değildir.

“Mutlak Hakikat”e, ömrümüz boyunca kavuşamayacağımızı biliyoruz. Bizim amacımız, hiç bitmeyecek olan gayretlerimizle Nur’a, tam anlamıyla, kendi nefsimizde kavuşmaktır.

(Bir Önceki Üstadı Muhterem yerine döner)

ÜSTADI MUHTEREM: I. Tören Üstadı Kardeşim, yeni Üstad Kardeşimizi, Güney Batıdaki yerine götürünüz!

(Hafif tonda müzik)

(Emir yerine getirilir.)

ÜSTADI MUHTEREM: Yeni Üstad Kardeşim, şimdi Hatip Kardeşimiz, Üstad Derecesinin sembolizması üzerine, size bilgi verecek. Kendisini dikkatle dinleyiniz.

Hatip Kardeşim söz sizindir.

HATİP: Yeni Üstad Kardeşim,

Bu akşam yaşadığınız tören, sizi herhalde oldukça şaşırtmıştır. Her zamankinin tersine; karanlıkta toplanma, bir matem havası, alışılmadık eşya ve bu dekor içinde temsil edilen bir dram. Bütün bunların; adını hiçbir tarihte okumamış ve belki de şimdiye kadar hiç duymamış olduğunuz birinin, nasıl öldürüldüğünü, sonra da nasıl diriltildiğini belirtmek için yapılmış olmasını da, yadırgamışsınızdır.

Ama siz, bugüne kadarki Masonluk yaşamınızda, sembollerin dillerini anlamaya başladınız. Burada olup bitenlerin, kullanılan terimlerin, hatta eşyanın, alışılagelmiş olanların dışında, sembolik anlamları bulunduğunu kavradınız. Semboller; düşünme işlevine bile gerek duymadan, doğrudan doğruya ruha, yahut bilinç altına etki yaparlar ve asıl güçleri de işte bu özelliklerindedir.

Ancak, Masonluk, aklı her işe önder kıldığı için, gene de bunları açıklamak gerekir. Ben de, bu konuda sizlere birkaç söz söyleyeceğim.

Üstad Derecesi Töreni, bütün dünya Masonlarınca vazgeçilmez ve değiştirilemez bir yükümlülük olarak kabul edilmiştir. Bunun sebebi de, herhalde, en eski zamanlardan, operatif Masonlardan kalmış oluşudur. Törenin, ölmek ve yeniden dirilmek gibi, en eski dini topluluklarda daima görülen bir düşünceye dayanışı da bunu gösterir. Ancak, o eski dini toplumlara kabul edilen kişi, sembolik olarak, Tanrı’ya kurban edilir; böylece onunla birleşmiş, bir olmuş sayılır. Bizdeki esas düşünce, bundan apayrıdır. Gerçi her Üstad bu törenle, Hiram’ın bir devamı olmaktaysa da, bu, onunla bir olmak veya ona erişmek demek değildir.

Zaten, Sur’lu bir maden işçisinin oğlu ve dul bir kadının çocuğu olduğu kutsal kitapta yazılı olan Hiram; sadece, işinin erbabı, üstün ve akıllı bir adammış. Hazreti Süleyman’ın, adı söylenemez bir Tanrı için istediği tapınağı tasarlamış, yapmış ve sonra tunç direkler, tunç havuz, çeşitli altın ve bakır eşya ile süslemiş. O halde, eski operatif Masonlar, neden kendilerine önder veya, eski loncaların deyimiyle “Pir” olarak Hazreti Süleyman’ı seçmediler de, o görünmez ve tek olan Tanrı’ya değil, muhtemelen Fenikeliler’in tanrılarına tapan, bir insanı seçtiler? Bunu neden yaptıklarını bilmiyorsak da, böyle yapmaları gerçekten iyi olmuştur. Çünkü, burada artık, gücünü doğrudan doğruya Tanrı’dan veya doğaüstü varlıklardan alan bir kimseyle değil, sadece bir insanla, ancak görevine, toplumun düzenine bağlı, ölümün karşısında bile doğru bildiği yoldan şaşmayan bir insanla karşı karşıyayız.

Bu isimde bir usta, hiçbir zaman yaşamamış olabilir. Fakat, bunun ne önemi var ki? Burada söz konusu olan Adon Hiram Abif; diğer iki Derecedeki çeşitli, fakat hep cansız doğadan alınma semboller gibi, ancak onların üstünde bir semboldür. Bu nedenle, önemli olan, onun maddesel varlığı değil, bizim ona yüklediğimiz anlamdır. Hiram, bir Masondan ne bekliyorsak odur. Her dünya görüşü, kendisi için, bir insan ülküsü yaratır. Masonluk da, “Hiram Öyküsü” ile bunu yapmıştır.

Tören’in ikinci amacı ise; Masonluğun ölümsüzlüğe verdiği anlamdır. Burada gördüğünüz gibi, Hiram ölümsüzdür. Çünkü, eserini onun bıraktığı yerden alarak yürütecek insanlar, kuşaklar vardır. İnsanlığın bütün başarıları da hep böyle olmamış mıdır? Maddi ve manevi alanlarda, “bizimdir” diyebileceğimiz her şey, hep bizden önceki sayısız insan kuşaklarının, emeklerinin ve düşüncelerinin ürünleridir. Buna bir şeyler katabilirsek, ne mutlu bize!

Çıraklıkta, “Ham Taş Yontmak” diye tanımladığımız; kendi kendimizi iyileştirmek, toplum içinde iyi bir kişi olmak için gerekli nitelikleri kazanmak, amacımızdı.

Kalfalıkta, toplum içinde ve toplum için çalışmanın, ancak, elbirliği ile olabileceğini gördük. Mabedimizin kapısından Kardeşlik Zinciri kurarak girişimizden bu yana, bütün tören, bu düşünceyi yansıtmakta idi.

Üstadlar Locası kapısına ise; görünüşte yalnız olarak geldik. Ama bu, sadece görünüşte öyleydi. Biz gene bu Zincirin bir halkasını temsil ediyorduk ve bu Zincir ezelden ebede uzanan insan kuşaklarından oluşmaktadır. Bu Zincir, uzayda değil zaman içindedir. Biz sadece günümüzün insanlarına karşı değil, gelecek insanlara ve insanlığa karşı da sorumluyuz.

Bu tören sırasında sık sık duyduğunuz; “Ölüm anını düşününüz!” uyarısı, işte bunun içindir.

Tören, bir yas havası içinde başladı ve sevinçle bitti. Bu yaşamın ta kendisidir. Ölüm, tek tek, insanların alın yazısıdır, ama insanlık ölümsüzdür.

Güçsüz kalan ellerden düşen avadanlıkları alıp, onların çalışmalarını sürdürecek insanlar bulundukça; her kederin sonunda bir kurtuluş, yeni bir ışık, yeni ümitler vardır.

Yücelerin Yücesi, ümitlerimizi sonsuza dek sürdürsün.

(Konuşma bittikten sonra)

ÜSTADI MUHTEREM: I. Nazır Kardeşim, yeni Üstad Kardeşimizin adını dört yöne duyurunuz.

I. NAZIR: Doğudan Batıya, Güneyden Kuzeye, yeryüzündeki bütün Masonlar duyunuz! ….. …… Kardeşimiz, bugünden itibaren Üstad Masondur. Herkes, kendisini böyle bilsin.

(Alkış ve müzik)

ÜSTADI MUHTEREM: II. Tören Üstadı Kardeşim, yeni Üstad Kardeşimize, bu Derecenin Ritüelini veriniz.

(Emir yerine getirilir)

ÜSTADI MUHTEREM: Yeni Üstad Kardeşim, bu Derecenin ritüeli; Derecenin özünü, sembolizmasını ve yöntemlerini anlatır. Çalışmalarınızda size yardımcı olacaktır. Bu kitabı sık sık okumanızı ve üzerinde düşünmenizi öğütlerim.

(Duraklama)

-ÇEKİÇ VURUŞU- Kardeşlerim, Yükseliş Töreni sona ermiştir.


Bu şekilde Tören bitmiş olur…

4.derece de masonların ritüellerini alıntılar eşliğinde aktaracağım… Bu derece, Skoç Ritinin «Tarifi veya Tavsifi İmkânsız» diye nitelendirilen Tekemmül (Olgunlaşma) derecelerinin ilkidir. Derecenin ne suretle doğduğu veya kabul edildiği kesinlikle belli değildir. Ancak 1742 yılında yayınlanan ve Rahip Perau’ya atfolunan «Franmasonların Sırrı» adlı kitapta, bu derece hakkında şöyle denildiğine tesadüf olunmaktadır: «Mutad masonların haiz oldukları sırrın dışında, onlara üstün olduğu iddia olunan ve «Skoç» diye adlandırılan bir Rit’in varlığı hakkında Franmasonlar arasında belli bir rivayet dolaşmaktadır. Bu Rit’in gerçekten var olup olmadığı hususunda fikir beyan edecek değilim, hakkında kötü konuşmaktansa sadece bu Rit’in esrarını bilmediğimi söylemeyi tercih ederim. Beyan edebileceğim tek şey bu Rit’e mensup olanların kendilerine mahsus bir sırra sahip olduklarından, bunu kıskançlıkla koruduklarından, hatta masonluğun üstadlarından bile bunu gizlediklerinden ibarettir».

Bu derece, üçüncü derecenin bir nevi devamıdır. Hiram Abi ölünce, Mabedin inşası yarım kalmıştır. Bu sebebledir ki Kral Süleyman, her şeyden önce, Hiram Abi’yi gömmek işi ile meşgul olur. Bunun için de büyük mimarın başyardımcısı olup, Mabedin inşası için gerekli olan keresteleri temin maksadıyla 30.000 işçinin başında Lübnan dağlarındaki sedir ormanlarına gönderilmiş olan Adonhiram’ı acele olarak geri çağırır, seçtiği diğer altı mimarla birlikte kendilerine 4.Dereceyi tevcih eder ve Hiram Abi’nin naaşını gömmek, fakat bu yeri kimseye ifşa etmemek görevini de onlara verir. Bu 7 kardeş Hiram’ın naaşını (mezarı inşa edilinceye kadar) muvakkaten Mabedin eşiğine gömerler.

Mâbed bir parmaklık veya trabzanla ikiye ayrılır. Duvarlar beyaz veya gümüşî gözyaşı damlaları ile bezenmiş siyah örtülerle kaplıdır. Tablosu bir büyük dairenin ortasında bir üçgen, üçgenin ortasında da ışık saçan yıldızdır. Bunun ortasında ibranice YOD harfi yer alır.[ALINTI]

Loca dokuzar kollu 9 şamdana konmuş 81 mumla aydınlatılır. Bazen üçer kollu 3 şamdanla da yetinilir. Doğuda Musa Kanunlarının ilk olarak içine konulduğu «ahit sandığı» ve çölde gökten gelen mayasız (hamursuz) ekmeklerin üzerine konulduğu bir masa da bulunur.

Kıyafet şöyledir: eşarp mavi, kenarları siyahtır. Boyundan geçirilir. Ucunda derecenin bijusu olan fildişi bir anahtar bulunur. Anahtarın kilide sokulan ve bunu açan kısmı Z harfini teşkil eder. Eldivenler siyahtır. Bazan siyah astarı dışa kıvrılmış beyaz eldiven de kullanılır. Önlük beyaz, kenarları siyahtır. Kapak kısmı gök mavisi olup ortasında açık bir göz bulunur. Önlüğün ortasında da (Z) harfi ve bu harfin iki yanından çıkan bir defne ve bir zeytin dalı bulunur.

İşaret sağ elin işaret ve orta parmağını ağıza götürmek suretiyle verilir. Karşı işaret, aynı hareketin sol elle yapılmasıdır. Dokunuş, üstad şeklinde ellerin karşılıklı olarak tutulmasından sonra, elin yine karşılıklı olarak, sağ kolun dirseğine kadar götürülmesidir.

Darbe ve alkış 3+1, bazen 6+1, yaş 3X27 yani 81, bazı ritüellerde (2’nin kübü)dür. Çalışmalara gün ışığının karanlıkları kovduğu zaman, yani şafak sökerken başlanır, gün bitiminde, yani gece vakti son verilir.

Kutsal kelimeler bazı ritüellere göre YOD – ADONAY – IVAH’tır. Diğer bazı ritüellerde ise YAHO – ADONAY – YAH kelimeleri yer alır. YOD, Kabala’daki manasına göre Allah, Başlangıç, Vahdet anlamına gelir. ADONAY İbranicede, dinî manada Efendi, Efendimiz yani Allah demektir. IVAH ise Jehovah’ın kısaltılmış şeklidir. YAHO – ADONAY – YAH ise hep Jehovah kelimesinin değişik şekilleridir. Esasen sadece He-Hi (Arapçada Hu – Hü – Hüve) harfi «O» anlamına gelir ve her iki dilde de Allah’ı ifade etmeye kifayet eder.

Geçiş kelimesi bazı ritüellerde ZİZON’dur. Ancak bu kelimenin hiçbir dilde anlamı yoktur. Doğrusu ZİZA’dır ki, İbranicede Işık – Ziya anlamına gelir. Albert PİKE Kardeş bu kelimenin Süleyman Mabedini çevreleyen parmaklığın adı olan Geison’dan galat olduğunu ileri sürmekte ise de ZİZA yerine kullanıldığını kabul etmek daha yerinde olur. Nitekim bir çok Ritüelde ve birkaç yıldan beri Ritüelimizde ZİZA kelimesinin yer aldığı görülmektedir.

Kabul merasimi şu şekilde cereyan eder. Aday ayrı bir odada hazırlanır. Gözleri bir bantla bağlanır ve bu banda küçük bir gümüş gönye tutuşturulur. Bazen başı siyah bir tülle örtülür. Boynuna bir ip geçirilerek Mabede alınan adayın ağzı Sır Mühürü ile mühürlenir ve sağ elinin işaret ve orta parmağı dudaklarına götürülür.

Aday Mabette dört (bazı ritüellerde üç) seyahat yapar. Birinci seyahat sırasında, masonluk sayesinde karanlıklardan çıkıp bâtıl itikatlardan kurtulmuş olan adaya, yeniden bâtıl itikatlara kapılmaması, putlar yapmaması, kelimelerin dış anlamları ile yetinmemesi, ancak doğru olduğuna kanaat getirdiği fikirleri benimsemesi yolunda tenbihlerde bulunulur.

İkinci seyahat sırasında kimseye körü körüne inanmanın doğru olmadığı, başkalarının kanaatlerine saygı duymakla beraber, gerekli incelemeleri yapmadan bunları doğru olarak kabul etmenin hatalı olduğu, insanların her zaman değişebilen ve aksi isbat olunabilinen fikirlerine «gerçek» damgasını vurmanın doğru olmadığı açıklanır.

Üçüncü seyahat sırasında uzaydaki sayısız gezegen ve yıldızlardan, dünyamızdaki yine sayısız küçük varlıklara kadar hayatın çeşitli biçimleri karşısında insanın ne kadar zayıf olduğunun idrak edilebileceği, bütün evreni yöneten büyük kanundan daha çok hayranlık uyandıran bir şeyin düşünülemeyeceği adaya anlatılır. Nihayet dördüncü seyahatte masonluğun adaydan adaleti sevmeyi, ona saygılı olmayı, onun yolunda yürümeyi, bütün kalbiyle adalete hizmet etmeyi istediği izah olunur.

Bunu müteakip adayın başındaki tül veya gözlerindeki bant ve boynundaki ip çıkarılır ve kendisine yemin ettirilir, başına zaferi ifade eden defne yapraklarından örülmüş bir taç konur, önlük kuşatılır, derecenin eşarbı boynuna geçirilir ve merasim sona erer.

Derecenin çeşitli sembolleri vardır. Şimdi bunları birer birer gözden geçirelim.

Bir kere Adonhiram, İbranicede «Büyük Üstad» veya «Mükemmel Efendi» anlamına gelir. Derecenin tablosu daire ile üçgeni birarada ve içice gösterir. Daire merkezindeki nokta kadar küçük olabileceği gibi, sonsuzluğu kapsamına alacak kadar da büyük olabilir. Daire parçalara bölünemez ve bölündüğü takdirde elde edilen şekil veya şekiller artık daire olmaz. Buna karşılık bir kareyi dörde, sekize bölersek, birçok kareler elde edebiliriz. Aynı şey üçgen için de söylenebilir. Bu itibarla gönye ile çizilen kare veya üçgen dünyayı, pergelle çizilen daire ise uzayı, Kosmos’u, evreni ifade eder. Bu böyle olunca üçgen veya kareye nisbetle dairenin çok daha mükemmel bir geometrik şekil olduğu anlaşılır.

Yaşı ifade eden ve 3 katı alınan 27 rakamı ay takvimine göre bir aylık süreyi ifade eder. Bu dereceye İykaaf edilen ve Ketum Üstadlar arasına giren aday, daha önceki üç derecede üç defa 27’yi tamamlamış olduğu içindir ki, bu derecedeki yaşı 3X27’dir.



4.Dereceye iykaaf edilen Kardeşin gönyeden pergele geçtiği de kendisine bildirilir. Bu sembolle anlatılmak istenen manalar çeşitlidir. Bir kere şimdiye kadar kendisini dürüst ve güvenilir bir hale getirmekle uğraşmış, bunun için de gönyeyi kullanmış olan Kardeşe 4.Dereceye geçmekle teşebbüs sahibi olmak, çevresiyle ilgilenmek zorunda olduğu anlatılmaktadır. Denize atılan taş cesametine, ağırlığına ve düşüş hızına orantılı olarak dalgalar meydana getirdiği ve bu dalgalar halkalar halinde etrafa yayıldığı gibi, Ketum Üstad da çevresinde halkalar çizmek, çevresinin sosyal problemleri ile meşgul olmak mecburiyetindedir ve büyük ve ağır bir taşın çıkardığı dalgalar gibi mümkün mertebe geniş ve sürekli daireler çizmeli, çevresi üzerindeki etkisi büyük ve devamlı olmalıdır.

Bundan başka, gönyeden pergele geçen Kardeşe gönye ile tesbit edilen iki bulutlu dünya işlerinden maada, pergelle ihata olunabilen üç buutlu kozmik âlemi de incelemek zorunda olduğu da anlatılmış olmaktadır.



Derecenin sembolü olan kırık anahtarın anlamı üzerinde de duralım. Anahtar çok eski zamanlardan gelen bir semboldür. Eski Mısır Tanrılarının ve tanrılaştırılan firavunların elinde «ANK» denilen, bir tarafı halkalı bir haçı andıran bir anahtar görülür.

Mısır dinine göre ölüm tanrısı olan Osiris’in elindeki bu anahtar, Nil’in sularını açmayı, yani vadinin sular altında kalan topraklarına bereketin gelmesini, diğer bir deyimle ölmüş olan çölden hayatın fışkırmasını sağlardı. 4. derecede anahtar Hiram’ın muvakkat mezarının kapısını açmaya yarar. Ancak Ketum Üstadın boynunda taşıdığı bu anahtar kırık olduğu için, Ketum Üstad anahtarın neye yaradığını bilmekle beraber, bunu kullanacak duruma henüz gelmiş değildir, zira kırık bir anahtarla hiçbir kapı açılamaz. Demek oluyor ki, bir sırrın mevcut olduğunu sadece bilmek, o sırra sahip olmak için yeterli değildir. Keza sırra sahip olmak, onu ifşa etmeye de kifayet etmez. Ketum Üstadın ağzının mühürlü olması işte bunu remzeder.

Şu halde kırık anahtar bir sınırdır ve bulunduğu yer bilinen sırra ulaşılmasını engellemektedir; derecenin işareti de bir sınırdır ve öğrenilen sırrın açıklanmasına mâni olmaktadır.

Bazı Ritüellere göre derecenin kelimesi olan ZİZON’un esasta ZİZA yani Ziya olduğunu ve İbranicede Işık, parlaklık anlamına geldiğini yukarıda belirtmiştim. ZİZA kelimesi tersten okununca AZİZ çıkar ve İbranicede kudretli, Arapçada kutsal, sevilen, çok değerli manasını ifade eder: gerçekten ışık saçan her şey hem kudretlidir, hem de kutsaldır, yani azizdir.

Bu derecenin öğretisi sembollerinde saklı ise de, bazı kavramlar üzerinde özellikle durmamız gerekmektedir.

Bir kere derece «görev» kavramını işlemekte ve yüksek derecelere ilk adımını atan masonun görevini belirgin hale getirmektedir. Bu görev çevresi ile ilgilenmek, yaşadığı mahalle, şehir, ülke ve kıt’anın, hatta bütün dünyanın sosyal problemlerini öğrenmek ve bunları çözmeye çalışmak mecburiyetini kapsamına alır. Yüksek dereceler masona yeni bir takım görevler yüklemektedir ve bunların başında da kendi içine kapanmakla, sadece kendisini düzeltmekle, kendi kusurlarını tashih etmekle yetinmemek, çevresindekilerin refah ve saadeti için, onların felâket ve ıztıraplarını hafifletmek için, gördüğü adaletsizlikleri, zulümleri, haksızlıkları bertaraf etmek için mücadele etmek gelmektedir.

Bu görevi yerine getirmek zorunda olan mason, bunda başarılı olmayacağını bilse bile, yine görevini yapacaktır: görev, bir karşılık beklemeksizin yerine getirilirse kutsaldır. Aksi halde, basit bir menfaat hesabından ibaret kalır. Nitekim derecenin ritüelinde «Bir işe başlamak için ümit etmeye, sebat etmek için başarılı olmaya ihtiyaç yoktur» denilmektedir. Hiram ölümü pahasına görevini yerine getirmekten geri kalmamıştır.

Bundan başka bu derecede mason, kaybolan kelimeyi de aramaya koyulur, gerçekten ritüelde geçen şu konuşma, Ketum Üstadın bu görevini de açıklamaktır:

Soru : Seyahatleriniz sırasında ne aradınız?

Cevap : Hakikati ve Kaybolmuş Kelimeyi.

Soru : Bu sözler neyi ifade eder?

Cevap : Hakikat, gözlerini açmak ve kenidisini mutlaka oraya götürecek olan büyük görev yoluna bakmak isteyen herkesin bulabileceği ışıktır. Kaybolmuş kelime de eski inisyelerce bilinen tamamlanmış görevi tanımaktır.

Bu kaybolmuş kelimenin anlamı nedir? Hatırlanacağı veçhile, Hiram öldürülünce, Hiram’ın zor karşısında üstad kelimesini açıklamış olmasından endişe eden Kral Süleyman, naaşın bulunması üzerine söylenecek ilk kelimenin bundan böyle üstad kelimesi olmasını kararlaştırmıştı. Şu halde önceki kelimenin kaybolmasının bir sakıncası kalmamış, bu kelime artık lüzumsuz olmuştur. Bu itibarla Ketum Üstad hangi kaybolmuş kelimeyi ve ne maksatla aramaktadır ve bu kelimeyi bulmanın faydası ne olacaktır?



Bütün bu soruların cevabını bulmak pek zordur. Şahsî tefsirimize göre bu suallere şu şekilde cevap verilebileceği kanaatindeyiz.

Üçüncü derecede Hiram dirilmiş, böylece masona ölüm karşısında ümitsizliğe kapılmaması, yaslara bürünmemesi, mücadeleyi yarıda bırakmaması, hayatın durmadan yenilendiğine, Hiram’ın yerine gelecek olanların yarıda kalan Mabedi tamamlayacaklarına inanması telkin olunmuştur. Hiram mükemmel insanı temsil eder. İsmini ikiye bölersek bu manayı daha iyi anlarız: Hi-Ram. «Hi» hem Allah hem de «canlı, yaşayan» demektir. «Ram» veya Arapça «Rahm», «yücelmiş, yükseklere çıkmış, yukarıda olan» anlamlarına gelir.

Şu halde, Hiram «yücelmiş canlı» veya «yüksek hayat» yahut «insanda tecelli eden Allah» manasını ifade eder. «Ab» arapça «Eb» yani «Baba», «Abi» ise «Babam» demektir. Bazen kullanılan «Abif» kelimesi ise hem anlamsızdır, hem de yanlıştır. Hiram, bu vasıfları itibariyle, bütün masonların ideallerindeki şahıstır, hepsinin babasıdır. Özellikle yüksek derecelere iykaaf edilen mason, bir Hiram olmayı, o suretle kardeşleri için örnek adam haline gelmeyi hedef bilmelidir. Ancak nasıl Hiram olunur? İşte kaybolan kelime Hiram’ın kendisidir. Ketum Üstada görev olarak araması emredilen kaybolmuş kelime, nasıl Hiram olunabileceğini öğrenmektir. Yüksek derecelere inisiye olan Kardeş, Hiram gibi olunca, yani o da «yücelmiş insan» ve «Masonların Babası» haline gelince, kaybolmuş kelimeyi o da bulacak, hidayete erecek ve pergelden gönyeye işte asıl o zaman geçmiş olacaktır.

Ancak bir mason ne zaman Hiram gibi olacak, ne yaparsa, nasıl davranırsa kaybolmuş kelimeyi bulduğunu anlayacaktır? Bu bir sırdır. Şimdilik, yani 4. derecede, masona kelimeyi aramaya nereden başlayacağı söylenmekle yetinilmektedir. Bu yer Mabedin eşiğinde bulunan Hiram’ın mezarıdır, yani Mabedin en kutsal yeridir. Bu derecede Mâbed masonun kendisini remzettiğine göre, masonun en kutsal yeri de kendi vicdanıdır. Şu halde dördüncü dereceye iykaaf edilen mason, işe kendi vicdanından başlamalı, kalbini temiz tutmalı, görevini karşılık beklemeden yapmalı, kardeşlerine örnek olmalıdır. Bu suretledir ki, günün birinde kendisinin de Hiram gibi olduğunu anlayacak, kelimeyi o da bulacaktır.

Ancak kelimeyi bulmak, hedefe varmış olmayı ifade etmek açısından yeterli değildir. Kelimeyi okumak ve manasını anlamak yani Hiram kadar bilgili, akıllı, cesur, fedakâr olmak, onun gibi görevine bağlı bulunmak da gereklidir. Asıl hedef işte budur. Fakat bu hedefe ne zaman varılabilecektir? Basit şekilde bütün yüksek dereceleri gördükten sonra kelimenin bulunabileceğini ve doğru bir şekilde okunabileceğini, yani hedefe ulaşılabileceğini söylemek mümkündür.

Bu kabul bir dereceye kadar doğrudur. Çünkü yüksek derecelerin ihtiva ettiği doktrinin tamamı ancak bu suretle öğrenilmiş olur. Yalnız bir hususu unutmamak icap eder. Bir masonun gerçek derecesi, kendisine tevcih olunan ve matrikülünde ve hüviyet varakasında yazılı bulunan derece değildir. Gerçek derece onun hak ettiği, fikren, manen ve ahlaken bilfiil eriştiği derecedir. Matrikülünde yazılı olan derece ne kadar yüksek olursa olsun, bu dereceyi hak etmemiş, fikren ve ahlaken yücelmemiş olan kimse, kelimeyi okumak ve anlamak şöyle dursun, onu bulduğunu dahi iddia edemez. Buna karşılık Hiram gibi yücelmiş bir Kardeş, kelimeyi bulmuş, okumuş ve manasını kavramış olduğu içindir ki, henüz yüksek derecelere iykaaf edilmemiş olsa dahi, en yüksek dereceyi esasen hak etmiştir. Şu halde Rit’in en yüksek derecesine iykaaf edinildiği zaman değil, buna gerçekten lâyik olunduğu, buna her bakımdan hak kazanıldığı zamandır ki hedefe varılacak, kaybolmuş kelime bulunmuş, okunmuş ve manası anlaşılmış olacaktır.

Hedefe ulaşmış olmanın bir anlamı daha vardır. Hiram öldükten sonra dirilmiş, yani ölümsüzlüğe erişmiştir. Üstad dokunuşu onun dirilmesini sağlamış, yani Hiram kendisinden sonra gelen Üstadların şahsında canlanmıştır. Şu halde hedefe varan, yani kelimeyi okumak suretiyle Hiram gibi olabilen Üstad Mason da ölümsüzlüğe kavuşacak, çünkü kendisinden sonra gelenlerin kendisini aynı suretle, yani Üstad dokunuşu ile yaşatacaklarını bilecektir.

O nasıl Hiram’ı aramış, bulmuş ve hatırasını anarak yaşatmışsa, kendisinden sonra gelenler de onu arayacak, bulacak ve hatırasını anarak yaşatacaktır. Her ne kadar Ketum Üstad kelimeyi aramak için yola çıkarken hedefe varacağını beklemez ve başarılı olmasa dahi aramasında devam ederse de, hedefe vardığı takdirde, ölümsüzlüğe de kavuşabileceğini bilecektir. Ketum Üstad bu yolun yolcusudur, iykaaf sırasında yaptığı sembolik seyahatler onun yolunu aydınlatacak, kırık anahtar günün bilinde tamamlanacak ve kelimeyi bulup okuduğu zaman ZİZA kelimesi ve Z harfi ile sembolize edilen büyük bir ziyanın içinde parıldadığını görecek ve aynı ânda da en yüksek dereceye eriştiğini, Hiram gibi yüceldiğini, kendisinin de bir aziz olduğunu, yani kelimeyi bulup okumayı başardığını anlayacaktır. Böylelikle En aziz kişi Ustad ünvanını almış olacaktır…

Nur Muhterem Locası

Loca No: 13
Vadisi: İzmir
Matrikül Sayısı: 376
Üye Sayısı: 76
Locanın Kuruluş Tarihi: 6 Şubat 1951

LOCANIN İLK VE 2004 YILI GÖREVLİLERİ

İLK GÖREVLİLER

ÜSTADI MUHTEREM: Kemal Şakir ALANBAY
BİR ÖNCEKİ ÜSTADI MUHTEREM:
1.NAZIR: Lütfi Sabri SERİNKEN
2.NAZIR: Hakkı TÜREGÜN
SEKRETER: İhsan ÖZGEN
HATİP: Avni KARABECE
HAZİNE EMİNİ: Kemal Ali ŞAYLANSOL
HASENAT EMİNİ: Abdullah Naci HORTAÇSU
MUHAKKİK: Sedat ABUT
1.TÖREN ÜSTADI: Feyyaz SAVUT
2.TÖREN ÜSTADI:
KUTSAL KİTAP EMİNİ:
SANCAKTAR:
KORUYUCU: Hamza RÜSTEM

2004 YILI GÖREVLİLERİ

ÜSTADI MUHTEREM: Atilla ÜZEL
BİR ÖNCEKİ ÜSTADI MUHTEREM: Atilla KÖKSAL
1.NAZIR: Fatih TOPSAKAL
2.NAZIR: Aziz PEKER
SEKRETER: Bilal UYAN
HATİP: Suat ŞEHİRLİOĞLU
HAZİNE EMİNİ: Kemal GÜRSULAR
HASENAT EMİNİ: Mehmet ÇAYLI
MUHAKKİK: Benen SAVAŞ
1.TÖREN ÜSTADI: Turgay ANLATIR
2.TÖREN ÜSTADI: Ahmet KÖKNAR
KUTSAL KİTAP EMİNİ: Baran İLTER
SANCAKTAR: Hakan YETİMALAR
KORUYUCU: Serdar DİNÇ

LOCANIN KURUCU ÜYELERİ VE MENSUP OLDUKLARI ESKİ LOCALAR

Mahmut YALAY: İZMİR Muhterem Locası
Abdullah Naci HORTAÇSU: İZMİR Muhterem Locası
İhsan ÖZGEN: İZMİR Muhterem Locası
Muzaffer URAS: İZMİR Muhterem Locası
Avni KARABEÇE: İZMİR Muhterem Locası
Cahit TÜNER: İZMİR Muhterem Locası
Hamdi Nüzhet ÇANÇAR: İZMİR Muhterem Locası
Lütfi Sabri SERİNKEN: İZMİR Muhterem Locası
Feyyaz SAVUT: İZMİR Muhterem Locası
Hakkı TÜREGÜN: İZMİR Muhterem Locası
Kemal Şakir ALANBAY: İZMİR Muhterem Locası
Kemal Ali ŞAHLANSOY: İZMİR Muhterem Locası
Bedri GÜNDOL: İZMİR Muhterem Locası
Hamza RÜSTEM: İZMİR Muhterem Locası
Nesim ZİBİL: İZMİR Muhterem Locası
Mustafa SAKARYA: İZMİR Muhterem Locası
Halit ARPAÇ: İZMİR Muhterem Locası

KURULUŞUNDAN İTİBAREN LOCANIN GÖREV YAPMIŞ ÜSTADI MUHTEREMLERİ

Kemal Şakir ALANBAY: 1951
Muzaffer URAS: 1952
Abdullah Naci HORTAÇSU: 1953, 1956
Mahmut YALAY: 1954-1955
Ahmet AKDAMAR: 1957-1958
Muaffak İYİMEN: 1959
Cahit TÜNER: 1960
Ahmet AKDAMAR: 1961-1962
Mesut İÇRE: 1963
Avni KARABEÇE: 1964
Can KIRAÇ: 1965-1966
Sedat ÖZKAVALCIOĞLU: 1967-1968
Kamil ERGİN: 1969
Turgay KARABEÇE: 1970
Fikri ANLI: 1971
Süreyya AKALIN: 1972-1973
Salih HORTAÇSU: 1974-1975
Sedat ÖZKAVALCIOĞLU: 1976-1977
Salih HORTAÇSU: 1978
Yılmaz ÜNGÖR: 1979-1980
Önder KAYIN: 1981-1982
Ahmet TAYTANLI: 1983-1984
Necdet ERGEZEN: 1985-1986
Ayhan KARASAN: 1987-1988
Hüseyin Dilek AKARLI: 1989-1990
Şadi DEMÎRMEN: 1991-1992
Cahit BOYAR: 1993-1994
Çınar ATAY: 1995-1996
Ali ÖKTEM: 1997-1998
Tuncay ÜNGÖR: 1999-2000
Atilla KÖKSAL: 2001-2003
Atilla ÜZEL: 2003-

NUR MUHTEREM LOCASININ KISA TARİHÇESİ

Yabancı kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, İzmir’de ilk Mason Locası 1738’de açılmış olmasına rağmen, bu locada sadece yabancıların bulunduğu saptanmıştır. 1748’de I. Mahmut’un Masonluğu yasaklayan fermanı yayınlanmıştır. 1760’lı yıllarda İstanbul, İzmir ve Selanik’te 3 loca açılmış olmasına rağmen İzmir’deki loca çalışmaları düzenli olarak yürümemiştir. 1819’da Grand Orient de France’a düzenli olabilmek için başvurulmuş, ancak 26 Şubat 1824 tarihindeki ikinci başvuru sonucu izin alınabilmiştir.[ALINTI]

1857 yılında İzmir’de Grand Lodge Of Turkey kurulmuştur. Gayrı muntazam olan bu loca 1860 yılında kapanmıştır. 1860 yılından itibaren Meşrutiyetin ilanına kadar yabancı obediyanslara tabi birçok loca İzmir’de faaliyette bulunmuştur. 1909’da Maşrık-ı Osmani’nin kurulmasından sonra 21 Nisan 1909’da İzmir’de HOMERE Locası kurulmuştur. Ancak 1914 harbi ile birlikte localar ya kapanmış ya da süresiz tatile girmişlerdir.

Maşrık-ı Azam’a bağlı olarak İzmir’de kurulan ilk loca, 22 Haziran 1918 tarih ve 38 patent numarası ile GÜNEŞ Muhterem Locası olmuştur. İzmir’de daha sonra kurulacak tüm localar bu locadan doğmuştur. NUR Muhterem Locası kurucularından ve ilk Üstadı Muhteremi Muhterem Kemal Şakir ALANBAY Kardeşte 7 Şubat 1926’da bu locada tekris olmuştur.

1935 – 1948 uyku dönemini takiben, 10 Şubat 1948’de Hamza RÜSTEM Kardeşin fotoğrafhanesinin üst katında bir oda tahsisi ile toplanan kardeşler 1 Haziran 1948 Salı günü görevlileri seçerek, 12 Ocak 1949’da 4 numaralı patent numarasına sahip İZMİR Muhterem Locasını kurmuşlardır.

İZMİR Muhterem Locasının matrikül sayısı 1950’li yılların sonunda 95 olunca bina yetmez olmuş, eski adı Şükrü Saraçoğlu olan Halit Ziya Bulvarı’nda Lem’i YAYGER’e ait binanın üst katı yeni lokal binası olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak 1955 yılında bu lokalin de yetersiz kalması sebebiyle yeni bir loca doğması düşünülmüştür. NUR Locası Kurucu Üyeleri NAR isimli bir loca kurulması için geçici olarak Kemal Şakir ALANBAY Kardeşimizi Üstadı Muhteremliğe seçmişler ve 5 Ekim 1950 tarihinde Türkiye Yüksek Şurasına başvurmuşlardır. 12 Aralık 1950 tarihli Yüksek Şura cevabında NAR isimli bir loca tahsisine izin verilmiştir. Ancak Bursa’da NAR isimli bir locanın çalışmakta olduğunun anlaşılması üzerine kurucu üstadlar tarafından 16 Aralık 1950 tarihinde Yüksek Şura’ya yazılı müracaatta bulunarak NAR ismi NUR olarak değiştirilmiştir. 26 Aralık 1950 tarihinde Yüksek Şura tarafından üzerinde kurucuların isimleri olan Tesis Beratı gönderilmiştir. Muhterem Locamız, Yüksek Şura tarafından kurulan son loca olmuştur. NUR Muhterem Locasının kuruluş tarihi 6 Şubat 1951 olarak kayıtlara geçmiştir.

Büyük Üstad Mim Kemal ÖKE Kardeş, İs’ad Törenini bizzat idare etmiştir. NUR Muhterem Locasının kuruluşu için İzmir’e gelen Büyük Üstat, gazetecilerle yapılan bir toplantıda tüm soruları cevaplandırmıştır. Lokal gazeteler haberi birinci sayfada ve büyük puntolarla vermişlerdir. 8 Şubat 1951 tarihli Yeni Asır Gazetesi birinci sayfasındaki haberde Mim Kemal ÖKE Kardeşimizin lokal içinde çekilmiş bir fotoğrafını yayınlamıştır.

1955 Haziranına kadar kullanılan Halit Ziya Bulvarı’ndaki 91 basamaklı lokal binasından, halen kullanılmakta olan ancak o zamanlar tek katlı ve tek mabetli olan lokal binasına geçilmiştir. Orada kullanılmış olan mefruşat şimdiki B mabedini süslemektedir.

Kuruluşumuzdan bugüne 33 Üstadı Muhterem döneminde 29 Kardeşimiz Üstadı Muhteremlik yapmıştır ve 1 Mart 2004 itibarı ile toplam 376 kardeşimiz matriküle kaydedilmiştir.

NUR MUHTEREM LOCASINDAN DOĞAN LOCALAR

ÜMİT Muhterem Locası: 1955
IŞIN Muhterem Locası: 1984
KORDON Muhterem Locası: 1992
NOKTA Muhterem Locası: 1996

Merhabalar Arkadaşlar bugün Sizlere Barış Muhterem Locasını Alıntılar eşliğinde Aktaracağım…

Loca No: 21
Vadisi: Ankara
Matrikül Sayısı: 254
Üye Sayısı: 97
Locanın Kuruluş Tarihi: 25 Aralık 1954

LOCANIN İLK VE 2004 YILI GÖREVLİLERİ

İLK GÖREVLİLER

ÜSTADI MUHTEREM: Şerif ÖNAY
BİR ÖNCEKİ ÜSTADI MUHTEREM:
1.NAZIR: Macit SELEM
2.NAZIR: Muhittin TOKÖZ
SEKRETER: Ömer Sıtkı ERDİ
HATİP: Bülent OSMA
HAZİNE EMİNİ: Necmi ERDİ
HASENAT EMİNİ: Rafael BARUH
MUHAKKİK: Fuat TÜRKAY
1.TÖREN ÜSTADI: Halil Bedii YÖNETKEN
2.TÖREN ÜSTADI:
KUTSAL KİTAP EMİNİ:
SANCAKTAR:
KORUYUCU: Gaston NAHUM

2004 YILI GÖREVLİLERİ

ÜSTADI MUHTEREM: Erhan BAKIR
BİR ÖNCEKİ ÜSTADI MUHTEREM: Ahmet Behçet TONAK
1.NAZIR: Ethem ATINÇ
2.NAZIR: İ.Semih KESKİL
SEKRETER: Fahrettin KÜRKLÜ
HATİP: Faruk GÜNUĞUR
HAZİNE EMİNİ: A.Taner ŞERBETÇİOĞLU
HASENAT EMİNİ: Emin Ertuğrul ŞENER
MUHAKKİK: Murat ATAK
1.TÖREN ÜSTADI: Taner İBRİŞİM
2.TÖREN ÜSTADI: Yusuf Murat ERTEN
KUTSAL KİTAP EMİNİ: Şakir Şinasi ŞANSAL
SANCAKTAR: Vedat ERTÜZÜN
KORUYUCU: O.Samim KALAYCIOĞLU

LOCANIN KURUCU ÜYELERİ VE MENSUP OLDUKLARI ESKİ LOCALAR

Rasim ADASAL: İNANIŞ Muhterem Locası
Suat BERİKER: DOĞUŞ Muhterem Locası
Fikret ÇELTİKÇİ: BİLGİ Muhterem Locası
Rafael BARUH: UYANIŞ Muhterem Locası
Ömer Sıtkı ERDİ: YÜKSELİŞ Muhterem Locası
Necmi ERDİ: DOĞUŞ Muhterem Locası
Gaston NAHUM:
Şerif ÖNAY: İNANIŞ Muhterem Locası
Macit SELEM: İNANIŞ Muhterem Locası
Muhittin TOKÖZ:
Halil Bediî YÖNETKEN: YÜKSELİŞ Muhterem Locası
Bülent OSMA: UYANIŞ Muhterem Locası
Fuat TÜRKAY: YÜKSELİŞ Muhterem Locası
Ahmet DALLI: DOĞUŞ Muhterem Locası

KURULUŞUNDAN İTİBAREN LOCANIN GÖREV YAPMIŞ ÜSTADI MUHTEREMLERİ

Şerif ÖNAY: 1954-1956
Fikret ÇELTİKÇİ: 1957-1958
Melih TOKAY: 1959, 1962-1963, 1970
Yusuf TEZMEN: 1960, 1965-1966
Rahmi ZALLAK: 1964
Mazlum ÖĞET: 1968
Mümtaz KÜLÜNK: 1971-1973, 1975, 1978-1979
Hüsnü ÖNGEN: 1974
Mustafa GÜRSEL: 1976-1977
Pol BERO: 1980-1981
Mehmet AYAN: 1982-1984, 1987-1988
Burhan APAYDIN: 1985-1986
Necdet AÇANAL: 1989-1990
Osman Işık NAZİKİOĞLU: 1991-1992
Ercan TURA: 1993-1994
Demiray GÜNGÖR: 1995-1996
Haluk ÖNEN: 1997-1998
Tarık PEKEL: 1999-2000
Ahmet Behçet TONAK: 2001-2002
Erhan BAKIR: 2003-

BARIŞ MUHTEREM LOCASININ KISA TARİHÇESİ

Mason Derneği’nin 5 Şubat 1948 de uyandırılışına müteakip, 11 Ocak 1949’dan itibaren Ankara’da çalışmaya başlayan Locaların altıncısı 021 patent numaralı BARIŞ Muhterem Locasıdır. O günkü masonik hiyerarşiye göre, kuruluş başvurusu, Süprem Konsey’e bağlı Ankara Ünitesi’ne, kuruculardan Macit SELEM ve Şerif ÖNAY Biraderlerin imzası ile yapılmıştır.

21 Eylül 1954 günü toplanarak, Ankara Vadisinde «Skoç Tariki Kadim ve Makbulü Ritine» uygun çalışmak üzere kurulan, BARIŞ isimli yeni bir mahfil’in kurucuları: Rasim ADASAL, Rafael BARUH, Suat BERİKER, Fikret ÇELTİKÇİ, Ahmet DALLI, Necmi ERDİ, Ömer Sıtkı ERDİ, Gaston NAHUM, Bülent OSMA, Şerif ÖNAY, Macit SELEM, Muhittin TOKÖZ, Fuat TÜRKAY ve Halil Bediî YÖNETKEN Kardeşlerdir.

Süprem Konsey’e yapılan başvuru üzerine, Ankara Ünitesi Başkanı Osman Muhittin OMAY ve Umumi Katip Galip MENTEŞE Kardeş imzalı tesis beratı 25 Aralık 1954 tarihinde verilmiştir. O gün yapılan tesis ile de BARIŞ Muhterem Locası çalışmalarına başlamıştır. Tesis çalışmalarını Süprem Konsey Ankara Ünitesi Reisi Osman Muhittin OMAY Birader yönetmiştir. Kemalettin APAK Üstad, Yüksek Şura adına katılmış ve Grand Suveran Prof. M. Kemal ÖKE Kardeşin başarı dileyen mektubu okunmuştur.[ALINTI]

6 Ocak 1955 tarihinde yapılan Loca Görevlileri seçiminde ise Üstadı Muhterem Şerif OMAY, I. Nazır Macit SELEM, II. Nazır Fuat TÜRKAY, Hatip Bülent OSMA, Katip Ö.Sıtkı ERDİ, Muhakkik Rafael BARUH, Hazine Emini Necmi ERDİ, Hasenat Emini Gaston NAHUM, Teşrifatçı Rasim ADASAL, Koruyucu H. Bedii YÖNETKEN, Bayrak-Ziyafetçi Suat BERİKER Kardeşler görevlendirilmişlerdir. BARIŞ Muhterem Locası başlangıçta Fransızca konuşulmak arzusuyla kurulmuştur. Ancak, gerek Fransızca Ritüellerin temini, gerekse, Süprem Konsey’in izninin alınmasındaki gecikmeler nedeni ile ilk toplantılar Türkçe yapılmıştır. İlk Fransızca deneme oturumu, yalnız açılış-kapanış yapılarak, 17 Mart 1955 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Daha sonra, 25 Mayıs 1955 tarihli oturumdan itibaren de Fransızca çalışmaya geçilip, tersimatlar da Fransızca yazılmıştır. Fakat, Fransız diline karşı azalan ilgi, azınlık ve yabancı uyruklu Fransızca bilen Kardeşlerin azalması üzerine 01 Aralık 1980 tarihli oturumda dört kardeşin verdiği önerge kabul edilerek Türkçe konuşulmaya geçilmiştir. İç Tüzük gereği, her yıl bir oturum yine Fransızca yapılabilmektedir.

Bu yıl 50. kuruluş yılını kutlamakta olan BARIŞ Muhterem Locası her ayın 1. ve 3. Pazartesi günleri hakikatin aranmasına katkıda bulunmak üzere düzenli olarak çalışmaktadır.

Agap Ritüelini alıntılar eşliğinde anlatacağım…

(Her Locaya kendi görevlilerinin isadından ya kendi kuruluş yıl dönümü celsesinden veya bir tekristen sonra, Loca adına ve senede bir defaya mahsus olmak üzere, «Resmî bir Agap» verebilir. Agapa katılan ve katılmayan bütün Loca kardeşleri masrafa, eşit nisbette iştirak ederler. Bu agaplarda kırmızı şaraptan başka içki içilmez* )

(Agap’la neticelenecek olan çalışma bittikten sonra, Mabed’ten ayrılan kardeşleri, ziyaret salonunun önünde, o Locanın I. Tören Üstadı ile Ziyafet Memuru karşılar.

(Agap’ta, Loca Görevlileri kordon ve önlüklerini muhafaza ederler. At nalı şeklinde tertiplenen sofranın orta kısmı Doğuyu temsil eder. Büyük Üstad, Önceki Büyük Üstad, Eski Büyük Üstadlar, Büyük Üstad Kaymakamı ve Temsilcileri ile Büyük Görevliler Üstadı Muhteremin sağında, Önceki Üstadı Mühterem ile Büyük Müfettiş solunda yer alırlar. Loca tarafından ikramda bulunulmak istenen kardeşlere, protokol gereğince yer verilir.)

(Nazırlar at nalının iki ucunda; Hatip ve Sekreter Doğunun dış kenarlarının başında; Hasenat Emini masanın iç tarafında Hatip’in karşısında; Hazine Emini masanın iç tarafına Sekreterin karşısında; Muhakkik ve I.Tören Üstadı masanın iç tarafında ortalarında; Kutsal Kitap Emini masanın iç tarafında I.Nazır’ın yanında; Koruyucu ise masanın iç tarafında, II.Nazır’ın yanında yer alırlar.)

(Resmî Agap, Mabed’teki çalışmanın devamı olduğu için her kardeş, oturacağı yerde ayakta bekler, ancak Üstadı Muhteremin işareti üzerine yerine oturur; davet vaki olmadan yemeğe başlamaz.)

(Agap’ın resmî safhası bitene kadar, kardeşlerin hiç konuşmamaları gerekir. Temennilerde herkes ayağa kalkar)

(Üstadı Muhteremin daveti üzerine herkes yerine oturduktan sonra)

ÜSTADI MUHTEREM: (ÇEKİÇ VURUŞU) Kardeşlerim, Agap başlamıştır.

(Tercihan birinci yemek bittikten sonra)

ÜSTADI MUHTEREM: (ÇEKİÇ VURUŞU) Kardeşlerim, temenniler için hazır olunuz.

(Bu esnada, hizmet edenler dışarı çıkarılır ve kapılar kapatılır)

TEMENNİLER

1 – Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti ve Muhterem Devlet Başkanı şerefine. İçelim.

(Kardeşler, sessizce kadehlerini kaldırarak içerler)

2 – Büyük Loca ve Büyük Üstad ile Ailesi şerefine. İçelim.

(Kardeşler, sessizce kadehlerini kaldırarak içerler)

3 – Yeryüzünde yaşayan bütün Mason Kardeşlerimizin şerefine. İçelim.

(Kardeşler, sessizce kadehlerini kaldırarak içerler)

4 – Kalplerimizde daima yaşayan ve yaşayacak olan, Ebedî Maşrıka göçmüş kardeşlerimizin aziz hatıralarını analım ve ızdırap içinde kıvranan insanların yardımına koşmak gerektiğini unutmayalım.

(Bu cümleden sonra kadeh kaldırılmaz)

(ÇEKİÇ VURUŞU) Oturalım kardeşlerim.

(Bir müddet sonra)

Söz, Hatip Kardeşimizindir.

(Hatip, zemin ve zamana uygun, beş altı dakikayı geçmeyen bir hitabede bulunur)

I.NAZIR: (ÇEKİÇ VURUŞU) Bir temennide bulunacağım. Üstadı Muhterem ve Ailesi şerefine. İçelim.

(Kardeşler bu temenni için de ayağa kalkarak sessizce kadehlerini kaldırır ve içerler)

ÜSTADI MUHTEREM: Kardeşlerim, Agapın ritüelik kısmı bitmiştir. I. ve II. Nazır kardeşlerim, sözün serbest olduğunu ilân ediniz.

(II.Tören Üstadı görevlilerin çekiç, kordon ve önlüklerini teslim alarak, derhal yerine götürür ve döner. Üstadı Muhterem dilediği kardeşleri konuşmaya davet eder. Kardeşler, yemeğin bu kısmında ve konuşmalarında, Masonik seviyeyi muhafaza etmeye bilhassa dikkat ederler. Bu itibarla, ritüelik kısım bittikten sonra dahi, kırmızı şaraptan başka içki içilmez; karşıdan karşıya konuşulmaz; açık saçık fıkralar söylenmez)

Dipnotlar:

(*) Aslında, tuz ve ekmeğin paylaşılmasından ibaret olan ve mecburîlik niteliği taşımayan bu Agap’lar, kardeşlerin kendi aralarında her zaman verebilecekleri ziyafet ve yemeklerden farklı olarak, “resmî” niteliğe sahiptirler. AGAP RİTÜELİ’nin uygulanmadığı ziyafet ve yemeklerde, temennîlerde bulunulmaz ve masrafa yalnız hazır bulunan kardeşler katılırlar.

Masonların Loca yönetimi hakkında bilgileri alıntılar eşliğinde sunacağım…

Madde 72 – Loca Görevlileri

(1) Locanın, kendi üyeleri arasından belirlenen 16 görevlisi vardır:

1. Üstad-ı Muhterem
2. Bir Önceki Üstad-ı Muhterem
3. Birinci Nazır
4. İkinci Nazır
5. Sekreter
6. Hatip
7. Hazine Emini
8. Hasenat Emini
9. Muhakkik
10. Birinci Tören Üstadı
11. İkinci Tören Üstadı
12. Müzik Üstadı
13. Kutsal Kitaplar Emini
14. Sancaktar
15. Koruyucu
16. Gözcü

(2) Üstad-ı Muhterem, Bir Önceki Üstad-ı Muhterem, Birinci Nazır, İkinci Nazır, Sekreter, Hatip ve Hazine Emini Locanın envarıdır.

(3) İki farklı görev bir Kardeşin üzerinde toplanamaz.

Madde 73 – Görevlilerin Sorumlulukları

(1) Loca görevlileri, Locanın idaresinde Üstad-ı Muhtereme yardım etmekle yükümlüdürler. Ritüellerde ve bu tüzükte yazılı görevleri yerine getirirler.

(2) Üstad-ı Muhterem, geçerli bir mazereti olmaksızın aralıksız üç veya görev dönemi içinde toplam beş Loca çalışmasına katılmayan görevlinin görevinin sona erdiğini ilan edebilir.

Madde 74 – Üstad-ı Muhterem

(1) Üstad-ı Muhterem, Locanın başkanı, yetkili tek temsilcisi, Loca komisyon ve komitelerinin tabii başkanıdır. Görevlileri uyarmak ve eleştirmek hakkı yalnız ona aittir. Tüm görevliler Üstadı Muhteremin yönetiminde ve denetiminde görev yaparlar.

(2) Yetki, görev ve sorumlulukları şunlardır:

1. Görev süresi boyunca Locanın Beratını emniyet altında bulundurmak;

2. Locayı toplantıya çağırmak; gündemi tespit etmek ve Loca Kardeşlerine davetiye gönderilmesini Sekreter aracılığı ile sağlamak;

3. Locanın çalışma, eğitim ve öğretim programını düzenleyip uygulamak;

4. Çalışmaları gelenek, yasa ve ritüellere uygun olarak yönetmek;

5. Locada disiplini korumak; gerektiğinde bir Kardeşin sözünü kesmek ve toplantıdan çıkartmak;

6. Locada çalışma ahengin bozulması dolayısıyla çalışmaya devamı sakıncalı gördüğünde çalışmayı keserek toplantıyı törensiz tatil etmek; (Böyle bir halde Loca, başka bir Kardeşin başkanlığında çalışmaya devam edemez. Sonraki oturumda Üstad-ı Muhterem hazır değilse, 75 (1) ve 92 (3) Maddeleri hükümleri uygulanır.)

7. Genel olarak Masonluğu, özel olarak Locayı ilgilendiren konular üzerinde müzakere açmak, gerekirse karara bağlamak;

8. Büyük Üstat ve Büyük Sekreterden gelenlerin dışında, gerekli gördüğü levhaları çekiç altı etmek;

9. Gerekli gördüğünde Loca görevlilerine yardımcı atamak;

10. Toplantıya gelmemiş görevlilerin yerine o toplantı için Üstat derecesindeki bir başka görevli tayin etmek;

11. Locanın idari ve mali işlerini denetlemek; Büyük Sekreterlik ve Büyük Loca Hazinesi ile ilişkilerin düzenli yürümesini sağlamak;

12. Locaya, Nisan ayının ilk toplantısında hazine raporunu, her yılın sonunda (seçim yapılan yıllarda ise is’ad töreninden önceki bir toplantıda) yıllık çalışma raporunu sunmak;

13. Loca Kardeşlerinin kişisel durumları ile yakından ilgilenmek ve gerekli tedbirleri almak;

14. Ebedi Maşrıka intikal eden bir Loca Kardeşinin ailesini derhal ziyaret etmek; Büyük Locanın ölüm yardımını iletmek ve sonra da manevi desteğin sürdürülmesini sağlamak.

Madde 75 – Bir Önceki Üstad-ı Muhterem

(1) Bir Önceki Üstad-ı Muhterem, Locanın bir evvelki Üstad-ı Muhteremidir. Locada Üstad-ı Muhterem bulunmadığı zaman toplantıya başkanlık eder.

(2) Bir Önceki Üstad-ı Muhteremin toplantıda bulunmaması halinde bu görev, Üstad-ı Muhterem tarafından Önceki Üstad-ı Muhteremlerden birine verilir.

Madde 76 – Nazırlar

(1) Nazırlar, Locanın ve toplantıların yönetiminde Üstad-ı Muhteremin başta gelen yardımcılarıdır.

(2) Görev, yetki ve sorumlukları şunlardır:

1. Çalışma programının ve gündemin düzenlenip uygulanmasında Üstad-ı Muhtereme yardımcı olmak;
2. Sütunlarında düzen ve disiplini sağlamak, gerektiğinde Kardeşleri uyarmak;
3. Sütunlarından söz isteyenleri Üstad-ı Muhtereme bildirmek, söz almadan konuşanların sözünü kesmek.

Ayrıca, Birinci Nazır Kalfaların, İkinci Nazır Çırakların eğitiminden sorumludur.

Madde 77 – Sekreter

(1) Sekreter Locanın sekreterlik işlerini yürütür, kayıtlarını tutar.

(2) Görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır:

1. Üstad-ı Muhteremin direktifi altında yazışmaları düzenlemek, arşiv ve dosyaları tutmak, gündem ve davetiyeleri yollamak;

2. Locanın bütün kararlarını; Locaya gelen ve oturumda okunmuş olan Büyük Üstat mesajları ile Büyük Sekreter levhalarının tarih, konu ve sayılarını; mazeretli Kardeşlerin isimlerini; dul kesesinde anılan Kardeşlerin isimlerini; bir evvelki tersimatta Loca kararı ile yapılmış değişiklikleri ihtiva edecek şekilde tersimatı yazmak.

3. Loca kararı ile kabul edilmiş tersimatı ve Büyük Sekretere yazılan levhaları, Üstad-ı Muhterem ile birlikte imza etmek.

4. Her Loca Kardeşine ait, Büyük Sekreter tarafından saptanmış matbu forma uygun şekilde Loca matrikülünü tutmak.

5. Devam cetvelini hazırlamak ve Kardeşler tarafından imzalanmasını sağlamak.

Madde 78 – Hatip

(1) Hatip, Büyük Locanın gelenek, yasa ve kuralları ile Loca iç tüzüğünün uygulamasında ve muhafazasında Üstad-ı Muhteremin yardımcısıdır.

(2) Görev, yetki ve sorumlukları şunlardır:

a) Ritüelin gerektirdiği ve Üstad-ı Muhteremin uygun gördüğü konuşmaları yapmak;
b) Üstad-ı Muhterem istediğinde Locaya, Büyük Locanın yasaları hakkında bilgi vermek;
c) Locanın fikri çalışmalarının tanzimi ve çalışmaların istikametini göstermek üzere Üstadı Muhtereme yardımcı olmak; Locanın eğitim planını hazırlamak; gerek fikri çalışmalar ve gerekse eğitim planı ile ilgili çalışmaları, her dönem başında Üstad-ı Muhtereme bir rapor halinde sunmak.

Madde 79 – Hazine Emini

Hazine Emini, Locanın mali işler görevlisidir. Dernek tüzük ve yönetmeliklerinin ödentilerle ilgili hükümlerinin yerine getirilmesinde Büyük Loca Hazinesine, Üstad-ı Muhteremin nezaretinde olmak üzere, aşağıda sıralandığı şekilde yardımcı olmakla yükümlüdür:

a) Aidat ile diğer ödentilerin Büyük Loca adına toplanmasını ve Vadi muhasebesine yatırılmasını sağlamak.
b) Alındı belgelerini yetkiliye imzalattırarak Locanın müteakip toplantısında ilgililere vermek.
c) Üstad-ı Muhteremin yönetim ve denetiminde, Loca Kardeşlerinin ve Locanın mali intizamını sağlamak.
d) Nisan ayında Locaya sunulacak hazine raporunu, 31 Mart itibarıyla hazırlamış olmak. (Bu raporda, Kardeşlerden Büyük Loca adına yapılan tahsilat ile Büyük Loca Hazinesine yapılan ödeme belirtilir.)
e) Üstad-ı Muhteremin mali konularla ilgili diğer emirlerini yerine getirmek.

Madde 80 – Hasenat Emini

Hasenat Emini, Locanın hasenatından sorumludur. Ayrıca, hasta ve ihtiyaç halindeki Loca Kardeşleri ile Ebedi Maşrıka intikal etmiş Kardeşlerin ailelerinin durumlarını takip etmekle yükümlüdür.

Madde 81 – Muhakkik

(1) Muhakkik, tekris ve terfi törenlerinin düzgün ve anlamlı yapılmasından, derece bilgilerinin doğru verilmesinden sorumludur.

(2) Ayrıca görevleri şunlardır:

1. Locaya gelen yabancıları sınamak;
2. Tefekkür hücresini hazırlamak.

Madde 82 – Birinci Tören Üstadı

(1) Birinci Tören Üstadı, Locayı toplantı ve törenlere hazırlamak, törenlerin düzenli geçmesini sağlamak, ziyaretçileri karşılamak ve Locaya tanıtmakla görevlidir.

(2) Ayrıca, görev ve sorumlulukları şunlardır:

1. Görevlileri hazırlamak;
2. Sütunlardaki oturma düzenin sağlamak ve Kardeşlerin kıyafetlerini kontrol etmek;
3. Devam cetvelini Kardeşlere imzalatmak;
4. Ziyaretçileri ve tanıtılacak Kardeşleri tespit ederek Üstad-ı Muhtereme bildirmek;
5. Seçimlerde oy pusulalarını dağıtmak ve toplamak;
6. Tersimatı imza ettirmek;
7. Skrüten kutusunu dolaştırmak;
8. Teklif Kesesini dolaştırmak;

Madde 83 – İkinci Tören Üstadı

İkinci Tören Üstadının görev ve sorumlulukları şunlardır:

1. Mabedin hazırlanmasını sağlamak;
2. Görevlilerin ve oturuma katılan bütün Kardeşlerin çalışma sırasında takmaları gereken kordon, eşarp ve önlükleri kendilerine verip çalışma bittikten sonra toplamak;
3. Birinci Tören Üstadına törenlerde yardımcı olmak

Madde 84 – Müzik Üstadı

Müzik Üstadı, Locada müzik ve ışıkları yönetmekle görevlidir.

Madde 85 – Kutsal Kitaplar Emini

Kutsal Kitaplar Emini, Masonluğun üç büyük sembolik nurunun koruyucusudur.

Madde 86 – Sancaktar

Sancaktar, Locanın sancağını korumak ve taşımakla görevlidir. Ayrıca, Büyük Üstadın katılacağı toplantılarda Büyük Loca sancağının hazır bulunmasını sağlamakla sorumludur.[ALINTI]

Madde 87 – Koruyucu

Koruyucu, Locanın iç güvenliğinden sorumludur.

Madde 88 – Gözcü

Gözcü, Locanın dış güvenliğinden sorumludur.

Madde 89 – Locada Görev Dönemi

(1) Loca, görevlilerini iki yılda bir ve sonu tek rakamlı yılların Kasım ayında yapacağı ilk olağan toplantısında seçer. Seçim sonuçları, seçim tarihini takiben en geç bir hafta içinde Büyük Sekretere bildirilir. Seçim sonuçları ile birlikte seçilenlerin son 12 ay içindeki devam durumları da gönderilir. Seçimde uygunsuzluk görülmediği takdirde, Büyük Sekreter Locaya Büyük Üstadın tasvip levhasını gönderir. Seçimde bir uygunsuzluk görülmüş ise, seçim Büyük Üstat kararı ile yenilenir.

(2) Loca görevlileri, tasvip levhasının alınmasını müteakip, Aralık ayı içinde İs’ad Ritüeline uygun olarak is’ad edilirler. Arka arkaya ikinci defa seçilen Üstad-ı Muhterem ya da görevlinin is’adı yapılmaz, yalnız yemin ederler. Evvelce Üstad-ı Muhteremlik yapmış bir kardeş, aradan bir dönem geçtikten sonra, yeniden Üstad-ı
Muhteremliğe seçilirse, İs’ad Ritüelinin kısaltılmış şekli uygulanır. Hiçbir görevli is’ad edilmeden önce göreve başlayamaz.

(3) Aralık ayındaki is’addan iki yıl sonraki Aralık ayındaki is’ada kadar geçen süre bir dönemdir. Bir görevin yapılmış sayılması için, görevin bir dönem boyunca kesintisiz olarak 24 ay sürdürülmüş olması gerekir. Boşalan bir görevi 92. Madde uyarınca tamamlayan kardeşler için bu süre 12 aydır. Aynı şekilde, yeni kurulan Localarda bu süre 12 aydır.

(4) Üstad-ı Muhterem, aralıksız iki dönem görev yaptıktan sonra, bir dönem ara vermeden aynı göreve seçilemez.

Madde 90 – Göreve Getirilme Şartları:

(1) Locada bir göreve getirilmek için, seçimin yapıldığı tarihte,

1. Üstat olmak;
2. Locanın bir yılını doldurmuş üyesi olmak (bir yılını doldurmamış Locada bu şart aranmaz);
3. Locanın son 12 ay içindeki toplantılarının en az yarısına katılmış olmak;
4. Büyük Loca Hazinesine borçlu olmamak (Ocak, Şubat ve Mart ayında yapılacak seçimlerde bu şart aranmaz)
5. Hakkında disiplin müeyyidesi uygulanmamış olmak gerekir.

(2) Bu şartlara ilaveten, Üstad-ı Muhterem seçilebilmek için,

1. Seçim toplantısında en az yedi yıldan beri Üstat derecesinde olmak;
2. En az bir dönem Nazırlık yapmış olmak;

(3) Nazır seçilebilmek için,

1. Seçim toplantısında en az beş yıldan beri Üstat derecesinde olmak;
2. Loca envarını oluşturan görevlerden birini en az bir dönem boyunca yapmış olmak;

(4) Sekreter, Hazine Emini veya Hatip seçilebilmek için 72. Maddede sayılan görevlerden birini (Gözcü hariç) en az bir dönem boyunca yapmış olmak gerekir.

Madde 91 – Seçimde Usul, Sıra ve Şekil

(1) Locada seçim Üstat derecesi toplantısında yapılır. Seçimin yapılabilmesi için toplantı gündemine alınması ve Locanın bütün Üstat Kardeşlerine davetiye gönderilmesi gerekir.

(2) Seçimde oy kullanabilmek için,

1. Locanın üyesi olmak;
2. Büyük Loca Hazinesine borçlu olmamak (Ocak, Şubat ve Mart ayında yapılacak seçimlerde bu şart aranmaz) gerekir.

(3) Seçim aşağıdaki sıra ve şekle göre yapılır:

1. Üstad-ı Muhterem adaylar arasından gizli oyla seçilir.
2. Büyük Loca delegesi adaylar arasından gizli oyla seçilir..
3. Birinci Nazır ve İkinci Nazır adaylar arasından gizli oyla ve ayrı ayrı seçilirler.
4. Sekreter ve Hazine Emini yeni seçilen Üstad-ı Muhteremin göstereceği adaylar arasından gizli oyla seçilir.
5. Hatip adaylar arasından gizli oyla seçilir.
6. Diğer görevliler, 72. Maddedeki sırayla ve açık oyla seçilirler. Birden fazla aday varsa, gizli oya başvurulur.
7. Gözcü seçilmez. Her toplantıda Üstad-ı Muhterem tarafından atanır.

(4) Sekreter ve Hazine Emini görevleri hariç, her Kardeş, seçilme şartlarını taşıyan bir Kardeşi aday gösterebilir; seçilme şartlarını taşıyan Kardeşler kendileri de aday olabilirler. Yeni seçilen Üstad-ı Muhteremin aday göstermede önceliği vardır.

(5) Herhangi bir göreve seçilmek için oyların yarıdan fazlasını almak gerekir. Aday olmayanlara verilen oylar ile boş oylar geçersiz sayılır. Göreve seçilmek için gereken oy sayısı, geçersiz oy sayısı kadar Loca Kardeşi toplantıya katılmamış addedilerek hesaplanır. Gereken çoğunluk sağlanamazsa, oylama, en fazla oy alan üç aday arasında tekrarlanır. Gerekli çoğunluk bu sefer de sağlanamazsa, bu defa oylama en fazla oy alan iki aday arasında tekrarlanır.

Madde 92 – Görevin Boşalması

(1) Bir görevin boşalması halinde, Loca görevlilerinin seçimine altı ay veya daha fazla bir süre varsa, kalan süreyi tamamlamak üzere bu görev için seçim yapılır.

(2) Altı aydan daha az süre kalmışsa, yeni bir seçim yapılması veya görevin vekaleten yürütülmesi Üstad-ı Muhteremin takdirine bağlıdır.

(3) Üstad-ı Muhteremliğin boşalması halinde, olağan seçimlere dört aydan daha fazla zaman var ise kalan süreyi tamamlamak üzere bu görev için seçim yapılır. Aksi takdirde, görevi seçime kadar Bir Önceki Üstad-ı Muhterem üstlenir.

”D.H.Lawrence’in “Ölen Adam, adlı kitabından bir paragrafı da buraya aktararak konumuza girmeye başlıyorum.

“Ağır ağır girdi, kokulu bir yağ kandilinin aydınlattığı loş iç odaya geçti, kapıyı bir kere daha örttü, Tanrıçanın önünde yanan buhurluğa bir kere daha bir parça günlük attı, bir kere daha alacakaranlığın içinde düşünceye, Tanrıçanın düşlerine dalmak üzere, Tanrıçasının önüne oturdu.

İsis’ti bu. Ama Horus’un anası İsis değil. Yoksun kalmış İsis’ti bu. Arayış içindeki İsis. Boyalı mermerden tanrıça, yoksunluğun, arayışın yeğin acısında yüzünü kaldırmış, eteklerinin incecik yivli süsünün içinden bir bacağını ileriye atıyordu. Ölü Osiris’in, ölüp parçalanmış, parçaları dağılmış, ölmüş parça parça koparılmış, uçsuz bucaksız Dünyaya parça parça dağıtılmış Osiris’in parçalarını aramaktaydı. Elleriyle ayaklarını bulmalıydı onun. Yüreğini, butlarını, başını, karnını bulmalı parçalarını bir araya getirip derlenmiş bedenine, o beden bir daha ısınıncaya değin, yeniden dirilme, uyanana, İsis’e sarılabilene, onun karnını bereketlendirebilene kadar sarılmalıydı.”

Konumuza girmeden evvel M.Ö. 2000’li yıllarda Eski Mısır’da din hayatına bir göz atmakta fayda vardır. Eski Mısır’daki din hayatının incelenmesinde başlıca iki kaynağa başvurabiliriz.

1 – Hiyerogliflerle yazılmış dinî metinler, mâbet ve mezar duvarlarındaki dinî inanış ve âyinlerin tasvirleri ve Herodot, Diodorus, Strabon gibi tarihçilerin yazıları.

2 – Mâbet ve mezarlarda bulunan, ilâhlara ait heykel, heykelcik ve duvar kabartmaları ve renkli duvar resimleri.

Bu kadar çok ve çeşitli dokümana rağmen Eski Mısır dini tüm detayları ile bilinememektedir. Bunun sebebi de çoğu dinlerdeki gibi temel olan bir kutsal kitabın bulunmayışı ve öğretilerinin, yazılı olmayan ilkelerin öğretilmesi şekli ile verilmesidir. Din, korku, hayranlık ve ruh kavramına dayanır.

Ülkenin kuzeyinde RA, güneyde AMON denilen Güneş Tanrısı ile konferansımızın konusu olan OSİRİS, İSİS ve HORUS, ülkenin en önemli tanrılarıdır. Behçet Necatigil’in küçük mitologya sözlüğünde:

İSİS: Toprağa bet – bereket bağışlayan bir Mısır Tanrıçasıdır. Mısırlılarca bu tanrıça inek başlı ve boynuzları arasında bir ay yuvarlağıyla tasvir edilirdi. Yunanlılar ve Romalılar ise onu hepten insan biçimine soktular, diye ifade edilmektedir.

MASON sözlüğünde:

OSİRİS : Eski Mısır dini ve mitolojisindeki Asal tanrı. Aslında doğanın etkin ve yaratıcı güçlerini temsil eder. Mısır halkının gözünde çok tanrılı inançlara uygun daha basit bir anlatım ve tanıtıma gereksinme olduğu için Osiris “Güneş Tanrısı” olarak nitelenmiştir. Nil nehri ile özdeş sayılmıştır.

Osiris Güneş olunca eşi Isis Dünyadır. Osiris Nil olunca Isis Mısır topraklarıdır. Dolayısı ile eski Mısır inancına göre Osiris baba tanrı, Isis ana tanrıdır. Oğul tanrı olan Horus ise her türlü verimliliği temsil eder.

Mısır misterlerinde Osiris ülkenin büyük ve güçlü kralıdır. Sık sık diğer ülkeleri de gezer. Gittiği yerlerde insanlara doğayı kullanmayı, ondan yararlanmayı öğretir. Üstün bir bilgedir. Kardeşi Typhon’un düzenlediği bir komplo ile tuzağa düşürülerek bir sandığa kapatılıp Nil nehrine atılmıştır. Eşi Isis onu yıllarca usanmadan aramıştır. Bu arayışın sonunda Osiris’in kapatıldığı sandığı bulmuş , fakat hiç açılmamış olduğu halde Osiris’in cesedi sandıktan çıkmamıştır. Demek oluyor ki Osiris bedeniyle birlikte açılmamış olan sandıktan çıkmış yani Tanrısallaşmıştır. Bunun üzerine İsis de kendini örtmüş ve yüzünü hiçbir ölümlüye göstermez olmuştur. Böylece İsis’de tanrısallaşarak ölümsüzlüğe erişmiştir. Osiris’in bu dinsel nitelikli efsanesel öyküsü daha sonraki eski misterlerin çoğu için bir esinlenme kaynağı olmuştur. Öylesine ki diğer eski misterlerin efsanelerindeki “Tanrısallaşmış Kahraman” her bakımdan Osiris ile özdeştir. Çağdaş Masonlukta bile Hiram Abif, Osiris ile benzeştirilir. Efsaneyi bir daha yineleyip hafızalarımızı tazeleyelim.

“Mısır Kralı Osiris, kendisine bağlı halklara medeniyetin sırlarını açıklamak için ülkesinden ayrılırken yönetimi karısı İsis’e bırakır. Yokluğunda Kardeşi Tifon onu yok etmek ve tahtını ele geçirmek için türlü yollara baş vurur. Osiris döndüğünde tertiplenen bir şölene davet edilir. Tifon ölçüleri yalnız Osiris’inkine uyan altın işi ile süslenmiş bir zırh yaptırmıştır. Zırhı görenler hayran olur. Tifon, zırhı en çok kime uyarsa ona vereceğini söyler.

Osiris’de denemek için giyerken zırhı kapatıp çiviler ve nehre atarlar. Osiris’in cesedi dalga ve rüzgarla Finike’de kıyıdaki bir akasya dalının dibine kadar sürüklenir.

İsis, Osiris’in başına gelenleri öğrendikten sonra kocasının cesedini almak için yollara düşer.

Gideceği yolu bilmemektedir, ama her önüne gelene sorar. Başına gelmedik kalmaz. Bir gün rastladığı gençler, aradığı cesedin sularla Finike’ye sürüklendiğini ve bir akasya ağacının dibine yapıştığını söylerler. İsis, Finike’ye gelir. Zırhı bulur, orada Finike Kralı’nın çocuklarına bakıcı olur. Hizmetinin ödülü olarak kral onun tabutu alıp gitmesine izin verir.

Mısır’a döndüğünde gömmek için özel tören yapana kadar ölüyü gizli bir yere saklar. Tifon, hileyle ölüyü bulur ve on dört parçaya bölerek, parçaları değişik yerlere saklar. Isis yeniden aramaya koyulur, parçaları bulur, bunları tekrar birleştirir. Yalnız cinsel organını bulamaz. Bunun yerine de ikame bir fallus koyar.
Mısır’ın Ölüler Kitabında ise Osiris ve Horüs şu şekilde ifade edilirler.

BAB 1:

OSİRİS: Osiris ölülerin koruyucu tanrısıdır. Bütün doğan şeylerin simgesi olduğundan ölüler arasındaki yeri tamdır. Çünkü ölüler Galaksilerin denendiği gök nehirlerinde ebediyen dolaşmaya başlamadan belki de evren dediğimiz başlangıç ve oluş olan ışıklı ruhların arasında, artık belleği olmayan zamanda gelişmeye başlamadan, ikinci bir defa daha doğacaklardır. Bu dünya uzayın tanınmaz bedeninde ölü bir hücre, ölü bir dünya haline gelinceye kadar Osiris, yeryüzünde biten her buğday tanesinde, ne kadar ilkel olursa olsun her hayat parçacığında, ölülerin “Kalbi ve Yüzü” olunca onlara yöneltilen her bakışta, Nil’in taşma zamanındaki ter gibi, ellerinden ve ayaklarından süzülen her su damlacığında, yeniden çoğalarak doğacaktır.

Osiris’in destanı devirlerin ilk Firavununun zaferi, kutsal kenti olan Abydos üzerinde yeniden parlasın, ölülerin koruyucusu tanrısı, yaşayanların nefesini ebediyen beslesin, daima aydınlık kabirlerinde ölüler “Gökyüzünün Anası” Tanrıça Nout’un kolları arasındayken, Osiris’ in etkileri onların organlarını canlandırsın, kemiklerini birleştirsin, sihir merasimlerine göre çapraz sarılmış sargıları olan ölüler Osiris’te kişiselleşsin, yeniden doğarak onu çoğaltsınlar.

O, Osiris’in karısı, sihirbaz İsis ağlasın, O, İsis ki insanlara bedenlerinin çürümemesi için ne yapmak gerektiğini, iç organları ayrılıp vazolara konulduktan sonra bedenin nasıl mumyalanacağını öğretti. O İsis ki kardeşi SETH tarafından öldürülmüş sevgilisini, bütün Mısır’a dağılmış ölüsünün (erkeklik organı hariç; çünkü onu nehirde bir balık yutmuştu.) on üç parçasını bulduktan sonra diriltmişti.

RA’nın oğlu firavun gibi, Osiris’te doğacak ölü için de aynı şey olacaktır. Piramit metinlerinde yazıldığı, I. Seti’nin dirilişini gösteren kabartma da olduğu gibi İsis ve Horüs ölüyü kutsayacaklar ve ona “Kalk ve Uyan” diyeceklerdir. Ve Ölüler yeryüzünü uzaklaşan ölüler gibi değil gitmekte olan canlılar gibi terk edeceklerdir. Bu ölü firavunlar Osiris’e doğru gidecekler ve onca kez dinledikleri Rahibin sözlerini hatırlayacaklardır.

“Osiris, sana doğru yükseliyorum, temizliğim ellerimdedir. Tanrıça Tefnout’un önünden geçtim ve Tanrıça beni temizledi, ben bir rahibim ve bu Mâbedin Rahiplerinden birinin oğluyum.”

“Bağ çözüldü, bu kapıyı geçmek bilekler serbest kaldı, üstümdeki bütün kötülükleri yere attım” hepsi Osiris’ e doğru gideceklerdir. Yüzleri yeniden hayat ve güç bulacaktır.

BAB 2:

HORÜS: Yirmi değişik şekil altında Horüs Mısır Pantheonunun (Tanrılar Grubunun) en büyük tanrılarındandır. O, Louvre Müzesinde görebileceğimiz, Firavunun önünde zarif kutsama jestini tekrarlayan atmaca başlı Horüs’tür. Piramit tekstlerinde, Seth’i Horüsle karşı karşıya getiren korkunç savaş ilişkisi anlatılır. Oradan Seth’in nasıl husyelerini (testis) kaybettiği ve Horüs’ün bir gözünden olduğunu öğreniyoruz. Bu kötülüğü kovalayan, yakalayan ve peşini bırakmayan Horüs, özellikle ölüler tarafından saygı görmektedir.

Çünkü bu ışık yapılı Horüs onların “Gözünü Açmıştır” Böylece Ölüler onun aracılığı ile görebileceklerdir. Nil Kıyılarında canlı iken yürüdükleri zamanki gibi adımlarını ebediyete o kadar kolaylıkla yöneltebileceklerdir. Önceden yapıtından alıntı yaptığımız S.Mayassis şöyle yazmaktadır;

İsis, Osiris’i Horüs biçiminde dirilttikten sonra onu gökyüzüne tanrıların karşısına, yeni şekillere doğru çıkardı. Eski Mısır’lılar içinden çıktığı eski bir şekilden evrim sonucu oluşan her şekle çocuk diyorlardı. Genç bir adam, kendi kendinin çocuğu, çocukluğunun oğulu, yetişkin, genç adamın oğlu, ihtiyarda yetişkininkidir. Horus Osiris’in yeni bir yaşam biçimidir.

Meydan Larousse’u incelediğimizde ise;

İSİS: Mısır dilinde ESİ, Mısır Tanrıçası Kral Tahtı veya Tanrı Tahtı anlamına da gelen bu kelime çok eski bir unvandır. En eski tapınağı Kıptî dilinde NAU-ESİ denilen Neteru tapınağıdır. İsis’in aynı zamanda aşağı Mısır’ın on ikinci ilinin NETERU yakınındaki Yönetim Merkezi Sebennytos’un baş tanrıçası olması da muhtemeldir.

Çok eski zamanlarda İsis ile dokuzuncu İlinin başkenti olan Busirisin Tanrısı arasında ilişki kuruldu. Isis bir ana tanrıça sayılıyordu. Yeryüzünün gelecekteki tanrısı olan oğlu da Horüs genç bir tanrıydı. Busiris’in tanrısı Sebennytos çiftine gösterilen saygıya ortak olunca Osiris adını aldı. Bunun üzerine İsis de Kraliçe – Tanrıça sıfatıyla kral Tanrının tamamlayıcısı oldu ve bundan böyle anaların ve çocukların koruyucusu ailenin gözeticisi olarak kaldı. Efsaneye göre insanların Tanrısı Osiris erkek kardeşi Set tarafından hunharca öldürüldü. İsis, Osiris’in yeniden dünyaya dönmesini sağladı. Ondan bir çocuk yaptı. Bu çocuk daha sonra babasının tahtına oturdu. Bu efsane tarih öncesinden beri Mısır’ın sosyal hayatı için bir medeniyet yaratıcısı olmuştur. İsis Osiris’in bütün tapınaklarında Osiris ile bir tutuldu. Hatta Buto, Koptos, PHILAC tapınaklarında ve İsis ile Hathor’un bir tek tanrı sayıldıkları daha sonraki dönemde, daha başka tapınaklarda da en baştaki yeri aldı. Başlangıçta yalnız veya çocuk Horüs’ü emziren bir kadın biçiminde temsil edilirken, ana tanrıçalardan biri olunca İnek, inek başlı bir kadın veya saçları inek boynuzları ile süslü bir kadın olarak temsil edilmeye başlandı.

İsis kültü pek eski zamanlarda gemicilerin uğradıkları limanlarda, adalarda, Akdenizin kıyı bölgelerinde yayıldı ve yerleşti. Helenistik dönemde bu yayılma arttı. İsis kültü Ege adalarında ve çok daha az olmakla birlikte kıta Yunanistan’ı, Anadolu ve batıda tutundu. Tanrıça İsis Yunan – Roma nitelikleri kazandı. Demeter ile bir sayıldı ve Zeus – Serapis ile bir sayıldı. Roma İmparatorluğu döneminde Tanrıçaların ilki, her şey olan tanrıça sayıldı. Mısır kültlerinin Roma’ya girişi İmparatorluk dönemine kadar yavaş oldu. Daha sonra, Hadrianus zamanında en yüksek noktasına ulaşan bir hayranlık dönemi başladı. Dine kabul törenleriyle arıtıcı ve çileli ibadetleriyle mistik bir din haline gelen bu kültür ve inançların yanında Mısır Bibloculuğu’da gelişti. Galya’da İspanya’da Ren ve Tuna Kıyılarında İsis Tapınakları kuruldu. İsis’e tapınanların pek çoğu Roma Lejyonlarının askerleriydi. Törenler tapınağın açılış ve kapanışlarında yapılan günlük birer ayin ve kabul törenleriyle büyük genel şenliklerden ibaretti. Şenliklerde ilkbaharda ayin alayı ile getirilen Isis’in gemisi denize indirilir, sonbaharda da oğlunun gövdesinin parçalarını bulan İsis’in acısını temsil eden Osiris’in bulunuşu töreni yapılırdı.

OSİRİS: Efsanelerin ve en eski inançların doğuşunda büyük ölçüde etkili oldu. Bitkiler dünyasının hayat gücüydü ve tıpkı kışın toprak altındaki tohum gibi devre devre dirilmek üzere toprakta gizlenirdi. Aynı zamanda insanlara görünen, onları yeryüzünde yöneten ve onlara sulanmış toprağı işlemeyi öğreten bir tanrı-kraldı. Sonra araya İsis girerek efsanesini zenginleştirdi. Osiris CEB ile NUT‘un oğlu SETH’in kardeşi İsis’in kocasıdır. Durmadan ölen ve dirilen bir tanrı olan Osiris – Seth onu öldürmekte, fakat İsis gövdesinin parçalarını dikerek onu diriltmekteydi. Eski İmparatorluk sonlarında ölüler kralı olarak Anubis’in yerini aldı. Mısırlıların kişisel dindarlıkları onun varlığında en iyi dini düşünce alanını buldu. Helenistik devirde ise efsanesi daha bir kesinlik kazandı ve yabancı düşüncelerle temas sonucu zenginleşti. Osiris her ne kadar İsis’in daha yaygın ününden dolayı sönük kalmışsa da Roma Devrine kadar Mısır kültlerinin hepsinden daha uzun süre varlığını sürdürdü.

Osiris’e daha tarih öncesinden beri bir fetiş şeklinde tapılırdı. Dalları budanmış bir çam kütüğü olan CED, klâsik çağda Tanrının omurga kemiğini temsil eden bir çeşit sütun oldu. Osiris başka varlıklarla da cisimleşir. Boğa, Onuphis, Kutsal Mendes Koçu, Benu Kuşu gibi yine de özellikle insana benzer şekilde tasvir edilirdi.

Görüldüğü gibi çeşitli kaynaklarda İsis, Osiris ve oğulları Horüs biçimsel olarak farklılıklar arz ederek değerlendirilmektedir. Ancak özde bir değişim bahis konusu değildir. Hatta Amerikan Masonluğunda masonik yan kuruluşlar arasında Osiris Kızları, İsis Kızları gibi kurumlara da rastlandığı görülmektedir.

Toparlayıcı olması açısından Taner VİDİNLİGİL Kardeşimizin “Hermes ve Hermetizm” adlı konferans metninden alıntılar yapmadan geçemeyeceğim.

Osiris Nil’in iyilik yapan tanrısıdır. Her yıl onun taşması ile Mısır’a bereket getiren bu yüksek varlık bütün her şeye canlılık vermektedir. Osiris deltanın bir mâbududur. Güney Mısır’ın mâbudu olan kuraklık ve kötülük Tanrısı SET ile aralarında bir savaş çıkar bunun sonunda Osiris öldürülür. Ancak karısı İsis ve oğlu Horüs onun cesedini bulurlar. Osiris yeniden iyilikleri ile beraber, fakat bu sefer göğe yükselmiş bir tanrı olarak Mısır’ı himaye eder. Mısır inançlarına göre insan iki elemandan teşekkül ediyordu. Vücut ve ruh. Bu iki eleman ölümden sonra da yaşayabilirdi. Eğer bir insan Osiris önünde bütün günahlarını affettirebilirse cennette yeniden yaşayabilirdi. İşte bu suretle Osiris aynı zamanda ölüler tanrısı olmuştur.

İsis ise kadınlık, analık ve bereket fikirlerini temsil eden bir tanrıdır. İsis’i Ön Asya’daki İştar, Kibele, Yunanistan’daki Demeter, Roma’daki Seres ile karşılaştırabiliriz.

Horüs, Amon Ra ile birlikte Güneş Tanrısı’dır. Her sabah yeryüzüne bereket ve ışık getirmek için yeniden doğar ve bir kayık içinde batıya doğru seyrederdi.

Sırrı Enver BATUR Kardeşimiz ise “Osiris Efsanesi” başlıklı konferansında Hiram Menkıbesini aydınlatmak için Osiris Efsanesinin tetkikinin lüzumlu olduğunu ifade etmektedir.

Gerçekte efsane bitki âleminin her yıl ölümünü, sonra yeniden doğuşunu anlatmaktadır. Her yılın sonbahar mevsimi insana faydalı ve lüzumlu olan her şeyin ölümüne ve her ilkbahar mevsiminde bunların yeniden dirilmesine şahit olmaktır. Eski Mısırlılar diğer birçok halklar gibi bu yeniden dirilmeyi, toprağın ölümden kurtularak hayata yeniden kavuşmasını kâinatın en büyük bir mucizesi sayıyorlardı. Bu yüzden Mısırlılar her bahar mevsiminde Osiris dramını derin bir vecd içinde temsil ederlerdi. Osiris dramı toprağın en büyük sırrı üzerinde dönüp dolaştığı için Mısır dininin temeli olmuştu. Çünkü bu dram Mısırlılara göre ölüm kalım muammasının anahtarı idi. Mısırlılar Tanrı Osiris’in öldükten sonra dirildiğine bakarak insanın da öldükten sonra dirilebileceğine inanmışlar ve ona göre tedbir almışlar idi. Osiris’ in huzuru hesap yeri idi. Osiris arş üzerinde oturmuş hakimlik ediyor ve ruhları karşısına alarak onları muhakeme ediyordu.

“Huzuruna günahsız geldim ve hayatımda Tanrıları memnun edecek her şeyi yaptım, kan dökmedim, adam öldürmedim, hırsızlık etmedim, fesat çıkarmadım, zina etmedim, mâbetlerinden adaklarından bir şey çalmadım ve açlara ekmek verdim, çıplakları giydirdim” diyen her ruh derhal Osiris’in topluluğuna katılıyordu. Çünkü yalnız dürüst insanlar ebedî hayata lâyık sayılırdı.

Kardeşlerim, konuşmamızın başlarında Osiris’in tanımını yaparken Mısır Misterleri, Misterler, Eski Misterler gibi ana bir takım isimlerden bahsettik. Konferansımızın bu noktasında İsis ve Osiris Menkıbesinin esasını vurgulayan Mısır Misterlerinden birkaç kelime ile bahsetmeden geçemeyeceğim. Mister kelime anlamı ile Behçet Necatigil’in Mitologya sözlüğü kitabında;

“İman edenlere günahlarından arınma, öte dünyada mutluluk içinde yaşama sağlayan gizli dinler mensupları. Törenleri gizli tutmayı kutsal bir vazife sayarlardı” demektedir.

Mason sözlüğünde ise;

Eski çağların gizemsel bilgisi. Gizem sır veya muamma anlamına gelir. Etimolojik bakımdan Yunancadaki “Mysterion” teriminden türetilmiştir. Türkçedeki anlamı bakımından ise tekris ve gizem sözcüklerinin birleşiminden oluşan bir birleşik terimdir.

Tarihte birçok meslek ve sanat kuruluşunun kendilerine özgü gizemleri olmuştur. Daha sonraki dönemlerde bunlarda mister olarak anılmıştır. Operatif Masonluk döneminde bir ara mister ve zanaat sözcüklerinin batı dillerindeki karşılıkları eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Çağdaş Masonlukta ise doğrudan misterden değil “Eski Misterlerden” söz edilir. Buradan da eski misterlere geçersek şu şekilde tanımlama ve açıklamalar getirebiliriz.

Eski çağların ezoterik ve yer yer gizli olan kurumlarından bazılarının öğretileri eski misterler genellikle oldukça derin gizemli bir nitelik taşırlardı. Bu misterlerin öğretildiği kurumlara girebilmek için, öncelikle çok uzun süren beklenmedik olaylarla dolu zorlu sınavlardan geçmek gerekirdi. Öğretinin temelinde genellikle dinsel kaynaklı bir efsane yatan mit yer alırdı. Bu öyküde haksızcasına öldürülen bir kahramanın tanrısallaşması ve yeniden yaşama kavuşması anlatılırdı. Bu diriliş olayı belirli zamanlarda düzenlenen şenliklerle kutlanırdı. Eski misterlerin bir diğer özelliği de öğretilen gizemlerin büyük bir titizlikle korunması idi. Bu yüzden ancak genel kapsamları öğrenilebilmiş, asıl içrek öğretilerinin ayrıntıları elde edilememiştir.

Bu misterler Spekülâtif Masonluğun ritüellerinin oluşturulmasındaki esinlenme kaynakları arasında yer alırlar. Çağdaş Masonluğun bazı derecelerine ilişkin ritüeller ile eski misterlerin genelde karşılaştırılması durumunda aralarında yakın benzerlikler görülür. Bazı masonik yazarlar bu olguyu;

“Masonluk eski misterlerin yenilenmesi ve yaşatılmasıdır” şeklinde bile değerlendirmişlerdir.

Eski misterler arasında en tanınmış olanları ise, ADONIS, ATTIS, DIONYSOS, MISIR, HİNT, ELEUSIS, MİTRA, ORFE misterleridir.

Burada konferans konumuza esas olan Mısır Misterlerinden de birkaç kelime ile söz etmemiz gerekecektir.

Eski Mısır’ın ezoterik ekollerinde geliştirilerek uygulanmış olan gizemsel öğreti sistemleri aynı çevrenin ezoretik öğretileri oldukları için, Mısır Misterleri ile Hermetizmin gerek kapsamları, gerekse sistemleri arasında birçok benzerlikler vardır. Ancak Hermetizmin pek derin, zorlu ve gizli bir çalışması olmasına karşın, Mısır Misterleri uygulandıkları antik çağlarda biraz daha basit ve biraz daha kolay olarak nitelenebilir. Hermetizmde bir amaç olarak aranan şey öncelikle bilimsel gerçektir. Mısır Misterlerinde ise bilimlerin öğretilmesi yoluyla gizemli, nitelikli bir gerçeğe yönelmek benimsenmiştir. Mısır Misterlerinin asıl kaynağının doğuda olduğu, özellikle Hint Misterlerinden yararlanarak ve esinlenerek geliştirilmiş bulunduğu açıkça bellidir. Bu Misterlerin tümünün en önemli ögesi olan İsis – Osiris – Horüs üçlemesi Hint Misterlerindeki Brahma – Vişnu – Siva üçlemesinin tam karşılığı ve tıpatıp benzeridir. Bu misterler uygulandıkları çağlarda tüm rahiplere ve firavunlara öğretilmiştir. Memfis ve Teb kentleri bu misterlerin öğretim merkezleri olmuştur.
Mısır Misterleri kendi içlerinde üç türe ayrılırlar. İsis Misterleri, Serapis Misterleri, Osiris Misterleri. Bunlardan İsis Misterleri Hermetizm ile en yakın benzerlikleri gösteren türdür. Görüldüğü gibi Hermes ve Hermetizm ile İsis Misterleri arasındaki benzeşme ve Osiris’in ölüm ve baka (varoluş) felsefesinin incelenmesi başlı başına bir konferans konusunu teşkil edeceği için bu konuşmamız kapsamı dışında tutulmuştur.

Serapis Misterleri olarak anılan tür hakkında çağımıza gelinceye kadar pek önemli bir şey öğrenilememiştir. Osiris Misterleri olarak anılan üçüncü tür ise daha sonra eski Yunan Uygarlıklarında görülmüş olan Dionysos Misterleri ile Elenisis Misterlerinin temel esinlenme kaynağını oluşturmuştur.

İSİS MİSTERLERİ: Bu misterler doğanın güçlerinin değişiminin ve kendini yenilemesinin öğretimini temel konu olarak alır. Öğretim aşamaları bakımından yedi dereceye ayrılmıştır. Bu derecelerin isimleri ve özet olarak kapsamları şöyledir;

1 – PASTOFOR : Doğal ve Fiziksel Bilimler
2 – NEOTOR : Geometri ve Mimari Bilgiler
3 – MELANOFOR : Osiris Misterleri ve hiyeroglif bilgisi
4 – KİSTOFOR : Sosyal Bilimler ve Hukuk
5 – BALAHAT : Kimya
6 – ASTRONOM : Astronomi ve Matematik
7 – PROFETA : Felsefe

OSİRİS MİSTERLERİ: Bu Misterlerin temel konusu Osiris efsanesine dayanır. Bu efsane diğer birçok eski Misterlerde olduğu gibi kötünün iyiyi öldürmesini ve iyinin yeniden yaşama kavuşmasını işler. Burada Osiris İyi ve Güzel olanın. Kardeşi Typhon ise kötü ve çirkin olanın temsilcisidirler. Böylelikle Osiris Misterleri ölümden sonraki Yaşam – Ruhun Ölümsüzlüğü ve Yeniden Doğuş kavramlarının tümünü ilkel bir biçimde işler. Bunun yanı sıra iyilik ve kötülük arasındaki diyalektik çelişkiyi de ortaya koyar.”

Bu derece «Kâmil Üstad» derecesi olarak anılır. 4. derecede masonik programın ana hatları çizilmiş ve bu programda hedefe varılmak için bulunması gereken şartlar belirtilmişti. 5. derecede bu programın gerçekleştirilmesine başlanır. Derecenin adayı elinde bir kılıç olarak Mabede girer. Nurun sembolü olan kılıç, hurafe, cehalet ve bâtıl itikatları yenmek hususunda yolunu aydınlatacaktır. Aday Mabette dört seyahat yapar ve böylece Güneşin, dünyanın dört bucağını bir yıl zarfında aydınlatmasını remzeder; esasen derece Güneş sembolizması ile yakından ilgilidir.

Derecenin efsanesi şudur: Hiram’ın cesedi bulununca, haricîlerin mütecessis nazarlarından korumak maksadıyla, hücra ve gizli bir yerde bir mozole inşa etmek işi Kral Süleyman tarafından bu derecedeki Kâmil Üstadlara verilir ve Hiram’ın naaşı 9 günde ve siyah-beyaz mermerden inşa edilen mozoleye nakledilir. Nâşın nakli sırasında Kral Süleyman’la Sûr Kralı, büyük mimarı yücelten konuşmalar yaparlar ve başkalarının yardımına koşmanın faziletini dile getirirler. Bu efsane ile anlatılmak istenen şudur: Bazı sırlar ve gerçekler vardır ki, bütün insanlık bunların manâsını anlayacak ve bunlardan iyi bir şekilde yararlanacak hale gelinceye kadar, Masonlar bunları korumak zorundadırlar. Bu sırlar en gerçek mozolede, yani insanın kalbinde saklanmalıdır.

Mabedin duvarları yeşil perdelerle örtülüdür. Köşelerde dört beyaz sütun ve her sütunun üstünde şamdanlar bulunur. Yeşil, topraktan yeşeren bitkilerin rengidir ve ölümden sonra yeni bir hayatın başladığını, yani ölümsüzlüğü ifade eder. Biz öleni toprağa gömeriz, toprak da bize bir canlı olan yeşil bitkiyi verir. Şu halde hiçbir şey ölmez, herşey yaşar. Derecenin sayısı 4’tür. Darbeler 4 olduğu gibi, yaş da 4’ün iki katı olan 8’dir. Eski ritüellerde çalışmaya başlanıldığı zaman yaş 1’di, bitirildiği zaman ise 7 idi. Bundan başka, yeşil rengi ile 4 rakamı arasında da büyük bir bağlantı mevcuttur.

Yeşil, renk diyagramının ortasındadır. Ondan önce kırmızı, turuncu ve sarı, sonra ise mavi, lâcivert ve mor gelir. 4 rakamı da astronomide, kimyada, biyolojide ve fizyolojide göze çarpan 7’lik serilerin tam ortasındaki sayıdır.

Tam ortada, yani hayatla ölüm arasındaki çizgide yer alan bu derecenin felsefesi de, hayatın iki cephesini, yani maddî hayatla manevî hayatı, dünya ile ahireti birlikte düşünmeye bizi sevketmektedir. Derecenin tablosu da bu manayı vurgular: birbirinin içine geçen üç dairenin ortasında iki sütun, bunların üzerinde de ortasında (J) harfi bulunan küp taş görülür. Böylece Masonun hem hayatı boyunca, hem de öldükten sonra bina kurmak, eser bırakmak zorunda olduğu anlatılmak istenir.

Hikmet, Kudret ve İyilikseverliği veya (bazı ritüellere göre) toprak, gök ve Ebedî Maşrıkı temsil eden bu üç dairenin ortasındaki iki sütun, topraktan aldıkları kudretle Mükemmeli ifade eden küp taşı meyve olarak veren Hayat ve Ölüm ağaçlarının sembolüdür.

Locanın başkanı Üç Defa Muktedir Üstat diye anılan Adonhiram’dır. Nathan’ın oğlu Zebud diye anılan tek bir nazır vardır. Manası «Verenin iyi vasıflarla donatılmış oğlu» veya «Bilenin oğlu» dur ve efsaneye göre Hz. Süleyman’ın veziri ve dostudur.

İşaret, göz ve avuçların islâmi dua şeklinde göğe tevcih edilmesi şeklindedir. Biju boyundan geçen yeşil ipekten bir kolyenin ucunda 60 derece açık bir pergeldir. Önlük, yeşil-beyazdır ve ortasında iç içe üç daire, onun da ortasında J harfinin yazıldığı küp taş görülür.

Derecenin bizlere öğretmek istediği şudur: İnsan zekâsı İlâhî nurun bir zerresidir ve bu zekâ insana bahşedilmiş olmasa idi, kabiliyetleri sınırlı olan insan tabiatın sırlarını çözemezdi. İnsan zekâsı bu bilgileri iki şekilde idrak eder. Bazı bilgiler maddî hayata ilişkin oldukları cihetle herkes bunları edinebilir ve edinmelidir; bazı bilgiler ise manevî hayata ilişkindirler, bunlar manevî dünyanın Mükemmel Dörtgenini teşkil ederler ve ancak bu dünya ile irtibat kurabilecek fikrî bir seviyeye varabilmiş olan kimseler bu bilgilere sahip olabilir. İşte 4. derecedeki Ketum Üstad 5. derecedeki Kâmil Üstad haline gelince bu kimseler arasına katılmış olur.

Derecenin ahlâkî öğretisi de şudur: İnsan sırf görevini yerine getirdiği, sırf gerekeni yaptığı için iyi insanların tasvibine mazhar olur ve kendi vicdanı ile huzur içinde yaşar. Dürüstlük, çalışkanlık, adalet ve kardeşlik bulunmadıkça hürriyetin de bağımsızlığın da anlamı kalmaz. Masonlar muhafızı oldukları yüksek hakikatleri korumalı, ancak anlayabilecekleri kadarını halka açıklamalı ve bu açıklamanın da Masonluk ideallerine faydalı olacağına inandıkları takdirde bunu yapmalıdır. Kâmil Üstad çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile temayüz eder. Mason, insanı fert olarak değil, kişi olarak ele alır. Kişinin gerçek Mason olabilmesi için çalışkan olması şarttır, çünkü tembellik manevî ölümdür. Çalışkan insan, öldükten sonra onu sevenlerin kalbine gömülür ve orada ebediyen yaşar. Hiram’ın katilleri onu öldürmüşlerdir, ancak kelime, yani dürüst ve çalışkan insanın sözü yaşamakta devam eder ve edecektir. 5. derecedeki Mason bu kelimeyi nerede bulacağını bilir. Her hangi bir sanduka veya mozoleyi kırık anahtarla açmaya ve içinde saklı olan kelimeyi aramaya hiç de ihtiyacı yoktur. Kendisi dürüst ve çalışkan olursa, kendi sözünün bu «kelime» olduğunu anlayacaktır. Böylece maddeten ölen Hiram her dürüst ve çalışkan Masonun vücudunda fikren ve manen yaşayacak, bu Mason tarafından söylenen her söz, Hiram’ın sözü olacaktır. 5. derecedeki Mason «ben de Hiram gibi dürüst ve çalışkanım» dediği, diyebildiği ânda, Hiram onun bedeninde canlanacak, ölü dirilecektir. Güneş battıktan sonra nasıl yeniden doğarsa, dürüst, çalışkan ve cesur insan da yeniden doğar. Dünyaya gelen her gerçek Masonla birlikte Hiram da dirilir. Hayatla ölümü ayıran çizginin ötesine geçiş, aynı çizginin berisine gelmeyi de ifade eder. Onun için gerçek, yani ruhun ölümsüzlüğüne inanan, Mason ölümden korkmaz; çünkü bilir ki, o her yeni Masonun bedeninde yaşayacak, her yeni Mason onun sözünü ve hatırasını yaşatacaktır. Bu sebepledir ki, bu derecedeki Mason, kendisinden önce yaşamış olan bütün Masonlara karşı sorumlu olduğunu, yanlış bir iş yaptığı zaman onları yaşatmadığını, onların hatırasına ihanet ettiğini akıldan çıkarmayacak, adetâ onların ruhlarının kendisi yüzünden azap çektiğini düşünecektir.

6.derece de ki masonların ritüellerini alıntılar eşliğinde aktaracağım…Bu derece «Mahrem Üstad veya Kâtip» derecesidir. Efsaneye göre, Sur şehri Kralı Hz. Süleyman’a Lübnan’ın Sedir ağaçlarını ve altın vermiş, bunun karşılığında yirmi şehrin hâkimiyeti kendisine bırakılmıştır. Bu altın ve ağaçlar, Hiram’ın katli üzerine yarım kalan Mabedin inşasında kullanılacaktır. Ancak Sur Kralı bu yirmi şehrin pek bakımsız, fakir, etrafının çöllerle çevrili olduğunu görünce aldatıldığını, kendisine bir Kabul ülkesinin verildiğini (İbranicede Kabul, hoşa gitmeyen anlamına gelir) düşünerek, Hiram’ın nâşının mozoleye nakli merasimine katılmak üzere Kudüs’te bulunduğu sırada Melik Süleyman’a gider ve şikâyet eder. Fakat bu şikâyetini o kadar sert bir şekilde ve bağırarak yapar ki, Hz. Süleymanın Jahoben adlı kâtibi endişeye kapılır ve iki kralın konuştukları oda kapısının anahtar deliğinden içerisini gözetlemeye koyulur. Sur Kralı kendisini bu vaziyette yakalayınca çok fena azarlar ve onu öldürmeye kalkar ve iki kral arasında savaş çıkmasına ramak kalır. Ancak Melik Süleyman kâtibin sırf kendisine bağlılığı yüzünden içerisini gözetlediğini söyler ve Sur Kralının kâtibi affetmesini sağlar. Bunun üzerine ve sadakatinin karşılığında kendisine Mahrem Kâtip unvan ve derecesi tevcih olunur ve iki kral arasındaki sulh anlaşmasını kaleme almak görevi de kendisine verilir.

Anlatılmak istenen şey, kötü bir duygu olan merakın, maksadın iyi olması halinde, mazur görülebileceğidir. Gerçekten merak, insanı bilgisini arttırmaya sevkeder; bu sebepledir ki, merak hakkında bir karar vermezden önce hangi maksada yönelik olduğunu araştırmak icap eder. Bazı hareketler, dış görünüşleri itibariyle, kötü sayılabilir, fakat vatanın veya bir insanın müdafaası için ya da her halde yerine getirilmesi gereken bir namus sözünün tutulması için yapılırsa hiç de böyle olmadığı anlaşılır. Bu itibarla bu derecedeki Mason çok acele, sırf görünüşe bakarak karar vermekten kaçınmalıdır. İleriki derecelerde ele alınacak olan Masonik adaletin temeli böylece, atılmaktadır. Mason kimse ile alay etmemeli, tenkitte fazla ileri gitmemeli, cebir ve şiddete ise asla başvurmamalıdır.

Mabedin duvarları beyaz göz yaşı damlaları ile bezenmiş siyah perdelerle örtülüdür. Şamdanlar 3, mumlar 9, yani toplam 27’dir. işaret sağ elin sol omuza götürülmesi ve sağ kalçaya indirilmesidir. Darbe 3 kere 8+1 yani 27’dir. Yaş 2 kere beş yani 10’dur; çalışmalar saat 3’te başlar. 6’da biter. 6 dengenin ve adaletin sembolüdür, çünkü birbirini takip eden her üç rakamın toplamı daima 6’yı verir, yani 6 değişmeyen yani dengeli olan adaleti ifade eder. Başkan Hz. Süleyman, 1. Nazır Zerbal’dir. Aday Jahoben adını alır. Zerbal’in anlamı Allah’ın tohumu, Allah tarafından yaratılandır. Jahoben de aynı anlama (Allah’ın oğlu) gelir. Böylece hâkim durumunda olan 1. Nazırla, hakkında hüküm verilecek olan adayın eşit durumda oldukları anlatılmış olmaktadır. Boyundan geçen eşarp tehlike rengi olan aldır, ucunda içice geçmiş üç tane üçgen bulunur. Önlüğün kenarları al, kendisi beyazdır, bavet kısmında büyük bir üçgen vardır.

Derecenin öğrettiklerini şöylece özetleyebiliriz: Kötülüğü yenebilmek için, her şeyden evvel bunun ne olduğunu bilmek gerekir, bu da ancak merakla olur. Bu itibarla meraklı olmak iyi şeydir, ancak bu merakı sosyal sefaletlerin incelenmesine, bunların sebeplerinin ve ne suretle ortadan kalkabileceklerinin araştırılmasına yöneltmek gereklidir.

Diğer yandan derece, bağlılığın ve sadakatin ödüllendirildiğini de gösterir; ayrıca, kavgaları, ihtilâfları halletmenin, insanların barış ve ahenk içinde yaşamalarını sağlamanın da Masonların görevi olduğunu öğretir. Gerçekten çekişmeler, kinler, bir müstebidin ortaya çıkmasına, iktidarı gasbetmesine yol açabilir. Bunun içindir ki, Mason kavgayı körüklememeli ve insanların barışmalarını sağlamalıdır. Derece aynı zamanda, savaş hakkında Masonluğun ne düşündüğünü bize gösterir. Gerçekten birbirini anlamamaktan, basit bir öfkeden bir savaşın çıktığı çok görülmüştür. Sur Kralının aldatıldığını zannetmesi, keza kâtibin sırf kötü bir merakla odayı gözetlediği kanaatiyle öfkeye kapılması, az daha iki kral arasında savaş çıkmasına sebep olacaktı. Onun içindir ki, Mason öfkeye kendisini kaptırmamalı, kendi düşüncesinin en doğru olduğuna asla inanmamalı, anlamsız bir öfkenin kendisini sürükleyebileceği akibetleri daima düşünmelidir. Mason barışsever olmalı, öfkeli insanları iyi sözlerle yatıştırmasını bilmelidir. Bunun içindir ki, Mason sosyal olaylara bigâne kalmamalı, bir nemelâzımcılığa kendini kaptırmamalı, barışı korumak ve tesis etmek için aktif olarak faaliyette bulunmalıdır. Mason hareketsiz kalamaz, ancak yapacağı hareket öfkeyi ve savaşı körüklemeye değil, aksine barışı korumaya yönelik olmalıdır.

Nitekim derecenin talimatı şöyledir:

Başkan “Nereden geliyorsunuz?” diye sorar; 1. Nazır “Her yerden” diye cevap verir. Başkan “Nereye gidiyorsunuz?” diye sorar; 1. Nazır “Her yere” diye cevap verir, böylece insana mekânının sınırsız olduğu anlatılmış olur.

7. derecede masonların Ritüellerini alıntılar eşliğinde aktaracağım…

«Nazır ve Hâkim» unvanını taşıyan Masonların meydana getirdiği bu derece, efsanesine uygundur. Buna göre yarım kalan mabedin inşası için Hz. Süleyman 36.000 ustabaşıyı görevlendirir. Bunlara da Nazır ve Hâkim Masonlar adını verir. Bu ustabaşıların işlerini yürütebilmeleri için önceden vaz’edilmiş ve herkes tarafından kabul edilmiş olan bir kanuna ihtiyaç vardır. Nitekim aday “eğiliyorum”, “itaat ediyorum” anlamına gelen «Kivi» kelimesini söyler, başkan da «kalkınız» anlamını ifade eden «Ki» kelimesiyle buna cevap verir. 7. derecede Masonların Hiram için inşa ettikleri mozoleye girmek ve orada bilgi, hikmet ve nur sahibi olabilmek için adaya bir anahtar verilir, ancak bu anahtar 4. derecede olduğu gibi kırık değildir. Bu ustabaşıların bir görevi de, Mabedin Orta Hücresinde toplanıp, işçiler arasında zuhur eden ihtilâfları halletmektir. Aynı adalet, daha sonraları, bütün fertler arasında çıkan uyuşmazlıklarda da ustabaşılar tarafından tevzi edilmiştir.

Mabedin duvarları adaletin ve manevî enerjinin sembolü olan kırmızı örtülerle kaplıdır. Işıkları, 4’ü dört köşede, 1’i de Mabedin ortasında olmak üzere 5’tir; darbe ve alkış 4+1’dir. Birinci Nazırın adı Ahoref, ikincisinin Ahoiam’dır; bu kelimelerin manası bilinmemektedir, işaret sağ elin işaret ve orta parmağını burnun yanına getirmek suretiyle verilir. Başkan Harodin Prensidir. Harodin, mahşerde hüküm verilecek dağın adıdır. Tabiatın dört ana unsuru olan sıcak, soğuk, kuru ve rutubet, bizatihi hareketsizdir; bunlara beşinci unsur olan ritmik devamlılık eklenirse, hareket yani, hayat bu dört unsurdan fışkırır. Önlüğün bir cebi bulunur; Şikâyetler, ithamlar, savunmalar bu cebe konacak ve altın anahtarla açılacak mozoledeki bilgi, hikmet ve nur sayesinde bunlar değerlendirilerek, adalet tevzi olunacaktır. Eşarp kırmızıdır, boyundan geçer, ucunda altın bir anahtar bulunur. Yaş 7+7 yani 14’tür. Çalışmaya gecenin son saatinde başlanır, günün son saatinde çalışmalar bitirilir.

Derecenin öğretisi şudur: Bir topluluk tarafından gönül rızası ile benimsenen bir kanun, topluluğu teşkil eden fertler açısından bir nevi hayat tarzı olmalı ve adalet daima gözetilmelidir. Bir kanunun rıza ile benimsenmiş sayılabilmesi için serbestçe incelenmiş, tartışılmış ve oylanmış olması şarttır, işte beşerî kanunla ilâhî kanunu ayıran vasıf budur. Ancak bir beşerî kanun serbestçe incelenmeden, tartışılmadan ve oylanmadan uygulanıyorsa böyle bir uygulamaya adalet adı verilemez. Bu itibarla kanunları incelemek, tartışmak ve oylamak hürriyetinin bulunmadığı yerlerde adalet de bulunmaz. Hür olmayan âdil, âdil olmayan da hür sayılamaz. Görülüyor ki Masonluk insanlara adaletsizlik yapmamayı, kötü hareketlerden kaçınmayı öğretir. Bir Mason, günün birinde, masum olduğu halde bir mahkeme huzuruna çıkmak zorunda kalabileceğini daima düşünmelidir. Bu sebepledir ki, başkası hakkında hüküm verirken, kendisini bu başkasının yerine koymalıdır.[ALINTI]

Mason hariciler arasındaki uyuşmazlıkları halle çağırıldığı zaman da aynı şekilde davranmalı, bir insanı kötü bir hareket yapmaya sevkeden derunî sebep ve saikleri araştırmalıdır. Bu araştırma bazen meyva vermeyebilir; ancak Mason, bu yüzden, kendisini ümitsizliğe kaptırmamalıdır, zira ümitsizlik insan aklının, zekâsının ve sabrının inkârından başka bir manâ ifade etmez ve bu değerlerin inkârı yalnız insandan değil, aynı zamanda insana bu aklı, zekâyı ve sabrı veren Evrenin Ulu Mimarın’dan dahî ümidi kesmek anlamına gelir. Ne kadar kötülük yapmış olursa olsun, insanda daima ahlâkî bir cevher vardır. Bütün mesele ondaki bu cevheri su üstüne çıkarmak için zeki, akıllı ve sabırlı bir tarzda çalışmaktır. Bu cevheri inkâr etmek, Evrenin Ulu Mimarı’nı inkâr etmekle eşittir. Onun içindir ki, Mason ölüm cezasına taraftar olamaz, çünkü bu cezaya çarptırılan kişi de insan olduğundan, ondaki bu cevheri meydana çıkarmak, onu topluma yararlı bir hale getirmek imkânsız olamaz; yeter ki, onun üzerinde sabırla ve akıllı bir tarzda uğraşılsın.

masonların 8.derece de ritüelini kısaca alıntılar eşliğinde aktaracağım…
«Bina Emini» sıfatını taşıyan Masonların vücuda getirdikleri bu derecenin efsanesi şudur: Hiram’ın ölümü üzerine Kral Süleyman bir mimarlık okulu kurar. Bu okula krallığın en önemli mevkilerini işgal etmek isteyenler seçilecektir. Ancak Kral Süleyman isteklilerin hiç de ehil olmadıklarını ve himaye ettiği kişilerin de buna lâyık bulunmadıklarını çabucak anlar. Böylece bir kimsenin bir takım himaye ve iltimaslar sayesinde değil de, sadece kendi vasıfları ve çalışkanlığı sayesinde bir mevkiye gelebileceği anlatılmış olur.

Mâbed koyu kırmızıdır. Işıklar (5+7+10) olmak üzere 27’dir. Darbe ve alkış 8’dir ve 3, 3, 2 olarak vurulur (bazı ritüellerde 5’tir). Yaş 3 kere 9, yani 27’dir. Biju eşkenarlı bir üçgendir. Bunun bir yüzünde Jakin’in çoğulu olan Jakinay, ortalığı karıştıran anlamına gelen Hakar ve kendi vicdanının çocuğu manasına gelen Benkorim, öteki yüzünde ise Hz. Yakub’un 4. oğlu olan ve «daima ileri» anlamına gelen Yuda ve Jehovah’ın kısaltılmışı olan Jah ve “faal canlı” anlamına gelen Hey bulunur.[ALINTI]

Eşarp kırmızı, önlük kenarları kırmızı ve ortası yeşil olmak üzere, beyazdır, ortasında dokuzgen şeklinde bir yıldız vardır. Yıldızın üzerine bir terazi işlenmiştir. İşaret eller gönye şeklinde tutularak başparmakları şakaklara götürmek, iki adım geri gidip geldikten sonra elleri gözlere götürmek ve açmaktan ibaret hayret işareti ve iki elin parmaklarını birbirine geçirip ayaları dışa doğru tuttuktan sonra bel hizasına getirmekten ibaret hayranlık işaretidir. Çalışmaya “gün doğarken” başlanır ve “gecenin saat 12’sinde” son verilir. Geçiş kelimeleri Yuda ve Jakinay’dır. Başkanın adı Salomon, 1. Nâzırınki Harodin Prensi, 2. Nâzırınki Adonhiram’dır.

Derecenin öğretisi şudur: İnsanlar arasındaki kardeşlik, bunların değerini doğru bir şekilde tartmak, hakettikleri mevki ve otoriteyi kendilerine vermekle tesis edilebilir. Koruma ile iltimasla elde edilecek mevkiler, bu kardeşliği kurmak şöyle dursun, aksine yıkar. Mason sadece toplantılara devam etmek ve merasimleri seyretmekle yetinemez. Belki zamanın geçmesi ile daha yüksek derecelere erişebilir. Ancak gerçek derece, hakedilmiş olan derecedir. Bunun için de Mason her derecenin ne öğrettiğini düşünmeli, araştırmalı ve ona göre hareket etmesini öğrenmiş olmalıdır. Mabedin sağlamlığı, hem çalışmaya hem de malik olunan vasıflara, yani mülkiyete dayanır. Bir insan bu iki temel sayesinde bir mevkiye erişirse, kimseye minnet borcu olmayacağı, yalnız kendi vasıfları ve çalışkanlığı sayesinde o mevkiye erişmiş olabileceği için tam manasıyla hür olur. Bunun içindir ki, çalışkan olmayan, hür de olamaz, insan medeniyeti Mülkiyet ve Çalışma yani Sermaye ve Emek sütunları üzerine yükselir ve bu ikisinin bulunmadığı, yani mülkiyetin çalışmaya tahakküm ettiği veya çalışmanın mülkiyeti yok ettiği düzenlerde hürriyetin varlığından söz edilemez. Masonluk bu iki kuvvet, bu iki esas arasında denge ve kardeşliğin tesis edilebileceğine ve korunabileceğine inanır.

Mülkiyet insanın çalışması sayesinde elde ettiği zenginlikleri muhafaza edebilmesini ifade eder. Şu halde emeksiz mülkiyet olamaz. Ancak mülkiyetsiz emek de köleliktir. İnsan çalışması ile üretebildiğine malik olamıyorsa veya ürettiğinin haklı karşılığını alamıyorsa, hür ve serbest olamaz. Ürünün veya bunun haklı karşılığının ister efendinin, ister patronun, isterse Devletin cebine gittiği hallerde, işçi daima köledir. İşte Mabedi ayakta tutan Jakin ve Boaz sütunları bu derecede Sermaye ve Emeği temsil eder. Bu iki sütundan biri yıkılırsa Mâbed de yıkılır, yani toplum ya sermayenin ya emeğin tahakkümü altına girer. Birinci halde sağ, ikinci halde ise sol diktatörlük topluma hâkim olur. Bu sebepledir ki, diğer sütuna tahammül edemeyen sağ ve sol diktatörlükler, her iki sütunun da lüzumuna inanan Masonluğa cephe almış oldukları gibi, her iki sütun arasındaki ahenge, karşılıklı saygı ve hoşgörüye, her iki sütunun da lüzumuna, yani demokrasiye dayanan Masonluk da her çeşit diktatörlükle bağdaşamaz.

masonlukta Rit kelimesinin önemi hakkında bilgileri alıntılar eşliğinde sunacağım… Rit, Fransızca ve İngilizce’de Rite, Almanca’da Ritus yazılır. Latince Rithus kelimesinden türemiştir.

Rit’in anlamı, yakın tanımlar olarak “yasa, gelenek, âdet olarak tespit edilmiş ilâhî veya kutsal bir hizmetin uygulanma şekli” veya “kutsal veya dinsel tören için bir uygulama veya uygulamalar dizisi” veya “dinsel ayin töreni” şeklinde verilir. Rit, kısaca, “kutsal ayin ve dinsel tören şekli” anlamına gelir. Rit’in diğer anlamı, “belirli amaç için belirlenen belirli yol”dur.

Rit, bu iki ayrı anlamı birleştirildiğinde, Masonluktaki özel anlamını yansıtır şekilde “belirli amaç için belirlenen belirli yol, dereceler ve törenler sisteminin adı”dır.

Rit, Masonlukta pratik olarak, “belirli dereceler dizisi ile Masonluğun yorumu” şeklinde düşünülür.

Tabiî ki yorum denilince, birbirinden farklı yorumların mümkün olmasından dolayı, işin içine tefekkür ve tefsir, dolayısıyla felsefe girer. Bu nedenle, ritlerin doktriner yapısına ve yasal kapsamına, sembolik ve alegorik öğelerin yanına felsefî düşünce ve söylemler eklenmiştir.

Öyleyse ritler, “farklı yol, yordam ve felsefelere göre masonik ışığı yorumlayan özel masonik birimler”dir.

Aynı, dinlerin farklı yorumları anlamındaki mezhepler ve mezheplerin tefsirî fraksiyonları olan tarikatlar gibi!

Ritlerin özelliği, amaçlarının aynı olmasına rağmen; araçlarının, yani öğretilerinin ve yöntemlerinin niteliksel ve niceliksel olarak farklı olmasıdır. Günümüz Masonluğundan örneklendiğinde, mezheplere eşdeğer olarak ritler gösterildiği gibi, mezheplerdeki tarikatlara örnek olarak Nizamlar verilebilir.

Rit kavramının, bugün kullanıldığı haliyle, Masonluğa girişi 1738 yılında başlamıştır. Sonra, 19.yy’a kadar gitgide artarak ve yayılarak günümüzdeki ritlerin hemen hemen hepsi kurulmuştur. Son yıllarda kurulmuş yeni ritler yoktur. Ancak, etkinliğini yitiren ritlerden bazıları, değişik adlar altında, yeniden canlandırılmaktadır. Özetle, bugünkü masonik ritlerin tarihsel gelişimi 18.yy ortalarından başlayıp, 19.yy’ın başlarında sönmeye yüz tutan Masonluğun aktivasyon dönemini ilgilendirir.

Aslında, eski dinî geleneklerden, erken dönem veya kadîm Masonluğa aktarılmış olan çeşitli törensel uygulamalar veya töreler niteliğinde ritler de vardır.

Bunlar, bir Kutsal Yere Girerken Ayakkabı Çıkarılması (Discalceation) Riti, Kutsal Yerin Etrafını Tavaf (Circumambulation) Riti, Arındırma veya Vaftiz (Purification – Lustration) Riti, Tekris (Initiation) Riti, Önlük Kuşatma (Investure) Riti olarak sayılabilir. Eski monoteist veya pagan inançlardan ve misterlerden aktarılan, Hz. Musa’nın Tur Dağı’na çıkarken ilâhi emirle ayakkabı çıkarmasını takliden camiye girilirken ayakkabı çıkarılması; Kabe’nin tavafı; abdest alınması ve vaftiz; bir tarikata giriş töreni, Ahilikte şed bağlanması gibi! Ritüelik ritler; Spekülatif Masonluğun ritüellerine rit olmasa bile, güzel ve ilginç törensel pratikler olarak sokulmuştur.

Zaten bir anlamda, eski anlayışa göre, Çırak, Kalfa ve Üstad Mason dereceleri bile Hürmasonluk Nizamı içinde sanki müstakil ritlermiş gibi düşünülür. Bu bakımdan bazıları, Hürmasonluğa, Sembolik Rit de derler.

1786 Berlin Anayasası diliyle: Hürmasonluğa Nizam denir ve Nizamın çeşitli Ritlerden oluştuğu ileri sürülür.
Ayrıca, ilk üç dereceden oluşan Sembolik Rit temeline, Masonluğa dahil edilen diğer temalar kapsamında, Hiram Riti, Kapitüler Rit, Kriptik Rit, Şövalyelik Riti de eklenerek Yüksek Dereceler oluşturulur. Hatta bazıları, (yazar da bu görüştedir) ilk üç sembolik derecenin kapsamına, yani Üstad Mason derecesine Kutsal Royal Arch Nizamı’nın da katılmasından oluşan İngiltere Masonluğu Sistemine özgü Working adı verilen özel masonik espriye İngiliz Riti demeyi uygun bulurlar. Çünkü, üç sembolik derecenin üstündeki her derece, masonik oluşumu rit tanımına sokar.

Rit terimi ve uygulamasının, bugünkü anlamı ve şekline göre, Masonluğa girişi, 18.yy ortalarından itibaren Fransa’da başlayan Skoç Masonluğu Yüksek Dereceler furyası ile olur.

Bu dönemden sonra, ritin “tören veya törenler dizisi” şeklinde eskiden geçerli olan yapısının yerini; “bir otorite tarafından yönetilen ve denetlenen dereceler dizisi” tanımı alarak; rit kavramı bugünkü şekli doğrultusunda anlam değiştirmiştir.

O dönemden sonra, artık rit denildiğinde, “üç sembolik derece (ya da üç sembolik derecenin çalışması büyük localara bağlı localara bırakılmak üzere) ve üzerine eklenen felsefî, yüksek, ileri vb tanımlanan dereceler dizisi” anlaşılır. Ama, derece sayısı ne olursa olsun “ritlere özgü oluşum ve yönetim biçimi jüridiksiyondur.”

Ritlerin jüridiksiyon olması, onları obediyans niteliğindeki Büyük Localardan ve hatta Grand Orientler (Büyük Doğular)’den ayıran belirgin özelliktir.

Masonik ritler, kendilerine göre, belirli bir sınıflar ve dereceler dizisinden oluşur ve merkezî birim/birimler tarafından yönetilir ve denetlenir. Daha doğrusu ana merkez/ merkezler, kendi kendilerini oluşturduktan sonra, kendisine bağlı dereceler dizisini bizzat kurarlar. İşte bu sistemin adı, daha önce değinildiği gibi, jüridiksiyondur.

Dolayısı ile, “Masonlukta rit denilince akla, bir merkezî hâkim otoriteye bağlı olarak çalışan, üç sembolik derece üzerinde, çok sayıda yüksek dereceden oluşan bir masonik sistem” gelir.

Sembolik Masonluğun üç Craft Hürmason derecesi veya eşdeğeri, genellikle, (istisnalar dışında) ritlerin, (yönetimi ve eğitimi çoğunlukla Büyük Localara bırakılan) ritin ilk üç temel derecesini teşkil eder. Bu üç temel derecenin üzerine de, ritin benimsediği öğreti yoluna ve yordamına göre seçtiği veya düzenlediği ve adlarına da çoğu zaman yüksek dereceler denilen dizi eklenir.

Masonluk tarihinde kurulan ilk ritin hangisi olduğuna gelince…

Masonluk tarihinde ilk rit, eldeki verilere göre, 1736 – 1737 nutukları ile Skoç Masonluğu’na çok büyük ivme kazandıran ve bir bakıma önderi sayılan Şövalye Andrew Ramsay tarafından veya adına ithaf edilen veya izafeten Fransa’nın Bouillon şehrinde kurulan Eski Skoç Riti (Ramsay Riti veya Bouillon Riti)’dir. Sembolik üç derecenin üzerine eklenen üç yüksek derece ile toplam 6 dereceden oluşan bu Rit çok kısa bir süre çalışmasına rağmen Skoç Masonluğunun ilk riti sayılır.

Skoç Masonluğu üyesi olan Masonlara Skoç Masonu denir.

İşte bu ilk Rit’ten günümüze kadar geçen süre içinde 1000’den fazla farklı derecelerden oluşan dizilerle, 100’lerce (bazılarına göre 600) rit kurulmuşsa da, bunların arasında günümüzde aktif olanların sayısı 20’den azdır. Hatta önemlileri belki 10 kadardır.

Fransa’da 1758 yılında kurulan ve 1762 yılında Anayasası düzenlenen 25 dereceli Perfeksiyon (Olgunlaşma) Riti, önem ve kurumsallık açısından Skoç Masonluğunun ilk önemli ritidir. Burada bir parantez açmak gerekirse yazar, dilimizdeki olgunlaşma kelimesinin Perfeksiyon’u tam olarak karşılamadığı düşüncesindedir. Çünkü, olgunlaşma ve yetkinleşme anlam olarak birbirinden farklıdır. Perfeksiyon aşamasının amacı, masonları olgunlaştırmak değil, yetkinleştirmektir. Yazar, bu nedenle eski dille Tekemmül veya yeni dilde Yetkinleşme’yi tercih eder. Perfeksiyon Riti, diğer Skoç Ritlerinin esin kaynağı olmuş ve Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin temelini teşkil etmiştir.

Perfeksiyon Riti’nin merkezî yönetim ve denetim birimi, Rit’in doruğunu oluşturan merkezî otorite, 25° Yüce Kralî Sır Prensleri Hâkim Büyük Konseyi’dir. Bu Büyük Konsey, günümüzdeki EKSR Yüksek Şûralarının yetki ve egemenlik açısından, Perfeksiyon Riti’ndeki otokratik eşdeğeridir.

Perfeksiyon Riti’ni, Skoç Masonluğu tarzında kurulan çok sayıda yeni rit izlemiş ve dönemin siyasal ortamında adeta ritler furyasının yarattığı Kaos doğmuştur. Kaos ortamı, doğal olarak toplumda Masonluk aleyhine olmuş ve Masonluğu yok olma veya haricîleşme tehlikesine maruz bırakmıştır. Bu dönemin Masonluk tarihi ibret alınması gerekecek kadar ilginçtir.

Ancak, Perfeksiyon Riti’ni takiben doğan, Kaos ortamından kurtularak yeniden Nizama kavuşmak amacıyla, bu anlamda kurulan en önemli rit, 1786 yılında Berlin’de Prusya kralı Büyük Frederik tarafından veya himayesinde, Perfeksiyon Riti’nin 25 derecesine, mevcut diğer Skoç tarzı ritlerden aktarılan 8 derecenin kombinasyonu ve modifikasyonu ile oluşturulan ve Anayasası düzenlenen 33 dereceli Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Ritidir.

Aynı dönemde süre giden ABD’ndeki Skoç Masonluğu ve EKSR çalışmaları da 1801 yılında ilk Ana Yüksek Şûra’nın Charleston’da kurulması ile sonuçlanmıştır. Böylece Kaos’tan Nizam’a geçilmiştir. Artık, Skoç Masonlarının görevi Nizamı, yani Düzeni korumaktır. Ünlü Ordo ab Chao mottosunun anlamı budur. Skoç Masonların ana ödevi, Masonluğun yeniden Kaos’a düşmemesini sağlamak için koruma ve kollama görevlerini bihakkın yerine getirmektir.

Böylece, biri Avrupa ve diğeri Amerika olmak üzere iki kıtada hemen aynı zamanda kurulmuş olan Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin merkezî yönetim ve denetim otoriteleri her memlekette Hâkim Büyük Umumî Müfettiş sıfatı verilen 33°’li Masonlardan oluşan Yüksek Şûralardır.

Bu gelişme ile Perfeksiyon Riti’nin nihaî 25°’de Yüksek Büyük Konsey olarak sağlanmış olan merkezî otoritesi, EKSR’nde 33°’li Yüksek Şûra’ya yükseltilmiştir. Ayrıca Perfeksiyon Riti 25°’sinin Konsistuar adı verilen masonik muhtevası EKSR’de 32°’ye çıkarılmıştır.

Ritlerin merkezî yönetim organizasyonu birimlerinin standardı ve jüriprudansı zamanla, ihtiyaçlara ve pratiklere göre revize ve modifiye edilmiştir. Örnek olarak, EKSR’nde olduğu gibi, dorukta aynı tek bir yüksek merkezî otokratik birim olmasına rağmen, Rit’in dereceleri gruplara veya sınıflara bölünerek birer özerk alt birime bağlanmıştır.

Yönetimi Büyük Localarda olan localardan sonra; Olgunlaşma Locası, Hâkim Şapitr (veya Konsey ve Şapitr), Areopaj, Haysiyet Divanı ve Danışma Divanı gibi!

EKSR, alt birimlerinin doğrudan bağlı olduğu Yüksek Şûra tarafından temsil edilen tek başlı, yani otokratik yönetim mekanizması sergiler. Yüksek Şûra’nın otoriter ve hiyerarşik jüridiksiyonu, çalışmaları Büyük Localara bırakılan ilk üç temel sembolik derecenin üzerindeki 4°’den 32°’ye uzanan tüm sınıfları ve dereceleri tek tek ve bir bütün olarak kapsar.

Ancak, bir Masonun bir muntazam Büyük Locaya ilk üç derecenin eğitimi ve müktesebatı için mensubiyeti olmazsa olmaz şart olduğundan, Büyük Loca’nın bünyesinden ayrılan ve çıkartılan Masonun, Skoç Masonu kimliği kendiliğinden düşer.

Dünyada Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nden sonra ikinci rit, York Riti’dir.

EKSR ile York Riti arasında oluşum, yönetim ve denetim açısından belirgin farklar vardır. Her şeyden önce, York Riti’nin çok başlı, yani çoğulcu yönetim biçimi, EKSR tarzı otoriter, merkezî otokratik yönetimin zıttıdır.

York Riti’nde, derecelerin oluşturduğu birimlerin yönetim ve denetimi, birbirinden bağımsız ve özgür yönetim merkezlerine aittir. Merkezler, Şapitr, Konsey ve Komandörlük’tür.

York Riti ilginç bir dereceler, ritler ve nizamlar karışımıdır. Bu nedenle, York Riti denilince akla ritler ve nizamlar karışımı gelir.

York Riti incelenirse: 1° Çırak, 2° Kalfa, 3° Üstad Mason’dan oluşan birinci sınıf Sembolik Rit’tir. Sembolik Rit, Büyük Localarda çalışılır.

İkinci sınıf, 4° Mark Üstadı, 5° Önceki Üstadı Muhterem, 6° En Mümtaz Mason, 7° Royal Arch Masonu, 8° Yüce Mümtaz Mason olmak üzere 5 dereceden oluşur ve Royal Arch Masonları Şapitri veya Kapitüler Rit adı verilir. Bu ikinci bölümün müstakil merkezî otoritesi Şapitr’dir.

Üçüncü sınıf, Kriptik Rit adını alır ve 9° Royal Üstad ile 10° Seçilmiş Üstad derecelerinden oluşur; merkezî otoritesi Konseydir.

Dördüncü sınıf, Şövalyelik Riti veya Şövalye Masonluk Nizamları’dır. Merkezî otoritesi Komandörlük’tür. Ancak Şövalyelik Riti, adından anlaşılacağı gibi, yönetimsel olarak Komandörlük birimine özerk şekilde yarı bağlı olmakla birlikte aslında, birbirinden bağımsız 3 ayrı Şövalyelik Nizamı’ndan oluşur; bunlar: 11° Kızılhaç Nizamı, 12° Malta Şövalyesi Nizamı ve 13° Tampliye Şövalyesi Nizamı olarak sıralanır.

Böylece, York Riti’nin nihaî aşamasını birbirini izleyen üç Nizam meydana getirir.

Özetle, EKSR jüridiksiyonun doruğunda Yüksek Şûra adı verilen tek bir merkezî otorite olmasına karşılık; York Riti’nin yönetimi çok başlıdır. Her sınıf bağımsız bir merkezî yönetim birimidir. Bu anlamda, EKSR’nin otokratik yapısına karşılık, York Riti demokratik bir rit sayılır.

Hemen bütün ritlerin derecelerinin öğretileri, çeşitli dinsel kaynaklardaki temalardan seçilmiştir. Ancak, bunların arasında Kitabı Mukaddes veya diğer dinsel kitaplardaki lejandlara ve kısmen de pagan kökenli efsanelere dayanan öğreti temaları çoğunluktadır. Örnek olarak bütün ritler, Simyacılık, Apokaliptik, Mimarî, Nuh Tufanı, Astroloji, Şövalyelik, Operatif Masonik, Haçlı, Hristiyanî, Kriptik, Skoç, Seçilmiş, Süleyman Mabedi, İkinci Mabed, Enoş, Hiram Tarihî, Sihirli, Askerî, Dokuzuncu Kubbe, Noaşit, Mistik, Kriptik, Okültik, Rozikrusiyen, Felsefî, Yücelmiş, Sembolik, Tampliye kaynaklı veya tarzındaki derecelerin bir dizi şeklinde bir araya gelmesi ile oluşmaktadır.

Çeşitli memleketlerde, dinsel ritüelik temalar ihtiyaçlara göre laikleştirilmiştir.

Ritlerdeki derecelerin tarzı, kaynağı veya kökeni ile ilgili bu tespiti, Türkiye’de mevcut yegâne rit olduğu için EKSR’nden ama York Riti ile karşılaştırmalı olarak, vermek yararlı olur:

Tekris:
Skoç 1°; York 1°

Meslekî veya Süleyman Mabedi:
Skoç 2, 6, 8, 12°; York 2, 4, 5, 6°

Hiram’la ilgili ve Seçilmiş:
Skoç 3, 4, 5, 9, 10°; York 2, 4, 5, 6°

Kriptik, Skoç, Royal Arch, Okunamaz İsim:
Skoç 13, 14, 20°; York 7, 9°

Tarihî, Müteferrik:
Skoç 21, 22°; York 10°

İkinci Mabed:
Skoç 15, 16°; York 11°

Hristiyanî, Şövalyelik, Askerî:
Skoç 27, 29°; York 12°, 13°

Hristiyanî, Şövalyelik, Felsefî:
Skoç 18, 26, 30°; York –

Mistik, Felsefî:
Skoç 17, 19, 23, 24, 25, 28, 31°; York –

Siyasî, İdarî:
Skoç 7, 11°; York –

Askeri, Siyasî:
Skoç 32°; York –

Bu sıralamadan da anlaşılacağı gibi derece çeşitliği ve zenginliği yönünden EKSR, York Riti’ne oranla daha üstündür.

EKSR ile York Riti arasında karşılaştırma yapmak gerekirse…

EKSR İskoçya’da Skoç Masonluğu olarak tohumlanan, Fransa’da büyüyen, Almanya’da gelişen ve ABD’nde erginleşen bir rittir. Bu nedenle gerek kıta Avrupası ve gerekse Amerikan kültür izlerini taşıyan miks ve heterojen bir rittir. Aslî, doktriner ve otokratik yapısına, demokratik anlayışın eklenmesiyle kazanılan, ülkelere göre değişebilen ve uyum sağlayan, esnek yapısı nedeniyle dünyada daha çok yayılmıştır.

Ancak bazı jüridiksiyonlarda (ABD Kuzey Jüridiksiyonu, İngiltere, İrlanda, İskoçya, Hollanda) sadece Hristiyanların üyeliğine açık olması, Rit’in savunageldiği insan hakları ve hürriyetleri açısından önemli bir eksikliktir.

Ama zaten, Hürmasonluk için de aynı şey geçerli değil midir?

Örnek olarak, İsveç’te Hristiyan olmayanlar acaba Mason olabilirler mi? Olamazlarsa, Masonluğun laiklik ve evrensellik kıstasının gerçekten sorgulanması gerekir.

York Riti, İngiltere – York’ta, York Masonluğu olarak tohumlanmış ve doğrudan doğruya aktarıldığı ABD’nde büyüyüp gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Bu nedenle diğer adı Amerikan Riti’dir.

York Riti, sembolizma açısından zengin; ancak Mistik, Felsefî, Siyasî, İdarî ve diğer felsefî çeşitlilik yönünden ve özellikle masonik sosyal pratikler açısından eksiktir. EKSR’nde sadece doruğa yakın dereceler menzili niteliğindeki şövalyelik dereceleri, nihaî Nizamlar (Orderlar) şeklinde, York Riti’nin doruğunu oluşturur.

York Riti’nde, Areopaj veya Konsistuar tarzı derece öğretilerinin olmayışı, felsefî düşüncenin farklı açılardan bütünlenememesi yönünden görünür bir dezavantajdır. York Riti’nin sadece Hristiyanları tatmin edecek kadar ağır doktriner İsrailliyat veya Hristiyanî muhtevası ve diğer inançların temalarına yer verilmemesi, laik bir masonik ortama ve öğreti yöntemine ters düştüğü için tutucu sayılır. Bu nedenle, gelişimi ABD, Latin Amerika, Orta Amerika, Anglosakson ülkeleri, bazı İngilizce konuşulan ülkeler ve bir iki Avrupa ülkesi ile sınırlı kalmıştır.

Bu genel açıklamadan sonra, dünyada kurulmuş olan 100’lerce ritten bugün ayakta kalıp aktivitesini sürdürebilenler ve de adı rit olmamakla birlikte rit gibi çalışan diğer masonik kurumlar şöyle sıralanabilir:

Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti:
33 dereceli; tüm dünyada yaygın

York Riti:
13 dereceli; ABD, Orta Güney Amerika, kısmen Avrupa

Fransız Riti (Modern Rit):
9 dereceli; Fransa, Frankofil masonik ülkeler

İsveç Riti:
10 dereceli; İsveç

Schroeder Riti:
3 sembolik dereceli Alman yorumu; Almanya

Swedenborg Riti:
6 dereceli; İskandinav ülkeleri

Rektifiye Skoç Riti:
7 dereceli; Fransa, İsviçre

İskoçya Eski Büyük Riti:
47 dereceli; İskoçya

Reforme Rit:
5 dereceli; İsviçre, İngiltere, ABD

Birleştirilmiş Memphis – Mizraim Riti (OTO):
96 dereceli; Fransa, ABD

İrlanda Şövalye Masonlar Riti:
5 dereceli; İrlanda, İngiltere, ABD

İngiliz Masonluk Sistemi:
Royal Arch + 3 Craft Hürmason derecesi = 4°’li

İrlanda Masonluk Sistemi:
Mark + Royal Arch + 4 Craft Hürmason= 6 °’li

İskoçya Şapitr Sistemi:
Mark + 4 Craft Hürmason + 12 yüksek derece

Müttefik Dereceler (İngiltere):
32 dereceli

Müttefik Dereceler (ABD):
12 dereceli

ABD Ritleri Büyük Koleji:
16 dereceli; ABD’ye özgü

Kutsal Royal Arch Tampliye Şövalye Rahipleri:
33 dereceli, ABD

Bunların dışında, zaman zaman ortaya çıkan veya Meksika Millî Riti gibi yerel olan ritler varsa da, evrensel boyutta masonik etkinlik önemleri yok denecek kadar sınırlıdır.ALINTI#

Yukarıda sayılan bu kurumlar, özellikle alt sıradakilerin adları rit olmasa bile, günümüzde rit veya rit gibi çalışan masonik kuruluşlardır.

Masonlarda Nizam hakkında bilgileri alıntılar eşliğinde aktaracağım…Türk Masonluğunda, order veya eşdeğeri bir terim henüz olmasa bile Masonluk kurumları arasında rit dışında çok yaygın diğer bir masonik birim Nizam, yani Order’dır. Order, Fransızca Ordre, İngilizce Order, Almanca Orden olarak yazılır. Latince, ordo, ordinis kelimelerinden türetilen Order, sözlükte değişik anlamlara gelir.

Nizam, Masonluktaki kullanılışını yansıtması açısından “toplumda ayrı bir sınıf insan, aynı meslekten insanların oluşturduğu bir grup, toplumda ayrıcalığı olan bir sınıf, toplum içinde kendine özgü bir kurum, dinî kardeşlik grubu, tarikat, aynı unvanları taşıyanların oluşturduğu bir sınıf, farklı dereceden insanların grubu, kutsal nitelikli din adamlarının üye oldukları bir örgüt, şövalyelik tarikatı, manastır tarikatı” genel anlamlarını taşır.

Dinî türdeki manastır kurumları Benedikten ve Augustiyen tarikatları ile askerî türdeki Hospitaliye, Tampliye ve Tötonik şövalyelik tarikatları, ilkinin operatif meslek benzerliği ve hatta patronajı yönünden operatif; ikincinin kaynak birliği ve ilişkisi yönünden operatif ve spekülatif yansımaları, Masonik Nizamlar’ın doğmuş ve yararlanmış olduğu ana kaynaklar niteliğindedir.

Skoç Masonluğunun ilk önemli riti olan Perfeksiyon Riti’nin 1762 Bordeaux Anayasası’nda bizatihi tüm Masonluk “Kralî ve Âlî Nizam” adıyla bir Nizam olarak kabul edilmekte; ayrıca son bölümünde Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar En Muhterem Kardeşliğinin Kralî ve Askerî Nizamı adı pekiştirilmektedir.

Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin temellerini atan 1786 Berlin Anayasası’nın anlayışına göre de, operatif anlamda olsun veya sivil anlamda olsun veya askerî anlamda olsun bizatihî Masonluk veya Hürmasonluk bir Nizam’dır. Adı da Eski Hür ve Birleşik Masonlar Nizamı’dır.

Anayasanın giriş bölümünde açıklandığına göre, bu Nizam eskiden tek bir bütünken, daha sonra ortaya çıkan çeşitli ritlerden dolayı ortaya büyük bir karmaşa çıkmıştır. Bu Anayasa ile kurulan EKSR’nin amacı da, mevcut Skoç Ritlerini birleştirmek suretiyle Skoç Masonluğunda dağılan birliği yeniden sağlamaktır.

Dolayısıyla, 18.yy kıta Avrupa’sı Masonluğunun anlayışına göre, var olan tek bir Masonluk Nizamı veya Hürmasonluk Nizamı’dır. Ritler de dahil her türlü masonik kurum ve birim bu kapsamın içindedir; yani tek bir nizam, ama çok sayıda rit vardır.

Daha sonra, EKSR’nin kurulmasıyla, EKSR ve Masonluk Nizamı adeta eşitlenmiştir.

Bu, tabiî ki o zamanın görüşü ve anlayışıdır. Aradan geçen zaman Nizam kavramının anlamını değiştirmiş; hatta tersine çevirmiştir.

Bu ön açıklamalarda göz önüne alınarak, Masonlukta Order veya benimsenen Türkçe’siyle Nizam nedir ?

Nizamın Masonluktaki genel anlamı “belirli bir ortak ülkü ve amaç doğrultusunda oluşan, kendine özgü ilkeleri, yasaları, kuralları olan, genel olarak inisiyatik üye kabulünü benimseyen, yeminle bağlanılan, özel kılık kıyafet, arma ve sembolleri olan, ezoterik öğreti yöntemlerini uygulayan, üyelerinin birbirlerine kardeşlik ve dostlukla bağlı oldukları kurum, tarikat veya örgüt” olarak tanımlanır.

Nizamlar, ezoterik ve inisiyatiktir.

Yani, Nizama inisiyasyonla girilir, ezoterik yöntemle aktarılan ve yeminle saklanan sırlar, nizam üyelerini bağlayan kardeşliğin sebebidir. Aynı kutsal ülküye yönelik kutsal sırların karşılıklı bilinmesi ve saklanmasıyla oluşan, haricîlere göre imtiyazlı bir kardeşlik, nizamların temel özelliğini oluşturur. Nizamların belirli ülküsü ve amacı vardır. Öğretileri bu ülkü ve amaç yönünde hedeflenmiş ve kilitlenmiştir.

Ancak, belirgin bir özellik olarak, nizamların ülküsü ve amacı, genel olarak, dinsel temellere ve/veya şövalyelik temeline oturur. Çoğu kez, bu iki temel örtüşerek dinî şövalyelik veya keşiş şövalyelik veya keşiş mason şövalye sentezine gider.

Zaten, Hristiyanî anlamda şövalyelik din adına veya dinsel parametreler doğrultusunda yapılan kutsal hizmet olduğu gibi, kutsal dinî yapıların inşasına katılmak o denli mübarek bir hizmettir. Bu anlamda, orderlarda çoğu zaman dinsel muhteva ve şövalyelik, Masonluk mesleği ve sanatı ile çoğu zaman örtüşerek, sembolik ve spekülatif platformda birbirini tamamlar. İşte bu espri, masonik nizamların genel karakteridir.

Masonlukta bir genelleme yapılırsa, zaten dinî olmayan nizam, daha sonradan sekülerleşmiş Hürmasonluk Nizamı dışında, hemen hemen çok nadirdir. Bu nedenle, nizamların adının başına kutsal veya mübarek anlamında Holy kelimesi gelir. Holy sıfatı, bu nizamın Hristiyanî açıdan veya genel İsrailiyat yönünden dinî olarak, kutsal veya mübarek bir kuruluş, yani tarikat olduğunu kanıtlar.

Holy sıfatı, nizamların birer dinî tarikat olduğunun göstergesidir. Önünde Holy olan her Nizam (Order) dinîdir.
Örnek olarak, Holy Royal Arch Nizamı gibi, İskoçya Royal Nizamı gibi, Tampliye Şövalyelik Nizamı gibi, Malta Şövalyesi Nizamı gibi Masonik Nizamlar veya Doğu Yıldızı Nizamı, Gökkuşağı Kızları Nizamı, Amaranth Nizamı, Demolay Nizamı gibi Komasonik Nizamlar veya Shrine Nizamı, Nil Kızları Nizamı gibi Amasonik Nizamlar ve daha bir çokları, sadece Shrine’nın quasi-İslâmî olmasının dışında, genellikle İsrailiyat ve özellikle Hristiyanî açıdan Holy’dir.

Çok özel örnek olarak, İngiliz Masonluğu’nda Hürmasonluğa eklenmiş olan Royal Arch da Holy’dir; yani dinîdir.

Ritlerin ana hedefinin masonik olmasına ve derece temalarının masonik hedefe ve ülküye göre seçilmesine ve uyarlanmasına karşın; nizamların hedefi her zaman masonik olmayabilir. Meselâ nizam, Masonlukta işlenen sadece bir dinî erdemi veya temel erdemi veya öğretinin işlenmesini temel alabilir.

Örnek olarak, Malta Şövalyesi Nizamı’nın teması ve öğretisi, bir Askerî Hristiyanî Tarikat olarak cesaret, sadakat, şefkat gibi erdemlerin işlenmesi gibi dolaylı masoniktir. İşlenen bu erdemler, Masonluk ve Malta Nizam arasındaki ortak payda niteliğindedir.

İngiliz Masonluğunda, Holy Royal Arch Nizamı’nın teması ve özelliği, Üstad Mason derecesinde vâkıf olunmayan Masonluk Sırrı’nın keşfedilmesi suretiyle dini açıdan Craft Hürmasonluğun tamamlanması şeklinde anlaşılır.

İskoçya Royal Nizamı’nın teması, Üçüncü Derece öğretisi ve Rose Croix Şövalyesi öğretisinin birbirini izler espride işlenmesi şeklinde, doğrudan yoğun Hristiyanî masoniktir.

Ritler, bünyelerindeki çeşitli derecelere ve/veya nizamlara bölüştürdükleri masonik faziletlerin öğretilerini kademeli ve aşamalı bir eğitim süreci ile bir bütün hâlinde aktararak ritin amaçlanan asıl hedefine ulaştırır. Ama nizamlar için böylesi bir muhteva bütünlüğü şart değildir. Tüm öğretinin sadece tek bir aşamasını veya derecesini içeren nizamlar da var olabilir. Bu anlamda ritler, nizam mahiyetinde olsun veya olmasın, farklı dinsel temaları derece alegorisi olarak alır ve öğreti olarak kullanırlar. Ancak nizamların esası, özelde Hristiyanî ve genelde İsrailliyat ağırlıklı özel temalar, pasajlar ve alegorilerdir.

Nitekim York Riti’nin, Kapitüler Rit Konseyi’ni oluşturan derecelerden yedincisi olan Royal Arch, yukarıda değinildiği gibi, başlı başına bir nizamdır; hem de kutsal, yani Holy bir dinî nizam.

İşte sayılan bu nedenler ve örneklerle nizamlar, yoğun tarzda dinsel veya mistik ağırlıklı olduğu takdirde Tarikat adının kullanılması çok daha anlamlı olur. Hatta, Avrupa veya ABD Masonluklarındaki çoğu dinsel masonik nizamların aslı esası, bir tür Hristiyanî baş rahiplik veya dinsel şövalyelik tarikatı olmasıdır. Bu nizamlara sadece Hristiyan masonların üye olabilmesi de, üye olunurken edilmesi gereken yeminin içinde Hristiyan inanç sağlamlığı, Hıristiyan dinin savunulması ve yayılması gibi koyu dinsel kriterlerle anlaşılır.

Böylesine bağlayıcı antlar, taahhütler, vaatler, bir anlamda İslâmiyet’teki cihat eyleminin, nefse karşı savaş dışındaki, dar fanatik anlamı ile örtüştüğünden; nizamların Holy sıfatının dinsel kutsallık veya mübareklik taşıması nedeniyle Tarikat anlamına tam karşılık düşmektedir.

Nizam için belki önerilebilecek Örgüt kavramı, kuruluşa ezoterik bir hava verdiğinden Nizam terimi için pek karşılık olamaz.

Nizam kelimesi anlamına ve ruhuna pek uygun olmamakla birlikte, masonik nizamlara karşılık olmak üzere önerilir. Ancak nizam terimi yazara göre, aslında order kelimesinin anlam olarak mot a mot karşılığı değildir. Eski dönemde Nizam, Masonluğun bir bölümü için değil, bütünü için geçerlidir. Meselâ, Masonluk Nizam’dır. Özellikle eski literatürde Masonluk Nizamı tanımına oldukça sık rastlanır. Bunun yanında, nizamdan türeyen İntizam kelimesine karşılık kullanılan Düzen kelimesi veya düzenlinin eşdeğeri Nizamî kelimesi Masonlukta çok önemli statü şekli ve konum tanımı için kullanılır. Bu nedenle, masonik açıdan nizamî veya düzenli olmayan orderlar da var olduğuna göre, orderın tam karşılığının aslında nizam olmaması gerekir. Bu nedenle, özgün terimin olduğu gibi benimsenerek Order’ın aynen kullanılması yazara göre daha doğrudur. Aynı Mason, Rit, Loca, Şapitr, Jüridiksiyon, Obediyans veya Konvan terimlerinin aynen alınmasına benzer olarak. Ancak, Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti Türkiye Yüksek Şûrası’nın geleneğine ve alışkanlığına uyularak, dil birliğini bozmamak ve kavram kargaşası yaratmamak için bu çalışmada Order yerine alışıldığı şekliyle Nizam kullanılmıştır.

Nizamların günümüz Masonluğundaki konumlarını anlamak için güncel örnekleri incelemek gerekir.

Günümüzde en ünlü Nizam olarak, İngiliz Masonluğundaki Holy Royal Arch Order of Jerusalem, yâni Kudüs Kutsal Royal Arch Nizamı verilebilir. Holy Royal Arch Order, İngiltere’de Craft Hürmasonluk kapsamında Üstad Mason derecesinin tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir. Yani bir Nizam, Hürmasonlukta bir Craft derecesine eklenmiştir. Bu anlamda, 1723 Anayasası ile kısmen laikleştirilen Hürmasonluk 1813 Birleşmesini takiben Eskiler grubunun bastırması ile yoğun bir dinsel tema ile bütünlenmiştir.

Halbuki İrlanda’da, yine Holy denilen Royal Order, Craft Hürmasonluk kapsamında Önceki Üstadı Muhterem derecesini ve Mark Üstadı derecesini izleyen ayrı bir derece olarak kabul edilir.

İskoçya’da Holy sayılmayan Royal Arch, Craft Hürmasonluktan müstakil olarak Şapitr kapsamında çalışılan bir yüksek derecedir.

ABD Masonluğunda, Royal Arch Masonluğu bir Nizam değildir. York Riti-Kapitüler Rit dizisinin 7°’sidir. Ancak, York Riti’nin önemli bir özelliği de doruğundaki 11., 12. ve 13. sırasında üç ayrı Nizam bulunmasıdır. Bu Nizamlar, sırayla Kızıl Haç Nizamı, Malta Nizamı, Tampliye Nizamı’dır. Son iki Nizam özellikle yoğun Hristiyanîdir.

İngiltere’deki diğer Nizamlar: 3 dereceli Sır Katibi (Secret Monitor) Nizamı, 2 dereceli İskoçya Royal Nizamı; 6 şövalye ve rahip dereceli Müttefik Masonik Dereceler Nizamı; Masonik ve Militer Kızıl Haç, Kutsal Mezar ve Aziz Müjdeci St.John Nizamları; Dinî, Askerî, Masonik Tampliye ve Kudüs St.John, Filistin, Malta, Rodos Şövalyeleri Nizamı; Kutsal Royal Arch Tampliye Rahip Şövalyesi Nizamı; Baldwyn Ordugahı’nın Beş Kutsal Şövalyelik Nizamı; August Nur Nizamı; Eri Nizamı; Kudüs İyiliksever Şövalyelerinin Kutsal Nizamı’dır.

Holy Royal Arch Nizamı dışında, adı geçen bütün bu nizamlara üye olabilmek için Hristiyan inancında olmak şartı vardır. Holy Royal Nizamı için Hristiyan olmak şartının aranmamasının sebebi, bu Nizam’ın Büyük Loca obediyansının altına sokularak Hürmasonluğun Üstad Mason derecesine eklenmesi ve bir anlamda adında Holy kelimesi olsa da pratik olarak sekülerleştirilmesindendir. Ancak, Royal Arch Masonu olan bir Mason Hristiyan olmadığı takdirde, öteki yüksek derece nizamlarına, buna İngiltere’deki Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti de dahildir, girebilmesi mümkün değildir. Çünkü genel anlayış, Hürmasonlukta din farkı gözetilmemesine rağmen Yüksek Derecelerin, yani Ritlerin ve Nizamların sadece Hristiyanlara özgü olduğudur.

ABD Masonluğuna gelince, tam anlamıyla nizam furyası vardır. Bunların arasında en önemli nizam, Masonlardan oluşan 640 bin üyeli bir amasonik kurum Shrine Nizamı’dır. Ayrıca, Mason eşlerinden oluşan Doğu Yıldızı Nizamı, Amaranth Nizamı, Nil Kızları Nizamı; Mason kızlarının Eyüb’ün Kızları Nizamı, Gökkuşağı Nizamı; erkek çocukların oluşturduğu De Molay Nizamı, komasonik ve amasonik nizamlar olarak önemlidir. Ayrıca, masonik nizamlar olarak, Birleşik Masonik Dereceler Konseyi Nizamı, Gümüş Mala Nizamı, Şövalye Masonlar Nizamı, Yüksek Kâhin Nizamı, York Şeref Haçı Şövalyeleri Nizamı, Konstantin Kızıl Haçı Şövalye Kompanyonu Nizamı, İrlanda Şövalye Masonları Evrensel Ahenk Nizamı, Argonotlar Nizamı, Oriental Palmiye Nizamı ve daha Masonlukla ilişkili onlarca nizam sayılabilir.[ALINTI]

Özetle nizamlar, Dünya Masonluğu portföyünde, Büyük Localarla temsil edilen Craft Hürmasonluk ötesinde yüksek veya yan derecelerin sistemli organizasyonları olan ritlerin yanında veya kapsamında yer alan; fakat, uygulaması rahatlıkla masonik alan dışına da taşabilen, belirli bir masonik veya Masonluğun da yararlandığı temayı işleyen inisiyatik-ezoterik tarikat türü kurumlardır. Nizamlar karizmatik özellikleriyle Masonluğun süsleridir.

Masonlukta Obediyans ne olduğunu alıntılar eşliğinde aktaracağım…Obediyans kelimesi, Latince Obedientia, Fransızca Obedience, İngilizce Obedience, Almanca Obödienz kelimelerinin Fransızca okunuşuna yakın karşılığı olarak aynen Türk Masonluğuna alınmıştır.

Kelime, en eski kullanışı bakımından “kölenin efendisine kayıtsız şartsız boyun eğmesi ve tam itaat etmesi”; Hristiyanî açıdan da, “bağlı olunan dinî kuruma itaat ve bağlılık” anlamlarındadır.

Siyasal yönden, “tebaanın, monarşa veya devlete bağlılığı” bu kelime ile tanımlanır. Böylece genel anlamı itibarı ile “bir otoriteye veya merciye itaat etmek; yasalarına ve kurallarına veya emirlerine ve kısıtlamalarına uymak ve bağlı olmak ve boyun eğmek” anlamlarına gelir.

Obediyans, “içten gelen ve hür irade durumunu” yansıttığı gibi; aynı zamanda da, bunların olmadığı hâllerde, “zorlayıcı bir yaptırımı” hatırlatır.

Obediyansın Masonluktaki anlamı, bu çerçeveyi de kapsamak üzere daha geniş ve çok daha özeldir.

Bir örnekle açıklanırsa: Yedi Üstad Masonun bir araya gelerek bir loca kurmaları masonik gelenektir. Locayı kuran Masonlar, yeni locanın kazandığı tüzel masonik kişiliği ile obediyansın birinci aşamasını oluşturur. Yani, kurdukları locanın doğan tüzel kişilik ve mevzuatına itaat ederler. Bu yeni loca ya tek başına bağımsız kalabilir, ya mevcut obediyansa katılabilir ya da yeni bir obediyans kurulması girişimlerine geçebilir. Ülkede bu yeni kurulan locada yapılacak tekrislerle artacak mason sayısına göre aynı şekilde, yeni yeni başka localar da kurulabilir. Böylece, kurulan her bağımsız loca için de ayrı bir yeni bağımsız obediyans ortaya çıkar. Her locanın bizatihi, o locayı oluşturan masonları kapsayan obediyansı vardır.

Ama bir memlekette çok sayıda locanın birbirinden bağımsız çalışması masonik kaos yaratır. Locaların ahenk ve nizam içinde masonik uyum sağlayabilmeleri için aralarında birlik ve beraberlik içinde olmaları için kendilerinin yönetimsel açıdan bağlı olacakları bir yönetimsel kurum ve hatta bir merkezî birim kurarak aralarında senkronizasyon sağlamaları, kısmen operatif dönemden yansıyan; ama kesin olarak spekülatif dönemde şekillenmiş bir masonik gelenek ve jargondur.

Ama locaların kendi aralarında birleşerek bağlanacakları bir üst birim kurmaları, operatif veya eski spekülatif döneme ait bir monarşın baskısı ve isteği ile değil; kendi hür iradeleri ile olması gerekir. Örneklenirse Prens Edwin’in, I.James’in, II.Charles’ın veya Orange hanedanının emri ile değil kendi hür iradeleri ile olmak zorundadır. İngiltere’deki 1717 kuruluşu bile her ne kadar ilk örnek gibi gösterilebilirse de, dönemin Hannover-Stuart çekişmesi dikkate alındığında pek de siyaset dışı olduğu söylenemez. Ama, yine de bir ilk örnek sayılır.

Bu nedenle, Masonluktaki kurallaşmış geleneğe göre, memlekette kurulan locaların sayısı üçü bulduğu veya aştığı zaman, bu üç veya daha fazla loca, kendi arzuları ve özgür iradeleriyle, kendi aralarında federatif olarak örgütlenerek, bağımsız bir merkezî yönetim birimi kurarlar. Bu merkezî birim, Muntazam Masonlukta Büyük Loca veya özel hâllerde Büyük Doğu (Grand Orient) adını alır.

Merkezî yönetimin kurulmasıyla Büyük Loca, onu kuran localar ve masonlar bağımsız obediyans teşkil eder. Aynı zamanda, localar ve masonlar, merkezî yönetim biriminin hâkim ve nâzım otoritesi altında Büyük Locanın obediyansını oluşturur. Böylece, o ülkedeki Masonluk tüzel kimlik kazanarak; ulusal yönetimi ile kamu nezdindeki kanunî ve resmî temsil statüsü belirlenir. Bu oluşumdan sonra, o ülkedeki Masonluğu kurulan Büyük Loca’nın tüzel kimliğini taşıyan Büyük Üstad temsil eder.

Büyük Locayı kuran localar, kendilerini idare etmek, masonik çalışmalar yaptırmak, yeni üye almak, denetlemek ve yargılamak yetkisini Büyük Locaya bıraktıklarından; Masonlar – Localar – Büyük Loca olmak üzere, alttan üste, tabandan doruğa doğru bir obediyans; yani hiyerarşik itaat piramidi oluşur. Bu sistem, o ülkenin Büyük Locasının obediyansı veya ülkedeki Masonluğun obediyansı gibi adlar alır.

Meselâ, Türkiye Büyük Locası denilince, Türkiye’de yönetim egemenliği altındaki locaların ve masonların bağlı oldukları, uydukları ve itaat ettikleri federatif yönetim biriminin obediyansı anlaşılır. Buna benzer olarak, Türk Masonluğu denilince de, ilk planda akla Türkiye’deki masonik obediyansın hâkim ve nâzım otoritesi olan, üstü veya eşiti başka masonik güç tanımayan Türkiye Büyük Locası gelir.

Masonik obediyansın asıl özelliği, hür ve müstakil olmasıdır. Çünkü mevcut localar vasıtasıyla federatif olarak bizzat kendi kendini kurmuştur. Uluslararası masonik ilkeye göre, localar dışında Büyük Loca kurmak yetkisi olan başka hiç bir kurumsal veya kişisel kudret ve kuvvet yoktur.

Yüksek Şûra veya başka bir masonik otorite tarafından bir obediyans kurulması, yani jüridiksiyonu içinde kurduğu localar vasıtasıyla Büyük Loca örgütlenmesi; Muntazam Masonlukta çok önemli olan bağımsızlık, kuruluş ve köken meseleleri nedeniyle, geçerli masonik ilkelere ve kurallara uymaz. Bu nedenle, böylesi kurulmuş Büyük Localar, kendilerini kuran masonik birimler tarafından daha sonra bağımsızlık verilmiş olsalar bile, köken ve kuruluşu yönünden kuşkulu obediyanslar şeklinde tanımlandığından, dünyadaki muntazam obediyanslar tarafından tanınmaları sorun çıkarır. Bu bakımdan, bir Büyük Locanın, Muntazam Masonluk camiası tarafından tanınabilmesi için bir takım işlemlerin yapılması ve kökensel kanıtların bulunması gerekir.

Örnek olarak, aslında 1909 yılında kurulan Türkiye Büyük Locası, 1956 yılında bağımsızlığını kazanmasına rağmen, ancak 1965 yılında tamamlanan masonik işlemlerle Muntazam Masonluk âlemi tarafından tanınabilmiştir.

Diğer taraftan, federatif olarak teşekkül etmiş olan bir masonik birim, bağımsız, yarı-bağımlı ve hatta bağımsız bile kurulmuş olsa, eğer sonradan başka bir Büyük Locadan veya Yüksek Şûradan berat alır veya bağlanır veya himayesine girerse; veya konfederatif bir birlik oluşturursa veya mevcut bir konfederasyonun üyesi olursa; her ahvalde, az veya çok istiklâlini kaybedeceğinden ve ister istemez o merkezin emir komutası hâline girerek tebaası olacağından, adı Büyük Loca bile olsa, artık hür ve müstakil sayılamaz. Kaldı ki, ulus-devlet modelinde, hür ülkeye yakışır hür Masonluk jargonu, hür ve müstakil bir Masonluğu temsil eden Büyük Loca olmakla mümkündür.

Yeni kurulan Büyük Loca isterse, kendi kabuğuna çekilerek dünya masonluğu ile ilişkisiz kalabilir. Ancak masonik ilkelerin evrenselliği ilkesinden dolayı, genel yönelim, yeni kurulan bu Büyük Locanın dünyadaki kendi eşdeğeri diğer Büyük Localarla masonik ilişki kurmasıdır. Bu ilişki, karşılıklı Tanışma olarak, aynı devletlerin eşit düzeyde birbirlerini tanımaları şeklinde kurulur. Yoksa, diğerinin himayesine girmek veya hürriyetine gölge düşürecek şekilde bağlanmak, hem temsil ettiği masonik sistemi hem de kurulduğu ülkenin istiklâlini risk altına sokacağından asla söz konusu olamaz. Bu nedenle, her bağımsız Büyük Loca kendine özgü temel ilkeleri veya Tanışma Kurallarını kendisi belirler. Bu kurallar, Muntazam Masonluğun ana ilkeleriyle uyumludur. Tarafların belirlediği kendi ilkelerine karşılıklı mutabakat sağlandığı ve aynı ilkelere uyulduğu takdirde Büyük Locaların arasında Tanışma sağlanır.

Teessüs eden Tanışma’da, hiçbir ast üst ilişkisi veya birbirlerinin iç işlerine karışmak yoktur. Hiç biri diğerinden emir veya talimat almaz. Her bir birim, ulusal, hür ve bağımsızdır. Millî Obediyans veya Ulusal Obediyans’ın esası ve teminatı budur. Türkiye Büyük Locası bu nitelikleriyle bir ulusal obediyanstır.

Yukarıda adları anılan, Büyük Loca ile Büyük Doğu (Grand Orient) arasındaki temel farkı belirtmek gerekir. Büyük Loca, Craft Hürmasonluğun sadece Çırak, Kalfa, Üstad Mason dereceleri olmak üzere üç sembolik derece ile yapılan masonik çalışmaları için kurulan, genel olarak sadece bir rit üzerinde veya kendisine özgü uyarladığı bir Çalışma Modeli (Working) üzerinde çalışan ve daha çok Muntazam Masonlukta geçerli olan bir masonik yönetim merkezidir.

Rit ve Çalışma Modeli terimleri, ismen farklı bile olsa, aslında aynı şeydir. Working, Rit terimini sevmeyen Anglosakson Masonluğu tarafından tercih edilir. Dünyada birden fazla ritte çalışan ve sıfatları muntazam olan Büyük Localar (Fransa Millî Büyük Locası gibi) da istisnaî olarak vardır.

Özetle Muntazam Masonlukta, Büyük Loca ve obediyans denilince, üç dereceli Sembolik Masonluk, yani Craft Hürmasonluk tarzında üç dereceli çalışan locaların kurduğu federatif masonik yönetim birimi akla gelir.

Buna karşılık Büyük Doğuların özelliği, üç sembolik derecenin yanında yüksek derecelerin çalışılmasına imkân vermesidir. Yani, Muntazam Masonluk yönteminin aksine olarak, Büyük Doğu, hem ilk üç Craft Hürmason derecesinin, hem seçilen Rit’in yüksek derecelerini çalıştırma yetkisini ve denetimini üstlenir.

Locaların federatif örgütlenmeyle Büyük Loca kurmalarının sebebi, ülkede masonik çalışmaların düzenlemesi, gerekli yasa ve tüzüklerin çıkarılması; özetle yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek bir elden yapılmasının temini içindir. Çünkü her locanın kendisine özgü kararlarla yönetilmesi, ülkede gerekli masonik birliği ve ahengi sağlayamaz. Kaos olur. Kaos, amacı ve ortamı Ordo olan Masonluğa zarar verir. Bunun için bir tek merkezî yönetim ve denetim birimi şarttır.

Büyük Loca kuruluşunu takiben, kendisini kuran localar ve Masonlar üzerinde ve kendisine masonik mevzuat yönünden bağlı olunan tek ve eşiti olmayan yegâne hâkim ve nâzım masonik otorite sıfatını kazanır. Böylece Büyük Loca, bağlı localarla birlikte bir obediyans oluşturur. Bu obediyans, hem localar olarak kurumsal, hem localardaki masonlar açısından bireysel olarak vardır ve geçerlidir.

Bu nedenle localar, kendileriyle ilgili yasaların ve tüzüklerin düzenlenmesini, yönetimlerin belirlenmesini ve denetlenmesini, haricî dünya ile ve resmî kurumlarla ilişkilerinin sağlanmasını ve genel masonik konuların çözümlenmesini, teorik olarak kendi hür iradeleri ile oluşturdukları obediyansın tüzel kişiliğine, tabii pratik olarak obediyansın, yani merkezî yönetim biriminin, oluşturulan kurullarına ve organlarına devretmiş olurlar.

Büyük Loca obediyansı soyut bir tüzel kişiliktir. Tüzel kişiliğin soyuttan somuta çıkması, masonik yasalara ve tüzüklere göre kurulan ve çalışan organlarla sağlanır. Bu organlar yasamayı üstlenen Genel Kurul, yani Konvan gibi; yönetimi üstlenen Yönetim Kurulu, yani Büyük Görevliler Kurulu gibi; yargıyı üstlenen Yargı Kurulları’dır.

Her obediyansın, kurulduğu ülkenin ulusal sınırları içindeki topraklar üzerinde masonik obediyansı vardır. Bir ülkede bir obediyans mevcut olduğu takdirde veya tesisinden sonra bağlı localardaki masonların kuracakları her yeni loca, masonik mevzuata göre, obediyansın yetkili kararlarının izni ve denetimi altında kurulmak anlamında, obediyansın merkezî yönetim birimi Büyük Loca’dan Berat almak zorundadır. Ancak bu şekilde kurulan bir loca muntazam sayılır.

Aslında her ülkenin ulusal sınırları içinde o ülkenin masonluğunu temsil eden bir Büyük Loca, yani obediyans olması, Muntazam Masonluğun gereğidir. Ama Muntazam Masonlukta bile bu gereğe uyulmamaktadır. Bazı ülkelerde, birden fazla Muntazam Büyük Loca veya obediyans bulunduğu bir gerçektir. Meselâ, ABD’nin yönetim sisteminin farklılığı nedeniyle her eyalette ayrı bir Büyük Loca vardır. Avustralya kıtasındaki, Kanada’daki, hatta Büyük Britanya ve Almanya’daki müstakil Büyük Localar çoklu obediyans örnekleridir.

İngiltere başta olmak üzere bazı ülkelerde adı Bölge Büyük Locası veya Vadi Büyük Locası olduğu hâlde, aslında obediyans olmayan masonik yönetim birimleri vardır. Ancak bu gibi Büyük Localar o ülkede ayrı bir obediyans niteliği taşımaz. Bu Büyük Localar bağlı oldukları veya şubeleri oldukları asıl Büyük Locanın obediyansı kapsamındadır. Ancak, uzak ve kalabalık locaların olduğu vadilerde, böyle bir idarî uygulamaya gidilerek bölgesel olarak meselâ, kendi Genel Kurullarını yapmak veya asıl Büyük Genel Kurulda gösterecekleri adayların arasından kendilerinin Bölge Büyük Üstadını veya Büyük Üstad Yardımcısını seçmek gibi kolaylıklar sağlayan sistemler de vardır. Ancak bu uygulama, bir zamanlar yurdumuzda da olduğu gibi, her bölgede bağımsız, “üniter” birer Büyük Loca şeklinde çok başlılık değildir; sadece her bölgede, Büyük Loca obediyansına bağlı birer Bölge Büyük Locası vardır.

Bazı ülkelerde, adı Büyük Loca ve/veya Büyük Doğu olan birden fazla merkezî masonik yönetim birimi varsa da, bunlardan sadece biri Muntazam Masonluğun o ülke için tanıdığı Büyük Loca; diğerleri masonik intizam dışındaki camiaya ait oluşumlardır. Varlıkları inkâr edilemez; ancak, gayrı nizamî oluşumlar olarak tanımlanırlar. Ayrıca, masonik kural olarak Büyük Localarda sadece üç sembolik derecenin çalışılması masonik intizamın gereğidir.

Özetle günümüz Masonluğunda obediyans denilince, Craft Hürmasonluk, yani üç Sembolik Masonluk derecesi ile çalışan locaların federatif bir örgüt olarak, tabandan tavana doğru kurdukları bir Büyük Loca otoritesine bağlı masonik sistem veya masonik çevrim anlaşılır.

Daha da özetle Muntazam Masonlukta, obediyans eşittir Büyük Loca demek mümkündür.[ALINTI]

Obediyansın özellikle Craft Hürmasonluk Büyük Localarına ilişkin bir kavram olduğunun altını çizdikten sonra, özellikle ritler ve nizamlarla bağlantılı jüridiksiyon teriminin daha iyi anlaşılması mümkün olacaktır.

Jüridiksiyon Masonlardaki anlamı ne demek olduğunu, Alıntılar eşliğinde aktaracağım…Masonlukta obediyans terimi ile birlikte veya ayrı olarak çok kullanılan Jurisdiksyon veya okunuş olarak Jüridiksiyon veya Juridiksyon terimi, Fransızca ve İngilizce’de Jurisdiction, Almanca’da Jurisdiktion olarak yazılır.

Aslı, Latince’de yasa, kanun anlamında jus ve juris’ten; söylemek, telâffuz anlamında dico kelimelerinden meydana gelen jurisdictio’dan türemiştir. Anlamı bir görevlinin, otoritenin, resmî makamın, merciin veya adaletin etkinlik gücü ve hem de bu gücün etkinlik alanıdır.

Jüridiksiyon, Masonlukta bir masonik yönetim biriminin öğreti, uygulama ve denetim alanlarını kapsamak üzere, hem masonik çalışma yaptırma, hem de kendisine bağlı yeni masonik birimler kurma yetkisi ve egemenliği anlamında kullanılır. Ayrıca, bu yetkinin ve egemenliğin alanının sınırlarını da belirler.

Mesela jüridiksiyon kavramının, anlamına özgü kullanımına, 1786 Berlin EKSR Anayasası’nın Madde-XII ve izleyen maddelerinde “…Her Yüksek Şûra, gerekli olduğu her halde ve kendi jüridiksiyonuna bağlı ülkenin herhangi bir yerinde bu otoriteyi kullanacaktır…” veya “… her Yüksek Şûra’nın kuruluşundan hemen sonra kendi jüridiksiyonu için tespit edeceği…” veya “…başka bir jüridiksiyona mensup olması halinde…” ifadeleriyle rastlanmaktadır.

Bu anlamda jüridiksiyon, Rit adına Yüksek Şûra tarafından kullanılan otokratik yetki ve bu yetkinin geçerli olduğu memleket denilen, coğrafi ve siyasî alandır.

Masonlukta jüridiksiyon kavramı hem yetki ve otorite tarifini, hem masonik kurumlaşma biçimini açıklamak üzere iki ayrı anlamda kullanılır.

Hatta, birbirine entegre olan bu iki anlam, bir yerde de zıtlaşır.

Bu itibarla jüridiksiyonun hem obediyansla birlikte geçerli anlamını, hem kendine özgü anlamını incelemek gerekir.

Kavrama bu yönüyle bakıldığında, jüridiksiyonun biri Büyük Localar için ve diğeri de Ritler için geçerli olmak üzere, kısmen birbirinden farklı, iki ayrı anlamı vardır.

Üç dereceli Craft Hürmasonluk sistemi içinde her obediyansın, yani her Büyük Locanın veya merkezî yönetim biriminin kendisini oluşturan localar ve localardaki masonlar üzerindeki masonik çalışma yaptırmak, yönetmek, denetlemek, yasa yapmak ve kullanmak, yargılamak hak ve yetkilerinin tümüne birden jüridiksiyon denir. Bu hak, daha açık bir ifadeyle “obediyansın jüridiksiyonu” dur.

Çünkü localar kendi aralarında bağımsız federatif örgüt olarak Büyük Loca kurmak suretiyle bir obediyans oluşturduktan sonra, yönetimsel haklarını özgür iradeleriyle kurdukları bu otoriteye devretmişlerdir. Yani, masonlardan localar ve localardan Büyük Loca oluşumu şeklinde demokratik, hatta Büyük Üstad’ın kimliğinde meritokratik prezidansiyel sistem kurulmuştur.

Ancak bundan sonra, Büyük Locanın kendi obediyansı üzerinde, yani kendisini oluşturan locaların ve masonların üzerinde jüridiksiyon hakkı başlar. Bu işlev, başka bir deyişle, tabandan tavana doğru kurulan obediyansın, tavandan tabana inen jüridiksiyonu şeklinde açıklanır. Yani, tabandan tavana federatif örgütlenen obediyans ve bu obediyansın kendi içinde tavandan tabana inen jüridiksiyonu söz konusudur.

Bu nedenle her obediyansın, sorumlu olduğu ulusal veya coğrafî sınırlar içindeki Hürmasonluk üzerinde jüridiksiyonu vardır.

Fakat yukarıda değinildiği gibi, obediyans kavramı üç dereceli Sembolik Masonluk için geçerli bir kavram olduğundan, açıklanan jüridiksiyon da sadece Büyük Locanın obediyansı ile sınırlıdır. Bir obediyans içindeki localar, dış işlerinde tamamen Büyük Locaya bağlı, iç işlerinde Büyük Locanın belirlediği yasa, tüzük, kurallar ve kararlar doğrultusunda çalışan özerk masonik birimler veya yasal açıdan kollardır.

Bir locanın bağlı olduğu obediyanstan çıkması mümkünse de örnekleri, meselâ bir zamanların Azim Locası vakası gibi çok nadirdir. Çünkü bağımsız bir locanın masonik yaşamı çok sınırlı ve kısıtlıdır. Buna karşılık, bir obediyansın jüridiksiyonu altındaki bir locanın beratını, yasada yazılı gerekçelerle geri alması, yani pratik anlamda masonik yasama yetkisi ile kapatması jüridiksiyon hakkıdır.

Yukarıda açıklanan Büyük Localara ilişkin jüridiksiyondan daha başka anlam ifade eden, farklı masonik yapılaşmayı ve tarzı gösteren diğer bir jüridiksiyon tanımı ve kullanımı daha vardır.

Yüksek Dereceler veya çok kullanılan bir terimle ritlerle ilgili bu ikinci tanımlama bir yetki tanımlaması olduğu gibi, aynı zamanda da özellikle, bir örgütlenme ve bir kuruluş tanımlamasıdır.

Şöyle ki, bazı masonik birimler federatif örgüt niteliğinde olmamalarına rağmen, yetki gücünü kendi kendilerinin yaptığı yasa ve geleneklerinden alarak, kendilerine bağlı başka masonik birimler kurabilir ve bütün bunların üzerinde jüridiksiyon hakkını kullanırlar. Bundan dolayı böylesi masonik kuruluşlarda, hem oluşumun şekli ve hem de yetki şekli jüridiksiyondur. Örnek olarak, Sembolik Masonluğun genellikle ilk üç derecesinin ötesindeki yüksek dereceler dizilerinden oluşan Ritler ve çoğu Nizamlar bu tür jüridiksiyonlardır.

Merkezî veya ana birimin kuruluşu, daha önce kurulmuş olan bir ana masonik kuruluştan yetki ve berat almak şeklinde olur. Adı Yüksek Şûra veya Süprem Konsey olan bu en yüksek merkezî birim veya otoriter organ, önce kendi kendisini kurduktan sonra da gereğine ve ihtiyaca göre kendi altındaki birimler, sınıflar ve derecelerden oluşan masonik örgütünü oluşturur, Kuruluş ve oluşumu takiben de, bu sistem üzerindeki yasama, yönetim ve yargı yetkisini doğrudan kullanır. Dolayısıyla kuruluş ve yetki olarak, otokratik olarak kurulan ve işleyen bu tür masonik sistemler tam bir jüridiksiyondur. Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti veya York Riti tipik jüridiksiyon örnekleridir. Ancak jüridiksiyonun yöntemleri ve tarzı her ritte aynı değildir. Oldukça farklıdır.

Meselâ, Skoç Masonluğu geleneğinde, Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti, Prusya’nın Mason kralı II.Frederik tarafından siyasî kudretinin de verdiği imkânlarla bizzat veya himayesi altında kurulmuş ve kendisine ait bu sonsuz yetki, Anayasal olarak vârisi sayılan Yüksek Şûralara aktarılmıştır. Yani, Yüksek Şûraların oluşum ve yönetim olarak jüridiksiyon hakkı ve yetkisi kralîdir ve 1786 Anayasası ile verilmiştir. Hatta bir anlamda, daha eski 1762 Perfeksiyon yasası için de Fransa krallığı ve aristokrasisinin siyasal etkisi söz konusudur. Nitekim 1801 yılında ABD’nde kurulan Ana Yüksek Şûra ve izleyen diğer Yüksek Şûralar, Anayasa’nın XII. Maddesi ve müteakip maddeleri ile verilen bu hakkı, kendi yasa ve tüzüklerine uyarlamak suretiyle, doğrudan görevlendirilen Hâkim Büyük Umumî Müfettişleri eliyle veya çağdaş düzeyde yeni masonik birimin kuruluşuna Yüksek Şûra olarak yardımcı olmak suretiyle kullanmaktadırlar.

1786 Berlin Anayasası’nın Madde-II. hükümlerine göre, henüz EKSR Yüksek Şûrası bulunmayan bir memlekette, yeni Yüksek Şûra kurmak görevi ve yetkisi 33°’li bir Hâkim Büyük Umumî Müfettiş’e verilir. O da, bir Masonu 33°’ye yükselterek sayıyı ikiye çıkarır. Sonra ikisi birden 33°’ye yükselttikleri bir üçüncü ile sayıyı üçe çıkarırlar. Böylece, Yüksek Şûra’nın teşkili için gereken asgarî dokuz 33°’li Mason sayısına ulaşılarak, jüridiksiyonun doruğu olan merkezî otoriter yönetim birimi tesis edilir ve daha sonra bu birimin iradesine göre örgütlenilir ve çalışılır. Kurulan Yüksek Şûra ve bağlı birimleri kuruluş olarak bir jüridiksiyon teşkil ettikleri gibi; Yüksek Şûra’nın kurulduğu memleketteki yetkileri ve yetki alanı da jüridiksiyondur. Daha sonraki ulus-devlet modeli ve izleyen modern uygulamalarda bu kuruluş yöntemi, doğrudan Hâkim Büyük Müfettişlerden ziyade, dolaylı olarak ilgili Yüksek Şûraların desteği ile gerçekleşmektedir.

Bu itibarla ilkesel olarak yetki verilen bir tek kişi tarafından kurulmasını ve örgütlenmesini mümkün kılan bu Skoç Masonluğu tarzı otokratik merkezî sistem, her ne kadar demokratik sayılmasa bile; kuruluş ve işleyiş yönünden daha çabuk, daha hızlı ve daha etkilidir. Bundan dolayı bu tarzdaki ritlerin ve nizamların yayılımı çabuk ve etkin bir şekilde kısa zamanda gerçekleşmiştir.

Halbuki York Riti örneği, Anglosakson tarzı masonik örgütlenmelerde, sanki daha demokratikmiş gibi görünen bir anlayışla, yeni bir oluşum için yeterli sayıda düzenli masonun bir araya gelerek, önce yeni bir birim oluşturmaları ve sonra kurulmuş bu birimlerin bir rit oluşturacak tarzda federatif olarak bir araya gelmeleri gerekir. Bu nedenle sistem, masonik kuruluş ve işleyiş açısından daha fazla zaman gerektirdiğinden, gelişim imkânları kısıtlanmakta ve hem de birimlerin arasında çıkan yönetimsel sorunlar istenilen masonik ahengi zorlaştırmaktadır.

Bu detaylı açıklamaları takiben, obediyans ve jüridiksiyon arasındaki masonik temel fark basit bir kural olarak şöyle açıklanabilir. “Her obediyansın jüridiksiyonu vardır. Her jüridiksiyonun obediyansı yoktur.”

Bu kural ülkemizden örneklenirse Türkiye Büyük Locası, localar tarafından oluşturulmuş bir obediyanstır ve kendisine bağlı localar üzerinde jüridiksiyonu vardır.

Halbuki, EKSR Türkiye Yüksek Şûrası kendisinden daha önce kurulmuş bir EKSR Yüksek Şûrası’nın 33°’li Masonlara verdiği yetkiyle, önce kendi kendisini oluşturduktan sonra kendi jüridiksiyonu kurmuştur. Kendi jüridiksiyon alanı içinde yetki ve egemenliğini kullanmaktadır.

Türkiye Büyük Locası’nın obediyansının jüridiksiyonu, kendisini oluşturan ve kendisinin oluşturduğu localardaki üç dereceli masonik çalışmaları içeren Craft Hürmasonluk için geçerli olduğu halde; EKSR Türkiye Yüksek Şûrası’nın jüridiksiyonu dördüncü dereceden sonraki EKSR dereceleri için geçerlidir.

Nitekim Türkiye Yüksek Şûrası İçtüzüğü’nde (Madde-88) TYŞ’nın jüridiksiyonu: “TYŞ, 4° ve daha yukarı dereceler için ülkede kendisine eşit veya üstün başka hiçbir Mason gücü tanımaz ve bu derecelerin yönetiminde tek başına yetkilidir.” ifadesini yer almaktadır. Bunun izleyen “Törel bir temelde, Masonluk ilke ve kurallarına uygun kurulmuş ve tanınmış olan Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası egemenliği özerkliği, özgürlüğüne sahip bulunduğu sürece Türkiye Yüksek Şurası hiçbir sebeple Sembolik Loca kuramaz.” hükmüyle de Çırak, Kalfa ve Üstad Masondan oluşan ilk üç derecenin kuruluş, yönetim ve denetim hakkının Türkiye Büyük Locası obediyansında olduğu beyan edilmiştir.

Bu madde ile İçtüzük “Madde-86’da” açıklanmış olan, üç Sembolik Derece’nin Türkiye Büyük Locası’na bağlı olduğu, egemenliği ve yönetimi altında bulunduğu ilkesi teyit edilmiş olmaktadır.

Özetle obediyans kavramı Craft Hürmasonluğun yönetimini üstlenen Büyük Localar; jüridiksiyon kavramı özellikle Ritler ve kısmen Nizamlar gibi yüksek derecelerle ilgili birimler için kullanılır. Bu nedenle ülkemizde obediyans denilince akla Hürmasonluk ve Türkiye Büyük Locası, jüridiksiyon denince de akla Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti ve Türkiye Yüksek Şûrası gelir.

Büyük Loca obediyans, Yüksek Şûra jüridiksiyon statü ve işlevlerini örnekler.

Obediyansların jüridiksiyonları üstten alta, yani tavandan tabana doğru, farklı düzeylerde isimler alır. Büyük Locaların, biri ulusal ve diğeri de localar üzerindeki kurumsal olmak üzere iki ayrı jüridiksiyonundan söz edilebilir.

Ulusal jüridiksiyon, bir Büyük Locanın masonik hak ve yetkilerini kullanabileceği ülke veya bölge sınırları olarak düşünülür. İlk akla gelen ulus-devlet modelinde, her ülkede bir tek Büyük Loca vardır ve egemenlik hakları ülke sınırlarına kadar uzanır.

Ancak her zaman için kural geçerli olmamıştır. Bazı Büyük Localar, ülke sınırları dışında kalan kolonilerde, hatta bağımsız ülkelerde kendi obediyanslarına bağlı localar kurmak yoluyla obediyans ve jüridiksiyon alanlarını genişletmişlerdir. Çoğu zaman Masonluğun kuruluş ve gelişme dönemlerinde görülen bu uygulama, siyasal bağımsızlıkların kazanılmasıyla gitgide ortadan kalkmış veya azalmışsa da alışkanlıklarını devam ettiren bazı obediyanslar da vardır.

Fakat genel olarak, her bağımsız ülkede o ülkenin bağımsız Büyük Locasının jüridiksiyonunun olması ve bu hakkın başka hiçbir yabancı Büyük Loca veya masonik otorite ile kısmen veya tamamen bölüşülmemesi çok değerli ve vaz geçilemez bir ilkedir. Bu itibarla bir Büyük Locanın, başka bir ülkenin Büyük Locasına tanışma protokolü ile sağlanan dostluk ilişkisinin dışında, berat veya başka bir suretle bağlı olması masonik haysiyet yanında, ülkenin istiklâli ve hürriyeti ile asla bağdaşamaz.

Türkiye Büyük Locası, bir zamanlar yaşadığı bu sıkıntıların bedelini masonik bağımsızlık savaşımı ile ödemiş tamamen ulusal ve hür bir masonik kurumdur. Dünyada hiçbir masonik kuruma, doğrudan veya dolaylı kanunî, idarî, malî bağımlılığı yoktur. Zaten jüridiksiyonun anlamı da budur. Başka bir obediyansa veya jüridiksiyona şöyle veya böyle bağlı olan bir Büyük Locanın veya masonik kuruluşun masonik hürriyeti olmadığından jüridiksiyonundan da söz edilemez. Çünkü bir obediyansın başka bir obediyans üzerinde jüridiksiyonu olamaz.

Bu ne demektir?

Türkiye Büyük Locası, antimasonik karalamalarda iddia edildiği gibi kökü dışarıda değil demektir. Yurtdışında yabancı hiçbir masonik birime bağlı değil demektir. Hiçbir yabancı ülke masonik kuruluşunun Türkiye Büyük Locası üzerinde egemenliği ve yaptırımı yoktur ve olamaz demektir. Türk Masonluğu millî ve müstakildir demektir. Millîlik ve müstakillik vasıfları titizlik ötesi kıskançlıkla korunmaktadır.

Büyük Locaların, localar üzerindeki jüridiksiyonunun bir altındaki aşama, locaların coğrafî veya masonlar üzerindeki jüridiksiyonudur. Aslında bazı obediyanslarda localar için belirlenen coğrafî sınır kısıtlamaları her ülke için geçerli ilke değildir. Ancak bazı obediyanslardaki özellikle vadi localarının jüridiksiyonu kendi coğrafî sınırları içindeki masonlar üzerindedir. Locaların masonlar üzerindeki jüridiksiyonu, Türkiye Büyük Locası Tüzüğü ve Localar Genel Tüzüğünün bağlayıcı hükümleri yanında locaların İç Tüzükleri ve teamül, gelenek, örf gibi yazılı olmayan kuralları ile çizilmiştir. Dolayısı ile her locanın matrikülündeki Kardeşler üzerinde kesin jüridiksiyonu vardır.

EKSR’nin jüridiksiyon yetkisi, Yüksek Şûra’nın kurulduğu ülkenin, yani siyasî yönetim birliğine bağlı olan memleket adı veren coğrafî alanın sınırları içindeki bütün EKSR masonik birimleri ve bu birimlerdeki Skoç Masonları için geçerlidir. Zaten 1786 Berlin Anayasası hükümlerine göre Avrupa, Asya ve Afrika kıtasındaki ülkelerde birer; Güney Amerika ve Kuzey Amerika’da ikişerden fazla Yüksek Şûra kurulabilir kuralı da yer almaktadır. Avustralya henüz o yıllarda söz konusu olmadığı için adı geçmemektedir. Gerçekten de küçük ülkelerde bu jüridiksiyon kuralı hâlen geçerlidir. Ama bazı önemli ülkelerde bu kuralın dışına çıkılmıştır. Örnek olarak Kuzey Amerika’da üç (Güney, Kuzey ve Kanada); Büyük Britanya’da üç (İngiltere-Galler, İrlanda ve İskoçya); Güney Amerika’da her ülkede birer Yüksek Şûra bulunmaktadır.

Yüksek Şûraların ve tayin ettikleri Hâkim Büyük Umumî Müfettişlerin görev ve yetkileri jüridiksiyon sınırları içinde geçerlidir. Nitekim, Türkiye sınırları içinde de, EKSR Atölyeleri kurmak yetkisi Türkiye Yüksek Şûrası’na aittir. Buna karşılık kendisinin kuruluş izni vermediği ve EKSR’ye girişini onaylamadığı Atölyeleri tanımaz.

EKSR jüridiksiyonu kapsamındaki Atölyeler, 4° ile 32° arasında çalışmalar yapmak üzere Türkiye Yüksek Şûrası’nın yetkisindeki izin, berat ve is’ad işlemleri ile kurulan özerk Skoç Masonluğu birimleridir. Atölyeler ve üyeleri olan Skoç Masonları, EKSR’nin, Türkiye Yüksek Şûrası’nın temel ve genel kurallarına ve kendi İçtüzüklerine bağlı olarak ancak Türkiye Yüksek Şûrası tarafından verilmiş ritüellere, tüzüklere ve yönetmeliklere göre çalışırlar.

Bu bakımdan memleketteki EKSR bünyesindeki tüm Skoç Masonluğu Atölyeleri ve Skoç Masonları, doğrudan Türkiye Yüksek Şûra’nın jüridiksiyonu kapsamındadır. Nitekim Atölyelerin çalışmaları tüzüksel ve ritüelik yönlerden Yüksek Şûra Müfettişleri tarafından doğrudan denetlenir. Skoç Masonları hiyerarşik şekilde, üyesi oldukları Atölyeler vasıtası ile Türkiye Yüksek Şûrası’nın yasa, tüzük, karar ve emirlerinden oluşan jüridiksiyonuna bağlıdır. Atölyeler, Yüksek Şûra jüridiksiyonunun işlevsel birer parçası olduklarından, Skoç Masonlarının dolaylı gibi görünen bireysel bağı ve vicdanî sözleşmesi aslında doğrudan jüridiksiyonun tek yönetim ve yetki organı olan Yüksek Şûra iledir.

Türkiye’de EKSR’nin yegâne hâkim ve âmir otoritesi olan Türkiye Yüksek Şûrası da, aynı Türkiye Büyük Locası gibi, millî ve müstakildir. Muntazam EKSR kuruluşlarının temel aldığı 1762 ve 1786 Anayasalarındaki geleneksel temel kuralların ülke koşullarına göre uyarlandığı İçtüzükle jüridiksiyonunu yönetir. Ülke içinde veya yabancı hiçbir masonik kuruşa bağlı değildir.

Türkiye Yüksek Şûrası, Masonlar arasındaki dostluk bağlarını güçlendirmek için dünyadaki bütün Muntazam Masonluk Kuruluşları ile ilişkisini eşit düzeyde sürdürür. Muntazam Yüksek Şûralarla olan ilişkiler, Dostluk Kefili adı verilen Büyük Temsilciler aracılığı ile sağlanır. Bu görevliler sadece temsilci niteliğindedir. Hiçbir yabancı Yüksek Şûra’nın delegesi, Türkiye’de veya Yüksek Şûra olan başka bir ülkede, yeni bir Yüksek Şûra kurmaya girişemez.[ALINTI]

Özetle jüridiksiyon terimi daha ziyade Yüksek Dereceleri çalıştıran masonik kuruluşlar ve özellikle de Ritler için geçerli olan ve birlikte kullanılan bir kavramdır.

iskoçya da skoç masonluğunun oluşmasını alıntılar eşliğinde aktaracağım…Skoç Masonluğu, İskoçya’da ortaya çıkan Şövalye Masonluk tarzında bir espridir. Skoç Masonluğu esprisinin Operatif Masonluktan ve diğer tarz York Masonluğundan farkı, Operatif Locaların Mason zanaatkarların meslek örgütü olmasının çok daha ötesinde, doğrudan doğruya Şövalye Mason odaklı spekülatif bir fikrî kuruluş olmasıdır. Skoç Masonluğu fikrî mesaiye, Operatif Masonluk amelî mesaiye dayanır.

Ayrıca, Operatif Masonluğun temel işlevi üretim olduğu halde; Skoç Masonluğuna özgü Şövalye Masonluk kimliğinin işlevi hem üretmek hem de ürettiğini korumaktır. Skoç Masonu bir elinde Mala, öbüründe Kılıç tutar.

Skoç Masonluğunun belirgin kimlik tipi sayılan Şövalye Mason, tarihsel şövalyelik karizmasından etkilenmiştir. Masonluğa doğrudan veya dolaylı etkisi olan çeşitli Şövalyelik Tarikatları vardır. Skoç Masonluğun karakteri ve yüksek dereceleri oluşumunda esinlenilen Şövalyelik Tarikatları arasında başta geleni yaklaşık 200 küsur sene yaşadıkları Orta Doğu’dan aktardıkları inisiyatik-ezoterik misterleri Avrupa’ya taşıyan Tampliye Şövalyeleri Tarikatı’nın özellikle İskoçya’da konuşlanmış odaklarıdır.

Kutsal Topraklar’dan kovulan Tampliye Şövalyeleri, çeşitli Avrupa ülkeleri arasında, 1286 yıllarından itibaren İskoç kahramanı Kral I.Edward’ın himayesinde İskoçya’da örgütlerini sürdürmüşler ve hatta geliştirmişlerdir. Tampliye Tarikatı’nın Papa Clement ve Fransa Kralı Güzel Philip işbirliği ile 1306-1314 sürecinde tenkil ve imhası sırasında, Tampliyelerin güvenle sığınabilecekleri en sıcak melce, gördükleri büyük müsamaha nedeniyle, İskoçya’da mülkleri ve karargâhlarının bulunduğu bölgelerdir.

İskoçya’nın İngilizlere karşı verdikleri bağımsızlık savaşına İskoçlar safında yer alan Tampliye Şövalyeleri ve bu tarikatın bünyesindeki St.John Masonları, 1314 yılındaki Bannackburn Savaşı’nda İskoç ordusuna yardım ederek zaferin kazanılmasına yardımcı olurlar.

Zafere yardımcı olan şövalyeleri ve Masonları ödüllendirmek üzere, İskoç Kralı Robert Bruce tarafından H.R.D.M. (Heredom) Tarikatı ve İskoçya Royal Tarikatı (Royal Order of Scotland) 1314 yılında Kilwinning’te kurulur. Bu Nizam veya günümüzdeki İskoçya Eski Büyük Riti (Early Grand Rite in Scotland) İskoçya’daki erken dönem Skoç tarzı spekülatif masonik derece ve örgütlere örnek bir miras niteliği taşır.

Tabii ki, İskoçya Masonluğunun efsanevî kökleri daha da eskilere uzanır. Irving’in 5 km kuzeyinde İrlanda Denizi kıyısındaki Kilwinning köyündeki Saint Winning manastırı 1140 yılında Tampliye örgütü ile bağlantılı Mason Locası tarafından inşa edilmiştir. Yani İskoçya’nın masonik gelenekleri daha o günlerin mirasıdır. Bu nedenle, Kilwinning Ana Locası, günümüzdeki İskoçya spekülatif localarının temeli olarak kabul edilir.

Bu itibarla her ne kadar, yüksek derecelerle ilgili ilk Skoç tarzı oluşumlar, tarihsel olarak resmen Fransa’da faaliyete başlıyormuş gibi görünse bile; bu birimlerin tohumları Kilwinning’te atılmış ve çok daha sonra Fransa’ya getirilmiştir. Bunun için özelde Skoç Masonluğunun, genelde Yüksek Derecelerin Kâbesi, İskoçya’daki Kilwinning’tir.

Nitekim 400 küsur yıl sonra, Fransa’da kurulacak ilk Skoç tarzı rit olan Eski Skoç (Ramsay veya Boullion) Riti’nin diğer adı Heredom Riti olduğu gibi; daha sonraki Perfeksiyon Riti’nin de diğer adı Kilwinning Heredom Riti’dir. Yani, Heredom denilince Skoç tarzı Masonluk ve İskoçya anlaşılır. Bu nedenle, Heredom sıfatı doğrudan Skoç Masonluğuna özeldir.

İskoçya localarının geleneği, Patron dedikleri Loca Üstadlarını ve Nazırlarını seçimle iş başına getirmeleridir. Ancak 1601 yılında Scoon and Perth Locası’nda tekris olan Kral James, ilk defa 1601 ve 1628 tarihli ünlü St.Clair Beratları ile Rosslyn Laird (Rosslin Ağası)’ini, bütün Masonların başına onların yönetim ve denetiminden tam sorumlu ve yetkili başkan olarak getirmiş ve bu başkanlığın veraset yoluyla aynı soyda kalmasını sağlamıştır. Skoç Masonluğu tarihsel merkezi niteliğindeki Rosslyn Şapeli de, Tampliye Şövalyeleri tarafından Süleyman Mabedi’nin gizemlerini içerir şekilde inşa edilmiştir.

Dolayısıyla bütün bu kanıtlardan anlaşıldığı üzere, Skoç Masonluğunun tohumu Şövalyelik tarikatlarına ve özellikle Tampliye Tarikatına bağlı Şövalye Masonlar tarafından İskoçya’da operatif ve spekülatif olarak Kilwinning ve Rosslyn Şapeli’nde 12.-14.yy’lar arasında atılmıştır.

Orada yetişen fidan siyasal sebeplerle Avrupa’ya taşınıp Fransa toprağına dikilmiştir.

Bunun için Spekülatif Masonluğun 1717 yılında Londra’da başladığı savı (yazara göre) tutarsız bir Anglikan-Hannover yakıştırmasıdır. Çünkü gökten birden bire vahiy gelmiş de zembille inmiş gibi, Masonlukta yeni bir dönemin başlamış olması akılcı olamayacağı gibi; dönemin siyasal, dinsel, kültürel ve ekonomik ortamı göz önüne getirildiğinde hiç de mümkün değildir. Sosyal olgu Masonluğun mutlaka bir aslı esası ve dayanağı olmalıdır. Bu esas ve dayanağın aranıp bulunması Hakikat’i aramayı şiar edinmiş Masonlar için bir vecibedir. Taklit değil, tahkik şarttır. Her söylenene inanmadan, kılı kırk yarmak suretiyle, şüpheye asla yer bırakmamak!..

Londra’da 1717 yılında dört locanın birleşip bir Londra Büyük Locası kurmaları meselesi, sadece merkezî Londra ve yanındaki Westminster’i kapsayan hem yerel ve hem de İngiltere’de çok aktif bir konumda bulunan Masonluğu gerek Stuartist ve gerekse Operatif etkilerden arındırmak isteyen hem Hannover iktidarı gibi dünyevî hem Anglikan Kilisesi gibi uhrevî güçlerin siyasal ve sosyal işbirliğidir. Çünkü özellikle İngiltere’deki Spekülatif Masonluğun kökleri en azından bir yüzyıl kadar gerilere gitmektedir. Ancak Spekülatif Masonluğun resmî başlangıç tarihi, İngiliz yanlısı çoğu masonik kaynakta 1717 olarak tescil edilmiş durumdadır.

Ama 1717 öncesi İngiltere’sinde de, Operatif Masonluğun dışında, o zamanki adıyla Skoç tarzı henüz geçerli olmadığından kullanılmasa bile, hem York tarzı ve hem de St.John tarzı Spekülatif Masonluk modelleri vardır. Eğer olmasaydı, 1601’de İngiltere kralı I.James’in tekris olduğu Scoon and Perth Locası veya takiben 1641’de General Robert Moray’in St.Mary Locası veya 1646’da Elias Ashmole’un Lanceshire Locası; daha sonraki yıllarda Desaguliers, Payne, Anderson, Ramsay gibi ünlü spekülatiflerin mason oldukları localar nereden çıkmıştır?

İngiltere’deki York ve özellikle Kilwinning merkezleri günümüz Masonluğunun iki önemli odağı niteliğindedir. Ama Spekülatif Masonluk, Operatif Masonluğun üzerine kurulmamış; ayrı paralelde gelişmiştir. Sosyal ve ekonomik nedenlerle yavaş yavaş gerileyen mesleki Operatif Masonluk zamanla ortadan kalkmış ve yerlerine Aydınlanma çağının gereklerine göre çok daha büyük bir hızla gelişme gösteren fikri Spekülatif Masonluk ikâme olmuştur.

Bu nedenle, Operatif Masonluğun meslekî kuruluş niteliğinde sosyal altyapı kurumu olmasına ve öyle kalmasına karşın; Spekülatif Masonluğun şövalyelik karizmasından etkilenen aydınlar ve bilginler tarafından kurulduğu ve bilgi temeli üzerinde Eski Misterlerin inisiyatik ve ezoterik ambiyansı ile geliştirildiği unutulmamalıdır. Skoç Masonluğu bu tarzın tipik bir modelidir.

Fransız masonluğunu etkileyen bir nutku alıntılar eşliğinde aktaracağım…Chevalier de Ramsay’ın nutku, çeşitli ve dağınık localar halinde çalışan Fransız Masonluğunun, Yüksek derecelere yönelmesinin ilk sebebi, bu cereyanı ateşleyen ilk kıvılcım olmuştur.



Fransız Büyük Locası Büyük Hatibi olan Ramsay, 24 Mart 1737 tarihinde yapılan bir tekrisi müteakip bu konuşmayı yapmış ve Masonluğun ilk saflığına ve Skoçya’da sürdürülmekte olan şövalyelik geleneğine avdet etmesinin gerekli olduğunu vurgulamıştı.

9 Haziran 1686’da Skoçya’nın Ayr kasabasında doğan Ramsay, Edinburg Üniversitesinde “Master of Art” unvanını elde ettikten sonra, önceleri Rahip Poiret’nin sonraları da Cambrais’de Fenelon’un Özel Sekreterliğini yapmış, Sen Lazar Şövalyesi ve Skoçya Baronu olmuş ve 17 Mart 1730 tarihinde Westminster’de Horn Locasında tekris edilmiştir. İlgi çekicidir ki, aynı Loca’da iki ay sonra Montesquieu de tekris olunmuştur.

Ramsay’ın nutku, çeşitli Fransız Localarında yapılan tekrislerde birçok kere okunmuş ve Locaların birçoğunda üçüncü derecenin üstündeki derecelerde de çalışmaya başlanarak Skoç geleneklerine ve şövalyelik ruhuna avdet edilmesine ve böylece çeşitli Ritlerin doğmasına sebep olmuştur; bu Ritlerden biri de (sonraları Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti haline gelecek olan) 25 dereceli Tekemmül Riti olmuştur.

Ramsay 6 Mayıs 1743’de Saint Germain’de ölmüştür. Cenaze törenine katılanlar arasında, İkinci Charles’ın tahta geçmesi için yapılan ve neticesiz kalan teşebbüsü müteakip, başı kesilmek suretiyle Londra’da idam edilen Fransa Büyük Locası Büyük Üstadı, 5’inci Derwentwater Kontu Charles Radcliffe’in de bulunduğu kaydedilmektedir.

İşaret edelim ki, nutukta övgüyle bahsi geçen “Ansiklopedi” 1728’de Londra’da yayınlanmış olan Efraim Chambler’in “Cyclopaedia”sıdır. Bu ansiklopedi, sonraları D’Alembert tarafından ele alınıp genişletilecek ve Fransız ihtilâlinin fikrî temellerinden birini teşkil eden “Ansiklopedistler” akımı böylece başlayacaktır.

Nutku okurken, yazıldığı yılın Avrupa kültürünü ve o dönemin batılı insanlarının bütün uygarlığın temelinde hristiyan dininin yattığına samimî olarak inandıklarını gözden uzak tutmamak gerekir. Keza tercüme sırasında aslındaki imlâ hataları (meselâ “glouchester” yerine “glochester” kelimesinin kullanılmış olması) ve yazılış şekli olduğu gibi bırakılmış, ilâvesi zorunlu görülen kelimeler parantez içine alınmıştır. Bunun gibi metindeki lâtince ibarelerin de çevirisi yapılmıştır.

Şimdi, sık sık kendisinden bahsedilmesine rağmen, muhtevası günümüzde (yalnız bizde değil, hemen her yerde) pek bilinmeyen nutku okuyalım.


NUTUK

Çok soylu ve nurlandırıcı Hür Masonlar topluluğuna katılmak hususunda tarafınızdan açıklanmış olan asil arzu, bu topluluğa üye olmanız için zorunlu olan bütün niteliklere, yani insanlık, saf bir ahlâk, sır saklama ve güzel sanatlardan zevk alma vasıflarına sizin de malik olduğunuzun şaşmaz bir delilidir.

Likürg, Solon, Numa ve kanun koymuş olan diğer bütün siyaset adamları, kendi müesseselerinin devamlılığını sağlayamamışlardır; getirdikleri kanunların hikmet dolu olmasına rağmen, bunlar bütün ülkeleri ve bütün asırları kapsayamamıştır. Bu Kanunlar zafer ve fetihlerden, askerî şiddetlerden ve bir halkın başkasını ezerek yükselmesinden başka bir gaye gütmedikleri için, ne evrensel olabilmişler ne de bütün milletlerin zevkine, düşünüşüne ve yararına uygun düşebilmişlerdir. Onların temelinde insan sevgisi yoktu. Kötü anlaşılmış ve ifrata vardırılmış vatan sevgisi, bu gibi savaşçı Devletlerde, genel olarak sevgiyi ve insanlığı çok kere mahvetmekte idi. İnsanları temelde ayırt eden şey konuştukları dillerin, giydikleri elbiselerin, oturdukları ülkelerin, taşıdıkları unvanların farklılığı değildir. Bütün dünya tek bir Devlettir ve bu Devletin içinde her millet bir aile, her fert de bu ailenin evlâdıdır. İşte insan tabiatından çıkan bu esasî prensipleri yeniden yaşatmak ve yaymak gayesiyledir ki, bizim Topluluğumuz kurulmuştur. Biz, açık fikirli, yumuşak tabiatlı ve sadece güzel sanatları değil de fazilet, ilim ve dinin büyük prensiplerini seven bütün insanları bir araya getirmeyi, böylece kardeşlikteki yararın bütün insanlığın menfaatine olmasını, bütün milletlerin bundan sağlam bilgiler elde etmelerini ve bütün devletlerin vatandaşlarının, kendi vatanlarına bağlılıktan kopmaksızın, birbirlerini sevmesini öğrenmelerini istemekteyiz. Atalarımız olan ve Hristiyan âleminin her yerinden gelip de Kutsal topraklarda bir araya gelmiş bulunan Haçlılar, her milletten gelen kişileri tek bir Kardeşlik içinde toplamak istemişlerdi. Hiçbir kaba menfaat gütmeksizin, başkalarına tahakküm etmek hususundaki tabiî duygularına kulak asmaksızın, tek gayesi ruhları ve kalpleri birleştiren, insanları daha iyi bir hale getiren ve zamanla, devletler arasındaki ayrılıktan ileri gelen değişik görevlerden sıyrılmaksızın, birçok milletten oluşan ve bunları fazilet ve ilim bağlarıyla birleştirerek yeni ve tek bir halkı yaratacak bir müesseseyi kurmak istemiş olan bu büyük insanlara borcumuz sonsuzdur.

Topluluğumuzun aradığı ikinci nitelik sağlıklı bir ahlâktır. Dinî teşekküller insanları mükemmel birer hristiyan yapmak için kurulmuşlardır; askerî teşekküllerin gayesi gerçek zafer aşkını yaymak olmuştur; Hür Duvarcılar Teşkilâtı ise iyi ve sevecen insanları, iyi ve sadık vatandaşları, sözlerini tutan kişileri, Allah’ı ve dostluğu sadakatle sevenleri, mükâfatlardan çok faziletlerden hoşlananları yaratmak için kurulmuştur.

Polliciti servare fidem, sanctumque vereri, Numen amicitiae mores, non munera amare

(Sadık kalmaya ve dostluk Tanrısının kutsal adına saygılı olmaya, ödülleri değil de gelenekleri sevmeye söz verdik.)

Biz sadece toplumsal faziletlerle yetinmeyiz. İçimizde üç çeşit kardeş vardır; acemiler veya çıraklar, kalfalar veya meslekte ilerlemiş olanlar, üstadlar veya kâmiller. Birincilere ahlâkî faziletleri; ikincilere hamasî faziletleri, üçüncülere de dinî faziletleri öğretiriz. O suretle ki, müessesemiz duyguların bütün felsefesini ve kalbin bütün ulûhiyetini kapsamına alır.

Bunun içindir ki, muhterem bir kardeşimiz şöyle demiştir;

“Mason, Münevver Büyük Üstad Benim heyecanımı kabul ediniz. Onları, Teşkilâtımız bende uyandırdı. Asîl gayretlerim, Beni takdir etmenize Ve en yüksek ve ilk hakikate beni yüceltmeye, Göklerdeki ruhun, Saf ve ilâhî esasına, Hayat ve nurun kaynağına ulaşmama yol açmışsa, mutluyum.”

Hüzünlü, vahşi ve herkesten kaçıcı bir felsefe, insanları faziletten uzaklaştıracağı içindir ki, Atalarımız olan Haçlılar masum zevkler, hoş bir müzik, saf bir sevinç ve makul bir eğlence ile felsefeyi sevdirmek gayesini gütmüşlerdir. Bizim eğlencelerimiz haricî âlemin ve cahil halkın düşündüğü gibi değildir. Bütün kalp ve ruh kötülükleri, dine, ahlâka aykırılıklar, inançsızlık ve çılgınlıklar bu eğlencelerin dışındadır. Bizim yemekli toplantılarımız, ruhu aydınlatan, kalbi tatmin eden ve doğru, güzel ve iyinin zevkini ilham eden Horatius’un faziletli yemeklerine benzer.

“O noctes coenaeque Deum… sermo oritur, non de villis domibusve alienis; sed, quod magis ad nos pertinet, et nescire malum est, agitamus, utrumve de vitiis homines, sint virtute beati; quidve ad amicitias usus rectumve trahat nos, et quae sit natura boni, summumque quid ejus”

(Ey Tanrılara lâyık geceler ve ziyafetler, burada başkalarının köşk ve evlerinden konuşulamaz, fakat bizi en yakından ilgilendiren ve bilinmemesi iyi olmayan şeyler tartışılır. Burada insanların parayla mı, faziletle mi daha mutlu olacakları veya dostluğa onları itenin menfaat mi, dürüstlük mü olduğu ve iyiliğin temelinin ve en yüksek şeklinin ne olduğu görüşülür.)

Böylece, Teşkilâtımız Kardeşlerinizi kendi gücünüzle korumanızı, nurunuzla onları aydınlatmanızı, faziletlerinizle onları yüceltmenizi, ihtiyaçları halinde onlara yardım etmenizi, her türlü şahsî garazınızı bir tarafa bırakmanızı ve toplumun barışı ve birliği için elinizden geleni yapmanızı birer görev olarak sizlere yüklemektedir.

Sırlarımız var; bunlar figüratif bazı işaretlerle, konuştukları dil ne olursa olsun kardeşlerimizi tanımaya ve en uzak mesafelerden bile onlarla haberleşmeye yarayan, sessiz oldukları kadar da belâgatlı bir dil teşkil eden kutsal kelimelerimizdir. Bunlar, sık sık aralarına karışıp onları öldüren müslümanlardan korunmak için Haçlıların kullandıkları savaş parolalarıdır. Bu işaret ve kelimeler Teşkilâtımızın bir bölümünü veya bazı ahlâkî faziletleri yahut dinin birtakım misterlerini hatırlatır. Başka hiçbir kuruluşta görülmeyen birşey, bizde vuku bulmuştur. Localarımız bütün medenî milletlerde kurulmuş ve yayılmıştır; buna rağmen sırlarımız hiçbir kardeşimiz tarafından açıklanmamıştır. En hafif, en geveze, en az susmasını becerebilen insanlar, topluluğumuza girince bu büyük ilmi öğrenmişlerdir. Kardeşlik birliği hakkındaki fikir, ruhlar üzerinde böylesine hâkimdir! Bu ihanet edilemeyen sır, bütün milletlerin vatandaşlarını birbirine bağlamaya ve aramızdaki yardımlaşmayı daha kolay ve karşılıklı olarak birbirimize ulaştırmaya çok esaslı bir şekilde hizmet etmektedir. Teşkilâtımızın arşivlerinde bunun birçok örneği mevcuttur. Çeşitli ülkelere seyahat eden kardeşlerimizin, en kanlı savaşların cereyan ettiği dönemlerde bile, her türlü yardıma derhal kavuşabilmeleri için kendilerini localara tanıtmaları yeterli olmuş ve esir düşenler dahi, düşman bulacaklarını zannettikleri yerlerde, kardeşlerle karşılaşmıştır.

İçimizden biri hepimize yüklenmiş olan bu görevleri yerine getirmezse, bilin ki, ona vereceğimiz ceza vicdan azabı, kendi kötülüğünden duyacağı utanç ve Horatius’un şu güzel sözleri gereğince cemiyetimizden kovulma olacaktır;

“Est et fideli tuta silentio merces; vetabo qui Cereris sacrum vulgari arcanae, sub iisdem sittrabibus, fragilemque mecum salvat phaseion…”

(Sadık bir susmanın da bir ödülü vardır; fakat Tanrıça Ceres’in sırlarını açıklayan kişinin benimle aynı dam altında olmasını veya benimle birlikte hafif bir tekneyle denizde kurtulmuş olmasını asla istemem)

Evet, Ceres’le Eloisis’in, Mısır’da İzis’in, Atina’da Athena’nın, Fenikelilerde Uranya’nın ve İskit diyarında Diyana’nın şerefine yapılan bayramların bizimle çok ilgisi vardır. O sıralarda da Nuh ve Patriyark’ların eski dinlerinden kalma birtakım misterlerin âyinleri yapılırdı.

Sonunda yemekler yenir, içkiler içilirdi ama, zamanla putperestlerin kendilerini kaptırdıkları aşırılık ve ahlâksızlıklara düşülmezdi. Bu utanç verici olayların sebebi, ilk toplulukların aksine, her iki cinsten insanların bu toplantılara kabulü olmuştur. Bu gibi suiistimallerin önüne geçmek maksadıyladır ki, Teşkilâtımız kadınları arasına almaz. Biz kadınların sır tutmayacaklarını düşünecek kadar adaletsiz değiliz. Ancak onların huzuru prensip ve geleneklerimizin saflığını bozabilir.

Teşkilâtımızın aradığı dördüncü nitelik ilme ve güzel sanatlara karşı ilgi duyulmasıdır. Böylece Teşkilâtımız az sayıda insandan oluştuğundan bu kadar geniş bir alanda faaliyet gösteremeyeceği için, hiçbir akademinin tek başına başaramayacağı bu büyük işe himayeniz, cömertliğiniz ve çalışkanlığınızla katkıda bulunmanızı sizlerden beklemektedir. Almanya, İngiltere, İtalya ve diğer yerlerdeki bütün Büyük Üstadlar, ilim ve sanat adamlarını kardeşliğimize katılmaya ve güzel sanatlarla faydalı ilimler hakkında evrensel bir Ansiklopedinin vücuda getirilmesi için malzeme toplamak maksadıyla birleşmeye davet etmektedirler; ancak ilahiyatla siyaset bundan istisna edilmektedir. Bu işe Londra’da başlanmış olup, bir kaç yıl içinde bitirilecektir. Bu eserde sadece teknik terimlerle bunların anlamları izah edilmemekte, fakat her ilim ve sanatın tarihi, prensipleri ve metodları da açıklanmaktadır. Bu suretle bütün Milletlerin bilgileri bir eserde toplanacak ve bu eser yüksek sanatlarda güzel, iyi, nurlu, sağlam ve faydalı olan ne varsa Evrensel bir Kütüphanede bir araya getirecektir. Bu eser, yeni bilgilerin ilâvesiyle her asırda büyüyecek ve güzel ve yararlı bilgileri edinmek zevkini her yere yayacaktır.

Hür Duvarcı unvanı lâfzî, kaba ve maddî manada alınmamalı, kurucularımızın basit taşçı işçileri veya sanatı derinleştirmek isteyen meraklılar oldukları zannedilmemelidir. Onlar, sadece haricî âlemdeki mâbedlerin inşasına kendi çalışma ve varlıklarını harcamak isteyen mahir mimarlar değil fakat aynı zamanda, Yücelerin Yücesinin canlı mâbedlerini nurlandırmak, yaratmak ve korumak isteyen dinî ve askerî Prenslerdi. Ben de Teşkilâtımızın tarihini, daha doğrusu yenileşmesini açıklamak suretiyle, size şimdi bu hususu ispat etmek istiyorum.

Karanlık bir geçmişte kaynağı kaybolmuş her Aile, her Devlet, her İmparatorluğun masalı ve hakikati, efsanesi ve tarihi vardır. Bazıları kuruluşumuzu Süleyman’ın, bazıları Musa’nın, diğerleri İbrahim’in, diğer bazıları Nuh’un, hatta ilk şehri kurmuş olan Enok’un veya Âdem’in dönemine kadar götürürler. Kaynaklarımızı inkâr etmeksizin, çok daha yakın olaylara geçiyorum. İşte XI yüzyıldan beri kardeşliğimizin merkezi olan Büyük Britanya’nın arşivlerinden, İngiliz Parlamentosunun tutanaklarından topladıklarımın ve imtiyazlarımızdan ve İngiliz Milletinde canlılığını koruyan geleneklerimizden sık sık bahseden belgelerin bir kısmını sizlere sunuyorum.

Filistin’deki Haçlı seferleri zamanında, birçok Prens, Senyör ve vatandaş bir araya gelerek Kutsal Topraklarda Hristiyan Mabetlerini inşa etmek ve bunların mimarisini ilk esaslarına (uygun bir hale) getirmek hususunda taahhütlere girdiler. Keza müslümanlar’dan gizlenerek birbirlerini tanımak için, dinin esaslarından çıkarılan eski işaret ve sembolik kelimeleri kullanmakta da anlaştılar. Bu işaret ve kelimeleri, çok kere mihrabın önünde bunları asla açıklamamak vaadinde bulunanlardan gayrısına bildirmemekte idiler. Bu kutsal vaad, denildiği gibi nefret edilecek bir yemin olmayıp, bütün milletlerdeki Hristiyanları tek bir kardeşlik içinde birleştirmeye yönelik saygıdeğer bir bağ idi. Bir müddet sonra, kuruluşumuz Kudüs Sen Jan Şövalyeleriyle birleşti. O tarihten beri Localarımız Sen Jan Locaları adını taşırlar. Bu birleşme, ikinci mabedi inşa ettikleri zaman İsrailoğullarının yaptıklarına çok benzemekte idi. Çünkü onlar da bir ellerinde mala ve alçı tutarlarken, diğer ellerinde de kılıçla kalkanı taşımakta idiler.

Buna bakarak Kuruluşumuzun Bakanallerin bir yenilenmesi olduğu sanılmasın; müessesemiz yakın geçmişte kurulan ve Kutsal Topraklarda Atalarımız tarafından yenilenen ve Cemiyetin masum zevkleri meyanında en yüce hakikatin anısını canlandırmaya yönelen ahlâkî bir kuruluş olmuştur. Krallar, Prensler ve Senyörler Filistin’den ülkelerine döndüklerinde, çeşitli Localar kurdular. Son Haçlı seferlerinden sonra Almanya, İtalya, İspanya, Fransa ve Fransızlarla Skoçyalılar arasındaki sıkı bağlılık sebebiyle, Skoçya’da birçok loca kuruldu; Skoçyalı Steward Lordu Jacques, MCCLXXXVI yılında Skoçya’nın batısındaki Kilwinning’de, Skoçya Kralı Üçüncü Alexander’in ölümünden bir ay sonra ve John Baliol’un tahta çıkmasından bir yıl önce kurulmuş olan bir locanın Büyük Üstadı olmuştu. Kendisi biri İngiliz diğeri de irlandalı olan Glocester ve Ulster Kontlarını Hür Duvarcılar olarak Locasına kabul etmişti.

Zamanla localarımız ve törenlerimiz, birçok yerde ihmal edilmeye başlandı. Bu sebepledir ki, müessesemizden bahseden tarihçiler sadece İngilizlerdir. Çünkü müessesemiz bütün haşmetiyle Skoçyalılar arasında yaşadı ve krallarımız (Fransız Kralları) yüzyıllar boyunca kendi kutsal şahıslarının korunmasını onlara emanet etti.

Haçlıların acı maceralarından, hristiyan ordularının mağlubiyetinden ve Mısır Sultanı Bendoidar (Baybars)’ın zaferinden sonra, sekizinci ve sonuncu Haçlı Seferini müteakip, İngiltere Kralı Henry III’ün oğlu büyük Prens Edward, Kardeşleri için Kutsal Topraklarda güvenlik bulunmadığını anladığı ve hristiyan askerlerinin geri çekildiklerini gördüğü için, hepsini ülkesine götürdü ve bu Kardeşler İngiltere’de yerleşti. Bu Prens kahramanların bütün niteliklerini haiz olduğu için, güzel sanatları sevmiş, müessesemizin koruyucusu olduğunu ilân etmiş, Kardeşlerimize yeni imtiyazlar tanımıştı; neticede de Kardeşliğimizin bütün üyeleri, atalarının izinden yürüyerek Hür Duvarcılar adını kullanmaya başlamışlardı.

O zamandan beridir ki, İngiltere, müessesemizin merkezi, Kanunlarımızın koruyucusu ve sırlarımızın muhafızı oldu. Onaltıncı yüzyılda Avrupayı parçalamış ve felâketlere uğratmış olan dinî ayrılıklar, kuruluşumuzu kaynağındaki saflıktan kopardılar. Dönemin önceden edinilmiş kanaatlerine aykırı olan birçok törenimiz değişikliğe uğradı, veçhe değiştirdi ve kaldırıldı. Böylece birçok kardeş tıpkı eski Yahudiler gibi, kanunlarımızın ruhunu unutarak, lâfza ve dış görünüşe bağlandı; hatta kanunlarda yenilikler yapılmaya başlandı. Yapılması gereken, her şeyi ilk temeline yeniden oturtmaktı. Bu iş, dinin ve hükümetin kanunlarımıza yardımcı oldukları bir ülkede zor olmasa gerektir.

İnsanlığı bütün faziletlerle aydınlatan Kralların en seveceninin hükümdarlığı ve hayal ettiği en güzel şeyleri gerçekleştirebilmiş bir Başbakanın hükümeti altındaki Fransa’ya, bu Kralî Sanat İngiliz adalarından geçmeye başlamıştır. Barış sevgisinin, kahramanların fazileti haline geldiği bu mutlu günlerde, Avrupa’nın en maneviyatçı milletlerinden biri olan bu Millet müessesemizin merkezi olacaktır. O, çalışmalarımıza, Anayasalarımıza ve Geneleneklerimize, temeli Hikmet, Kuvvet ve Zekâ Güzelliği olan mesleğimizin ana vasıfları olan zarafet, incelik ve zevki getirecektir. Tıpkı okullarda olduğu gibi, Localarımızda da Fransızlar seyahat etmek zorunda kalmaksızın, bütün milletlerin karakterlerini tanıyacaklar ve yabancılar da Fransa’nın bütün milletlerin vatanı (Patria gentis humanae) olduğunu tecrübeyle öğreneceklerdir.

Skoç Riti Hakkında bilgileri alıntılar eşliğinde aktaracağım…Operatif Masonluktan, Spekülatif Masonluğa geçişin ilk defa İngiltere’de gerçekleştiği bilinmektedir. Bunun sebebi de vardır. Gerçekten Ortaçağın sonlarında Londra şehrinde yürürlükte olan esaslara göre dernek kurmak ve toplanmak hürriyeti sadece korporasyonlara tanınmıştı. Başka kişiler için böyle bir hürriyet kabul edilmemişti. İşte kendi aralarında toplantılar yapmak, buluşlarını, fikirlerini ve cemiyet olayları hakkındaki düşüncelerini paylaşmak isteyen fikir, ilim ve sanat adamlarının bir takım korporasyonlara girmek ihtiyacını, hatta zaruretini hissetmelerinin sebebi bu olmuştur. Diğer korporasyonlara nisbetle duvarcı ve inşaatçıların korporasyonunun tercih edilmesi de, bu korporasyona mensup olanların İngiltere ve Avrupanın çeşitli ülkelerinde seyahat etmeleri ve gittikleri yerlerde vergi ve yargı hakkı gibi bir takım ayrıcalık ve dokunulmazlıklara mazhar olmaları idi.

Operatif Masonluğa bu şekilde kabul edilen ve esasta inşaatçılıkla ilişkileri bulunmayan bu şahısların, önceleri, simyakerlik ve şifalı iksirler bulmak ve dağıtmakla uğraşan ve Christian Rosenkreutz adındaki yarı tarihî ve yarı efsanevî bir şahsın kurduğu bir topluluğu devam ettirmek isteyen rozikrüsyenler olduğu söylenir, hatta o zamana kadar çırak ve kalfa olarak ikiye ayrılmış olan, yani iki derece üzerinden çalışan operatif Masonluğun sinesi içinde kurulan ustalar grubunun, diğer bir ifade ile üçüncü derecenin bu rozikrüsyenler tarafından eklendiği de ileri sürülmektedir.

Zamanla sadece spekülatif Masonlardan terekküp eden bu Localar, bu durumlarını, yani ilk üç derecelik çalışma düzenlerini uzun süre devam ettirdiler. Nitekim 1717 tarihli ilk nizamî kuruluş bu üç dereceyi benimsedi. Yüksek derecelere geçişin Chevalier de Ramsay’ın nutku ile başladığı kabul edilmektedir. Skoçya’lı bir asilzade olup 1730 yılında Skoçya’da tekris edilen ve Fransa’ya yerleşip, Fenelon’un kâtipliğini yapan Chevalier de Ramsay, Paris’teki bir Loca’ya tebenni edip de bu Locanın hatipliğini yaparken, 1735 yılında yapılan bir tekris töreni sırasında yeni tekris edilmiş Kardeşlere hitaben bir konuşma yapar.

İlerde aynen çevirisini göreceğimiz bu konuşmasında, Ramsay Haçlı seferlerinden dönen Şövalyelerin Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde şövalyelik geleneklerini devam ettirmek üzere Mason Localarını kurduklarını, gayenin bütün insanlığı kapsamına alacak bir aileye vücut vermek, herkesin bir şövalye gibi davranmasını sağlamak olduğunu, ancak zamanla Localara bu gayeye erişmek açısından asla elverişli olmayan kimselerin alındığını, bu sebeple Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde kurulan Mason Localarının eski safiyet ve tesanüdünü kaybettiğini halen şövalyelik geleneklerinin eski temizliği ve saflığı ile sadece Skoçya’da yaşamakta olduğunu, bu itibarla Kıt’a Avrupası Masonluğunda bir reform yapmanın, denenmiş ve seçilmiş Masonları toplayarak, Skoç geleneğine uygun Localar kurup, Masonluğu derinlemesine incelemenin gerekli bulunduğunu söylemiştir.

Fakat en esaslı değişiklik Fransa’da vukua geldi. Esasen 1650 yılında Cromwell’in önderlik ettiği isyan sonucunda İngiltere Kralı Birinci Charles’in kafası kesilip Krallık rejimine son verilince, Kralın oğlu olup, sonraları İkinci Charles unvanı ile İngiltere tahtına çıkacak olan Charles Stuart, taraftarları ile birlikte Fransa’ya sığınmış ve ilk olarak Arras şehrinde yerleşmişti. Bu şehir halkından gördüğü hüsnü kabule bir karşılık olmak üzere de Arras’da ilk Rose-Croix şapitrini kurmuştu. Ancak bu şapitrin yüksek dereceler üzerinden çalışmaya başlaması çok daha sonralara, yani 1745 yılına rastlar.

Chevalier de Ramsay’in nutkundan sonra ise Fransa’da 1740 – 1745 yılları arasında şövalyelik geleneklerini devam ettirmek maksadıyla, Templiers, Saint Jean, Rodos, Malta, Kutsal Salip Şövalyeleri adlarını taşıyan çeşitli Locaların kurulduğuna şahit olmaktayız. Fakat Ritimiz açısından en önemli olan olay 1743’te Bordeaux’da «La Parfaite Harmonie» Locasının kurulmuş olmasıdır. Gerçekten İkinci Charles’in taraftarları bu Şehirde toplanmışlar, kendi aralarında toplantılar yaparak, «dul kadının çocuğu» diye adlandırdıkları İkinci Charles’in bir ordu kurması için para toplamışlar, bu para ile meydana gelen ordunun başında İngiltere’ye geçen İkinci Charles Cromwell’e yenilerek tekrar Fransa’ya kaçmış fakat Cromwell ölüp de yerine oğlu geçince, tekrar İngiltere’ye gitmiş ve toplanan yeni ordunun başına geçerek genç Cromwell’i yenmiş ve tahta çıkmıştı. Bu itibarla Bordeaux’nun yerleşmiş bir Masonik geçmişi vardı.

«La Parfaite Harmonie» Locasının kurucuları arasında Jamaika’lı bir melez (creole) olup, ticaretle uğraşan Etienne Morin Kardeşte vardı.

1778’de Bordeaux’da «Les Parfaits Elus» Locası kurulmuş ve bu Loca 14. derece üzerinden çalışacağını bildirerek bu 14 derecelik Rit’e de «Rite d’Heredome» adı verilmişti. Heredom diye bir şahıs ne tarihte ne de mitolojide bulunmadığına göre bu ismin nereden geldiği ve niçin seçildiği belli değildir. Etienne Morin Kardeş bu Locanın da kurucuları arasındadır. 1754 yılında Paris’te Clermont Hâkim Şapitri kurulmuş ve bu Şapitr 25 derece üzerinden çalışmaya başlamışsa da herhangi bir Rit’e bağlılığını açıklamamıştır.

1758’de Paris ve Bordeaux’da Saint Jean Kudüs Hâkim Şapitri kurulmuş ve bu Şapitr de 25 derece üzerinden çalışacağını bildirmiştir. Şapitr’in sonuncu ve 25. derecesi «Doğu ve Batı İmparatorluğu Hâkim Konseyi» adını almıştır. Bordeaux’daki Konsey 1761’de Amerika’ya gidecek olan Etienne Morin Kardeşe, bu kıtada Doğu ve Batı İmparatorluğu Konseyini oluşturmak ve bu maksatla uygun gördüğü Kardeşlere 25. dereceyi vermek yetkilerini ihtiva eden bir berat (patent) verir ve bir yıl sonra, yani 1762’de bu 25 derecelik Rit’e «Rite de Perfection» adını vererek, bunun 35 maddelik Anayasasını, Büyük Konseyin (25.Derece) ve Büyük Konsistuar’ın (23.Derece) Tüzüklerini kabul eder. Bordeaux Anayasası diye anılan bu Anayasanın 1. maddesi şu hükmü ihtiva eder:

«Din, Kadiri Mutlak Allaha karşı ifası zarurî bir ibadet olduğu cihetle, Masonluk prensiplerinin kendisine açıklanacağı ülkede kabul edilmiş olan dinin mükellefiyetlerine tâbi olmayan bir kimse, bu Rit’teki derecelerin kutsal misterlerine inisiye edilmeyecektir»

Böylece 1762 Bordeaux Anayasası, Rit’in kurulduğu ülkede câri olan dine mensup olmayan kimselerin o ülkedeki Rit’e kabul edilmelerini engellemekte idi. Bu böyle olmakla beraber, 1762 ile 1778 yılları arasında Avrupa’da diğer bazı Rit’ler de ortaya çıkmıştır. Bu Rit’leri şu şekilde belirtmek mümkündür:

a) Rite des İllumines (6 dereceli – Avignon’da)

b) Rite Templier (9 dereceli – Paris’te)

c) Rite Martiniste (7 dereceli – Almanya’da)

d) Rite Hermetique (52 dereceli – Fransa’da)

e) Rite des Philatheles (13 dereceli – Fransa’da)

f) Rite Philosophique Ecossais

g) Les İlluministes de Baviere (2 sınıf – Münih’te Alman İllüminist Weishaupt tarafından kuruldu)

h) Rite de Grand Prieure de Gaule

1784 yılında Morin, kendisine verilmiş olan Patenti hâmil olarak, Jamaika’ya varır. Yolda büyük maceralar geçirmiş, bindiği gemi Fransa ile harp halinde bulunan İngiliz donanması tarafından zaptedilerek kendisi esir edilmiş, bir müddet Skoçya ve İngiltere’de kalmış, İngiliz Masonlarının yardımı ile kurtulmuş ve seyahatine devam etmiştir. Jamaika’da Morin bu adada büyük şeker kamışı çiftliklerinin sahibi olan iki Fransız Masonu ile karşılaşır. Bunlardan biri Kont de Grasse-Tilly, diğeri de daha sonra onun kayınpederi olacak olan Delahogue’dür. Morin bu iki Kardeşe elindeki Patent’e dayanarak Rite de Perfection’ın 25. derecesini tevcih ettikten ve kendi yetkileri ile onları teçhiz ettikten sonra yoluna devam eder. Bir anlatışa göre de New York’ta sefalet içinde ölür. Bundan iki yıl sonra 1 Mayıs 1786’da Berlin’de Prusya Kralı Büyük Frederik 9 tane 25 dereceli Kardeşi toplar ve 25 derecelik Rite de Perfection’u 33 dereceye çıkarmak, daha önceki bütün Ritleri ihtiva etmek ve bu dereceleri feshetmek hususunda bir karar alır. Bu yeni derece Skoç geleneklerine bağlı ve daha eski Ritleri ihtiva ettiği için, 33 derecelik bu Rit’e Eski ve Kabul edilmiş Skoç Rit’i adı verilir. Aynı zamanda 1762 tarihli Bordeaux Anayasasının birçok maddelerini tâdil eden ve ancak yeni hükümlerle çatışmayan eski hükümlerin yürürlükte kaldığını ilân eden ve Berlin Anayasası diye anılan yeni bir Anayasa da kabul edilir.

Büyük Frederik’in aynı yılın Ağustos ayında ölmesi sebebiyle bu toplantıya hastalığı yüzünden katılamadığı, metnin altındaki imzanın sahte olduğu hususunda söylentiler mevcutsa da, toplantıda hazır bulunanların inanılır beyanları karşısında buna ihtimal vermek mümkün değildir. 1768 Anayasasının biri Lâtince diğeri de Fransızca olan iki metni kaleme alınır. Her iki metinde 33. derecenin Yüksek Şûra olduğu, bir ülkede tek bir muntazam Yüksek Şûra bulanabileceği, Yüksek Şura bulunmayan bir ülkede 33. dereceyi haiz bir Hakim Büyük Umumi Müfettiş’in bu dereceyi başka bir Kardeşe, bunların da bir üçüncüsüne tevcih edebileceği ve böylece en az dokuz 33 dereceli Kardeşin bir araya gelmesiyle Yüksek Şura’nın kurulmuş olacağı belirtilmekte ise de, Lâtince versiyonunda bu dokuz Kardeşten en az dördünün ülkede câri olan dine mensup olmalarının şart olduğu belirtildiği halde, Fransızca metinde en az beş Kardeşin yani Yüksek Şurayı terkip eden Kardeşlerin ekseriyetinin hristiyan olmalarının gerekli bulunduğu ifade olunmakta ve her iki metin aynı kuvveti haiz bulunduğu için, hangisinin doğru olduğu bilinmemektedir.

1791 yılında Jamaika’da ilk büyük zenci ayaklanması patlak verince, Fransız çiftlik sahipleri ve onlarla birlikte De Grasse-Tilly ile Delahogue Kardeşler Amerika Birleşik Devletlerine sığınırlar. Güney Carolina’daki Charleston şehrine yerleşen bu iki Kardeş, bu şehirde yaşayan bir kısmı Fransız menşeli 9 Amerikalı Kardeşi 25. dereceye yükseltirler ve bu şehirde Rite de Perfection’u kurarlar.

1801 yılının 31 Mayısında «Charleston’lu 9 centilmen» diye anılan bu dokuz Kardeş, Berlin Anayasasını benimsediklerini ve Charleston’da 33 dereceli Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’ni kurduklarını ilân ederler ve Kont De Grasse-Tilly’ye Avrupanın her hangi bir yerinde bu Rit üzerinden çalışan Yüksek Şuraları kurmak ve Kardeşlere 33. dereceyi tevcih etmek yetkilerini hâvi bir Patent verirler. Bundan böyle ilk kurulan Yüksek Şura olmak itibariyle Charleston’daki Yüksek Şura «Ana Yüksek Şura» diye anılır ve bu Yüksek Şura tarafından tanınmış olmayan bir Yüksek Şura muntazam olarak kabul edilemez.

Avrupa’ya gelen De Grasse-Tilly 1804’te Fransa’da (Paris) 1807’de İtalya’da (Milano), 1811’de İspanya’da, 1817’de de Belçika’da Ana Yüksek Şuraları’na bağlı olarak Yüksek Şuralar kurar.

1853 yılında Kırım savaşı dolayısıyla müttefik İngiliz orduları ile birlikte İstanbul’a gelen İngiliz Masonlarının önayak olmaları ile Türkiye’deki Masonlar, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu ve Prens Said Halim Paşa’nın babası olan, Mısır prenslerinden Mehmet Abdülhalim Paşa’yı İstanbul’a davet ederler. Fransa’da 33. dereceyi ihraz etmiş olması muhtemel olan Abdülhalim Paşa, 9 biradere bu dereceyi tevcih eder ve 24 Haziran 1861 tarihinde Türkiye Yüksek Şurasını kurar ve ilk Hakim Büyük Amir olarak seçilir.

Ancak çeşitli ülkelerde kurulan bu Yüksek Şuralar arasında bir bağ olmadığı gibi, her Yüksek Şuranın değişik derecelerde uyguladığı ritüeller arasında büyük farklar mevcuttu. Bunları birleştirmek ve Yüksek Şuralar arasında daha sıkı münasebetler tesis etmek maksadıyla 1875 yılında Lozanda 9 Yüksek Şuranın temsilcilerinin katıldığı bir konferans tertiplenir. Konferans Bordeaux Anayasası ile Berlin Anayasasının lâtince metnini esas tutarak şu kararlara varır:

1- Ana Yüksek Şuranın yetkileri tanınmış ve kabul edilmiştir.

2- Bütün Yüksek Şuralar bir Konfederasyon vücuda getirecek tarzda bir birlik teşkil edecektir.

3- Bir Prensipler Beyannamesi kabul olunmuştur.

4- Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin amaçlarını belirten bir manifesto kaleme alınmıştır.

5- Her derecenin Tuileur’üne (yani merasim esaslarına) kesin şekil verilmiştir.

Ancak Lozan Konferansı başarılı olmamış, bütün imzalar geri alınmış ve hiçbir Yüksek Şura bu anlaşmaları tasdik etmemiştir.

Esas anlaşmazlık Prensipler Beyannamesinde tarif edilmeye kalkışılan Evrenin Ulu Mimarı kavramından doğmuştur. Bu kavram birçok Yüksek Şurayı tatmin etmekten uzaktı. Daha sonra ABD Güney Jüridiksyonu Yüksek Şurası diye anılan Ana Yüksek Şura, konfederasyon fikrine karşı çıkıyor, bu Konfederasyon sebebiyle Amerika’da Güneylilerle Kuzeyliler arasında iç savaşın çıktığını hatırlatıyordu. İngiltere de Konfederasyon kurulmasının bir Yüksek Şuranın kendine eşit ve kendinden üstün bir başka masonik kuvvet tanımaması esasına aykırı olduğunu ileri sürüyordu. Şurasını belirtelim ki, o tarihten beri İngiltere Yüksek Şurası, Avrupa Hakim Büyük Âmirlerini her yıl, Dünya Hakim Büyük Âmirlerini de beş yılda bir toplayan Milletlerarası Konferansların hiç birine katılmamakta, sadece belirli aralıklarla tertiplenen İngilizce konuşan Yüksek Şura Hakim Büyük Âmirini bir araya getiren konferanslara iştirak etmekte, İrlanda ve Skoçya Yüksek Şuraları da aynı tutumu takip etmektedir.

1877 yılında Avrupa Yüksek Şuraları’nın temsilcileri Edinbourgh’da biraraya gelerek Evrenin Ulu Mimarı kavramını İngiltere Yüksek Şurasının buna izafe ettiği manaya uygun bir şekilde tarif etmeyi kararlaştırdılar. Edinbourgh toplantısında kabul edilen ve toplantı sonunda yayınlanan bildiride yer alan hüküm şudur:

« Masonluk, başlangıcında olduğu gibi, şimdi de Evrenin Ulu Mimarı’nın, yani Allah’ın varlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü ilân eder»

Buna rağmen İngiltere Yüksek Şurası’nın tutumu değişmediği gibi, farklı Ritler de kurulmamış değildir. Halen yüksek dereceler üzerinden çalışan Rit’leri şu şekilde açıklayabiliriz:

1- Fransız Riti veya modern Rit

2- 66 dereceli Memfis ve Mizraim Riti

3- Düzeltilmiş Skoç Riti

4- Anglo-Sakson Rit’leri ki bunlar da Mark Mason ve Royal Arch diye ikiye ayrılır

5- Skandinav Riti (Danimarka – İzlanda – Norveç ve İsveç’te)

6- Sembolik Rit (İtalya’da)

7- Martinist Riti (Almanya’da)

8- Amerikan veya York Riti (ABD’de 14 dereceli)

Halen durum bu merkezdedir. Lozan Konferansı sonuçsuz kalmışsa da Ritüelleri birleştirmek hususunda büyük gayret sarfetmiş ve hemen bütün Yüksek Şuralar Lozan’dan ilham alarak kendi derecelerine ait Ritüelleri vücuda getirmişlerdir.

Ancak bu konuda bütün Yüksek Şuraların büyük bir şansı daha olmuştur. Merkezini Charleston’dan Washington D.C.’ye nakletmiş olan Ana Yüksek Şuranın peşpeşe seçtiği iki Hakim Büyük Âmir, Albert PİKE ve Henry CLAUSEN Kardeşler, Ritüellerin belirlenmesinde ve tefsirinde büyük gayret sarfetmişler ve kitapları Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin anlaşılması bakımından paha biçilmez yararlar sağlamıştır.

Aşağıdaki konferans 7 Ekim 1999 tarihinde bir mason locasında verilmiştir.

21. Yüzyıla girerken Masonluk dediğimiz zaman, konuyu çeşitli yönleriyle ele almamız gerekir. Çeşitli yönleriyle ele alırken de hangi çerçeve içerisinde konuya yaklaşmamız gerektiğini tesbit etmemiz gerekir. Bu çerçeveyi genel olarak evrensel Masonluk veya Türk Masonluğu şeklinde çizmemiz mümkündür. Ben bugünkü konuşma süresi içinde evrensel Masonluğu yeterince tartışma imkânı bulamayacağımızı düşündüğümden, konuyu Türk Masonluğu çerçevesi içerisinde ele almayı uygun görmekteyim. Çerçeveyi bu şekilde tesbit ettikten sonra, hangi yönleri irdelememiz gerektiğini de belirtmemiz gerekir.

a- Türk Masonluğunun hali hazır durumu;

b- Harici âlemde Masonluğun ne şekilde algılandığı;

c- Türk Masonluğunun harici âleme açılması yolları;

d- Masonik düşünce ve ideallerin topluma aktarılma imkânlarının olup olmadığı ve bunun ne şekilde gerçekleştirilebileceği.

Bu ana başlıkları tesbit ettikten sonra konumuza geçebiliriz.

Konuşmama bir efsane ile başlamak istiyorum. Âdem ile Havva İrem bahçesinde hiçbir kaygıları olmadan ve buradaki bütün nimetlerden faydalanarak yaşıyorlardı. Burada kötü, çirkin, yanlış hiçbir şey yoktu ve sonsuza kadar yaşama imkânları da vardı. Burada bir tek yasak vardı, o da bilim ağacının meyvesinden yemekti. Ancak Şeytanın tahriki ile bu meyveden yiyince bütün bu nimetlerden mahrum oldular ve Tanrı tarafından cezalandırılarak Dünya’ya sürüldüler. Artık Dünya’daki bütün zorluklarla ve tehlikelerle mücadele etmek zorundaydılar ve yalnız kendileri değil gelecek nesilleri de lânetlenerek ölümlü olmuşlardı. Bu mücadelede insanoğlunun elinde bir tek silâh vardı; o da bilim ağacının yasak meyvesinin kendisine bahşettiği düşünen akıldı. İnsan düşündü silâhlar yaptı, kendisini doğa şartlarına karşı koruyacak imkânları sağladı, ateşi buldu, tekerleği icat etti, düşüncesi ile ulaşamadığı yerlerde tanrıları yarattı, giderek tek tanrılı dine ulaştı, bilim ve teknik alanında giderek artan bir tempoda ilerleyerek bugünkü medeniyet seviyesine vardı. İşte düşünen aklın efsaneye dayanan gelişimi.

Ancak düşünen aklın insanlığa sağladığı bu imkânların ve yararların pek de kolaylıkla elde edilebildiğini söylemek mümkün değildir. Her devirde düşünen akla karşı çıkanlar olmuştur ve bu karşı çıkanlar da yine aynı hamurdan yoğrulmuş insanlar olmuştur.

Hepiniz tarih içinde düşünen aklın ürettiği ve insanlık yararına olan nice ilerici görüşlerin karşılaştığı zorluk ve engelleri bilirsiniz. İnsanlar bu görüşleri yüzünden dışlanmış, işkencelere maruz kalmış, görüşleri zorla değiştirilmiş, öldürülmüşlerdir. Hatta bazı kimseler sırf belli bir görüşe taraftar oldukları için, diğer bazıları ideolojik veya dinî inançları için ve diğer bazıları da belli bir ırka mensup oldukları için topluca katledilmişlerdir. Bu geçmişte olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir. İnsanoğlu İrem bahçesindeki düzenli yaşamından kendine göre kaos olan Dünya yaşamına geçtiği zaman, kendine göre kaos olan bu durumu bir düzene sokmaya çalışırken, giderek düzenden kaosa dönüşen bir ortam yaratmıştır.

Masonluk da insanlığın bu tarihî gelişmesine paralel bir gelişme göstermiştir. Esas amacı “Hakikati aramak” ve “tüm insanlar ve insanlık için mutluluk yuvası olacak bir ülkü mâbedi inşa etmek” olan Masonluğa da devamlı bir karşı çıkış olmuştur. Şu bir gerçektir ki Masonluk totaliter rejimlerin egemen olduğu ülkelerde ya yasaklanmış ya da faaliyetini tatil etmiştir. Bu demek değildir ki düşüncelerine de son vermiştir.

Masonlar bu rejimlerde dahi prensip ve ideallerini gerçekleştirmeye çalışmış ve daima ezilen halkın yanında yer alarak o ülkede demokrasinin kurulması için çaba harcamışlardır, demokrasi ortamına geçilir geçilmez de loca çalışmalarına kaldıkları yerden devam etmişlerdir.

İnsanlık tarihinin önemli olaylarına bakarsanız, her yerde masonların öncü olduklarını görürsünüz. Fransız İhtilâlinden tutun da İnsan Hakları Beyannamesine kadar insan haklarının gelişmesi ve yerleşmesi için verilen savaşlarda hep masonların imzası vardır. 1996 yılında kaybettiğimiz Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti Hâkim Büyük Âmiri Sahir Erman Kardeşimizin şu sözü “Mason” hüviyetini taşıyan bir kimsenin nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğini veciz bir şekilde ortaya koymaktadır: “Haritada yerini bulmakta zorluk çektiğimiz dünyanın herhangi bir yerinde insanî haklarına saldırıda bulunulan bir kişi ıstırap çekiyorsa, o kişi benim”.

Masonluk Türkiye’de 1999 yılında kuruluşunun 90. Yılını idrak edecektir. 90. Yıla girerken Türkiye’de İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Bodrum, Marmaris ve Eskişehir’de çalışan 149 Loca ve bu Localara kayıtlı 10.540 üye mevcuttur. Önümüzdeki 20 yıllık perspektif içinde Türk Masonluğunun nasıl gelişeceği araştırmaları ve çalışmaları yapılmaktadır. Devam eden bu çalışmaların sonucunda hangi şehirlerde Localar kurulmasına başlanacağı ve artacak olan üye sayısına göre lokal ihtiyaçlarının ne şekilde karşılanacağı tesbit edilecektir.

Türk toplumunda Masonluk hakkında yeterli bilgi olmadığı ortadadır. Masonluk karşıtı olan bazı kimseler de topluma Masonluğun ne derece tehlikeli bir müessese olduğunu aşılamaya özen göstermektedirler. Kabul etmemiz gerekir ki toplumdaki bu bilgi eksikliği biraz da bizlerden kaynaklanmaktadır. Masonluk hakkında tarafımızdan yapılan açıklamalar çok az olmakta ve tarafsız kişilerin kafalarında beliren sorulara yanıt vermekten uzak kalmaktadır.

Ülkemizde son zamanlarda bir hayli artan ve artık düşünce ve hedeflerini açıkça ortaya koymaktan çekinmeyen lâik demokratik düzene karşı olan ve onu yıkmaya çalışan bir takım insanlar vardır ve bu insanlar, tarihteki her dönemde olduğu gibi, dini bu emellerine âlet etmektedirler. İşte bu kesime dahil olanların sözcüleri, yine tarihteki her dönemde olduğu gibi, Masonluğu kendi emellerinin gerçekleşmesine engel olacak bir kuvvet olarak görmekte ve müessesemize karşı saldırılarını giderek arttırmaktadırlar.

Bu kesimin en son saldırı çabalarını Kanal 7 televizyonunda geçen yıl yapılan sürekli yayınlarda izledik. Bu ve benzeri yayın ve neşriyatla topluma Masonluğun ne denli garip ve tehlikeli bir müessese olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır. Masonluğun kökü dışarda gizli bir cemiyet olduğu, siyonizme hizmet ettiği, masonların dinsiz oldukları, Localarda bir takım kanlı törenler yapıldığı devamlı vurgulanmaktadır.

Biz masonlar da kendimiz hakkında fazla açıklama yapmadığımız için, çoğu kimseler bu yayınlara inanmasalar bile, en azından bir takım şüphelere düşmektedirler. Halbuki Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, Dernekler Kanununa göre kurulmuş, Dernekler Masası tarafından denetlenen ve herhangi bir başka dernekten farkı bulunmayan bir kuruluştur. Tüzüklerimiz, ritüellerimiz, Mimar Sinan ve Tesviye dergilerimiz, masonik konularda birçok kardeşimizin yazdığı kitaplar binalarımızda satılmaktadır. Localarımızda yaptığımız çalışmalar hep kendimizi geliştirmeye ve topluma yararlı fertler olmaya yöneliktir. Ancak masonlar ketûmdurlar ve kendi iç işlerinden pek bahsetmezler.

Haricî âlemde Masonluk aleyhine yazılan bir sürü kitap, dergi satılırken, ritüellerimizi ele geçirip bunlardan bazı pasajları alarak ve hatta bazılarını çarpıtarak birtakım Masonluk aleyhtarı televizyon programları yapılırken, bir kimsenin Mason olduğunu ileri sürmenin o kişiye yapılmış bir hakaret olduğuna mahkemelerce karar verilirken, Masonluğun ne olduğunu, tüzüklerinin neleri ihtiva ettiğini, Masonluk tarihini, Masonluğun prensip ve fikirlerini kamuya açıklamanın zamanı çoktan gelmiştir ve hatta geçmektedir kanısındayım. Masonik kurallarımıza göre Masonluk hakkında açıklamalarda bulunmak sadece Büyük Üstada veya onun görevlendireceği masonlara aittir.

Bu konuda bir takım adımlar atıldığını da belirtmek gerekir. Nitekim ilk olarak 1972 yılında Abdi İpekçi, Büyük Üstad Hayrullah Örs ile bir röportaj yapmış daha sonraları, hatırladığım kadarıyla, 1989 yılında Büyük Üstad Orhan Alsaç, Emin Çölaşan’a mâbedlerimizi gezdirmiş ve sorularını yanıtlamış, aynı şekilde Büyük Üstad Can Arpaç 1992 ve 1993 yıllarında İzmir’deki mâbedlerimizi gezdirmiş, bazı muhabirlerle röportaj yapmış, 1996 yılında Büyük Üstad Tunç Timurkan çeşitli sivil toplum örgütlerinde Masonluk hakkında konuşmalar yapmış ve sorulara cevaplar vermiştir. Son olarak da Kanal 6 da Hulki Cevizoğlu’nun programına ferdî olarak katılan bazı kardeşlerimiz, ki bunlardan biri de Önceki Büyük Üstadlarımızdan Enver Necdet Egeran’dır, Masonluk hakkında açıklamalarda bulunmuşlardır. Diğer taraftan 10 Kasım ve 29 Ekim günlerinde topluca Anıt Kabir ziyaretleri ve Taksim anıtına çelenk koyma yürüyüşleri yapılmakta, çeşitli vesilelerle gazetelere duyuru veya açıklamalar gönderilmekte, İnternet kanalıyla Masonluk anlatılmakta, üniversite öğrencilerine burslar verilmekte, çeşitli şehirlerde mason baloları tertip edilmektedir. Bütün bunlar tabii ki sevindirici gelişmelerdir, ancak yeterli olmadığı görülmektedir.

Denebilir ki mason aleyhtarlığına karşı kendimizi savunmaya, bazı kesimlerle polemiğe girmeye ihtiyacımız yoktur. Şimdiye kadar yapılageldiği gibi vakur ve haysiyetli tavrımızdan ödün vermeden sessiz kalmak en doğru yoldur. Benim söylemek istediğim saldırıya savunma veya saldırıyla karşılık vermek değil, topluma Masonluğun ne olduğunu anlatmak, onları bilgilendirmek, kafalardaki soru işaretlerini ortadan kaldırmak, yani bir nevi şeffaflaşmaktır. Bu şeffaflaşmanın örneklerini dış ülkelerde de görmekteyiz. Bir çok ülkede masonlar dışa açılmaya uzun zamandan beri başlamışlardır. Kitaplar, tüzükler, ritüeller haricî âleme satılmakta, televizyonlarda mâbedler, hatta törenlerden bazı bölümler gösterilmekte, haricîlere açık konferanslar tertip edilmektedir.

İtalya’dan bir örnek vereyim: İtalya’daki meşhur P2 Locası skandalından sonra Büyük Üstad Giuliano di Bernardo 1991 yılında bir basın toplantısı düzenlemiş ve 53 gazetenin muhabirlerine Masonluğu anlatmıştır. Bu basın toplantısı, aşırı katolik görüşlü veya neo-faşist partinin resmî yayın organı hüviyetindeki birkaç gazetenin zorlamalı polemikleri dışında, son derece olumlu netice vermiş ve İtalyan Masonluğunun tarihî ağırlığı, kültürel ilgi alanı ve fıkirlerinin neler olduğunun açıklanması olanağını sağlamıştır.

Ülkemizde de artık Masonluğun dışa açılmasının gerekli olduğu çoğu kardeşlerimizce savunulmakta ve Büyük Locamız da bu yönde çalışmalara ağırlık vermektedir. 1999 yılının Türk Masonluğunun 90. Yılı olmasından da yararlanılarak, bu vesile ile yapılacak etkinliklerin dışa açık bir şekilde gerçekleştirilmesi plânlanmakta ve programlanmaktadır. Tahmin ediyorum ki kısa bir süre sonra bu çalışmalar açıklanacak ve bunun da semeresini göreceğiz.

Masonluğun dışa açılmasının yanında masonik fikirleri de topluma yayarak Türk insanının ülkesine ve insanlığa daha yararlı, kültür ve medeniyet seviyesi yüksek,insan haklarına saygılı bir hale gelmesini sağlamak gerekir.

Hepinizin bildiği gibi Masonluk hiçbir şekilde diğer akımlarla karıştırılmayacak, hatta kıyaslanmayacak bir hüviyete sahiptir. İnsanın düşünce hayatının başladığı günden beri, düşünen her insanı tedirgin eden mistik ve sosyal problemler karşısında Masonluğun takındığı tavır, bu problemleri araştırmada kullandığı metod ve vardığı sonuçlar hiçbir dinin, hiçbir felsefe veya düşünce akımının erişemeyeceği bir seviye ve berraklıktadır.
Çünkü bütün dinlerin, bütün akımların Masonluğun sinesi içinde yer buldukları, fakat aynı zamanda incelemeye tâbi tutuldukları ve her türlü dogmatizmin reddedildiği görülmektedir. Bunun içindir ki, dogmalara körü körüne kendisini bağlı saymayan her insan Masonlukta bir düşünce ve ruhî gelişme imkânı bulur.

İnsanlığı birleştirmek, fikir ve inanç farklılıklarını, bunlardan doğan çekişme ve kavgaları ortadan kaldırmak, insanın sömürülmesine son vermek iddialarıyla ortaya çıkan bütün dinler, ideolojiler veya felsefe akımları, neticede başka bölünmelere, başka kamplaşma ve kutuplaşmalara, yeni yeni kavga ve uyuşmazlıklara yol açmaktan geri kalmamışlar, aynı dinin sinesi içinde gelişen çeşitli mezhepler bile mâbedlerini ayırdıkları gibi mezarlıklarını da bölmüşler, hatta ahirette dahi cennetin sadece kendileri gibi inananlara mahsus olduğunu ileri sürerek orasını bile parsellemekten geri kalmamışlardır. Aynı şey bütün dünyaya yayılmak iddiasıyla ortaya çıkan bazı ideolojilerde ve kitlelere hitap eden siyasî partilerde de görülmüş, onlar da çabucak parçalanmış ve iç kavgalara, hatta savaşlara sahne olmuştur.

Bu manzara karşısında bugünkü insanlık bir çare bulabilmiş değildir. Her kavgaya karışmak, her parçalanma istidadına karşı cephe almak hem mümkün olmamakta, hem de alınacak cephenin seçiminde veya kavgaya karışma yönteminin belirlenmesinde gerekli kararları vermek diğer bir takım uyuşmazlıklara yol açmaktadır.

İşte Masonluk bu noktada bize ve tüm insanlığa en isabetli metodu göstermektedir. Bütün bu çekişmeleri, bütün bu çıkar uyuşmazlıklarını, bütün bu önyargıları, tarihten ve günümüz olaylarından kaynaklanan bütün bu düşmanlıkları çözmenin bir tek yolu vardır ve bu yol da insanlar arasında diyalog kurulmasıdır. Ancak bu diyaloğun meyve vermesi için iki şarta ihtiyaç vardır. Birincisi insanların ne kadar önyargılı ve taraflı olurlarsa olsunlar, kendileriyle bıkmadan ve usanmadan konuşulmak suretiyle bu önyargılarından vazgeçebileceklerine inanmak; ikincisi de konuşmaktan, yazmaktan, anlatmaktan asla yılmamak, korkmamak ve vazgeçmemektir.

Masonluk müessese olarak bu mücadelenin aktif tarafı olmamıştır ve olamaz da; sadece kendi mensuplarına bu yöntemi, o da bir takım semboller ve allegoriler, hatta doğruluk derecesi bir hayli şüpheli bir takım efsanelerle dolaylı olarak tavsiye eder.

Böyle bir diyaloğun kurulmasının bir şartı daha vardır, o da hasmın dahi haklarına saygılı olmak ve bu hakların koruyuculuğunu yapmaktır. İlerlemiş yaşında mason olan Voltaire kardeşimizin bir sözünü hatırlatmak isterim. Bir hasmı ile giriştiği bir polemik sırasında şöyle demişti: “Sizin fikirlerinizi hiç beğenmiyorum, hatta bunları son derece zararlı ve tehlikeli buluyorum. Bunlara karşı çıkmak hakkımı saklı tutmakla beraber, bu görüşlerinizi açıklama özgürlüğünüzün ilk başta gelen savunucusu yine benim”.

İşte böyle bir metoda yatkın olan, özgürlüğü yalnız kendisi için ve kendisi gibi düşünenler için değil hasmı için de savunabilecek derecede özgürlük aşkını içinde taşıyan, kendisinin ve sevdiklerinin canını yakanlarla bile diyalog kurabilecek kadar mert ve başına gelebilecek felâketlerden yılmayacak kadar yürekli olan kişilere Masonluğun söyleyebileceği yeni bir söz, gösterebileceği yeni bir hedef vardır. Mason kardeşlerimizin görevi de burada ortaya çıkmaktadır. Mason kardeşlerimiz toplumun her kesiminden insanları eğitmeye, onlara masonik fikir ve prensipleri aşılamaya, insanlar ve insanlık için yararlı olabilecek her türlü girişimde ön saflarda yer almaya ve tüm insanlara örnek olabilecek davranışlar içinde olmaya özen göstermelidirler. Bu şekilde hareket edildiği takdirde, dünyada ve ülkemizde mevcut olan haksızlıkların, saldırıların, zulmün, bilgisizliğin önüne geçmek ve ülkü mâbedinin inşasına aktif olarak katılmak mümkün olacaktır. Ancak bütün bunları yaparken de bir şeyi akıldan çıkarmamak gerekir. Ahenk ve düzen sağlamak uğruna masonik prensip ve ideallerden taviz vermek mümkün değildir; zira böyle bir taviz sonuç itibariyle insan haklarından taviz vermek anlamına gelir. Taviz mefhumu ile insan hakları mefhumu ise hiç bir şekilde bağdaşamaz.

İnsan Hakları Beyannamesinin ilk maddesinin tarihî kelimelerini hatırlayalım: “Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar”. Bu maddenin kabulüne karşı çıkmış olan aşırı dinci kesim, bugün insan haklarının savunucusu kesilmiştir. Söyledikleri şudur: Madem ki bütün insanlar hür ve eşit doğarlar, madem ki insan hakları iç veya dış kanunlarda yazılı olmasalar bile ezelden beri mevcutturlar, madem ki bu doğal haklara aykırı olan her türlü düzenlemeler ve uygulamalar insan haklarına saldırıyı ifade eder, o halde tanrısal buyruk olarak gerçekleştirilmesi emredilen dinî kurallara göre yönetilmek ve yaşamak isteğinde olan kişiler veya toplumlar bu haklarını talep etme hakkına sahiptirler ve toplumun diğer kesimlerinin kendi giyim-kuşamlarına, ibadet tarzlarına, sosyal ve ailevî yaşamlarına, hatta yargılama ve infaz sistemlerine karşı çıkmaya hakları yoktur.

Fazla uzağa bakmamıza gerek yoktur. Bu söylem ülkemizde son zamanlarda iyice yaygınlaşan bir ifade tarzıdır ve bu söylemin uygulanmasına da tanık olmaktayız. Türbanın yasallaşması yönünde adımlar atılmakta, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde dahi Kıyafet Kanununa aykırı giyimler sergilenmekte, bir takım tarikatlar garip garip ayinler yapmakta, kadınlara seçilme hakkı tanımayan bir parti iktidara gelebilmekte, medenî nikâha gerek duyulmaksızın dinî nikâhla birleşmeler olmakta, şeriat kanunlarına göre yargılanma istemleri duyulmakta, hatta bir takım âyetleri ezberlemekle cezanın azalmasını öngören infaz modelleri üretilmektedir. İşte insan hakları mücadelesini sürdüren kişiler, insanın yaşama hakkından başlayarak çağdaş ve medenî toplumlar gibi sosyal, siyasal, ekonomik, teknik ve fizikî gelişme haklarını topluma kazandırmak için savaşmaya devam etmek zorundadırlar. İşte bu ideal içindir ki insan haklarından en ufak taviz vermeye ne hakkımız ne de imkânımız vardır. İşte bunun içindir ki insan hakları mefhumu ile taviz mefhumu bağdaşamaz. İşte bunun içindir ki ülkemize demokrasiyi, lâikliği, insan haklarını getirmiş olan büyük Atatürk’ün ilkeleri etrafında birleşmeliyiz.

Konuşmama bir efsane ile başladım, bir diğer efsane ile son vereyim. Homeros’un meşhur Odissea’sının esas kahramanı hepinizin bildiği gibi Ulis’tir. Ulis 10 yıl süren Truva savaşından sonra askerleri ile vatanı İtaka’ya dönmeye uğraşmaktadır ve bu seyahat sırasında bir sürü serüven yaşar, önüne hep bir takım engeller çıkar. Ne zaman bu engellerden birinden kurtulsa, başka bir engel, yeni bir macera onu beklemektedir. Ulis her ne kadar Yunanlıların en kuvvetli, en akıllı, en yenilmez kahraman savaşçılarından biriyse de; aynı zamanda bir takım zaafları da olan bir insandır. Nitekim sırf merakı ve macera hevesi nedeniyle bir sürü olaya kendi iradesiyle atılmakta, büyücü Circe’yle birlikte yaşayarak eşine karşı sadakatsızlık örneği sergilemektedir. Eserin gözle görülen ve devamlı ön plânda olan bu kahramanının yanında, Homeros’un bir ikinci kahramanı daha vardır. Penelope.

Penelope, eserde pek fazla konuşması olmayan, adasında, hatta çoğu zaman sadece odasında, eşinin dönüşünü bekleyen ve kocasının artık ölmüş olduğunu, bu nedenle yeniden evlenmesi gerektiğini ileri sürerek kendisine talip olanları, meşhur “tela”sını bitirdiği gün aralarından birini seçeceğini söyleyerek oyalayan, bu telasını gündüzleri örüp geceleri sökerek bu sürenin uzamasına çalışan bir kadındır.

Sonunda Ulis, bütün engelleri ve çoğuna kendi iradesiyle sebebiyet verdiği maceraları aşarak İtaka’ya ve Penelope’ye kavuşur, hem de tam telanın bitirildiği ve Penelope’nin talipler arasında bir seçim yapma zamanının geldiği sırada. İşte bu eserdeki silik, sessiz, sabırla bekleyen ve ikinci plânda kalmış görülen Penelope ile kahraman Ulis’in bir mukayesesini yaparsak, Ulis’in ihtiraslarından sıyrılmamış, kendi kahramanlığını ispat etmek için maceralara atılan bencil, mevki ve hatta iktidar hırsı içinde zaafları olan bir kimse olduğunu, Penelope’nin ise bütün bu kötü duygu ve düşüncelerden arınmış, ideal kişiliği temsil ettiğini görürüz. Nasıl ki bir mason olarak mevki ve zenginlik hırsı, bencillik, ihtiras, taassup gibi benliğimizi saran kötülüklerden arınmaya çalışarak kendimizi yontmaya ve tekâmül ettirmeye uğraşıyorsak, masonik fikir ve prensipleri topluma açıklama ve yayma mücadelemizde de, Ulis’in temsil ettiği zaaf ve uygulamalardan sakınmamız ve “tüm insanlar ve insanlık için ideal ülkü mâbedi”ni temsil eden Penelope’ye ulaşabilmek için devamlı uğraş vermemiz gerekmektedir.

Kardeşlerim şimdi bana konu başlığının 21. Yüzyıla Girerken Masonluk olduğunu, ancak 21. Yüzyılla ilgili olarak daha bir şey anlatmadığımı söyleyeceksiniz. Halbuki ben her şeyi anlattığım inancındayım. Masonluk, Anayasasının yazıldığı ikiyüz yılı aşan bir süreden beri hep aynı prensip ve fikirleri savunmuştur. Demokratik ve lâik düzenden yana olmuş, totaliter rejimlere, insan haklarının çiğnenmesine karşı hep mücadele etmiş, insanların ahenk ve birlik içinde yaşamalarını sağlamanın yollarını aramıştır.

Bu prensip ve fikirler o zaman ne idiyse bugün de odur, bugün ne ise 21. ve sonraki yüzyıllarda da aynı olacaktır. Bu bakımdan mücadele ilk günkü gibi aynı şevk ve iradeyle devam edecektir. İnancım odur ki bu mücadele kesin bir şekilde kazanılmadıkça, herkes insan haklarından aynı ölçüde yararlanmadıkça, zulüm, taassup, istibdat yeryüzünden kalkmadıkça, Masonluğa da ihtiyaç duyulacak, bu ideallere gönül vermiş genç insanlar kapımızı çalacak ve localarımızda çekiç sesleri hep duyulacaktır.

SONRAKİ SAYFAYA BAKINIZ

Perfeksiyon Riti’nin Kuruluşunu alıntılar eşliğinde aktaracağım…Skoç Masonluğunun gelişimi açısından Fransa’da özellikle üç merkez büyük önem taşır. Bunlar Bordeaux, Arras ve Paris-Clermont’tur.

Bordeaux, Fransa’da Stuartist Skoç Locaların yoğunlaştığı bir şehirdir. Prens Charles Edward’ın yeniden tahta geçmesi için en etkin siyasal ve malî yardım çalışmaları da bu şehirdeki La Parfaite Harmonie Locası ile gerçekleşir. Bu Loca, Paris’teki Saint Germain Locası ile birlikte Skoç Masonluğunda köşe başlarından biri olur.

Arras, Skoç Masonluğu tarihi açısından Fransa’daki diğer önemli merkezdir. Charles Edward’ın taraftarlarının yerleştiği Arras’ta, Skoç Locaları prens tarafından verilen yetkiyle 1745 yılında Arras Rose Croix Şapitri’ni kurar ve yüksek dereceleri vermeye başlarlar. Şapitrin kurucusu bizzat Stuartların taht varisi Prens Charles Edward Stuart sayılır. Şövalye Ramsay’in düşüncesi yönünde kurulan yüksek derecelerle, Tampliye sisteminin aşamaları oluşturulur ve Skoç Masonluğu kapsamında Yüksek Dereceler (Hauts Grades) yoğun bir şekilde verilmeye başlanır.

Bundan sonraki önemli bir aşama da, 1754 yılında Paris’te yüksek dereceler yönetim merkezî niteliğinde Clermont Hâkim Şapitri kurulmasıdır. Cizvit merkezinde daha doğrusu okulunda, üslenen bu birimin çalışmaları Stuartist yönden siyasaldır. Skoç Masonluğu üzerinde ilk önemli çalışmalar, mevcut derecelerin yeniden sıralanması ve düzenlenmesi veya bazı derecelerin konularına göre daha çok dereceye bölünmesi veya yeni derecelerin kurulması Şapitr’de yapılmış ve sonuçta 25 dereceli Perfeksiyon Riti’nin temelleri 1758 yılında atılmıştır.

Bu şapitrin çalışmaları şırasında, yüksek derecelerin ilkeleri konusunda anlaşma sağlanamaması ve asıl temel alınan Tampliye tarzından ayrılındığı gerekçesiyle, 1756 yılında Baron de Hund’un başkanlığında bir grup Mason, Rite de Strict Observans (Sıkı İzleyiş Riti)’ı kurarlar. Aynı yıl oluşturulan diğer grup Doğu Şövalyeleri, Masonluğun Prensleri ve Hâkimleri (Knights of the East, Princes and Sovereigns of Masonry) adını alır. Bazı Skoç Masonları iki örgüte üye olur.

Fransa’da 1762 yılında, EKSR’nin tarihsel gelişimi açısından çok önemli bir olay meydana gelir. Bu olay 1758’de kurulan ve Yüksek Dereceleri kontrolü altında tutan Bordeaux Hâkim Şapitri’nin sonuncu ve 25. derecesi ile Paris’te 1754’de kurulan Clermont Hakim Şapitri’nden seçilen dokuz kişilik bir kurulun 1761’de Doğu ve Batı İmparatorları Hâkim Konseyi veya Kralî Sır Prensleri Hâkim Konseyi adı altında toplanmasıdır. Çift Başlı Kartal’ın sembol olarak Skoç Masonluğuna resmî girişi de bu Konseyle olmuştur. Masonik anlamda kartalın bir başı Clermont-Paris’i, diğer baş Bordeaux’yu temsil eder. Bazıları Berlin’i derlerse de, Bordeaux olması daha makuldür. Çünkü Berlin Masonluğu, Fransa ile işbirliğine geçecek kadar siyasal nedenlerle yakın değildir.

Bu Konsey 1762 yılında Paris’te yaptıkları toplantıda, 1758 yılında temelleri atılan 25 dereceli Skoç Masonluğu birimine Perfeksiyon Riti (Rite of Perfection) veya Heredom Riti adını vererek ilk Anayasasını ve Tüzüklerini kabul eder. İşte Türkçe’de Tekemmül Riti (Olgunlaşma veya Yetkinleşme Riti) olarak anılan Rit’in ünlü 1762 Anayasası bu şekilde oluşur.

Burada Heredom terimine özel bir ilgi göstermek gerekir. Çünkü taa 1314’de Robert Bruce’un İskoçya’da kurduğu İskoçya Royal Nizam’ın ilk derecesinin adı olan bu kelime, dönüp dolaşıp 450 yıl sonra Skoç Masonluğunun ilk önemli Riti’nin adı olarak yeniden seçilmiştir.

Skoç Masonluğunun bu ilk önemli Riti’nin yasa ve tüzüklerle ilgili jüriprudansı üzerine ilgili bölümde daha detaylı bilgi verilecektir.

Ancak işin ilginç bir yönü, biri Devlet Nazırı (Büyük Hatip) adıyla sivil bakan, diğeri Ordu Komutanı adıyla askerî iki resmî yetkilinin, Rit’in yıllık toplantılarına Fransa hükümeti namına katılması ve Büyük Görevli seçilmesidir.

Perfeksiyon derecelerine göz atıldığında seçilen öğreti temalarının ilginçliği ve kuruluş süreci dikkati çeker. Perfeksiyon Riti’nin ilk 14 derecesi Süleyman Mabedi ile ilgili olarak daha 1751 yılında ve daha önce tesis edilmiştir. Daha sonraki 10 derece (15°-24°), Zorobabel Mabedi ve Hz. İsa’nın Mistik Mabedi ile ilgilidir. Bu derecelerin oluşumu 1751’den daha sonradır. 15° Kılıç Şövalyesi ile başlamakta ve Siyah Beyaz Kartal Şövalyesi ile 24°’de sona ermektedir. Kralî Sır Prensi, 25. ve nihaî derecedir.

Perfeksiyon Riti’nin ilk 13 derecesi, yani Royal Arch esprisi dahil ön dereceler daha sonraki aşama için hazırlık mahiyetindedir. Olgunlaşma, Royal Arch’ın idrak edilip deşifre edildiği 14° ile tamamlanmakta ve bundan sonra İkinci Mabed’le birlikte Şapitr aşaması ile girilen Şövalye Masonluk dizisi başlamaktadır. Bu anlamda Perfeksiyon, Skoç Masonunun Şövalye Masonluk için gerekli manevî donanımı edinerek yetkinleşmesi süreci olarak tanımlanabilir. Çünkü Skoç Masonluğunun amacı Masonu, Şövalye Masona dönüştürmek olduğundan, Perfeksiyon bir hazırlık veya ihzarî eğitin mahiyetindedir.

Perfeksiyon Riti, Skoç Masonluğunu ve hatta tüm Masonluğu Tampliye Şövalyeliği ile özdeşleştirilecek kadar şövalyelik ruhuna ve ilkelerine önem vermiş ve benimsemiştir. Her Mason, bir Tampliye Şövalyesi sayılmıştır.

Perfeksiyon Riti’nin teorik ömrü 1786 yılında Berlin Anayasası ile sona ermiş ve yerini bütün dünyada Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti almıştır. Ancak, ABD’nde meydana gelen Skoç Masonluğundaki yetki kargaşası nedeniyle 19.yy’da varlığını sürdürmüştür. Daha sonra Fransa’da 20.yy’da Grand Orient kapsamında kurulan Fransa Ritler Büyük Koleji (Grand College des Rites de France)’nin çeşitli ritleri yaşatma çabaları kapsamında Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti ve Fransız Riti ile birlikte Perfeksiyon Riti’nin çalışmaları da canlandırılmış ve sürdürülmüştür. Perfeksiyon Riti, günümüzde Fransa’da varlığını bir ölçüde sürdürmektedir.

Perfeksiyon Riti’nin 7 sınıfa ayrılan 25 derecesinin adları şöyle sıralanır. Derecelerin yanında parantez içinde gösterilen aylık süreler, her derecenin yeterlik sürelerini gösterir.

Perfeksiyon Riti:

Birinci Sınıf (Üç Derece – 15 ay)
1° Çırak (3 ay)
2° Kalfa (5 ay)
3° Üstad(7ay)

İkinci Sınıf (Dört Derece- 21 ay)
4° Ketum Üstad (3ay)
5° Kâmil Üstad (3 ay)
6° Mahrem Üstad, Sır Kâtibi (3 ay)
7° Nazır (Prevost) ve Hâkim (5 ay)
8° Bina Emini (7 ay)

Üçüncü Sınıf (Üç Derece – 7 ay)
9° Seçilmiş Dokuzlar (3 ay)
10° Seçilmiş Onbeşler (3 ay)
11° Seçilmiş Âlî Şövalye (1 ay)

Dördüncü Sınıf (Üç Derece – 5 ay)
12° Mimar Büyük Üstad (1 ay)
13° Royal Arch Şövalyesi (3 ay)
14° Büyük Seçilmiş, Kâmil Üstad (1 ay)

Beşinci Sınıf (Dört Derece – 6 ay)
15° Doğu ve Kılıç Şövalyesi (1 ay)
16° Kudüs Prensi (1 ay)
17° Doğu ve Batı Şövalyesi (1 ay)
18° Rose Croix Şövalyesi (1 ay)

Altıncı Sınıf (Dört Derece – 12 ay)
19° Pontif Prensi, Ad Vitam Üstad (3 ay)
20° Noaşit Patriyarkı (3 ay)
21° Masonluğun Anahtarının Büyük Üstadı (3 ay)
22° Lübnan Prensi, Kralî Balta Şövalyesi (3 ay)

Yedinci Sınıf (Üç Derece – 15 ay)
23° Büyük Konsistuar Başkanı, Adept Prensi (5 ay)
24° Siyah ve Beyaz Kartal Münevver Hakimi (5 ay)
25° Kralî (Ulvî) Sır Prensi (5 ay)

Bu tablodaki zaman sıralamasına göre Perfeksiyon Riti için toplam süre asgarî 81 aydır.

Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti için 1762 ve 1786 Anayasaları ve Tüzükleri, her memleketteki EKSR Yüksek Şûrası’nın tanzim etmiş olduğu, içinde her iki Anayasaya ve Tüzüklere aykırı hiçbir hüküm bulunmayan Yüksek Şûraların Tüzüğü ile birlikte EKSR’nin nizamatını yani düsturunu, yani hukukî yapısını, yani jüriprudansını teşkil eder.

Sözü geçen iki Anayasa, tüzükler ve iç tüzükten oluşan Skoç Nizamatı, Kutsal Kitaplarla birlikte yemin şırasında üzerine çapraz kılıç konulmak kaydıyla, Yemin Kürsüsü üzerinde yer alır ve her derece ve her görev için Skoç Masonlarını bağlayıcı yeminler üzerine el basılmak suretiyle bu yemin objelerinin objelerin üzerine yapılır.

EKSR’nde, Sembolik Masonlukta olduğu gibi Kutsal Kitaplar-Gönye-Pergel’den oluşan Masonluğun Üç Büyük Nuru yoktur. Bunların arasından sadece En Büyük Nur olan Kutsal Kitaplarla birlikte, EKSR Nizamatı’nı temsilen Kanun kitabına ve üçüncü olarak Skoç Masonluğunun belkemiği olan şövalyelik faziletlerinin sembolü olarak kılıca yer verilmiştir.

Kutsal Kitaplar, TBL obediyansında olduğu gibi Kuran, İncil ve Tevrat’tır. Yan yana ve kapalı olarak durur. TBL’nda olduğu gibi çalışmalar sırasında açılmaz. Bu nedenle, Hakikatin aranması yolunda yapılan çalışmalara feyz veren nurunun yayılması sembolik değil felsefidir.

Kanun Kitabı adı verilen cilt içinde, 1762 ve 1786 Anayasaları ile birlikte Türkiye Yüksek Şurası İçtüzüğü yer alır.

Kılıcın anlamı, Skoç Masonun aynı bir şövalye gibi Kutsal Kitaplarda ve Kanun’da yazılı insan haklarını, hürriyetlerini, adaleti, insanların iyiliğini, şefkati, sulh ve sükunu, güzellikleri koruyacağına söz vermesidir. Çünkü Skoç Masonun görevi, sadece Mason gibi üretmek değil; aynı zamanda ürettiğini, yani Ülkü Mabedi’ni, yani toplumu korumaktır. Üstelik bu işlevi bir görev değil, yapmadığı takdirde vicdanî müeyyidesi olan bir ödevdir. Zaten bu nedenle, üretmek için bir elinde Mala tutarken, diğeri elinde de ürettiğini savunmak için Kılıç tutmaktadır.

Daha sonraki derecelerde çok daha iyi anlaşılacağı kesin olmakla birlikte, EKSR’ye atılan ilk adımda edilen yeminin sembolik anlamına değinmek ve felsefi yorumuna gayret etmek konuya yaklaşım için yararlı olur.

TBL Obediyansından Üstad Mason olarak Atölye’ye gelen Masonu her şeyden önce alışmadığı bir manzara bekler. Çünkü Anglosakson Masonluğunun York Masonluğu tarzı Emulation – Modern Scottish Rituel’dan mülhem ritüelik çalışma anlayışı ve Loca düzeni değişmiş; bunun yerini Skoç Masonluğu modeline göre yeni bir düzen ve form gelmiştir.

Örneğin Loca mavi değil; Olgunlaşma (yazar Olgunlaşma kelimesinin Perfeksiyon terimini karşılamadığı ve yerine eski dildeki Tekemmül Locası teriminin kullanılmasını tercih etmektedir) Locası adı verilen Atölye kırmızıdır. Her iki Nazırın kürsüsü de batıdadır. İkinci Nazır yoktur. Hatip ve Katip kürsüleri yer değiştirmiştir. Yemin Kürsüsü küptaş veya kare prizma değil; sunak (altar) tipindedir. Üzerindeki yemin objeleri farklıdır. Daha bunun gibi örnekleri saymak mümkündür.

Zaten bu farklılığı idrak ettirmek için de gözleri yarı kapatılmıştır; Nuruziya’yı almış olduğu için tam değil; Skoç gizemlerine aşina olmadığı için açık değil; Hakikati ancak bir tül arkasından görebileceğinin idraki için yarı kapalı.

İykaafı yapılacak olan aday böylece yemin kürsüsüne gelir. Başında Barış ve Zafer Sembolü olan Defne – Zeytin Dallarından Örülmüş Taç ve alnında Gönye olduğu halde İtaat – Sadakat – Ketumiyet yemini eder. Bu yeminin anlamı Skoç Masonları için çok önemlidir ve anlamı insanı vebal altında tutacak kadar önemlidir.

Sadece özetlemekle yetinelim.

Ketumiyet, yeminin içindeki ilk kavramdır. Skoç Masonunun ettiği Ketumiyet yemini son derece anlamlıdır. Arapça’da “gizleme, saklama, sır tutma” anlamlarına gelen Ketm kelimesinden türeyen ve “ağzı sıkılık” anlamına gelen Ketumiyet veya Ketumluk, Silence (silentum) ve Secrecy (secretus) kelimelerinin karşılığıdır. Her iki kelime de, “sır saklama, sır tutma ve ketumiyet” olarak aşağı yukarı eşanlamlıdır. Bir kişinin veya kurumun sır olarak verdiği ve başkalarına söylememen için söz verdirdiği veya yemin ettirdiği bir şeyi başkalarına boş boğazlık edip söylememektir.

Sır nedir, ne değildir?

Bu tartışılabilir.

Ama tartışılmaması gereken, öğrenirken veya aktarılırken başkasına söylenilmeyeceğine söz verilen bir şeyin gerçekten de ağız sıkılığı ile söylenilmemesi ketumiyet tanımının içine girer ve böyle davranan kişilere de ketum denir.

Ketumiyet, bireysel boyuttan toplumsal boyuta kadar her düzeyde geçerlidir. Örnek olarak kişisel sırlar, aile sırları karı koca sırları, eş dost sırları, aile sırları, mesleki sırlar, görev sırları, devlet sırları ve askeri sırlar gibi uzar gider. Bunları ifşa etmek ve hakkı olmayanlara göre söylemek suç veya en azından karakter zaafıdır.

Hatta laf taşıma, dedikodu, koğuculuk ve gıybet gibi erdemsizlikler hemen bütün inançlarda kınanarak hıyanet ve nifak vesilesi sayılmıştır. Bu bakımdan, insanın kendisine sır olarak tevdi edilen bir emaneti, o kendi telakkisine göre sır olsun olmasın, bir kere ketum olacağına söz verdikten sonra; başkasına söylemesi, yani faş etmesi onurlu ve dürüst bir davranış sayılamaz.

Masonluk da ezoterik bir kurum olduğu ve öğretileri sadece o kurumun üyelerine açık olduğu ve hatta dereceler sistemi dolayısıyla bir üst derecenin öğretisi bir alt derece için gizli tutulduğuna göre ketumiyet esastır ve baştan sona her derecesi için geçerlidir. Hatta ketumiyetin önemi ve bağlayıcılığı, en alt dereceden en üst dereceye doğru gitgide daha da güçlenerek kemâle ulaşır. Çünkü dereceler yükseldikçe, insanın bildiğinden sorumlu olacağı ilkesine göre yükümlülüğü ve ketumiyet erdemi güçlenir.

Masonlukta ketumiyet ilkesi, sadece dereceler özgü öğretilerin alt derecelere veya haricilere aktarılması değil; aynı zamanda ve özellikle olup bitenlerin ve konuşulanların aktarılmaması hususunu da kapsar. Çünkü verilen söze ve edilen yemine göre bütün bunların hepsi de sır olup ketumiyet kapsamına girer.

Denilebilir ki, Masonlukla ilgili karşıt yayınlarda bunların tamamının kamuoyuna yansıtılmış durumda olması nedeniyle, zaten herkes bunları öğrenmek imkanına sahip olduğundan Masonlukta sır olarak kabul edilen şeylerin artık sır olarak kabul edilmemeleri gerekir.

Yazar bu kanıda değildir.

Çünkü ketumiyet erdeminin özelliği saklanan sır değil, sır saklama gibi bir ruh yüceliğine sahip olunmasıdır.

İnsan eğer kendisine güvenmiyorsa veya aldıktan sonra kendi kendine sırdı değildi yorumuna girecekse bu sırrı almamalı ve kimseye söylemeyeceğim diye yemin etmemelidir. Yemini bozmak zillettir, ********liktir.

Diğer bir anlamda ketum olmak, hep doğruyu söylemek; ama her doğruyu, her yerde ve her zaman söylememektir. İşte ketumiyet olarak ifade edilen karakter yüceliği ve şövalyelere lâyık fazilet budur.

Neden, haricilere söylememek gerekir?

Çünkü Masonluk ezoterik bir sistemdir ve doktrinleri dışındaki öğretilerini sembolik dille aktarır. Bu nedenle tekris olmamışlar sembolik dili bilemez ve derinlemesine anlamlarını tefekkür edemezler. Mesela Çırak derecesinin kutsal kelimesini bir harici bilse ve de düzenli duruşunu yapsa; inan olsun ki, papağan gibi tekrar etmekten ve maymun gibi taklit etmekten başka bir şey yapamaz. İfade edilmek istenilen derin anlamlarını, değil derinlemesine yüzeysel olarak bile bilemez. İdrak edemez. Gereğini yapamaz. Hatta taklit etmek isterken, bilinçli olsun olmasın, Masonluğa zarar verecek kadar ileriye gidebilir.

Aynı şekilde bir derecenin öğretilerinin veya yapılan konuşmaların daha alt derecelere aktarılmaması hususu daha da çok önemlidir. Çünkü her şeyden önce bir üst dereceye çıkmış Masonun ketumiyet konusuna ilişkin bilinç ve sorumluluğu çok daha büyüktür. Çünkü Masonluk, dereceler sisteminden oluşan bir merdiven olduğundan; merdiveni sağlam tırmanmanın amacı her basamağa basıp içerdiği bilgiyi ve özelliği iyice öğrenmektir. Yoksa bir üst veya çok daha üst basamakların öğretisini duymak ilk başta çekici gibi olsa da, anlamsız ve yararsızdır. Çünkü bir üst derecenin aslı esası ancak bu derecenin fiilen iktisap edilmesiyle anlaşılabilir; bunun dışında, aktarılacak yarım yamalak bilgiler yanlış anlaşılabilir ve değerlendirilebilir. Kısaca madem ki, açıklanmamasına söz verilmiştir, yemin edilmiştir; ifşa edilmemesi karakter meselesidir. Bunun özrü olamaz! Öyleyse “parmağını dudağına koy” ve sus…

İtaat sözlük anlamıyla Obedience (Obedientia) kelimesinin tam karşılığı! Anlamı “söz dinleme” ve “alınan emre boyun eğme” olarak bilinen itaat, Arapça tav kökünden türer. Arapça’da, “tı” ve “ayın” harfleri ile yazılan tav kelimesinin, biri “boyun eğme” ve diğeri “isteyerek bir şeyi yapma” olmak üzere iki anlamı vardır.

Genel anlamda yurttaş olarak yasalara itaat edilir; çünkü devletle birey arasındaki doğal yurttaşlık sözleşmesinde yasalara uyulacağına ve boyun eğileceğine söz verilmiştir. Eğer yasalar beğenilmese değiştirilmeye çalışılır; ama değişinceye kadar mevcut yasaya itaat edilir. Aynı yöntem Masonluk için de geçerlidir.

Mevcut yazılı ilkeler ve kuralların yanında ve ötesinde hatta landmark denilen yükümlülüklere bile itaat etmek şart koşulmuştur.

Peki EKSR’de, neye itaat?

Yukarıda açıklanan tebaanın hükümdara ve halkın devlete itaati benzeri, jüridiksiyon kavramının lâfzına ve ruhuna uygun olarak EKSR jüridiksiyonu ve otokratik otoritesine itaat!

Böylece itaat etmeyi öğrenerek kendini emir vermeye hazırlamak…

Yani EKSR’nin Anayasa ve Tüzükleri ile ülkemizde EKSR jüridiksiyonunun tek egemen yönetim, denetim ve otokratik yasama birimi olan Türkiye Yüksek Şûrasının, İç Tüzük ve kararlarına tam itaat!

Skoç Masonu bazında, Atölyeler vasıtası ile dolaylı; kurum bazında Atölyelerin özerk olması bazında doğrudan EKSR’nin otokratik iradesini temsil eden Yüksek Şûra’ya itaat; tam anlamıyla jüridiksiyonuna obediyans. Zaten başka türlü de olamaz.

Sistem monarşik oldu mu; yani oluşumu sağlayan ve Anayasayı üreten irade mekanizması kralî fermana dayanan emirname niteliği taşıdı mı ve de Masonlar kralın tebaası olarak kabul edildi mi; bunun adı yani tebaanın krala bağlılığı, tam bir obediyanstır; yani itaattir.

Peki böyle bir itaat, demokratik anlayış içinde kabul edilir mi?

Vallahi olur vede edilir?

Hürriyet ve demokrasi savunucusu ABD’nde, bu Anayasa ve Tüzüklerin 1786 yılında düzenlenmesinden 15 yıl sonra 1801 yılında kurulan ilk Ana Yüksek Şûra’da bile bu metin benimsendikten vede daha sonra yapılan eklemeler ve küçük nüanslar dışında temeline ve ruhuna değinilmeden bugün dahi otokratik sistem aynen korunduğuna göre neden geçerli olmasın ki?

Avrupa’da rejimi monarşi olsun veya cumhuriyet olsun insan hak ve hürriyetlerine büyük önem veren bütün demokratik ülkelerde EKSR’nin kendine özgü otokratik sistemi yadırganmadan kabul edildiğine göre neden uygun olmasın ki?

Nitekim bizler de, önceden kapsamını bilerek veya bilmeyerek EKSR’ne girmek için bu yemini ettikten sonra, elimize verildiğine göre mutlaka okumuş olmamız gereken Anayasa ve Tüzüklerden durumun ne olduğunu idrak edemediysek; Ritlerin jüridiksiyonunun, Büyük Locaların obediyansından kurum ve yasa olarak çok farklı sistemler olduğunu tefrik edemediysek kabahat kimin?

Üyeliği ihtiyarî olan EKSR’nin mi?

Tekrar vurgulamak gerekir ki EKSR, önce kurucusu olan kralın, sonra vâris sıfatıyla Yüksek Şûraların idare ve iradesine kayıtsız şartsız bağlı bir otokratik masonik rejimdir.

Dolayısıyla edilen yemin, bu sistemin temelini teşkil eden yasalara olduğu gibi aynı şekilde ve aynı bağlılıkla yönetim merkezi olan Yüksek Şûralara da tam bir itaati, yani obediyansını kapsar. Bu nedenle her Skoç Masonunun ettiği yemin kapsamındaki itaat ilkesinin bütün genişliği ile anlamının ve Rit’in jüridiksiyonu açısından özel öneminin bilincinde olması gerekir.

Sadakat sözlük anlamıyla hem Loyalty (Loyal), hem Fidelity (Fidelitas) kelimelerinin ortak karşılığıdır. Arapça, aşırı doğruluk anlamında sıdk kökünden gelir. Biri dostluk; diğeri görülen iyiliğe bağlılık ve doğruluk olmak üzere birbirine bağlı iki anlamı vardır. Loyalty, hem eski hem yeni anlamlarıyla aynı paralelde kullanılır. Örnek olarak, bir zamanlar monarşik rejimde krala sadık olan Loyalist’lerin yerini, şimdi de devlete sadık olduğunu göstermek amacıyla edilen yeminler, örnek olarak ABD’ye bağlılık yemini (Oath of Loyalty) almıştır.

Sadakat bireyden topluma göre genişleyerek büyür. Örnek olarak bireysel açıdan kendi ÖZ’üne sadakat, yani kesin doğruluk anlamındaki sıdk ve bunun başaranların sıfatı olan sıddık ve sıddıkiyet, bireyden topluma uzanan güzergahta; önce ailesine sadık baba, oğul, eş ve kardeş statüsünden; yakın çevrede arkadaşlara ve dostlara sadakat; ülkesine ve ulusuna sadakat; nihayet Masonluğa sadakat gibi erdemlerle katmerlenip süregider…

Hani sadakat erdeminin anlamı bilinmeden refleks haline gelen Sadakat Duruşu’nun değeri mi anlaşılır?

Ritüelik tema olarak açıklanırsa, Hiram Abi’nin Üstad Mason Efsanesi açıklanan trajik sadakat episodunun bir sonrasında; diğer bir sadakat episodu da, Melik Süleyman tarafından onun yerine atanan Adoniram’ın kişiliğinde sergilenir. Adoniram, Melik Süleyman döneminde Mabed’in yapımı sürecinde, gerek Lübnan dağlarında sedir ahşabı hazırlanması ve gerekse mimarbaşılık görevini tam bir ehliyet ve liyakatle tamamladıktan sonra; bu başarısını Melik Süleyman’ın oğlu kral Rehoboam’ın döneminde de başarıyla sürdürür. Yeni görevi vergi toplama memurluğudur.

Ancak büyük bir başarı ile hayatı pahasına sürdürmekte olduğu görevi sırasında maalesef canından olur ve öldürülür. İşte tam bir sadakat örneği…

Peki EKSR’de neye sadakat? Neye dostluk ve bağlılık?

Yukarıda geniş olarak açıklanan itaat ilkesine ve paralelinde bağlı gönülden bir sadakat!

Aynı bir şövalyenin ettiği yemin metninde sıralanan kavramlar gibi “Tanrı’ya, Krala, ülkeye ve diğer şövalyelere…” kayıtsız şartsız sadakat yemini!

Çünkü bir Skoç Masonunun verdiği söz ve ettiği yemin, aynı eski zaman şövalyelerinin kılıçları üzerine verdikleri söz ve içtikleri ant gibidir. Bir kere söz verildi mi ve yemin edildi mi, mutlaka sadık kalınır ve tutulur.

Bu nedenle söz verilmeden ve yemin edilmeden önce iyice tartılmak ve üzerinde tefekkür edilmelidir. Çünkü bir kere söz verildi mi ve yemin edildi mi; dönülmez, bozulmaz ve mutlaka yerine getirilir.

Bu bakımdan ritüelik ifadeyle “Ne yazık! Söz verip de yerine getirmeyenlere…” kınamasından kurtulmak ve edilen yemine hânis olmaksızın Sadık Masonlar sıfatını hak etmek için; edilen yemin ve verilen sözün çocuk oyuncağı değil; aksine insanın karakterini yansıtan son derece ciddi bir iş olduğunun bilincine yükselmek gerekir.

Yukarıda verilen eski şövalye yemininde Tanrı’yı olduğu gibi yerinde bırakıp; sadece kral tarafından kurulan EKSR ve kralın varisi sıfatıyla Rit’in yönetimi ile yükümlü ve görevli Yüksek Şûraları; hatta bir anlamda Şövalye Mason kimlikli Skoç Masonları ikâme verilen sadakat sözünün muhatapları çok daha iyi anlaşılır.

Öyleyse sadakat öncelikle EKSR’nin yasalarına ve nizamlarına; Rit’in yönetim ve denetim merkezi Yüksek Şûraların tüzük ve kurallarına ve özellikle aynı zamanda aynı yeminle bağlanılan diğer Skoç Masonlarına olan sadakattir.

Bu bir Masonun operatif meslek ahlâkı ve birliğinden kaynaklanan sadakatin bir adım ötesindedir. Çünkü Mason kimliği ile edilen yemin; çok daha bağlayıcı niteliği olan eski Şövalyelik yemininin içindeki erdemlerin ve tavrın eklenmesiyle pekiştirilmiştir.

Öyleyse Skoç Masonlarının ettiği sadakat yemini, Mason yeminine oranla çok daha güçlü ve bağlayıcıdır. Çünkü artık görevler ödeve dönüşmüş; hem sorumluluklar ve yükümlülükler pratik uygulamalara dökülecek şekilde somutlaşmıştır.

Hani Üstad Masonlara öğretilen Beş Dokunuş İlkesi vardır. İşte bu çok anlamlı ilkenin bireysel ölçekte Skoç Masonları tarafından her zaman ve her yerde fiilen uygulanması gerekir. Özellikle de beşinci olanının, yani bireysel anlamda bir başka Kardeşinin veya kurumsal anlamda EKSR’nin ve de TYŞ’nın arkasından gelecek tehlikeleri değil eliyle önlemek; aynı şövalyenin kılıcıyla def etmesi gibi, bütün gücüyle savunmasını zorunlu kılan bir sadakat anlayışı…

Çünkü bu görev; hatta görev değil ödev, EKSR’ne ve TYŞ’na itaat ve sadakat şeklinde açıkça verilmiştir.

Nitekim EKSR TYŞ İçtüzüğünün 180. Maddesi’nde:

“Her Mason, Rit’in derecelerinden birine geçiş merasimi sırasında, Türkiye Yüksek Şûrası’nı, ilk üç dereceden sonraki dereceler için “tek yetki organı” olarak tanıdığına, Rit’in ilke, kural ve tüzüklerine bağlı ve saygılı olacağına söz vermek ve bu sözünü gerektiği veya istendiği zaman yazılı olarak da imzalamak mecburiyetindedir.”

hükmü yer almaktadır.

Bu hüküm EKSR jüridiksiyonunun otokratik yegâne yetkili yönetim ve denetim makamı TYŞ’nın egemenliğini vurgulayacak biçimde, üyelerin EKSR’nin ilke, kural ve tüzüklerine itaat ve sadakat bağını teşkil edecek yeminlerinin zorunluluğunu açıklar.

Bu zorunluluk sadece İçtüzük maddesi olarak teoride kalmamakta, uygulamada da pratiğe dökülmek suretiyle, EKSR’ne iykaaf ve is’ad amacıyla yapılan hemen bütün merasimlerde aşağıda verilen örneklere göre, en azından 10 defa veya çeşitli görevler de üstlenmişse 20 kereden de fazla olmak üzere, en alt dereceden en üst dereceye kadar tüm Skoç Masonlarına çeşitli ifadeler şeklinde tekrarlatılarak pekiştirilmektedir.

EKSR’nin 4°’sinden 33°’sine kadar iykaaf ve Atölye Görevlilerinin is’ad törenlerinde edilen yeminlerin ilgili bölümleri aşağıda verilmiştir.

4° İykaaf Yemininden:
EKSR Türkiye YŞ’nın egemenliğini tanıyorum. Onun tüzük ve kararlarına kendi inançlarıma aykırı düşmedikçe uyacağıma yemin ediyorum … Bana tevdi edilecek sırlara ve benden istenecek her türlü meşru ödevlere …. ölünceye kadar bağlı kalacağıma … söz veriyorum.

9° İykaaf Yemininden:
… Bana emanet edilecek sırları haricîlere veya alt derecedeki bir Masona açıklamayacağım … Ritimizin şerefini koruyacağıma…. yemin ederim.

14° İykaaf Yemininden:
Bundan önceki yeminlerime bağlılığımı yeniden bildirir … yemin ederim.

Olgunlaşma Locaları Başkanının İs’ad Yemininden:
EKSR TYŞ’na …. saygılı ve itaatkar olmayı, Rit’in vakar ve şerefini korumayı, TYŞ’nın emir ve bildirilerine itaat etmeyi, EKSR’nin ilkeleri ile esaslarını korumayı kabul ediyor musunuz?

Olgunlaşma Locaları Görevlilerinin İs’ad Yemininden:
… EKSR’nin Kanun ve Tüzüklerine ve TYŞ’nın emirlerine uyarak tarafsızlıkla, ciddiyet ve vakarla yerine getireceğinize, ayrı ayrı yemin eder misiniz?

Olgunlaşma Locaları Diğer Görevlilerinin İs’ad Yemininden:
EKSR’nin Yasalarını ve Tüzüklerini destekleyerek, koruyup savunacağınıza; TYŞ’nın nizam ve emirlerinize itaat edeceğinize; … ciddiyet ve vakarla ayrı ayrı yemin eder misiniz?

15° İykaaf Yemininden:
… EKSR’nin temel ilkesini bozacak şekilde, hoşgörüye aykırı herhangi bir davranışı önlemek için bütün gücümü kullanacağım. … Türkiye Yüksek Şûrası’na … bağlı kalacağıma yemin ederim.

18° İykaaf Yemininden:
… huzurunda söz veririm ki….. bana verilecek sırları kalbimde saklayacağım. Bu yeminimi güçlendirmek için burada bulunan…. samimiyetime şahit olsunlar.

Hâkim Şapitr Başkanının İs’ad Yemininden:
… EKSR’nin onurunu koruyacak, bu onurun artması ve büyümesi için çaba gösterecek, Rit’in nüfuz ve itibarını yücelteceksiniz.

Hâkim Şapitr Başkanı ve Görevlilerinin İs’ad Yemininden:
… EKSR’nin Anayasaları ve TYŞ’nın Yönetmelik ve Kaidelerini koruyacağınıza, destekleyeceğinize ve uygulayacağınıza …. yemin eder misiniz?

22° İykaaf Yemininden:
… bu derecenin sırlarını bu derecenin altındaki Masonlara bildirmeyeceğim.

27° İykaaf Yemininden:
….. mesleğin üstadlarına itaat edeceğime, …. Masonluğun bana emredeceği her doğru işi yapmakla kendimi yükümlü sayacağıma; Masonluğa sadık kalacağıma ve …. sırlarını kimseye ifşa etmeyeceğime yeminle vaat ve taahhüt ederim.

29° İykaaf Yemininden:
…. burada öğreneceğiniz sırları hiç kimseye ifşa etmemeyi de taahhüt ediyor musunuz?

30° İykaaf Yemininden:
….statüsüne ve nizamlarına riayet etmeyi resmen vaat ve taahhüt ederim. Bunlar benim kanunum ve rehberim olacaktır.

Areopaj Başkanı ve Görevlilerinin İs’ad Yemininden:
… şerefim üzerine, ciddiyet ve vakarla yemin ederim ki, EKSR Sonuncu ve 33. derecesi TYŞ’nın Tüzük ve Nizamlarını destekleyecek, koruyacak ve koruyacağım.

31° İykaaf Yemininden:
Mason kanun ve nizamlarına, usul ve teamüllerine itaat etmeyi… vaat ve taahhüt eder misiniz?

Yüksek Haysiyet Divanı Başkan ve Görevlilerinin İs’ad Yemininden:
… EKSR Anayasasını, Tüzüklerini, TYŞ’nın karar ve emirlerini uygulayacağınıza ciddiyet ve samimiyetle …. yemin eder misiniz?

32° İykaaf Yemininden:
…bu derecenin sırlarını onu bilmek hakkına malik olmayanlara asla ifşa etmeyeceğimi taahhüt ederim…

Yüksek Danışma Divanı Başkanı ve Görevlilerinin İsad Yemininden:
EKSR ‘nin Anayasa, Kanun ve Tüzüklerini destekleyeceğinize, koruyacağınıza ve savunacağınıza ve TYŞ’nın karar ve emirlerine itaat edeceğinize ve bunları uygulayacağınıza … yemin eder misiniz?

33° Agreje İykaaf Yemininden:
Mesleğe, onun ana kaidelerine, Rit’in Anayasasına, genel ve özel nizamlarına sadık kalacağımı, iktidarımın bütün vasıtalarıyla onları koruyacağımı, onlara hürmet edeceğimi, başkalarının da riayet ve hürmet etmelerine çalışacağımı vaat ve taahhüt ederim.

33° Aktif İykaaf Yemininden:
Şimdiye kadar ettiğim Masonluk yeminlerini tekrarlar ve….

33° HBA ve Yönetim Kurulu İsad Yemininden:
…EKSR’nin anayasa ve kanunlarına ve genel kurallarına harfiyen sadık kalacağımı… en mukaddes şeref ve haysiyetim üzerine vaat ve taahhüt ederim…

Yukarıda örneklendiği gibi en alt dereceden en üst dereceye kadar sıralanan tüm iykaaf ve isad yeminleri, incelenen konuyla ilgili olarak üç grupta toplanabilir:

EKSR’nin Anayasa ve Tüzüklerine İtaat ve Sadakat Yeminleri:
İykaaf: 4°, 9°, 14°, 15°, 22°, 27°, 30°, 31°, 33° Agreje, 33° Aktif
İsad: Olgunlaşma Locası, Hâkim Şapitr, Yüksek Haysiyet, Yüksek Danışma, Hakim Büyük Amir ve diğer Görevliler.

Türkiye Yüksek Şurasının Karar ve Emirlerine Sadakat ve İtaat Yeminleri:
İykaaf: 4°, 14°, 15°, 27°, 31°, 33° Agreje, 33° Aktif
İsad: Olgunlaşma Locası, Hâkim Şapitr, Areopaj, Yüksek Haysiyet, Yüksek Danışma.

Ketumiyet ve Sır Saklama Yeminleri:
İykaaf: 4°, 9°, 14°, 18°, 22°, 27°, 29°, 32°, 33° Aktif
İsad: Hâkim Şapitr.

Bu sınıflamadan da görüleceği gibi iykaaf ve isad aşamalarında edilen yeminlerin ortak paydası EKSR’nin Anayasa ve Tüzüklerine, Türkiye Yüksek Şurasının karar ve emirlerine itaat ve sadakat ile sır saklama ve ketumiyet ilkesi üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Neden böylesine bir pekiştirmeye gerek görülmüş de, sadece 4°’ye iykaaf sürecinde derli toplu bu yeminin edilmesi yeterli bulunmamış; diğer derecelerde sadece özetle “tekrarlarım” teyidi ile yetinilmemiştir?

Sebebi, Masonluğun tarihsel süreç içinde çok çektiği ve adeta yok olmak tehlikesinden güç bela kurtulabildiği kargaşanın yeniden tekrarlanmasını önlemektir.

Büyük Frederik’in 1786 yılında EKSR’yi kurmasının Anayasa’da yazılı tek amacı, Skoç Masonluğunu çökme ve yok olma tehlikesinden kurtarmak ve örgütü sağlam temeller üzerine oturtmak üzere Masonlukta yeniden BİRLİK sağlamaktır. Böylece Frederik tarafından 1786 Anayasası ile genel anlamda Masonlukta ve özel boyutta Skoç Masonluğunda, özellikle novatores adını verdiği yenilikçilerin olumsuz etkisiyle Masonlukla doğrudan veya dolaylı ilgili veya hiç ilgisi olmadığı halde kendini masonmuş gibi göstermeye çalışan çok çeşitli ritlerin ve tarzların meydana getirdiği KAOS ortamını bertaraf ederek Masonluğu yeniden NİZAM’a yani Düzen’e kavuşturmak ve güvenceye almaktır.

Nitekim 1786 Anayasası, Kaos’tan Nizam’a veya Düzen’e geçildiğinden bu dönüm noktası Ordo ab Chao, yani Kaos’tan Nizam’a şeklinde EKSR Yüksek Şûralarının mottosu olmuştur.

Peki Nizam yani Düzen nasıl korunacaktır?

Bunun yöntemi de diğer motto olan Deus Meumque Jus mottosu ile Allah ve Benim Hukukum olarak açıklanmıştır.

Bunun anlamı Nizam’ın korunması biri uhrevi, yani Allah’ın iradesi ve ilâhî kanunu ile; diğeri dünyevi kanun yani hukuka bırakılmıştır. Öyleyse Nizam’ın temini ve korunması, ancak ve ancak EKSR jüriprudansına yani anayasaları ve tüzükleri ile merkezi otokratik yönetim birimleri olan Yüksek Şûraların tüzük, yönetmelik, karar ve emirlerine uymakla mümkündür.

Skoç Masonluğunun ve özellikle EKSR’nin tarihsel süreç içindeki gustosu da, bir sonraki yasal mevzuatın bir öncekini kısmen tamamlamak suretiyle, dönemin şart ve ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi ve adeta ikmal görevi üstlenmesidir. Örneklenirse, 1786 Anayasası daha önceki 1762 Anayasası’nı revize ve modifiye etmekle birlikte aynen kabul ettiği gibi; 1801 Ana Yüksek Şura tarafından 1802’de hazırlanan Anayasa veya Genel Tüzük de, özellikle 1786 Paris ve Berlin olmak üzere, bu eski Anayasaların oluşturduğu hukuki temel üzerine kurulmuştur. Türkiye Yüksek Şurasının İç Tüzüğü (yazara göre Genel Tüzüğü) de, bu iki Anayasa’nın hukuki yapısını oluşturan ilklere ve kriterlere göre hazırlanmış olduğu gibi eskiden bugüne çok az değişikliğe uğramıştır.

Sonuç olarak genel anlamda Masonluğun, özel olarak Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti’nin varlığını Nizam içinde sürdürmesinin ve yeniden Kaos’a sürüklenmemesinin tek şartı, bütün Skoç Masonlarının EKSR’nin Anayasalarına ve Tüzükleri ile Türkiye Yüksek Şurası’nın İçtüzüğü, kararları ve emirlerine itaat etmesi ve sadakat göstermesi yanında, ketumiyet ve sır saklama için ettiği yemine harfiyen uyması ile geçerli olacaktır.

Özetle Ordo ab Chao mottosunun intizamı altında EKSR’nin varlığını sürdürmesi ancak ve ancak, Deus Meumque Jus dövizinin canlılığını koruması ile; bu dövizin geçerliliği de, önce Evrenin En Yüce Ulu Mimarı’nın şanı ile ve sonra EKSR Jüriprudansı’na uymakla ve korumakla mümkün olabilir.

İşte hür ve serbest irademizle ettiğimiz yeminlerin anlamı ve önemi..

Masonların sözlerini, mottolarının anlamlarını alıntılar eşliğinde aktaracağım…

Ad Universi Terrarum Orbis Summi Architecti Gloriam
(Evrenin Ulu Mimarı’nın Yüce Şanına)

Deus Memque Jus: (Allah ve Benim Hakkım)

Ordo ab Chao: (Kaostan Nizama)

Pax Vobis: (Barış Seninle Olsun)

Vincero aut Mori: (Yaşamaktansa Ölüm)

Perit aut Vivat: (Ölüm veya Hayat)

Spes Mea in Deo Est: (Ümidim Allah’dadır)

Omnia Tempus Alit: (Zaman Dertlerin Devasıdır)

Pro Deo et Patria: (Allah ve Vatan İçin)

Restorate Pacem Patri: (Vatana Tekrar Barış Geldi)

Justitia Nobis Regula Immutabilis: (Adalet Değişmez Kanundur)

Ardens Gloria Surgit: (Şevkle Sürdürülen Şan Yücelir)

Lex Non Scripta: (Yazılı Olmayan Kanun)

Salix Noni Tengu: (Saçtığımız Nur Yol Gösterir)

Suum Cuique Jus: (Kendi ve Hakkı)

Virtute et Silento: (Fazilet ve Sükûn)

Magna est Veritas et Praevalebit: (Hakikat Güçlüdür ve Ebediyen Öyle Kalacaktır)

Lux Inens Agit Nos: (Bâtmî Nurumuz Bize Şevk Verir)

Is Chronia Theo Uperchronon Sumbolon: (Zamanın Kudreti, Zamandan Yüce Allah’ın Sembolüdür)

Inveni Veritem in Ore Leonis: (Gizli Hakikat Arslanın Ağzındadır)

Laborare est Orare: (Çalışmak İbadettir)

Ignem Natura Regenerando Integra: (Tabiatın Ateşi Yeniden Canlandırır)

Fiat Justitia Ruat Coelum: (Adaletin İlâhî Işığı)

Lex Occidente Est: (Kanun Batı’dadır)

Virtus Junxit Mors Non Separabit: (Faziletle Birlik Olduk, Ölüm Bizi Ayıramaz)

Lux Fiat et Lux Fit: (Işık Olsun ve Işık Oldu)

Fiat Orient Lux: (Işık Doğu’dan Gelir)

Inter Nos Regnant Indulgentia: (Aramızda Şefkat Hüküm Sürmelidir)

Ne Varietur: (Değişmez)

Laus Deo Custos Arcani: (Uhrevî Sırları Saklayan Allah’a Yakar)

Fiat Justitia Ruat Coleum: (Adalet İlâhidir)

Imperium Harmonia Sapiente: (Kuvvet Ahenk Akluhikmet) [ALINTI]

9. Derecede Ritüel hakkında bilgileri alıntılar eşliğinde aktaracağım…

Pek Muktedir – Stolkin Kardeş, mazeretler hakkında vadilere söz veriniz.

Stolkin – Mazeretler hakkında söz serbesttir Kardeşlerim Vadiler sessizlik içindedir Pek Muktedir.

Pek Muktedir – Stolkin Kardeşim Masonluğun genel, Atölyemizin özel menfaatleri hakkında söz isteyen var mı?

Stolkin – Kardeşlerim, söz isteyen varsa bildirsin. (Biraz bekler) Pek Muktedir vadiler sessizlik içindedir.

MÜZİK II

Pek Muktedir – Hasenat Emini Kardeşim görevinizi yapınız.

(Yardım kesesi dolaştıktan sonra)

Stolkin – Pek Muktedir yardım kesesi emrinizi bekliyor.

Pek Muktedir – Hatip Kardeş ile birlikte sayılsın ve Kardeşlere duyurulsun.

(Kese sayıldıktan sonra usulüne göre ilân edilir)

Pek Muktedir – Teşekkür ederim. Stolkin Kardeş, saat kaçtır?

Stolkin – Seçilmiş Dokuzların dönüş zamanıdır. Şapitrin dokuz ışığı bu anda parlamaktadır.

Pek Muktedir – Dinlenme vakti gelmiştir, çalışmamıza usulünce son vereceğim. Kardeşlerim ayağa kalkınız ve silâhlarınızı bana yöneltiniz.

(Kardeşler başparmakları kalkık sağ yumruklarını Pek Muktedire doğru uzatırlar)

Hatip – Uygarlığın, nur ve ışığın, barbarlığa ve karanlığa karşı davasına.

Stolkin – Fikir hürriyeti davasına.

Pek Muktedir – Eğitim davasına ve cehalete karşı bitmeyen mücadele davasına.

Bütün Kardeşler – Şimdiden ve sözümüzden hiçbir zaman dönmemek üzere gönülden bağlanıyoruz.

Pek Muktedir – Sadakat duruşuna geçiniz Kardeşlerim. Stolkin Kardeş bana kendinizi tanıtınız.

Stolkin – (Elinde hançer olarak Pek Muktedir’in yanına koşar adımlarla gelir. Pek Muktedir tanıtma işaretini vererek Nekam der. Stolkin karşı işareti yaparak Nekah der)

Pek Muktedir – Bana dokunuşu veriniz, Kardeşlerim.

Stolkin – (Çalışmaya başlarken olduğu gibi dokunuşu verir ve yerine döner)

Pek Muktedir – (•• •• •• •• •)

Stolkin – (•• •• •• •• •)

Pek Muktedir – İşaret ve alkış için bana uyunuz Kardeşlerim.

(İşaret – Alkış)

Evrenin Ulu Mimarının Yüce Şanına, Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti 33. ve Sonuncu Derecesi Türkiye Yüksek Şurası adına Seçilmiş Dokuzlar Şapitrinin bugünkü çalışmasına son veriyorum.

Ketumiyet kaidesini hatırlayarak sulh ve sükûn içinde dağılalım Kardeşlerim

Bugün dünyada ve ülkemizde ne oluyorsa, ABD, İngiltere ve İsrail tarafından yapıldığı düşünülüyor. Peki hiç düşündünüz mü, tüm bu söylentilerin gerçek olma olasılığı var mıdır ?



Dünyayı kim yönetiyor ?

Bazı ülkelerde yaşanan olaylarda aklımızın ermediği kadar hızlı değişimler nasıl oluyor ? Dünya İmparatorluğu’nun başında hangi güçler var ? Bir aile düşününki yaklaşık 15 trilyon dolarlık bir parayı yönetsin. Dünya ekonomisinin döndürdüğü parayı tek başına elinde tutuyor olsun. Bu ailenin sadece New York’da 1 trilyon dolar değerinde gayrimenkul yatırımı bulunmakta. Bahsi geçen bu aile Rockefeller ailesidir. Kirli para, illüminati ve yeni dünya düzeni deyince akla gelen iki aileden biri Rockefellerlar. ABD ve İsrail’in arkasındaki asıl güç olduğuda söylenen aile John Rockefeller tarafından kurulmuştur. 1863 yılında dünyanın ilk petrol rafinerisini kurmuş, buradan milyon dolarlar kazanmış, kazandıklarını ise bankacılık, finans ve medya gibi kuruluşlara aktararak müthiş bir zenginliğe ulaşmıştır. Standart Oil Company, Shell, NBC, CITI GROUP, EXXON-MOBİL, BP ve CHEVRON gibi pek çok şirket bu aileye ait. ABD’nin en büyük bankalarından biri olan Chase Manhattan Bankası, Rockefellerların en büyük yatırımlarından biri. Bu bankanın bugünkü piyasa değeri neredeyse 3 trilyon dolar. Bu aile Amerikan Merkez Bankasının kurucu ortağıdır. Yani Amerikan parasının sahibi olan bir aileden bahsedilmekte. Sanırım şimdi ailenin dünyadaki gücü çok daha iyi anlaşılmıştır. Hatta Rockefellerların Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın açıklanmayan gizli ortağı olduğu dahil söylenmektedir. Dünyanın efendisi olarak kabul edilen bu aile yahudi siyonistler ve anglosakson ingilizler ile birlikte hareket etmektedir.



Protestan kökenli bir aile olmalarına karşın yahudi sempatizanı ve hristiyan siyonisti olarak adlandırılırlar. Kurdukları bazı organizasyonlar bu gruplarla birlikte hareket ederek dünya siyasetine katılmakta ve yön vermektedir. Özellikle bu aile dünyayı hem siyaseten hem de ekonomi olarak yönetmektedir. Hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve ordular, Rockefeller‘ın ya kontrolünde ya da hedefindedir. Yakın geçmişte Mısır’da ve tüm Arap Yarımadası’nda bir Arap Baharı başladı. Fakat Arap Baharı hüsranla bitti. Libya, Mısır, Yemen ve Suriye karmakarışık durumda. Peki neden ayaklanmalar bir devrimle bitmiyor ? Bu kimin işine geliyor ? İşte komplo teorisyenleri bu durumun planlandığını ve planlarının dünyanın efendisinin amacına uygun olduğunu anlatmaktadır. Yani dünyada öyle kafanıza göre devrim yapamazsınız, çıkışlar oluşturamazsınız. İstediğiniz yere savaş açamazsınız. Yaşanan bazı krizler, savaşlar hatta politik olaylar onların işine gelecektir. Örneğin körfez savaşı, Irak savaşı, Vietnam savaşı, Afganistan hatta ikiz kulelerin bombalanması bile Rockefeller tarafından oluşturulan krizler olarak komplo teorisylenleri tarafından düşünülür ve söylenir.



Aileye yakın olduğu düşünülen yahudi film yapımcısı Aaron Russo, 11 Eylül 2001 saldırılarının Rockefeller ailesi tarafından yaptırıldığını iddia etmiş ve 6 ay sonra ölmüştür. Aaron Russo’nun bir röportajda şu ifadeleri kullanmıştır: “Bana 11 eylül saldırıları gerçekleşmeden 11 ay önce haber verdi. Bir olayın yaşanacağını, böylece Afganistan’ı işgal edeceğimizi, Irak’ı işgal edeceğimizi, petrol bölgelerini ele geçireceğimizi ve üs kuracağımızı söyledi. Kiminle savaşıyorsunuz ? Neden 11 eylül saldırılarından sonra başka hiç saldırı olmadığını sanıyorsunuz ? Sizce güvenliğimiz çok mu iyi ? Sizce ilk uçak saldırısını yapanlar başka uçak gönderemediler mi ? Bunlar saçmalık !” Rockefeller ailesinin sahibi olduğu şirketler yönettiği fonlar, organizasyonlar ve vakıflar dünyanın yarısından fazlasını etki altına almaktadır. Rockefeller şirketinin verdiği eğitim bursu ülke siyasetlerinde bile önemli yer tutmaktadır. Hatta ülkemizde söz sahibi olmuş önemli siyasetçilerden olan Bülent Ecevit ve Deniz Baykal bu eğitim burslarıyla okumuşlardır. NBC ve akla gelmeyecek daha birçok TV kanalı Rockefeller ailesine aittir. Bu yüzden medya kontrolüyle geniş kitlerere kendi ideolojilerini aktarabilirler. John Rockefeller yaklaşık 340 milyar dolarlık servetiyle öldükten yıllar sonra bile tüm zamanların en zengin insanı olma ünvanını taşımakta. Forbes dergisi her yıl dünyanın en zengin ailelerini açıklar. Bu listede yaklaşık olarak 30-40 milyar dolarlık serveti olanlar bulunur. Peki hiç düşündünüz mü, bu listede neden bu aile yok ? Aslında isimlerinin listede isimlerinin olması onlara zarar vereceğini çok iyi biliyorlar. Çünkü dünyayı yönetmek için geri planda olmak gerekiyor. Ancak işin iç yüzünü bilenler realitenin böyle olmadığının farkındalar. Kağıt üzerinde görünmeseler de ABD’nin ve dünyanın en zengin ailesi Rockefellerlar. Kontrol ettikleri para 5 trilyon dolar ile 15 trilyon dolar arasında değişiyor. Rockefellerların başında olan isim David Rockefeller, amacını şu çarpıcı ifadelerle anlatıyor: “Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda halkların kendilerini yönetme hakları artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan elitin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.” Aileyi uzun bir zamandır onun torunu olan 100 yaşındaki David Rockefeller yönetmekte ve sıklıkla yeni dünya düzeni gibi söylemlerde bulunmakta. Organları çürümeye başlayınca doktorlar, 80 yaşından sonra bir kişinin organ nakli olmasının riskli olduğunu söyleyince, o şöyle demiş: “soyismini Rockefeller ise 120 yaşında da kalp nakli olabilirsiniz. Çünkü tıp kanunları Rockefellerlar için geçerli değil. Rockefeller soyadının ömrü uzundur.” Aileyi uzun bir süredir yönetmekte olan David Rockefeller sıkılıkla yeni dünya düzeni denilen ve dünyada tüm ulusların tek ulus olduğu başında da elitlerin olduğu bir yönetim sisteminden bahsetmektedir. Bugün ailenin başındaki David Rockefeller 1915 doğumlu yani tam olarak 101 yaşında. 101 yaşına gelene kadar 6 defa kalp nakli, 3 defa böbrek nakli ve defalarca damarları değişen bu adamın hedefinde 200 yaşını görmek var. Organları çürümeye başlayınca doktorlar, 80 yaşından sonra bir kişinin organ nakli olmasının riskli olduğunu söyleyince, o şöyle demiş: “soyismini Rockefeller ise 120 yaşında da kalp nakli olabilirsiniz. Çünkü tıp kanunları Rockefellerlar için geçerli değil. Rockefeller soyadının ömrü uzundur.”

Tarihi 16. yüzyıla kadar dayanan yahudi kökenli Rothschild ailesi, trilyonlarca dolarlık servetleriyle dünyanın en zengin ve en kirli işlerine bulaşmış ailelerinden biridir. Aileyi kuran Mayer Amschel Rothschild, zamanında 5 oğlunu, Avrupa’nın 5 büyük başkentine göndermiş ve aile günümüze kadar uyuşturucu ve köle ticaretiyle, dünya borsasına yaptıkları hilelerle ve savaşa sürükledikleri ülkere verdikleri yüksek faizli borçlarla hızla büyümüştür. Rothschild ailesi, Fransa-İngiltere savaşında iki tarafa da borç vererek, İngiltere Merkez Bankasını yaklaşık 80 yıl boyunca yönetmiş, Hitler Almanyası’nı gizliden desteklemiş, Rus-Japon savaşına zemin hazırlamış ve Kırım savaşında Osmanlı Devleti’ne dış borç vermesine rağmen Osmanlı’ya komşu olan ülkeleri finanse edip Osmanlı’ya karşı savaşmaları için kışkırtmış ve Osmanlı’nın askeri, ekonomik gücünü yıpratmak için elinden geleni yapmıştır. Afrika’da çıkardıkları kargaşalar sonucu 1 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiş ve bu kıtanın yer altı zenginlikleri de Rothschild ailesi tarafından domine edilmişti. İddialara göre dünya elmas ticaretinin %90’ı, altın ticaretinin ise %40’ı bu aile tarafından yapılmaktadır. Toplam servetleri 1937 yılında 500 milyar dolara, yani ABD’nin gayri safi milli hasılasının 2 katına çıkmıştır. Günümüzdeki toplam servetlerinin 3 trilyon dolar civarında olduğu söylenmektedir. İsrail devletinin kurulup gelişmesine de büyük destek sağlayan bu yahudi ailenin bazı kuralları vardır ve bu kurallar tahminen şu şekildedir: “Servetin ve aile lideri, ailenin en büyük erkeği olacaktır. Ailenin servetinin dışarı çıkmaması için evlilik sadece kuzenler arasında olmalıdır. Aile serveti bölünmemeli ve gizli tutulmalıdır.” Bu, Rothschild ailesinin dünyanın en zenginleri listesinde görmememizin sebebidir. Aşğıdaki resimde; İngiltere, Buckinghamshire bölgesinde bulunan Rothschild ailesinin 19.yüzyıl sonlarına doğru yaptırdığı Waddesdon malikanesi (Waddesdon Manor) görülmektedir. 1950’lerde devlete miras olarak verilmiş. Bazı komplo teorisyenler, ailenin yeni dünya düzenini sağlamak adına şirketleri ve devletleri kontrol ettiğini ve bir illüminati üyesi olduğunu iddia etmektedir. Ailenin bir üyesi olan Marie-Helene de Rotschild, 12 Aralık 1972 tarihinde Fransa’da bulunan ve kendilerine ait olan Ferrieres Şatosu’nda dünya jet sosyetesine özel bir davet verdi. Bu verdikleri bu parti günümüzde illuminati partisi olarak anılmaktadır. Partiye katılanlara, erkeklerin siyah bir takım, kadınların ise uzun elbise giymeleri ve kafalarına sürreal görünümde bir şeyler takması konusunda özellikle uyarıldı. Partinin tüm davetiyleri sadece aynadan bakıldığında okunacak bir biçimde tersten yazılmıştı. Partinin ardından kamuoyuna sunulan fotoğraflarda partinin ne kadar aykırı olduğu görülüyor. Fotoğraflar sanki bir korku filmi çekimlerinin kamera arkası görüntülerini andırıyor. Kamuoyuna sunulan parti fotoğrafları aşağıdadır.

Uyuşturucu Trafiği‘ne Dünya üzerinde tartışmasız yön verici durumda olan aile. Dünya üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti içerisindeki uyuşturucu tacirliği yapan kişilerinde olduğu, uyuşturucu trafiğindeki kişilerle birlikte çalışırlar.



Astor Ailesi ve Kirli işleri

Görünüşte bir burs izlenimi yaratan ”Rhodes Bursu” vasıtası ile birlikte üniversiteler, dernek işleyişi içerisindeki kurum ve kuruluşlara yardımlara yaparak kendilerini temize çıkaran Siyonizm‘e hizmet eden bir aile. İsrail’in gizli servisi olan Mossad istihbarat Servisi ilede çok sıkı fıkıdırlar. Mossad, uyuşturucu sevkiyatlarında Astor ailesi‘ne büyük destekler sağlamaktadır. Aralarında ço sağlam bir bağ vardır. Her yönde birbirlerine destekten kaçınmazlar. Astor Ailesi‘nin Dünya üzerinde saygın bir yere sahip olmasından ötürü, Mossad ajanları Dünya’nın neresinde olursa olsunlar, bu aile sayesinde rahat bir hareket alanı kazanırlar.
Günümüzün eniyi para haklama işi yardımlar ile gerçekleşmektedir. Ailenin kurmuş olduğu vakıf ve dernekler aracılığı ile kara para aklama Bilim, uzay ve teknoloji alanında araştırmalar yapan kurum ve kuruluşlara bağış adı altında verilerek giderilir. Siyonizm Aileleri içerisinde bulunan aileler arasında En tehliklilerinden birisidir Astor Ailesi. Rockefeller gibi aileler tarafındanda destek görmektedir.

16.yy Amerika’ya göç eden Püriten bir ailedir.’’Skulls and Bones Society’’(Kurukafa ve Kemik Tarikatı)’ye birçok üye veren bu aile,ABD yönetiminde önemli görevler üstlenmişlerdir.Bunlar Harvey Hollıster Bundy,William Putnam Bundy ve McGeorge Bundy’dir.Harvey Hollıster Bundy Müşteşer,Hazine Bakanı,Savaş Sekreteri’ydi ve atom bombasının yapımında Manhattan Projesi’nde görev almıştı.William Putnam Bundy,CIA,Ulusal Hedefler Başkanlık Komisyonu,Uluslararası Güvenlik Savunma Bakanı Yardımcısı,Vietnam savaşı döneminde Doğu Asya ve Pasifik Sekreteri,CFR Foreıgn Affaırs Editörü,Amerikan Meclisi üyesi görevlerini üstlenmişti.McGeorge Bundy Dış İşleri Politikaso Analisti,CFR Analisti,Savaş Sekreteri Yardımcısı,Ulusal Güvenlik Özel YardımcısıUlusal Güvenlik Danışmanı,Ford Vakfı başkanı olarak üst düzey konumlarda çalışmıştır.Danışmanlık şirketleri bunların kontrolündedir ve bu sayede gücün yüksek kademelerinde yer alır. 3.Collıns Ailesi Collıns ailesi,New England’tangelen çok köklü bir ailedir.Satanist bir klüp olan ‘’Hell Fire Club’’(Cehennem Ateşi Klübü) üyesidirler.Bu klübe üyelik Biritanya hükümeti’nin yüksek çevrelerinde itibarlıdır.Satanist akımları dünyaya yayarak beyin kontrollü köle yaratmak için kullanılmaktadır.Bu klüp üyeleri arasında ABD başkanları,İngiliz bakanlar,lordlar ve prenslerde vardır.Bu klüp üyeleri gizli cinsel ritüelleri yapmaktadırlar.Aile’nin geçmişinde bazı aile mensupları(Jane Collıns,1650’li yıllar)cadılıkla ve büyücülükle suçlanmışlardır.Ailenin Amerika’daki kolu,Amerika İç savaşı’ndan hemen önce Todd soyadını aldı.Ailenin damatları arasında eski Amerikan başkanları Madison ve Lincoln vardır.

Astor Ailesi

Du Pont hanedanı, 13 İlluminati ailesinden biridir.[1] Bu aileler, Birinci Dünya Savası’ndan beri dünyayı sekillendiren esas itibariyle uluslar üstü Amerikan sermayesinin kontrolünü elinde bulunduran perde arkası güçlerdir.

Dünya para piyasasının denetimini saglamak üzere ‘Uluslararası Para Fonu (IMF)’nin yasal ve teknik çalısmaları da CFR tarafından yapılmıştır. Böylece Rockefeller, Mellon, DuPont, Rothschild vb. Bankacıların olusturdugu özel bankalar karteli; Federal Reserve System (Federal Merkez Bankası) vasıtası ile hükümete para akısını, para degerini ve faiz oranlarını dikte etmeye başlamıştır.[2]

Du Pont’lar, Pierre Samuel du Pont de Nemours’un (1739-1817) soyundan gelen Fransız kökenli Amerikalı bir ailedir. 19. yüzyıldan beri, Du Pont ailesi Amerika’nın en zengin ailelerinden biri olmuştur.[3][4]

Du Pont isminin yazımında farklılıklar vardır. Du Pont isminin yazımıyla ilgili başlıca varyasyonlar şunlardır: Dupont, DuPont, du Pont, duPont, Du Pont ve du Pont de Nemours.[1]

Du Pont ailesinin serveti, 200 yılı aşkın bir süredir ve yaklaşık 3, 500 aile üyesi arasında paylaşılmaktadır.[3]

Amerikan istihbaratı ve ordusu; sadece büyük şirketlerin, gizli örgütlerin ve küresel elitin çıkarını ve kişisel güvenliğini korur. Yani ABD’nin ulusal güvenliği diye bir şey yoktur. Aslında Amerika’da “ulus devlet” diye bir şey yoktur! Amerika’da sadece “Aile-Devlet” ya da “Şirket-Devlet” vardır. Sadece Rockefeller şirketler grubunun, J.P. Morganların, Du Pont’un kişisel güvenliği vardır.

Amerika, bir savaşa karar verdiği zaman, bu karar uyuşturucu ve kara parayı yöneten “Skulls and Bones Society”nin, silah şirketlerinin ve diğer bu olaydan kazançlı çıkabilecek şirketlerin kararıdır. Bu nedenle Amerikan halkının sanıldığı kadar önemi de yoktur. 250 milyon kişinin ne yaptığı çok da önemli değildir.

Amerikalılar da bunu pek iyi bilirler. Seçimlere katılım oranı, % 25-30’lara kadar düşmüştür. Amerika’da herkes bilmektedir ki, hangi parti gelirse gelsin, hiçbir şey değişmeyecek!

Bu etkinlik ise güçlü bir polis devleti ile sağlanmıştır. Bu polis devletinin içinde sayıları 30’u geçen ve her dakika herşeyin kaydını bilgisayarlarda tutan bir sürü istihbarat örgütü vardır. Ayrıca her on yıl içinde bu polis devletinin devamını sürdürmek için bir çok yeni istihbarat yapısı ve gizli örgüt oluşturulmaktadır. Amerikalılar, apolitize edilmişlerdir.[5]

Du Pont, her yıl lobicilere politikacılar ve kongre üyeleri satın almak için milyonlarca dolar öder. Geçen yıl DuPont, lobi faaliyetleri için yaklaşık 4.8 milyon dolar harcamıştır.

Aslında, du Pont ve Monsanto politikalarını agresif bir biçimde takip eden gıda lobicilerin çoğu hükümet için çalışmış ya da bunlar için çalışmaktadır. 2008 başkanlık kampanyasında Obama, tarım bölümünün tarım sektörü bölümü olmadığını ve insanların ihtiyaçlarını siyasetin ötesine geçirme sözü verdiğini belirtti. Ancak seçiminden sonra USDA ya da FDA’dan sorumlu, Monsanto ve du Pont gibi biyoteknoloji şirketlerini savunan, lobi faaliyetinde bulunan ya da çalışan yetkilileri atadı. İşte bu kişilerin listesi şöyleydi:

Michael Taylor: Şu anda FDA gıda bakan yardımcısı olan Monsanto’da eski Başkan Yardımcısı.
Tom Vilsack: Iowa’nın eski biyoteknoloji valisi USDA sekreteri olarak görevlendirildi.
Roger Beachy: Şu anda USDA direktörü olan Monsanto’nun eski direktörü.
Elena Kagan: Roundup Ready Yalfalı davada organik çiftçilere karşı Monsanto’nun tarafını tuttu ve şimdi Yüksek Mahkeme’ye aday oldu.
Rajiv Shah: USDA sekreteri olarak görev yapan yanlısı biyoteknoloji Gates Vakfı eski direktörü.
Linda Strachan: ABD Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın sekreter yardımcısı olan Monsanto ve DuPont temsilcisi.
Islam Siddiqui: ABD ticareti için tarım müzakerecisinin temsilcisi olan eski DuPont ve Monsanto VP
Ramona Romero: DuPont’a kurumsal konsol şimdi USDA için Genel Danışman olarak aday gösterildi. 2002 yılında Siyasi Ekonomi Araştırmaları Enstitüsüne dayanan DuPont, ABD’deki hava kirliliğine katkıda bulunan 100 katılımcı arasında birinci sırada yer aldı.[6]
Du Pont veliahtı Robert H. Richards IV, Mart 2014’te, üç yaşındaki kendi kızına tecavüz etti. Ailenin kanunla başı derde giren ilk üyesi o değildi. 1996’da John E. du Pont, altın madalyalı olimpiyat güreşçisi David Schultz’u öldürmüştü ve hikâye, milyarder Larry Ellison’un kızı olan başka bir mirasçı Megan Ellison tarafından yönetilen 2014 filmi Foxcatcher’da tekrar edilmişti.[3]

Eugène du Pont


Du Pont Şirketi’nin Başkanı Eugène du Pont’un Portresi (1840-1902)​

Du Pont Şirketi
du Pont logo, du Pont Foundation, du Pont Şirketi, barut imalatı amacıyla Eleuthére Irénée du Pont de Nemours tarafından 1802 yılında kurulan, kevlar, lycra, teflon, zodiac, freon gibi polimerleri ve kimyasal gazları kimya endüstrisine kazandıran ve bu ürünlerin patentini elinde bulunduran, ilk olarak ABD’de faaliyet göstermeye başlayan kimya şirketidir.

Du Pont logo, du Pont Foundation, du Pont Şirketi, 1999’dan bu yana biyolojiyi kimyaya ekleyerek bilimde yeni bir kurumsal kimlik getirmiştir. du Pont logo, du Pont Foundation, du Pont Şirketi, dünyanın ikinci en büyük (BASF den sonra) kimya şirketidir.[7]
du Pont logo, du Pont Foundation, du Pont Şirketi, kimyasallar, zirai kimyasallar, polimerler, güvenlik malzemeleri, elektronik ve genetiği değiştirilmiş tohumların dünyadaki üçüncü büyük üreticisidir. du Pont logo, du Pont Foundation, du Pont Şirketi’un tesisleri, 70’in üzerinde farklı ülkede faaliyet göstermektedir.[6]

Fransız Devrimi sırasında bir mahkum olan Eleuthére Irénée du Pont, 1799’da Avrupa’ya kaçtı ve burada bugün torunlarını zenginleştirmeye devam eden şirketi kurdu. [1]

Bu şirket, 1902 yılındaki reorganizasyonuyla ailenin bugün elinde bulunan büyük para-yapıcılık gücünü hazırlamıştır. Bu grup içinde yer alan du Pont’lar; finansman, ticaret ve dolaylı olarak da politikayla sıkça ilgilidirler. ABD Başkanı Roosevelt’in New Dealine karşı yapılan muhalefetin perde arkasında du Pont’lar vardı.[8]

Pierre Samuel du Pont



Tarihçe
Du Pont ailesinin biyografileri, 1737 yılında Paris’te Anne Alexandrine de Montchanin ile Samuel du Pont’un evliliği ile başlar. Anne Alexandrine de Montchanin, Fransa – Burgundy’de yaşayan soylu bir aileden geliyordu. Ailenin ilk oğlu, Pierre Samuel du Pont oldu.

Pierre Samuel du Pont, dahi bir çocuktu. Daha 12 yaşındayken Yunanca ve Latice çeviriler yapıyordu. Pierre 16 yaşındayken annesi ölünce, babasından sık sık dayak yemeye başladı için kaçtı ve amcası Pierre de Montchanin’in yanına sığındı.

Pierre, başlangıçta bir saatçi oldu. Ama kısa bir süre içinde yeteneği birçok üst İlluminati’nin dikkatini çekti. Pierre, Fransız Masonların çoğunlukta olduğu birçok locaya kabul edildi ve orada İlluminati’ye katıldı.

1799 yılında ailesi ile birlikte ABD’ye göç etti ve General Jefferson’un talebiyle ABD ulusal eğitim sistemini oluşturmak için çalışmalara başladı. Pierre Samuel, General Thomas Jefferson ile çok yakın arkadaş oldu. Pierre Samuel, İlluminati sistemi ile bağlantısı olan ilk du Pont’tu. Pierre, bunun yanısıra daha sonra ABD başkanı olacak Thomas Jefferson ile çok yakın arkadaş olduğu için; Jefferson, ABD hükümetinin barut ihtiyacının karşılanmasını bu yakın arkadaşına vermişti.

Du Ponts, Thomas Jefferson ile barut üretimi işine başladı. Bu arada Benjamin Franklin ile yakın arkadaş oldu. Benjamin Franklin, Aralık 1776’da Fransa’ya geldiğinde Pierre Samuel du Pont ile görüştüler. Du Pont, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde dünyanın en iyi barut fabrikasını kurdu.

Du Pont ailesinin Fransa’da kalan diğer bireyleri de tek tek Amerika’ya felmeye başladılar. Bunların bir kısmı, bankacılık mesleğine adım attı. Ancak Irenee du Pont, barut işini geliştirmek için kolları sıvadı ve Fransız Devleti’nin kendisine sağladığı teknoloji ve insan gücüyle zamanınen büyük barut şirketinin sahibi oldu.

1802 yılının başlangıcında du Pont ailesinin elinde dünyanın en kaliteli barutu vardı. O sıralarda Kuzey Afrika’da savaşa başlayan Amerika Birleşik Devletleri’nin askerlerinin başarısı, du Pont ailesinin barutuna bağlıydı.

Ailenin en genç bireylerinden biri olan 38 yaşındaki Henry du Pont, barut imalar komutasını devraldı. O, çok otoriterdi ve “Boss Henry” olarak biliniyordu.

Henry öldüğünde Alfred I. du Pont, Pierre Samuel du Pont II ve Thomas Coleman du Pont, çeşitli du Pont imalat işlerini devraldı. Bu üçlü zamanıda du Pot fabrikaları yeniden canlandı. Du Pont fabrikaları yeni teknolojilerle modernize edildi.

Du Pont Hanedanlığı’nın Amerika serüveni kuşaktan kuşağa devam etmiştir. Onlardan;

Pierre Samuel du Pont: 1739-1817 ilk kuşak,

Éleuthère Irénée du Pont: 1817-1834 ikinci kuşak,

Alfred Victor Philadelphe du Pont: 1834-1850 üçüncü kuşak,

Henry du Pont: 1850-1889 dördüncü kuşak,

Henry A. du Pont:1889- beşinci kuşak

olarak du Pont Hanedanlığı üzerinde büyük otoriteleri vardı.

2. Dünya Savaşı sırasında du Pont ailesi, bir hata yaptı ve hazineye 9 milyon $ dolar fazla vergi ödemesinde bulundu. Fazlalık, geri alınamadı. Ancak du Pont, General Motors’a ortak edildi.

Bu arada Amerikan hükümeti, savaş sırasında güvenli Alman boya formüllerini le geçirmişti. Patentleri du Pont şirketine verildi. Bu sayede du Pont’lar, kimsayal işine de girmiş oldu.

Du Pont, sentetik kırılmaz cam imal etmeye başladı ve ardından boyalar, suni ipek, naylon, boyalar, fotografik film, lastik, kimyasallar, ilaçlar vb derken büyük bir kimyasal imparatorluk inşa etrmeye başladı.

Yapışmaz bir polimer olan “teflon”u piyasaya süren du Pont ailesi, bu kimyasalı öncelikle silah sanayisinde kullanmaya başladı.[9]

Amerika’da 1942 yılında atom bombası çalısmaları yoğunlaşmıştı. Bomba yapımının en önemli aşaması, uranyumun zenginleştirmesiydi. Zenginleştirme aşamasında, Uranyum 235 izotopunun miktarı %0.7’den çok daha yukarıya çıkarılması gerekiyordu. Uranyum zenginleştirmesi yapılırken, gaz haldeki ham madde boru bağlantılarının contalarını eritiyordu. İşte teflon, ilk kez bu büyük projede conta yapımında kullanıldı.

Projedeki her aşama gizli olduğundan “teflon” adı yerine, “K 416” kod adı kullanıldı ve teflon herkesten gizlendi. Başka bombaların ve patlayıcıların üretim aşamasında da teflon kullanılmaktaydı.

Savaş 1945’de sona erince; du Pont, barış döneminde teflonu halkın kullanımına nasıl sunabileceğini araştırıyordu. Savaş sırasında teflona şekil verme ve metal yüzeyleri teflonla kaplama yöntemleri gelişmişti. Teflonun uzay çalışmaları sırasında astronot elbiselerinde kullanıldığı da bilinmektedir. Ekmek fırınlarında du Pont tekniği ile teflon kaplanmıs ekmek kalıpları Amerika’da kullanılıyordu. Bu kalıpların basarısı 1953 yılında bir televizyon reklamında yer alınca, teflon ilk kez halkın ilgisini çekti.

Amerika ve diğer Avrupa ülkelerinde teflon tencereler satılmayan bir üründü. Ancak 1961 yılında zengin ve tanınmış bir kadının Amerika’da MACY mağazasından teflon tencere alırken çekilen fotoğrafı bir gazetede yayınlanmıştı. O günden sonra bu tencereler, Amerika’da hızla popüler oldu. Ardından tüm dünyada en çok satılan mutfak eşyaları arasına girdi.[10]

Amerika’da son yıllarda yapılan araştırmalar, Teflonun ana maddesi olan PTFE’nin toksik olduğunu ve kanser oluşturduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden Amerika’da Du Pont firmasına milyonlarca dolarlık tazminat davaları açılmış ve du Pont şirketi, bu tazminatları ödemeye mahkum edilmiştir.[11]

Artık kimyasal ürünlerin bir numaralı ismi du Pont ailesi olmuştu. Bütün dünyada her evde birkaç tane du Pont ürünü kullanılırken, özellikle de barut ve patlayıcılarda tekel oluşturmuşlardı.

Du Pont ailesi, Freeman, Astor, Rockefeller, Rothschild ve Russell aileleri gibi uyuşturucu ticaretinden yüklü kazanç elde etmişlerdir. Du Pont ailesi, 2. Dünya Savaşı sırasında Adolf Hitler’e askerî malzeme yardımı da yapmış, [9] ilk atom bombası üretiminde de desteklerini esirgememişlerdir.[12]


Politik Bir Aile


Diğer İlluminati aileleri gibi du Pont Ailesi de siyasal ve toplumsal alanlarda kendi nüfuzlarını artırmak için mücadele etmektedir.

Du Pont’un elindeki muazzam finans ve yatırımların sonucu söz sahibi olduğu politik ve ekonomik kuruluşların bazıları şunlardır:

Amerikan Kimya Kurulu,
Amerikan Petrol Enstitüsü,
Amerikan Plastik Konseyi,
Biyoteknoloji Sanayi Organizasyonu,
British Coincil Patates,
Yuvarlak Masa Konseyi,
Toksikoloji Kimya Endrüstrisi Kurumu,
Hamner Sağlık Enstirüsü,
Amerika Croplife,
EuropaBio,
Amerika Bakkal Üreticileri,
Uluslararası Ticaret Odası,
Uluslararası İş İçin ABD Konseyi,
Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi,
Dünya Ekonomik Forumu.
Lobicilik faaliyetlerinde de bulunmaktan geri kalmayan bu aile, 1998 ve 2004 yılları arasında ABD hükümeti nezdinde lobi faaliyetleri için 12, 5 milyon $ dolarlık ödeme yapmıştır.

1996’nın sadece ilk yarısında Amerikan Kimya Konseyi (eski adı Kimya Sanayicileri Derneği) için Washington’da 5, 5 milyon $ lobicilik yatırımı yapmıştır.[13]

Pierre du Pont


Pierre S. “Pete” du Pont IV, 1977-1985 yılları arasında Delaware valisi olarak görev yapmış ve 1988’de başkanlık için yarışmıştır.

Amerikan Hükümeti İle Bağlantıları
Du Pont Ailesi, ayrıca Amerikan seçimleri sırasında hem Demokratlara hem de Cumhuriyetçilere önemli miktarda bağış yapmaktadır. Bu, onların politikasıdır. Ba Akıllı politikaları sayesinde;

Du Pont başkanı Charles Holiday Jr, Başkanlığını Bush’un yaptığı Ulusal Altyapı Danışma Konseyi’nin üyesi;

Du Pont yönetim kurulu üyesi Richard H. Brown, Ulusal Gücenlik Telekominikasyon Danışma Komitesi üyesi;

Diğer yönetim kurulu üyeleri William K. Reilly ve Charles M. West, yine Bush’un başkanlığını yaptığı Bilim ve Teknoloji Danışma Komitesi’nde Danışman

olmuşlardır.

Du Pont ailesi de diğer İlluminati aileler gibi kurdukları çeşitli vakıflar aracılığıyla sözde hayırsever gibi görünmektedir. Ancak şu gerçek ki, başta Rockefeller Vakfı başta olmak üzere Carnegie, Ford, Mellon, Kellogg, Bill Gates vakıflarının esas amaçları, dünya nüfus kontrolü üzerinedir. Hepsinin tek amacı vardır; Dünya Nüfusunu azaltmak.[14]

Du Pont Ailesi ve Satanizm
Diğe aileler gibi du Pont ailesinin de Satanizm ile yakından ilişkileri bulunmaktadır.[14]

Du Ponts Ailesi’nin en üst düzey satanist ailelerden biri olduğunun ipuçlarından biri, du Pont fertleri arasında görülen akraba evlliğinin sıklığıdır. Satanizmin üst düzeylerinde saf kan bağının muazzam bir önem taşıdığını çok az insan bilir. Okült ve gizli güçlerin kanla taşındığına inanılır. Bir kişi, doğru kana sahip değilse, Satanizmin ileri düzeylerine yükselemez. Bunun yanında Du Pontlar, Ball ve Gardner aileleri ile evlenmektedir. Bu aileler de İlluminati ve Satanizm’le ilgili olduğu bilinen ailelerdendir.

Örneğin George W. Ball, Bilderberg’in en önemli daimi yönetim kurulu üyelerinden biridir ve 1954’teki ilk toplantıdan başlayarak 1955, 1957, 1963, 1964, 1966, 1967, 1968, 1974 ve 1975’teki tüm Bilderberg toplantılarına katılmıştır. Eliza Cazenove (Gardner) ise bir du Pont’un kız kardeşiydi.[1]

Sinemada du Pont Ailesi

1. Şebeke (Network)
“Şebeke” (Network) 1976 ABD yapımı hiciv filmidir. Senaryosu Paddy Chayefsky tarafından yazılan filmin yönetmeni, Sidney Lumet’tir.

Filmde kurgusal bir ulusal TV kanalı olan UBS ve bu kanalın düşük reytingleri ile mücadelesi konu alınırken televizyon sektörüne eleştirel bir yaklaşımda bulunulur. Başrollerde Faye Dunaway, William Holden, Peter Finch, Robert Duvall, Wesley Addy, Ned Beatty ve Beatrice Straight bulunmaktadır.[16]

R. E. McMaster Jr., “Herşeyi Görme Yeteneği” adlı kitabında bu film hakkında şöyle der:

“Network, çokuluslu holdinglerin çıkarı uğruna halkı şartlandırmak ve kontrol etmek için televizyonun nasıl kullanıldığını anlatıyor. Televizyon şebekeleri, halkı, şahsi isteklerinin tersine, düşünmeden ve duygusal davranmak için şartlandırıyor.” [17]

Filmin en can alıcı kısmı, televizyon kanalı başkanı Mr. Jenseniın halkın sezilerini olumlu bir yönde değiştirmek isteyen idealist bir haberciyle yaptığı şu konuşmadır:

“Sen uluslar ve insanlar açısından düşünen yaşlı bir adamsın. Ruslar yok. Ulus diye bir şey yok. İnsan diye bir şey yok. Sadece birbirinin içine girmiş, etkileşim halinde, çokuluslu bir para sistemi var. Bugün varolan şeylerin atomik ya da galaktik yapısı işte bu. Sen 57 ekran televizyonunun başına geç ve Amerika diye, demokrasi diye ağla. Amerika diye bir şey yok, demokrasi diye bir şey yok. Sadece IBM, ITT, AT&T, DuPont, Dow and Union Carbide ve Exxon var. Bugün dünyadaki uluslar bunlar.

Ruslar nelerden bahsediyor zannediyorsun? Karl Marx’tan mı? Onlar da aynı bizim gibi programlarını hazırlıyor, grafiklerini çiziyor, kâr-zarar olasılıklarını hesaplıyor ve yatırım yapıyorlar. Artık ideolojilerin ve ulusların dünyasında yaşamıyoruz. Artık dünya holdinglerle değişmez iş yönetmeliklerinin karışımından oluşuyor. Dünya bir işyeri ve insanlar kozalaklarından dışarı çıktığından beri de bu böyle.

Çocuklarımız, bu mükemmel dünyayı görecekler. Holdinglerin birleşiminden oluşan büyük şirketin çıkarları için tüm insanların çalışacağı, herkesin bu şirketten bir hisseye sahip olacağı, tüm ihtiyaçların karşılanacağı, tüm endişelerin ve sıkıntıların giderileceği bir zamanı görecekler ve ben de bu öğretiyi yaymak için seni seçtim.”

Texe Marres, “İlluminati: Entrika Çemberi” adlı kitabında “Şebeke” (Network) adlı film için şunları söyler:

“Network, hikayenin tüm yönlerini anlatmakta başarılı olamadı. İlk etapta, para ve iktidar İlluminati’nin önemli hedeflerinden biri olsa da, onlara motivasyon sağlayan tek etken bu değil. Daha önce de değindiğimiz gibi, şeytan, bu kötü adamların ruhunu esir almış. Ruhlarını şeytana satmışlar ve şimdi de ona ayak uydurmak zorundalar. Bu onların kaderi. Aynı zamanda da utanç kaynakları.” [18]




Foxcatcher fragmanı.

2. Foxcatcher
Foxcatcher, Bennett Miller tarafından yönetilen 2014 Amerikan gerçek suç sporu drama filmidir. E. Max Frye ve Dan Futterman’ın yazdığı [19] ve gerçek olaylardan yola çıkılarak beyazperdeye aktarılan Foxcatcher, eksantrik bir milyoner olan John du Pont ve iki şampiyon güreşçi olarak nam salan Mark ve Dave Schultz kardeşler arasındaki trajik ilişkinin karanlık ve büyüleyici hikayesini anlatıyor.

Altın Madalya sahibi genç güreşçi Mark Schultz, 1988 Seul Olimpiyatları için bir ekip oluşturmak için zengin varis olan John du Pont tarafından son derece ihtişamlı olan Pont mülküne davet edilir. Shultz nihayet saygın kardeşi, Dave’nin kanatlarının altından sıyrılarak dışarı adım atabilmek umuduyla, bu eşi bulunmaz fırsata gözü kapalı “evet” der. Gizli ihtiyaçları doğrultusunda aradığı motivasyonu elde eden du Pont, dünya standardında bir güreş takımını oluşturarak hem annesinin hem de etrafındaki diğer insanlara kendisini kanıtlamayı hedefler.[20]

Kaynaklar

[1] Wes Penre, “The du Ponts”, https://www.bibliotecapleyades.net/b…nes/dupont.htm (İngilizce)
[2] Turgut Gürsan, “Yeraltındaki Gizli Dünyalar, Delis Kitaplar”, İstanbul 2003, s.194.
[3] “Du Pont Family”, https://www.forbes.com/profile/du-pont (İngilizce)
[4] https://en.wikipedia.org/wiki/Du_Pont_family (İngilizce)
[5] Doç. Dr. Ümit Sayın, “Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi”, Neden Kitap, 4. baskı.
[6] http://www.seattleorganicrestaurants…upont-history (İngilizce)
[7] https://tr.wikipedia.org/wiki/DuPont
[8] Emir Öztürk, “Du Pont Hanedanı”, http://www.dunyasiyaseti.com/eko-pol…-hanedani.html
[9] Ali Kuzu, “Dünyanın Derin Devleti İlluminati”, Kariyer Yayıncılık, İstanbul 2015, s.98-100.
[10] Prof. Dr. Ural Akbulut (ODTÜ Kimya Bölümü), “Teflon Nasıl İcat Edildi? Mutfağımıza Nasıl Girdi?” (makale).
[11] Yrd. Doç. Dr. Hüsniye İmamoğlu (İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi), “Yapışmaz Tabanlı Ürünler”, GİMDES Dergisi / Şubat 2013.
[12] Melis Sincer, “Dünyaya Hükmeden Bu Aileler Bizim Ailelerimize Hiç Benzemiyor!”, trend.mynet.com/dunyaya-hukmeden-bu-aileler-bizim-ailelerimize-hic-benzemiyor-1052498.
[13] Ali Kuzu, a.g.e., s.100-101.
[14] Ali Kuzu, a.g.e., s.101.
[15] Doç. Dr. Sait Yılmaz, “Küresel Sermayenin Dünü ve Bugünü”, TURAN Stratejik Arastırmalar Merkezi, s.45.
[16] https://tr.wikipedia.org/wiki/Şebeke_(film)
[17] R. E. McMaster Jr., “Herşeyi Görme Yeteneği”.
[18] Texe Marres, “İlluminati: Entrika Çemberi”, çev. Ali Çimen-Petek Demir, Timaş Yayınları, İstanbul 2002, s.135.
[20] www.beyazperde.com/filmler/film-197897
[19] https://en.wikipedia.org/wiki/Foxcatcher (İngilizce)



Merhabalar arkadaşlar Bugün Sizlere Freeman Ailesinin Gizli bağlantılarını alıntılar eşliğinde sunacağım…Ailenin sözü geçer büyüklerinden olan Gaylord Freeman Siyontarikatının büyük üstatlarından biri olarak bilinir. Yine Freeman ailesnden Stephan M.Freeman kitabımızda da bahsettiğimiz Amerikan Kongresinde faaliyet gösteren ve asıl adı Anti-Defamation League yani Yahudi Aklama Cemiyetininen etkin isimlerinden bir tanesidir. Freeman ailesi ABD ve İsraril’in otoritesinde söz sahibi olan ender ailelerden bir tanesidir.

FreeMan Ailesi ve Siyonizm

Freeman Ailesi Siyonizm ve illuminati adına işler yürüten Sion Tarikatı ile birlikte hizmet eden başka bir aile. Bir önceki yazımızda Bundy Ailesi ve Siyonizm, illuminati bağlantıları hakkında bilgiler paylaşmıştık. Ellerindeki Ekonomik ve Siyasi güçleri ile nerelere nüfüs ettiğini gayet net anladık. Uzun süredir olduğu gibi yine Siyonizm üzerinden yazılarım aracılığı ile sizleri bilgilendirmeye devam etme niyetindeyim. Sıkılıyormusunuz bilmiyoru, Sitemizde bulunan bazı içerik dizinlerinden biraz uzaklaştık. Fakat mutlaka geri dönülücektir diye umuyorum, en kısa zaman içerisinde. Sizleri Dahada meraklandırmadan Bu Siyonizm Ailesini tanıyalım.

Freeman Ailesi ve Üyeleri

Ailenin Ençok sözü geçen ve hatırlısı Gaylord Freeman‘dır. Kendisi Siyon Tarikatı’nın büyük üstadlarından bir tanesi olarak gösterilir. Freeman Ailesi diğer üyelerinden birtanesi olan M. Freeman daha önce bahsettiğimiz Amerikan Kongresi içerisinde faaliyette bulunan, gerçek isimi Anti-Defamation League (Yahudi Aklama Cemiyeti) ‘ın içerisindeki en etkili olan isimlerden birtanesidir. Amerika ve İsrail Devletlerinin Siyasi otoriteleri içerisinde söz sahibi olan ender aileler arasındadır.

Freeman ailesi Siyasi Otoriteleri

Bundy Ailesi‘nin olduğu gibi Amerika danışmanları arasında bulunmaktadırlar. Aile lideri Gaylord freeman, Roger A. Freeman, Amerika Parlementosu‘nda ve yönetimindeki Başkan ve kongre üyelerine Ricalarını (Emirlerini) kolaylıkla yaptırmaktadır. Yöneticilerin böylelikle bu Siyonizm Aileleri‘nin kuklalarından başka birşey olmadığının farkına varabiliyoruz. Bu Emirler verildikten sonra, onların emirlerin doğrultusunda yapılanlar adına isimlerinin geçmesini bırakın, nefes kokusu veya sesine bile rastlayamazsınız. Gaylord Freeman, Sion Tahrikatı‘nı yöneten kişiler arasındadır.

Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere derin ilişkileri olan bu ailenin hanedanlık geçmişi ile ilgili bilgileri alıntılar eşliğinde aktaracağım…Adını İsviçre’de bulunan Şahin Kalesi”nden alan hanedanlık Avrupa’da bulunan Fransız Capet Hanedanından sonraki en büyük hanedanlıktır. Şahin Kalesi (Habichtsburrg) 1020 yılında Aare Irmağı kıyısında Strazburg Piskoposu olan Werner ve kayınbiraderi, aynı zamanda hem Habsburg ailesinin kurucusu sayılan Kont Radbot adına yaptırılmıştır. Hanedanlığın atası sayılan Kont Radbot’un aynı zamanda büyükbabasının 950 yılında Alman I. Otto’ya baş kaldıran Kont Guntram olduğu düşünülmektedir. (1)

Habsburg Hanedanı Hükümdarları
I. Rudolf (1249-1291).
I. Albert (1291-1308).
I. Frederick (1308-1322).
I. Leopold (1322-1326).
II. Albert (1326-1358).
II. Rudolf (1358-1365).
III. Albert ve II. Leopold (1365-1379).

1379 tarihinde III. Albert ve II. Leopold toprakları kendi aralarından paylaşmaya karar verdikten sonra Habsburg Hanedanlığı Albert ve Leopold kolalrı olarak ikiye ayrılmıştı.

Albert Kolu
. III. Albert (1379- 1395).

. IV. Albert (1395-1404).

. V. Albert (1404-1439).

. Ladislaus Posthumous 1439 yılında devraldığı krallığı 1457 yılında vefatının ardından Albert Kolu yıkılmıştır.

Leopold Kolu
. III. Leopold (1379-1386).

. IV. Leopold (1386-1411).

. Ernst (1411-1424).

. II. Frederick (1411-1439). (Not: Ernst ve Frederick ortak olarak toprakları yönetmişlerdir.) II. Frederick döneminden sonra Leopold Kolunun başına geçirilen III. Frederick Ladislaus, hem Leopold hem de Albert kollarının topraklarını birleştirmiştir. Bu dönemden sonra gelen hükümdarlar ise şunlardır:

. III. Frederick (1440-1493).

. I. Maximilian (1493-1519).

. I. Charles (Şarlken) (1519-1555).

Habsburg Hanedanları
Lorraine Hanedanı: Alsace Kontu olan III. Evrard’ın torununun oğlu olan III. Gerhard, 1048-1070 tarihleri arasında Lorraine Dukalığı yapmıştır. 1737 tarihine kadar hükümdarlığı elinden tutan hanedandan toplam 22 Duka geçmiştir. Hanedanlığa mensup olan hükümdarlar Lorraine Dukası, Guise Dukası, Alsace Dukası, Bar Dukası, Aumale Dukası, Vaudemont Kontu gibi unvanlar kullanmışlardır. Hanedanlık zaman içinde Fransızlaşmıştır. Hanedanın başlangıcı sayılan III. Evrard’ın 20. kuşaktan torunu olan Ettienne (François) 1737 yılında Lorraine Dukalığını bırakarak Toskana Dukası olmak istedikten sonra ilke Fransa’nın kontrolüne geçmiştir. Aynı yıl içinde Maria- Theresa ile evlenen Ettienne Alman İmparatoru olmuştur.
Baden Hanedanı: IV. Rudolp, Maden Markisi iken 1349 yılında hayatını kaybetmiştir. Bu dönemden sonra Baden Hanedanı iki kola ayrılmıştır. Baden ve Durlach kolları I. Kristofer’in torunu olan August-Georg 1771 yılında hayatını kaybedince Baden Hanedanlığı sona ermiştir.


Avusturya Hanedanı: Hanedanlık 12. yüzyılda kurulmuştur. Habsburg Hanedanlığının 15. İmparatoru olan VI. Karl’ın tek kızı olan Theresa’yı hükümdar yapmak için çok savaş vermiştir. Hanedanlığın ismi, Theresa’yı hükümdar yaptıktan sonra 1780 tarihinden sonra Habsburg-Lotringen olarak değişmiştir.
İspanya Hanedanlığı: 184 yıl hükümdarlıkta kalan hanedanlık, 16. yüzyılda kurulmuş ve dönem dönem 5 hükümdar tarafından yönetilmiştir. 1700 yılından II. Carlos’un ölümüyle hanedanlık yıkılmıştır. 1273 tarihinde Kont Rudolp Kutsal Roma-Germen İmparatoru olarak seçildikten sonra 1278 tarihinde aldığı Marchfeld askeri zaferiyle Avusturya’yı ele geçirince hanedanlığın gerçek kurucusu oldu. 14. ve 15. yüzyıllarda İsviçre bağımsızlığını kazandıktan sonra bu hanedanlık Avusturya’yı iyice kendisine yurt edinmiştir. 15. yüzyılda Kutsal Roma-Cermen tahtını ele geçiren hanedanlık 1806 yılına kadar bu makamı elinde tutmayı başarmıştır. evlilik yoluyla hanedanlık İspanya, Hollanda ve İtalya topraklarına kadar yayılmışlardır. 1859 tarihinde İtalya’dan, 1866 tarihinde ise hanedanlık Almanya’dan çıkmak zorunda kalmıştır. Bu tarihin en büyük hanedanlıklarından olan köklü sistem I. Dünya Savaşı’nın ardından tarihin tozlu sayfalarına gömülmüştür.

Lord Ailesi Kimdir?

Siyonizm içerisinde etkileri ve görevleri nedir diye kısaca belirtmek gerekirse; KuruKafa ve Kemikler Tarikatı içerisinde Lord Ailesi etkin bir rol oynayan Ailelerden biridir. Genel olarak Döviz işleri ile uğraşırlar. Dünya Döviz Rezervi kendi tekellerinde olup, Rockefeller ailesinin Dövizlerinin dünya’ya pazarlamasınıda görev olarak üstlenmektedirler. Rockefeller Ailesi vasıtası ile iyide kar elde etmektedirler

Lord Ailesi Üyeleri ve Görevleri

Zenginler Kulübü olarak daha önce adını zikrettiğimiz CFR‘nin Eski başkanı Bu ailenin Diğer bir üyesi Winston Lord‘dur. Amerika‘ya (Abd’ye) gelişleri ortalama olarak 16. yüzyılın sonlarında doğru olduğu bilinmektedir. Daha sonra Aile ekonomik ve siyasi anlamda güçlendikçe Avrupa ve diğer bölgelerede rahatlıkla yayılmışlardır. Döviz ve Döviz piyasası üzerinde Dünya’da önemli bir yer edinen Siyonizm Ailesidir.

Morgan Ailesi ile ilgili bilgileri alıntılar eşliğinde aktaracağım…Rothschıld ailesinin ABD’deki,Rockefeller ile beraber en büyük ortaklarındandır.Kurucu aile üyesi J.P.Morgan(John Pierpont),Rockeffeller Hanedanlığı’nın kurucusu John Davıdson Rockefeller ile 1800’lü yıllarda ABD’nın para politikasını yönlendirmek üzere planlar yapmışlardır.J.P.Morgan babası Junıus Spencer Moorgan,İngiltereye iş seyehatlaeri yaparlardı.George Peabody adlı bir yatırımcıyla ortak daha sonra adı ‘’Morgan&Company’’olarak değişecek olan bir finans şirketi kurmuşlardı.Rothschıld ailesinin Amerika ayağı olarak beraber çalışmaya başladılar ve Rothschıld ailesiyle Morgan ailesinin Avrupa yatırımlarını kontrol ediyorlardı.Morgan ailesi 1900’lü yılların başında Rothschıld’lerden sonra dünyanın en büyük bankacılık devlerinden biri oldu. Amerika İç savaşı sırasında Amerika Devleti’ni dolandırmaktan suçlanan Morgan ailesi,mahkemeye verilmiş ama her nasılsa beraat etmişler,üstünede yüklü tazminat almışlardı.Genç Morgan ,ABD iç savaşı sırasında ordunun bozuk diye tanesi 3,5 dolara sattığı 5000 adet tüfeği bir aracıyla satın almış,daha sonra bozuk denilen bu tüfekleri tanesi 22,5 dolardan silaha ihtiyacı olan bir ordu komutanına satmıştı.Tüfeklerin bozuk olduğunu görünce,komutan parayı ödememek istemiş ama mahkeme,tüfeklerin parasıyla birlikte tazminat ödenmesine hüküm vermiştir. J.P.Morgan Yale Üniversitesi’nin kurucularından biridir ve ‘’Skulls and Bones Socıety’’yi finanse eder.Skull and Bones,Masonik ve Illüminist görüşlerden oldukça etkilenerek kurulmuş ve çalışmalarını bu doğrultuda sürüdürmüş bir topluluktur.Morgan ailesi,ABD’nin çok uluslu dev şirketlerinden General Electirics,U.S Steell Corporatıon,Internatıonal Harvester Company ve kredi notu dağıtan kuruluşların sahibi olan’’Morgan&Stanley’’isimli dev finans şirketini yönetirler.

Nıcholas Oppenheımer,Şeytani İllumınati sisteminin Güney Afrikalı üyesidir. Elmas Kralı babası Harry Oppenheımer’dan büyük bir miras devralmıştır.Dünyadaki elmas yataklarının %95’ine ve diğer altın,platin gibi değerli taş ve maden yataklarının çoğunluk hisselerine sahiptir.Rothschıld ailesinin desteğiyle Cecıl Rhodes’un sahibi olduğu,Güney Afrika’daki en büyük maden şirketi DeBeers Consolidated Mines Şirketi’nin kontrolünü elinde tutar.Dünya’nın en büyük Yahudi Tapınağı olan Johannesburg’da inşa edilen tapınağın baş finansörüdür.MOSSAD’la yakın ilişkisi vardır…

Aslında İlluminati denen oluşum Teşkilatlanması gereği birçok dala ayrıldığı için hakkında değinilmesi gereken bir çok konu var. Ancak bu videomuz da biz sadece kart oyununa odaklanacağız. Gerek internette gerek bazı dergi ve gazetelerde olsun İlluminati gelecekte gerçekleştireceği eylemleri yıllar öncesinden bir oyunla açıkladı tarzında birçok bilgi mevcut. Peki nedir bu İlluminati kartları? Amerika Birleşik Devletleri merkezli Steve Jackson Games firması 1994 yılında monapoly gibi kendine has bir kart oyunu piyasaya sürmüştür. oyunun ismi illuminati yeni dünya düzenidir. Oyunun ilham kaynağı Robert Shea ve Robert Anton Wilson tarafından 1975’te yayınlanmış The Illuminatus! Trilogy adlı bir kitaptır. Oyunun amacı, oyuncuların dünyayı yasal veya yasa dışı yollardan yönetmesini sağlamaktır. Oyunun sloganı ise belki bu oyunun arkasında da illuminati vardır her yerde oldukları gibi. Buraya kadar her şey normal görünüyor değil mi? peki ya size oyun kartlarının üzerlerindeki resimlerin bir süre sonra gerçekleştiğini söylersem? 94’lerde piyasaya sürülen bu kartları incelediğimizde onlarca kartın gerçekleştiğini görüyoruz. Fakat diğer yandan da birçok kart daha gerçekleşmemiş olayları kapsıyor. Bu kartların 370 tanesi açıklamakta zorlandığımız ve daha gerçekleşmemiş olayları kapsıyor. 400’e yakın İlluminati kartı var.

Masonluğun son iki yüzyıllık geçmişi genel olarak bilinmekle beraber daha öncesine ait tarihi sırlar, efsaneler ve mitlerle kaplıdır. Son zamanlardaki araştırmalar modern masonluğun temelini; Ortaçağ İngilteresi’nde duvarcı ve katedral inşaatçısı meslek birliklerinin (Fr. loge, İng. lodge: loca) gelişmesine dayandırmaktadır. Ancak zamanla katedral inşaatlarının azalması üzerine amelî (operatif) masonların oluşturduğu localar, üye sayılarını en azından koruyabilmek için başka meslek gruplarından da aynı ilkeleri benimseyen kabul edilmiş / fahrî (spekülatif) üyeler almaya başladılar. Böylece masonlar amelî ve kabul edilmiş olmak üzere iki şekilde anıldı. XVII. yüzyılın sonlarında kabul edilmiş masonların sayısı giderek ağırlık kazandı. Bunların çoğunlukta olduğu localar, kendilerine tarihî kökler kazandırmak amacıyla eski tarikatların ve şövalye topluluklarının mistik âyin usullerini benimsemeye başladılar. Kudüs’teki Süleyman Mâbedi masonluk mesleğinin başlangıcı olarak benimsendi, bu mâbedin mimarı olduğu kabul edilen Hiram Usta da masonluğun pîri sayıldı.

1717’de Londra’da dört büyük mason locasının birleşmesiyle Londra Büyük Locası kuruldu. Bundan sonra toplumsal hayatta giderek etkin bir konum kazanan masonluk İngiliz kraliyet ailesinin ve Anglikan kilisesinin desteğini alarak hızla gelişti, bir taraftan da İngiliz sömürgeciliğine paralel olarak dünyanın pek çok bölgesine yayıldı. Masonluğun günümüzde de geçerli olan temel kanunları 1723’te rahip James Anderson tarafından hazırlandı.

Masonluk, XVIII. yüzyılın başlarında Fransa’ya girişiyle giderek Aydınlanma çağının kavramları çerçevesinde siyaset dışı yapısından uzaklaştı. Bunun sonucu olarak Fransız masonları 1789 Fransız İhtilâli’nde etkili oldular. Masonluğun hürriyet-eşitlik-kardeşlik ilkeleri Fransız İhtilâli’nin de mesajı olarak tarihe geçti. Loca yapılanmasındaki biraderlik ve sembolizm, yerini hiyerarşik derecelenmeye ve buna uygun ritüellere bıraktı. Aynı dönemde masonluk, İskoç ve York geleneği olmak üzere günümüze kadar devam eden iki ana sisteme ve kola ayrıldı. İskoç kolu Fransız, York kolu Anglo-Sakson motiflerini taşımaktaydı. Bu dönemde masonluğa geçen ritüeller arasında, tarihi Haçlı seferlerine dayanan ve Kudüs’ü muhafaza için teşkilâtlanan dinî karakterli tapınak şövalyeleri, Malta şövalyeleri gibi efsaneler en belirgin olanlarıdır. Masonluğun sloganlarından biri olan ve Tanrı için kullanılan “evrenin ulu mimarı” ifadesi yine bu dönemde öğretiye yerleşti. Anglo-Sakson masonluğu daha sonra kendi içinde İskoç, İrlanda ve İngiliz localarına ayrıldı.

XIX ve XX. yüzyıllarda Anglo-Sakson masonluğu İngiltere Krallığı’nın himayesinde Amerika, Kanada, Hindistan, Afrika ve Kuzey Avrupa’da; daha seküler ve siyasî içerikli Fransız kolu ise Avusturya-Macaristan, İspanya, Portekiz, İtalya, Ortadoğu ve Latin Amerika’da yayıldı. XIX. yüzyılın sonlarında bu iki kol Tanrı’ya iman hususunda farklı yaklaşımlar benimsediği için birbirinden koptu. 1877’de Fransız Büyük Doğu Locası üyelik için Allah’a imanın gerekli olmadığını kabul ederken genel olarak İngilizce konuşulan bölgelerde masonluk rejimler ve kurumsallaşmış dinlerle iyi ilişkiler halinde gelişti.

Masonluk önceleri sadece hıristiyanlara ait bir yapılanma iken XIX. yüzyıldan itibaren yahudiler, müslümanlar ve diğer din mensupları da bu örgütlenmeye kabul edildi. Bununla birlikte masonluğun hıristiyan-yahudi geleneğinin eklektik bir formu mahiyetinde modern ve müstakil bir din olduğu yönünde yaygın bir kanaat de vardır. Özellikle Fransız geleneğinin seküler-rasyonalist içeriği ve kendine has dinî-ahlâkî öğretileri başından beri Katolik kilisesinin muhalefetiyle karşılaştı. 1738’de Papa XII. Clement masonluğu din dışı ilân etti. Bu anlayış 1902’ye kadar diğer papalar tarafından da sürdürüldü. Protestan ve Ortodoks dünyasında bu kadar katı bir tavır söz konusu olmamakla birlikte Amerika’daki bazı Lutheryan ve Metodist kiliseler masonluğun kilise dışı deist bir iman ve ahlâk sistemi içerdiğini, bunun hıristiyan inancıyla bağdaşmadığını açıklamışlardır. Masonluk çarlık Rusya’sında yasaklandığı gibi komünizm döneminde de burjuva kapitalizminin bir kurumu sayılarak faaliyetlerine izin verilmedi. XX. yüzyılda diğer komünist ülkeler ve bazı totaliter devletlerde de masonluk yasaklandı.

I. Dünya Savaşı sonrasında üye sayısının hızla arttığı, loca sayısının 1919’da 4000’e, 1926’da 5000’e, 1950’de 7000’e, 1981’de 9000’e ulaştığı belirtilmektedir (Knight, s. 39). Günümüzde masonluk, dünya çapında 6 milyon civarında mensubu bulunan evrensel bir örgütlenme haline gelmiştir. Her ülkedeki masonlar iki ana geleneğin birinden icâzetli bağımsız büyük localar tarafından idare edilmektedir.

Öğreti, Ritüel ve Teşkilât. Masonluk öğreti ve ritüellerinin üç yüzyıla yakın bir geçmişten bugüne değişmeden geldiği ileri sürülmektedir. Genel olarak Tanrı’ya, Tanrı’nın evrenin ulu mimarı olduğuna ve ölümden sonra bir hayatın bulunduğuna inanmak masonlukta önemlidir. Masonlukta ferdin evrenin ulu mimarının var oluş sırlarını araştırıp öğrenerek olgunluğa eriştiğine inanılır. Masonlar, hayatın her döneminde kendi aralarında yardımlaşmak ve birbirlerine destek olmakla görevli olduklarına inanırlar. Ritüeller, bütün locaların başkanı olan üstâd-ı muhteremin başkanlığında mâbed ve mahfel de denilen locada icra edilen ve belli hareketleri, konuşmaları ve yeminleri kapsayan oldukça karmaşık bir seremonidir.

Masonluk insanla Tanrı, insanla insan ve insanla madde arasındaki ilişkileri sembol ve mecazlarla anlatır. Hiyerarşide en alt derece olan çıraklık, insanın doğuşundaki zayıf ve çaresiz durumu temsil eden çocuklukla sembolize edilmiştir. Bu dönemde çırak bütün dillerin yerini tutan sembollerle ifade edilen masonik dili öğrenir. Gençlikle sembolize edilen ikinci derecenin adayına (kalfa) daima sebat tavsiye edilir, sanata ve bilime yönlendirilir. Ustalıkla sembolize edilen üçüncü derecede “ruhun lisanına işlenmiş olan” semboller önem kazanır. Bu üç dereceye “remzî dereceler”, 4-33. derecelere “felsefî dereceler” denir. Masonlar birbirine “birader”, mason olmayana da “hâricî” derler.

Masonların bulundukları mekânların, kullandıkları malzemelerin, toplantı günlerinin, ritüellerdeki hareket ve duruşların da sembolik anlamları vardır. Hakikat ışığının doğudan geldiğine inanıldığı için masonluk esaslarına uygun bir hayat tarzının sürdürüldüğü yer olan loca doğudan batıya dikdörtgen şeklinde olup doğuya dönüktür. Masonluk öğretisine göre locaların yıldızlı tavanı gök yüzünü, dolayısıyla masonluğun bütün insanlığı kuşatmasını, siyah-beyaz damalı yer döşemesi iyi-kötü, sıcak-soğuk gibi zıtlıkları temsil eder. Locadaki iki büyük tunç sütundan soldaki gücün, sağdaki devamlılığın sembolüdür. Loca dünyanın sembolü, masonun kalbi de locanın sembolüdür. Locadaki gönye, tesviye ve şakul amblemleriyle sembolize edilen üç baş görevliden üstâd-ı muhterem ruhu, birinci nâzır canı, ikinci nâzır insandaki bedeni remzeder. Çoğu ülkelerde çıraklık, kalfalık ve ustalık (üstatlık) şeklinde üç aşamalı bir süreç ihtiva eden yapılanma 33. derecede son bulur. Ancak pek çok yerde bu ana aşamalara eklenen sayısız ara dereceler söz konusu olabilmektedir. Çıraklık, kalfalık ve üstatlık derecesine ve bunun üzerindeki otuz üçe kadar her derecenin sınıfları ve sembolik isimleri vardır.

Masonluğa yalnız belli bir meslek sahibi ve mesleğinde başarılı yetişkin erkekler üye kabul edilmekle birlikte son yıllarda kadınların da mason locaları kurma girişimleri bulunmaktadır. “Tekris” adı verilen masonluğa giriş âyin ve merasimleri farklı geleneklerde bazı değişiklikler gösterse de yaygın uygulamaya göre aday tekrise hazırlanırken önce üzerindeki bütün madenleri çıkarır; ardından lamba, kum saati, tuz, kükürt vb. sembollerin bulunduğu bir odada tek başına bırakılır. Bu arada sorumluluklarıyla ilgili soruya cevabı ile vasiyetnâmesini yazması istenir. Bazı elbiselerini çıkardıktan sonra gözleri bağlı olarak mâbede alınır ve kılıçla tekris edilir. Masonluğun bütün geleneklerine ve esaslarına gönüllü uyacağına ve masonluk sırlarını ifşa etmeyeceğine dair inandığı kutsal kitap üzerine yemin eder. Bundan sonra locanın bütün faaliyetlerine ve toplantılarına devam ederek belli aşamalardan geçip 33. derece masonluğa ulaşabilir. Hiyerarşik yapının her birimi yılın sembolik değeri olduğuna inanılan bazı günlerinde bir araya gelir. Büyük konsey yılda dört defa, 21 Mart, 25 Haziran, 21 Eylül, 27 Aralık günlerinde toplanır. Masonlar genel toplantı yapmayıp en az yedi kişiden oluşacak localar halinde faaliyet gösterirler. Yeni bir locanın kurulması büyük locanın iznine bağlıdır. Yönetici her yıl gizli oyla seçilir. Bütün locaların başkanı üstâd-ı muhteremdir. Masonlukta doğu ışık ve aydınlanmanın kaynağı olarak kabul edildiğinden büyük locaların adı her dilde “büyük doğu” anlamındadır (büyük maşrık, great orient vb.).

Dinî gerekçelerin ve tekris merasimlerindeki uygulamaların dışında masonlara yöneltilen yaygın eleştirilerin başında bulundukları ülkelerde yerleşmiş millî, siyasî ve ahlâkî değerlerin ve yapılanmaların üstüne çıkarak masonluğun ilkeleri dışında her türlü otoriteye karşı gelmeleri, güç merkezlerini ele geçirip yönetimlerde söz sahibi olmaları gibi hususlar gelir. Ayrıca eleştirilerde masonların teşkilâtlanma biçimi, kendi anlayışlarında dogmatizmi reddederek akla ve bilimselliğe değer verdiklerini, formel dinî düşüncelerden uzak olduklarını söylemelerine rağmen dinler üstü yeni değerler sistemi içeren öğretiler benimsemeleri, bu öğretilere dayanan evrensel bir birlik tesisini hedeflemeleri, belli oranda Yahudilik efsaneleriyle bezenmiş sembolleri ve mistik-ruhanî öğeler taşıyan merasim ve uygulamaları, kadınları ve çocukları dışlayan hiyerarşik ve oligarşik bir yapılanmaya sahip olmaları gibi hususlara sık sık dikkat çekilmekte, bu çerçevede zaman zaman günümüz Avrupa ülkelerinde de güçlü tepkiler oluşmaktadır. Masonluğun, bazan fazla abartılmış muazzam sırların ve dünya çapında karşı konulması imkânsız bir güç ve iktidar organizasyonunun adı olarak takdim edilmesinde muhalifleri kadar bizzat masonların yaptıkları propagandaların da tesiri olduğuna inanılmaktadır.

İslâm Dünyasında ve Türkiye’de Masonluk. XVIII. yüzyılda Avrupa’nın sömürgesi olan veya ticarî ilişkileri bulunan müslüman topraklarına girmeye başlayan masonluğun bu ülkelerdeki ilk faaliyetleri buralarda mevcut Avrupalı tüccar, asker ve bürokratların zaman zaman bir araya gelmesi şeklinde olup örgütlü bir yapılanma taşımıyordu. Sömürgeciliğin kalıcı hale gelmesiyle birlikte üyeliğe yerlilerin de alındığı müstakil localar açılmaya başlandı. Hindistan’da İngiliz Doğu Hindistan Şirketi mensuplarınca XVIII. yüzyılın ilk yarısında Bengal, Madras ve Bombay gibi şehirlerde kurulan localar önceleri sadece İngilizler’e açıkken 1844’te seçkin Hintliler’in de katılabildiği ilk loca oluşturuldu. Masonluğun Endonezya ve Malezya’ya girişi de bu şirket vasıtasıyla oldu; ilk loca Sumatra’da 1765’te Bencoolen’de, Malezya’da 1809’da Penang’da kuruldu. Güney ve Güneydoğu Asya müslüman topraklarında genel olarak İngiliz, Fransız ve ardından Hollandalılar’ın kontrolünde günümüze kadar devam eden masonluğun İran ve Osmanlı topraklarındaki gelişimi kısmen farklı bir seyir izledi.

İran’da “farâmâsûnrî” şeklinde ifadelendirilen masonlukla ilk tanışanların diplomatlar arasından çıktığı görülmektedir. Paris elçisi Asker Han Afşar, 1808’de Paris’teki İskoç ritine bağlı bir locaya üye olan ilk İranlı diplomattır. Bundan iki yıl sonra İran’ın Londra sefiri Mirza Ebü’l-Hasan Han Şîrâzî ve 1818’de İran’dan gönderilen beş öğrenciden Mirza Şah Şîrâzî ile Mirza Ca’fer Han tekris edildi. 1856’da İran adına Paris’te bulunan altı diplomat Paris Locası’na katıldı. Bunlardan Mirza Melkum Han İran’a dönünce Fransız Büyükdoğu geleneğine bağlı ilk locayı kurdu. 1860’ta, aralarında daha sonra İran’ın İstanbul sefiri olarak görev yapan Mirza Muhsin Han’ın da yer aldığı yeni bir grup İranlı masonluğa girdi.

1861’de Melkum Han’ın mason cemiyeti (farâmûshâne) şahın fermanıyla kapatıldı. İranlı masonlar Avrupa ve İstanbul’daki localarda faaliyetlerine devam ettiler. 1873-1890 yılları arasında İstanbul’da sefirlik yapan Mirza Muhsin Han bu faaliyetlerin merkezinde bulundu. Muhsin Han, 1890’da İran’a dönünce bir loca kurarak mason faaliyetlerini canlandırmak istediyse de 1899’da ölümüyle bu gerçekleşmedi. 1907’de Mirza Melkum Han’ın taraftarlarından Abbas Kulı Han aynı maksatla Mecmûa-i Âdemiyyet adlı bir cemiyet kurdu, fakat bu teşebbüs de uzun ömürlü olmadı. Bununla birlikte İranlı masonlar 1905-1909 Meşrutiyet hareketlerinde etkili bir konumda idiler. 1908’de oluşturulan ve 1927’ye kadar faaliyetine devam eden Bîdârî Locası, XX. yüzyılda İran’da Fransız Büyükdoğu geleneğine bağlı kurulan ilk locadır. 1951’de Halîl Cevâhirî adlı bir gazetecinin açtığı İngiliz ritine bağlı Pehlevî Locası bir müddet sonra Hümâyun Locası adını aldı ve 1970’lerde çok popüler hale gelerek üye sayısı 2000’e yaklaştı. Masonluk İran İslâm Devrimi’nden sonra yasaklandı. Mason arşivlerinin ele geçirilmesiyle listelerde adı tesbit edilenler takibata uğradı.

Mısır’a masonluğun girişi XVIII. yüzyılın sonunda Fransız işgaliyle oldu. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren buradaki faaliyetler İstanbul merkezli Osmanlı faaliyetleriyle paralel yürütülmeye çalışıldı. 1830’da İtalyanlar İskenderiye’de Carbonari Locası’nı kurdular. Cezayir’in ünlü bağımsızlık kahramanı Abdülkādir el-Cezâirî de 1864’te bu locada tekris edildi. 1864’te İtalyan Büyükdoğu Locası, Mısır Büyük doğu kolunun açılmasına izin verdi ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu Halim Paşa aynı yıl bu locanın üstâd-ı a’zamı oldu. Hidiv Tevfik Paşa 1881’de Mısır’daki bütün locaların üstâd-ı a’zamlığına seçildi. Ancak masonluğun iyice gün yüzüne çıkması 1882 İngiliz işgali sonrasında gerçekleşti. Vatanîler hareketinin lideri Urâbî Paşa’nın mason olduğu iddiaları doğrulanmamakla birlikte onun taraftarlarından bazılarının masonluğu bilinmektedir. Bu çerçevede Cemâleddîn-i Efgānî ile Muhammed Abduh da mason olanlar arasındaydı. Tevfik Paşa’dan Kral Fuâd’a kadar bütün hidiv ve krallar fahrî üstâd-ı a’zamlık unvanını kabul ettiler, fakat çoğunun masonlukla ilişkisi localarda resimlerinin asılmasından öteye geçmedi. Kral Fârûk’un 1952’de tahttan indirilmesinden sonra masonluğun siyonist bağlantısı üzerine Arap ülkelerinde yoğun olarak gündeme gelen tartışmalar karşısında Mısır’da da faaliyetlere baskılar geldi. Süveyş krizinin ardından Cemal Abdünnâsır bütün mason faaliyetlerini yasakladı.

Masonluk, Osmanlı topraklarında XVIII. yüzyılda önce sadece Avrupalılar arasında İstanbul, Halep, İzmir gibi ticarî ve siyasî merkezlerde görüldü. İstanbul’da ilk mason locası 1720’de Galata’da açıldı. Bu tarihlerde babasıyla birlikte Paris’e giden Yirmisekiz Çelebizâde Mehmed Said Paşa ile Türk matbaacılığının kurucusu İbrâhim Müteferrika’nın ilk Osmanlı masonları olduğu söylenegelmişse de bu iddiadan öteye geçmemiştir. Osmanlılar, bu dönemde genel olarak masonluğu gayri müslimlerin kendilerine has bir cemiyeti ve bazı bakımlardan hıristiyanların mezhep-tarikat çekişmesi olarak değerlendiriyordu. Nitekim Bâbıâli’nin 1748’de Galata bölgesinde faaliyet gösteren bir locayı kapatması Ortodoks patrikliğinin talebiyle olmuştur. XIX. yüzyılın hemen başında Londra’da Osmanlı sefiri olan İsmâil Ferruh Efendi ile kâtibi Yûsuf Efendi’nin mason oldukları yönündeki bilgiler ise bu dönemde Avrupa’da bulunan yabancı ülke diplomatlarının ülkelerinin çıkarlarına hizmet edebilmek için Avrupa sosyal hayatına girmek ve genel olarak bu tür loca ilişkilerinden istifade etmek maksadıyla yürütülen çabalar arasında değerlendirilmelidir.

1853-1856 Kırım savaşı Osmanlı masonluğunun dönüm noktası olmuş, Bâbıâli’nin Rus tehdidine karşı Avrupa desteğine ihtiyaç duyması mason faaliyetlerine hoşgörülü bakmasına yol açmıştır. İngiliz ve Fransız sefirlerinin öncülüğünde Bulver Locası ve Union d’Orient Locası Kırım savaşının hemen ardından kuruldu, bunları diğerleri izledi. Ancak açılan localar aynı zamanda Avrupa’daki siyasî rekabetin yansımalarını da taşıyordu. Önceleri localar İngiliz ve Fransız dillerinde faaliyet gösterirken daha sonra İtalyan ve Alman nüfuzundaki locaların yanı sıra Rumca, Ermenice ve İbrânîce’nin asıl olduğu localar da açıldı. 1863’te Türkçe’yi esas kabul eden Fransız Union d’Orient Locası elli üç Türk’ü tekris etmeyi başardı. Osmanlı ulemâsının ise masonluğu hâlâ bir Hıristiyanlık meselesi olarak gördüğünü, Hoca İshak Efendi’nin 1862 yılında yazdığı Şemsü’l-hakīka adlı eserinde masonluğun hıristiyanların eksikliklerini tamamlamak için meydana çıkarıldığını, bunların İslâm’ı tanımaları halinde müslüman olacaklarını belirten ifadelerinden anlamak mümkündür (s. 104). XIX. yüzyılın ikinci yarısında artan Avrupaîleşme eğilimleri, Avrupa yüksek sınıflarının ve hânedan mensuplarının mason olmaları ve masonluğun sosyal ve entelektüel bir statü sayılması gibi sebepler Osmanlı seçkinleri arasında da masonluğun kabul görmesini teşvik etti. Ancak Bâbıâli ve saray çevresindekilerin mason olmasının etkenleri arasında uluslararası ilişkilerde locaların nüfuzundan yararlanma fikrinin de olduğu söylenebilir. Nitekim Sultan Abdülaziz dönemi başmâbeyincisi Cemil Bey ile padişahın başyaveri Rauf Bey’in masonlukları muhtemelen bu sebepledir. Bu dönemde Bâbıâli politikalarına muhalefet eden Yeni Osmanlı aydınlarıyla İslâm dünyasında yenileşmeyi savunan pek çok isim de masonlar arasına katıldı. Yeni Osmanlılar’ın hâmisi Mustafa Fâzıl Paşa, Nâmık Kemal, Ali Suâvi gibi şahsiyetler bunlardandır. Masonların 1789 Fransız İhtilâli’yle olan fikrî bağları, Avrupa’dan mülhem bir ideoloji geliştiren Yeni Osmanlılar’ın masonluğa ilgi göstermesinin önemli âmillerinden biri olmuştur. Bu arada Veliaht Murad Efendi ile iki şehzadesinin de mason olması masonluğun gördüğü ilginin boyutlarına işaret eder.

Sultan Abdülaziz’den sonra tahta geçen V. Murad’ın birkaç ay içinde tahttan indirilmesi Osmanlı masonluğunda yeni bir dönem başlattı. Üstat mason olan Cleanti Scalieri’nin V. Murad’ı tekrar tahta geçirme gayretleri, Ali Suâvi ve Çırağan Vak’ası gibi olaylar II. Abdülhamid’in masonluğa bakışında etkili oldu, böylece Osmanlı masonluğu dönemin genel karakteri çerçevesinde bir kısıtlanma süreci yaşadı. Bu durum masonların II. Abdülhamid muhaliflerine destek vermesine, İttihat ve Terakkî ile iş birliği içine girmesine zemin hazırladı. İlk irtibat, Selânik’te İtalyan Büyükdoğu Locası’nın üstâd-ı a’zamı olan yahudi asıllı Emanuelle Carasso (Karasu) ile sağlandı. 1901-1908 arasında bu locada tekris edilen 154 kişiden on sekizi memur, dokuzu subay olmak üzere kırk ikisi Türk idi. Talat Paşa da bu locaya 1903’te katılmıştı. 1909 yılına kadar Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren toplam kırk beş locada 3000 kadar üye bulunduğu ve bunların büyük çoğunlukla gayri müslimlerden meydana geldiği belirtilmektedir.

II. Meşruiyet’in ilânı ile birlikte yeni düzende kendilerine yer bulmak isteyen binlerce kişi, Meşrutiyet’in arka planında masonların bulunduğu inancıyla kendilerinin de mason olduğunu söylemeye başladı. Aynı zamanda yeni rejimi nüfuzları altına almak için İngiliz, Fransız ve İtalyan locaları arasında bir rekabet canlandı. İttihatçılar, başka bir locaya bağlı olmak yerine bağımsız Osmanlı Yüksek Şûrası’nı kurmayı tasarladılar. İskoç ritine bağlı olarak faaliyetine başlayan Türkiye Büyükdoğusu zamanla basında ve mecliste muhaliflerin yoğun eleştirilerine uğradı. Eleştirilerin yoğunlaştığı husus, İslâm’ın masonlukla bağdaşmadığı iddiaları ve İttihatçılar’ın Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’nin de mason olduğunu açıklamasıydı. 1913’ten itibaren İttihat ve Terakkî’ye Enver Paşa liderliğinde mason olmayan askerî kanat hâkim olunca masonlar siyasetin dışında kaldılar ve sosyal faaliyetlere yönelerek Himâye-i Etfâl Cemiyeti gibi dernekleri kurdular. 1918 yenilgisinin ardından İttihatçı liderler ülke dışına kaçınca Türkiye Büyükdoğusu’nun başına Rızâ Tevfik geçti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Besim Ömer, Servet Yesâri, Fikret Takiyeddin, Edip Server gibi isimler Türk Mason Cemiyeti’nde büyük üstatlık yaptılar. Ayrıca Türk Teâlî Cemiyeti adlı başka bir mason cemiyeti faaliyete başladı.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında masonluğa cephe alınmamakla birlikte ön plana da çıkarılmadı. 1930’larda Türkiye’de yirmi üç loca ve 2000 kadar üyenin mevcudiyeti hesaplanıyordu. Atatürk’ün tâlimatı üzerine Türk Mason Cemiyeti bütün mal varlığını halkevlerine devrederek 14 Ekim 1935’te çalışmalarına son verip “uyku dönemi”ne girdi. Çok partili siyasî hayata geçilince masonluk faaliyetleri 1948’de tekrar başladı; ardından masonlukla ilgili tartışmalar da yeniden gündeme geldi. 1951’de mason localarının kapatılması için meclise verilen teklif reddedildi. 1965’te bir siyasî liderin masonluğuna dair ortaya çıkan tartışmalar Türkiye masonları arasında bölünmeye yol açtı ve masonlar üç gruba ayrıldı. 1998’de uyanışın ellinci yılı, 1999’da Türkiye Büyükdoğusu’nun kuruluşunun doksanıncı yılı kutlamaları çerçevesinde Türkiye’deki bazı localar basına gezdirildi. Günümüzde Türkiye masonluğunun 160 loca ve 12-13.000 üyeli bir organizasyon halinde faaliyet gösterdiği belirtilmektedir.

Genel olarak I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Arap devletlerinde ve diğer İslâm ülkelerinde masonluk gittikçe yoğunlaşan siyonizm hareketleriyle ve özellikle İsrail Devleti’nin kuruluşuyla irtibatlandırılarak yahudilerin İslâm’a karşı bir komplosu ve Avrupa sömürgeciliğinin İslâm ülkelerine yönelik bir aracı olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmede Fransız kolunun dinî değerleri dışlayan karakterinin yanı sıra XX. yüzyıl başlarındaki İngiliz masonluğunda yahudilerin tesiri ve İsrail Devleti’nin kuruluş sürecinde İngiliz ve Amerikan masonlarının çalışmaları etkili olmuştur. Bunun neticesinde masonların günümüz Arap coğrafyasında Lübnan ve Fas dışında örgütlü faaliyetleri yasaklanmıştır. Fas Büyük Locası’nın kurulmasına 1999’da izin verilmiştir. Ancak başta Mısır olmak üzere bazı ülkelerde Lions ve Rotary kulüp gibi dernekler adı altında toplandıkları söylenmektedir.

Exit mobile version