Dünya üzerindeki 200’ü aşkın devletin çoğunun kutladığı bir bağımsızlık günü var. Bağımsızlık günü, sömürge olmuşluğu var sayıyor. Bu günün gelecek kuşaklara sömürgecilik döneminde çekilen çileleri aktarması umuluyor.
İngiltere’den Bağımsız Olan Ülkeler
ABD (1776), Kanada (1867), İrlanda (1916), Afganistan (1919), Güney Afrika (1931), Irak (1932), Ürdün (1946), Hindistan (1947), Pakistan (1947), Myanmar (1948), Sri Lanka (1948), Sudan (1956, aynı zamanda Mısır’dan), Gana (1957), Malezya (1957), Nijerya (1960), Kıbrıs (1960), Kamerun (1960, İngiltere’den ve Fransa’dan), Sierra Leone (1961), Tanzanya (1961), Kuveyt (1961), Trinidad ve Tobago (1962), Uganda (1962), Jamaika (1962), Kenya (1963), Malawi (1964), Malta (1964), Zambiya (1964), Gambiya (1965), Maldivler (1965), Botswana (1966), Barbados (1966), Guyana (1966), Lesotho (1966), Yemen (1967), Mauritius (1968), Tonga (1970), Fiji (1970),Bahreyn (1971), Katar (1971), Birleşik Arap Emirlikleri (1971), Bahamalar (1973), Grenada (1974), Şeyzeller (1976), Dominika (1978), Solomon Adaları (1978), Swaziland (1978), Tuvalu (1978), Saint Lucia (1979), Saint Vincent ve Grenadine (1979), Kiribati (1979), Zimbabwe (1980), Antigua ve Barbuda (1981), Vanuatu (1980, aynı zamanda Fransa’dan), Belize (1981), Saint Kitts ve Nevis (1983) ve Brunei (1984).
İngiliz sömürgeciliği, “Güneş Batmayan İmparatorluk” sözünün özetlediği gibi, bütün anakaralarda en az bir sömürgeye sahip oluyor. Kuzey Amerika’da, ABD ve Kanada; Okyanusya’da Avustralya, Yeni Zelanda ve Papua Yeni Gine; Güney, Doğu ve Güneydoğu Asya’da Hindistan, Myanmar, Malezya, Sri Lanka, Afganistan ve Hong Kong; Güneybatı Asya’da (sömürgecilerin deyişiyle ‘Ortadoğu’), Irak, Ürdün, Katar, Umman, Yemen, Bahreyn, Kuveyt ve Filistin (diğer bir deyişle neredeyse bütün bölge); Kuzey Afrika’da Mısır ve Libya, Afrika genelinde Sudan, Somali, Kenya, Güney Afrika, Nijerya vd. sömürgeler öne çıkıyor. İngiltere’nin en az etkisinde olan anakara ise, Güney Amerika. Burası, İspanyol sömürgecilere bırakılmış.
İngiliz sömürgeciliğinin dünya üzerinde bu kadar geniş bir etki alanı olması, İngiliz imparatorluğunu küreselleştirme kavramsallaştırmasının tarihsel öncülü yapmış oluyor. Bütün sömürgelerde eğitim sistemi aracılığıyla, sömürge halkları, İngiliz olmamalarına karşın ve İngiliz olmadıkları siyasi programlarda sürekli olarak vurgulanarak, İngiliz gibi yaşamak, İngiliz gibi düşünmek, İngiliz gibi okuyup yazmak ve dahası kendi halkının çıkarına aykırı olduğu durumda bile İngiliz çıkarını korumak üzere yetiştiriliyor.
“İngiliz sömürgeciliğinin dünya halklarının kültürel yaşamına verdiği zararın büyüklüğü, belki de, bütün sömürgecilerin verdiği zararın toplamından fazladır” diyebiliriz. Birçok kültürel olarak ileri uygarlık, İngiliz sömürgeciliğinin müdahalesi dolayısıyla, kendi dinamikleri üzerinden gelişememiş oldu. Bugün Hindistan ve Mısır gibi köklü kültürlere sahip ülkeleri İngiliz kültüründen bağımsız olarak düşleyemiyoruz bile.
Bu iki ülke, sömürge olmasaydı, insanlığa katkıları bambaşka olacaktı. Ayrıca, İngiliz sömürgecileri, Kuzey Amerika ve Okyanusya’da yerli kültürlerinin imha edilmesinin, çeşitli yerli halkların soyunun kırılmasının (örneğin, son Tazmanya yerlisi 19. yüzyıla gelemeden hayata gözlerini yumuyor, cesedi kurutulup iskeleti müzede sergileniyor) ya da soyunun kırılması girişiminde bulunulmasının bir numaralı suçlusu ve sorumlusu olarak karşımıza çıkıyor.
Afganistan’ın İngilizlere karşı ilk bağımsız olan ülkelerden olması not edilmeli. Onu Güney Afrika, Irak ve Ürdün izliyor. Bu örnekler, Hindistan (ve Pakistan) bağımsızlığına bir destek sağlamış oluyor. Hindistan’dan sonra Myanmar, Sri Lanka, Sudan, Gana ve Malezya’yı görüyoruz. 1960’larla birlikte yavaş yavaş İngiltere’nin hemen hemen tüm sömürgelerinden çekildiğini görüyoruz. İngiltere’den tam 51 bağımsız ülke çıkıyor. Bu da, dünya üzerindeki devletlerin yaklaşık dörtte biri anlamına geliyor. Bu, siyasal olarak muazzam bir etki kaynağı.
Son bağımsız olan, bugün şeriatla yönetilen küçük bir Güneydoğu Asya ülkesi olan Brunei. Bağımsızlık öykülerine baktığımızda özellikle erken bağımsız olanların büyük halk direnişleriyle özgür oldukları, sonradan olanların ise bir bölümünün bağımsızlık istememelerine ve İngilizlerin sadık uyrukları olmalarına karşın, kendilerine bağımsızlık verildiği anlaşılıyor.
Ayrıca sömürge statüsü süren ülkeler var:
Bermuda (İngiltere), Cayman Adaları (İngiltere), Saint Helena, Ascension ve Tristan da Cunha (İngiltere), İngiliz Virgin Adaları (İngiltere), Anguilla (İngiltere), Falklands/Malvinas (İngiltere), Montserrat (İngiltere), Turcs ve Caicos Adaları (İngiltere), Pitcairn Adaları (İngiltere),
İngiltere’nin Askeri Üslerinin Bulunduğu Ülkeler/Bölgeler:
Ascension Adası, Bahreyn, Belize, Bermuda, Hint Okyanusu’ndaki İngiliz bölgesi, Brunei, Kanada, Kıbrıs, Falkland Adaları (Malvinas), Almanya, Cibraltar, Kenya, Montserrat, Nepal, Singapur ve Katar
- Üzerinde güneş batmayan imparatorluk Britanya yani İngiltere’nin en geniş sınırlarına ulaştığı 1919 tarihli harita..
Sadece 22 ülkeyi işgal edemediler
Dünyadaki 192 ülkeden sadece 22’sinin tarih içinde hiçbir dönem İngiliz sömürgesi altında yaşamadığı ortaya çıktı. Diğerleri ise, bir süre de olsa İngiliz sömürgesi oldu.
İŞGAL EDİLEMEYENLER
İngiliz tarihçi Stuart Laycock’un yeni yayınladığı “All the Countries We’ve Ever Invaded: And the Few Never Got Round To” (İşgal Ettiğimiz Tüm Ülkeler: Ve Hiçbir Zaman Ayak Basamadıklarımız) adlı kitabında, tarihleri boyunca İngiliz sömürgeciliği altında yaşamamış 22 ülke şöyle sıralandı: Andora, Belarus, Bolivya, Burundi, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Guatemala, Fildişi Sahili, Kırgızistan, Liechtenstein, Lüksemburg, Mali, Marshall Adaları, Monako, Moğolistan, Paraguay, İsveç, Tacikistan, Özbekistan, Vatikan ve Sao Tome Adaları.
İngiliz tarihçi Stuart Laycock, kitabını yazmadan önce tüm ülkeleri alfabetik sıraya göre araştırarak, buralarda İngiliz izlerini aradı.
İngiliz İmparatorluğu tarafından resmi olarak işgal edilmemiş ancak tarihin herhangi bir döneminde İngiliz korsanlar, İngiliz hükümetinin izniyle korsanlık yapanlar ve silahlı kaşifler tarafından kısa bir süre de olsa ele geçirilen topraklar da Stuart Laycock’un kitabında işgal edilmiş bölgeler ya da ülkeler olarak yer aldı.
‘BEN BİLE ŞOKE OLDUM’
İki yıl süren bir araştırma sonrasında oğlu Frederick’in sorusuna cevap verebildiğini belirten Stuart Laycock, “İngiliz sömürgeciliği konusunda iyi bir bilgi birikimine sahip olduğumu sanıyordum ancak araştırdıkça, aklımın ucuna dahi gelmeyecek bölgelerin bile bir şekilde İngilizler tarafından kısa süreli de olsa işgal edildiğini gördüm. Bu durum beni şoke etti” dedi.
SİYASİ TARİHİ DIŞINDA İNGİLTERE
1500′lü yıllarda, İngiltere’de işler şöyle yapılıyordu:
İnsanların çoğu, haziranda evleniyordu Çünkü, senelik banyolarını mayıs ayında yapıyorlar; haziranda henüz çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için, gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla, ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar, içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği, temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.
Ondan sonra, oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler, aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada, su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizcedeki “Banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın” (Don’t throw the baby out with the bath water) deyimi, buradan gelmektedir.
Evlerin çatıları, üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor; kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası, hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için, bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman, çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizcedeki “Kedi köpek yağıyor” (It’s raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi, büyük bir sıkıntı oluşturuyordu.
Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar, buradan gelmektedir.
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini, topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. “Toprak kadar fakir” (dirt poor) tabiri, buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar, kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için, yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.
Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca, saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere, kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı “threshold” (saman tutan; Türkçesi “eşik”) idi.
Yemek pişirme işlemi, her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor; et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse, artıklar kazanda bırakılıyor; gece boyunca soğuyan yemek, ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen, bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. “Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük” (Peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur.
Bazen, domuz eti buluyorlar; o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse, domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birinin eve domuz eti getirmesi, zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı.Buna “yağ çiğnemek” (chew the fat) adı veriliyordu.
Parası olanlar, kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler, kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor; böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler, buna sık sık sebep olduğu için, bundan sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca, domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
Çoğu insanın, kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine, tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman, bu tabaklar, bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler, o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar, hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.
Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında, “tabak ağzı” (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek, itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler, yanık olan alt kabuğu; aile, orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırlardı.
Bira ve viski içmek için, kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim, insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar, bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyorlardı. Bunlar, birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor; aile, etrafına toplanıp yiyip içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna, “uyanma” nöbeti deniyordu.
İngiltere, eski ve küçük bir yerdi; insanlar, ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için, mezarları kazıp tabutları çıkarıyor; kemikleri bir “kemik evi”ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında, her 25 tabutun birinde, iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece, insanların diri diri gömüldükleri ortaya çıktı. Buna çözüm olarak, cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana dolamaya başladılar. Bir kişi, bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna, mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları, zil sayesinde kurtulur (saved by the bell); bazıları da “ölü zilci” (dead ringer) olurdu.