“Nuh Tufanı” dünün, bugünün ve yarının insanlığını meşgul etmeye, üzerinde konuşulmaya ve gündemde kalmaya devam edecektir. Üzerine çok sayıda kitaplar yazılan, araştırmalar yapılan “Tufan olayı“nın gerçekliği; insanlar, hatta milletler tarafından büyük çoğunlukla kabul edilmiş olsa da; “küreselliği“, “Tufan suyunun seviyesi” ve “Nuh’un Gemisi’nin oturduğu dağ” hep tartışılagelmiştir. Bu araştırmamızın amacı, Nuh tufanını kanıtlamaktan daha çok tartışmalı konulara, yine Sonsuz Yüce’nin Kitabı Kur’an‘ın ışığında; bilimin aracılığına başvurarak açıklık getirmek ve son noktayı koymaktır. Önceki çalışmalarımızda olduğu gibi izleyeceğimiz yol şudur: Önce Kur’an delilleri, arkasından Tevrat(Tora) delilleri ve bilimsel kanıtlar; özellikle arkeolojik, tarihi, jeolojik ve coğrafi kanıtları analiz etmek; “ilmi düşünme metodu“nu işleterek gerçeklere ulaşmaktır.
TARİHİ İKİYE BÖLEN ELÇİ: NUH
Kur’an‘a baktığımızda insanlık tarihinin; Adem-Nuh ve Nuh-kıyamet olmak üzere iki ana periyoda ayrıldığını görürüz. Peygamberimizden gelen bir habere göre; “Adem-Nuh arasında 10 çağ-dönem(nesil-yönetici kral) gelip geçmiştir.”(Rudani, C.5, Hno: 8348) Sümer-Babil tabletlerinde de bu haberi teyid eden ifadeler mevcuttur. Bu on yöneticiye Adem ve Nuh’u da ilave edersek 12 dönem; yaklaşık 12.000 yıl eder. Nuh’a kadar ortalama insan ömrü, 1000 yıl civarındadır. Nuh-kıyamet periyodunun ise 12.000 yıl olduğunu “saklı metinler“den bilmekteyiz. Bu demektir ki bugünden Tufan’a kadar geçen süre 12.000 yıldır.
“Küresel tufan“la ilgili tüm bilimsel kanıtlar da bizi 12.000 yıl önceki Nuh Tufanı‘na götürmektedir. Bize göre İnsanlık tarihi toplamda 24 çağ-dönem yahut 24.000 yıldır ki; bu da oldukça anlamlıdır. Kur’an‘da bu kavrayışı destekleyen ayetler, işaretler vardır.
Nitekim Kur’an’da HAC(22)/47‘de; “1000 yıl karşılığı bir günde hesap görüldüğü“ne işaret edilmektedir. Kur’an’da bu konuya ışık tutan ayetlerin tamamı gözden geçirilecek olursa; 24.000 yılın anlamlılığı daha da artacaktır. Nitekim TAHA(20)/103-104′te de; “Mahşer Günü” bir grup aralarında fısıldaşarak; Dünya’da “on gün” kaldığını söylerken; daha makul düşünen başka bir grup “bir gün(24 saat) kaldık” derler. Bütün bu ayet ifadeleri, Dünya’da “insanlık tarihi“nin “bir gün(24 saat)” karşılığı 24.000 yıl olduğuna bir işarettir. Yani 1 saat karşılığı 1000 yıl; 24 saat karşılığı 24.000 yıl… En iyisini elbette Sonsuz Yüce Rabb‘imiz bilir.
İnsanlık tarihinin muhtemelen tam ortasında duran Nuh kimdir? Tevrat(Bereşit:5/5-32)’deki ifadelere göre; Adem oğlu Şet(Şit) oğlu Enoş oğlu Kenan oğlu Maalalel oğlu Yered oğlu Hanoh(Hanok-Enok-İdris) oğlu Metuşelah oğlu Lemeh oğludur Noah. İbranice’de “dinlenme“ anlamındaki LaNuah fiilinden türemiştir. Aynı zamanda “Naham; Rahatlık-huzur vermek” ya da “teselli etmek” kelimesiyle de bağlantılıdır. Ye’cuc-Me’cuc’un, Enok‘un(İdris’in) babası Yered zamanında ortaya çıktığı ve torunu Nuh zamanında da “Tufan“la helak oldukları burada hatırlanmalıdır.
Birinci insanlık periyodu içinde ademoğulları öyle yoldan çıkmış; o derece sapkın hale gelmişlerdir ki; ya peygamberlerini öldürmüşler ya da peygamber gönderilemeyecek derecede Yüce Rabb‘imizin gazabını üzerlerine çekmişler ve böylece Yüce Rabb‘imiz de bu dönemi, “sessiz karanlığa” mahkum etmiştir. Evrensel Nuh tufanını davet eden insanlık tarihinin bu en önemli “azgınlaşma-şeytanlaşma süreci“ni kısaca tekrar hatırlayalım:
Azazel, melek boyutundan düşürülerek İblisleşmiş ve lanetli olarak ademoğullarının peşine düşmüştür. Adem‘i cennetten kaydırdığı gibi oğullarını da “Hak Yol“dan saptırıp şeytanlaştırmak için elinden geleni arkasına koymamıştır. Azazel iken kendisine tabi olan cinlerin ileri gelenlerinin ayağını kaydırarak; onları da kendisi gibi şeytanlaştırmıştır. Arkasından da İblis, Allah‘a olan teslimiyetlerini bozan bu şeytanlaşmış cinlerini, ademoğlunun kızlarıyla yasak olan ilişkiye teşvik etmiş ve bu sapkın ilişki böylece başlamıştır.
Kısacası, Nuh tufanından önce yeryüzünde bugüne benzer küresel bir hakimiyet kurmuş olan bir toplumun; muhtemelen “Mu-Atlantis“in, “üstün insan“; yani “cin-insan” arzularını yem olarak kullanan İblis, insanlığı Ye’cuc-Me’cuc belasına ve arkasından da Tufan felaketine sürüklemiştir.
Kanıtlarını önceki araştırmamızda ortaya koyduğumuz yukarıdaki gerçekleri kavramadan “Tufan“ın küreselliğini anlayamayız. Neden Yüce Allah, Nuh kavmi iman etmedi diye tüm insanlığı cezalandırsın ve helak etsin? Böyle bir kabul Kur’an‘la ve Sonsuz Yüce Rabb‘imizin Adalet ve Rahmet sıfatıyla bağdaşır mı? Burada sorulması gereken haklı bir soru da şudur: Şeytanlaşmanın ve şerrin yaygın olduğu bir Dünya’da insanlığın tamamı mutlak anlamda suçlu olabilir mi? Bu da sünnetullaha aykırı bir durumdur. Elbette helakı hak etmeyen topluluklar vardı ve olması da beklenirdi. Böyle olduğu için bazı topluluklar “küresel tufan“dan kurtulmuşlardır. Özellikle yükseklerde yaşayan; şehir merkezlerinden; dolayısıyla ifsattan uzak olan topluluklar kurtulmuşlardır. Zülkarneyn‘in yolculuğunda karşılaştığı topluluklar, işte böyle “Tufan artığı topluluklar“dır.
Sonuç olarak Dünya tamamen fesada uğramış; şeytanlaşma süreci küresel boyutlara ulaşmış; Nuh kavmi, kendilerine resul(elçi) gönderilebilecek tek kavim olmasına rağmen; yıllarca elçilerinin uyarılarına kulak tıkamış; onları alaya almış, eziyet etmiş ve öldürmeye teşebbüs etmiştir. İşte “küresel helak“ı davet eden dünya, böyle bir dünyadır! Bir tarafta iblisleşen insanlık, diğer tarafta dünyayı istila eden insanlıktan bozma “dev nesli“: Ye’cuc-Me’cuc. Ne hazindir ki dünyada tek elçi gönderilebilecek kavim, Nuh kavmidir ve bu kavmin elçisine olan cevabı da ortadadır! İşte Nuh’un kavmine çağrıları ve aldığı cevaplar:
NUH: KAVMİNİ İSLAMA ÇAĞIRIYOR
Muhakkak Biz, Nuh’u, kavmine gönderdik. Dedi ki:”Ey kavmim, Allah’a köle olun, sizin için O’ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için, büyük bir günün azabından korkarım.”
[ARAF(7)/59]
Muhakkak Biz Nuh’u, kavmine (elçi olarak) gönderdik. (Nuh), kavmine dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a köle olun, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur, sakınmayacak mısınız?”
[MÜ’MİNUN(23)/23]
(Nuh) dedi ki: “Rabb’im muhakkak ben, kavmimi gece ve gündüz davet ettim.
Ancak benim davetim (çağrım), onların firarından (kaçışından) başka bir şeyi artırmadı.
“Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde; onlar, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler ve ısrarla kibirlenerek, büyüklük tasladılar.”
“Sonra onları, cehren(açıkça) davet ettim.”
“(Yine) onlara aleni (açık) ve gizli bir şekilde (konuştum).”
Dedim ki: “Rabb’inizden mağfiret isteyin; şüphesiz O, çok bağışlayandır.”
[NUH(71)/5-10]
Dedi ki (Nuh): “Rabb’im, beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et!”
MÜ’MİNUN(23)/26]
NUH KAVMİNİN NUH’A CEVABI
(Nuh’un) kavminin önde gelenleri dedi ki: “Gerçekten biz, seni, apaçık sapkınlık içinde görüyoruz.”
[ARAF(7)/60]
Arkasından (Nuh’un) kavminin Hakk’ı örten önderleri, dediler ki: “Bu, sizin benzeriniz bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Şayet Allah dileseydi, melekler indirirdi. Biz bunu, geçmiş atalarımızdan da işitmedik.
[MÜ’MİNUN(23)/24]
Ve dediler ki: “Kendi ilahlarınızı bırakmayın. Bırakmayın Vedd’i, Suva’ı, Yeğus’u, Ye’uk’u ve de Nesr’i.”
(Nuh dedi ki): “Muhakkak onlar, birçoğunu saptırdılar. (Ey Allah’ım) Sen de, zalimlerin sapkınlığından başkasını artırma.”
[NUH(71)/23-24]
Dediler ki: “Şayet vazgeçmezsen ey Nuh, elbette taşlananlardan olacaksınız.”
[ŞUARA(26)/116]
“SONSUZ YÜCE ALLAH” NE DİYOR?
(Nuh’u) yalanladılar. Arkasından, biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanları, (suda) boğduk. Muhakkak onlar, kör olan bir kavimdi.
[ARAF(7)/64]
Arkasından onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber olanları, gemiyle kurtardık ve onları halifeler(önderler) kıldık. Ve ayetlerimizi yalanlayanları (suda) boğduk. Uyarılanların akıbetinin(sonunun) ne olduğuna bir bak!
[YUNUS(10)/73]
Nuh’a vahyedildi ki: “Muhakkak iman edenlerin dışında, elbette kimse iman etmeyecek. Onların yapmakta olduklarından dolayı üzülme.”
Bizim gözetimimizde ve vahyimizle gemiyi yap. Zalimler (müşrikler) konusunda, Bana hitap etme (seslenme). Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır.”
[HUD(11)/36-37]
Nuh’un kavmine yıllarca yaptığı çağrı, kavminin bu çağrıya-uyarıya cevabı ve Yüce Allah’ın helak kararı çok kısa bir şekilde yukarıda özetlenmiştir. Bu helakın, yerel mi küresel mi olduğunun kanıtları aşağıdaki bölümde ortaya konacaktır.
NUH TUFANI KÜRESELDİR: İŞTE KANITLARI
Yazımızın başlangıç bölümünde işaret ettiğimiz gibi bu “helak“, Nuh kavmiyle sınırlı değildir, küresel çaptadır; çünkü dünya insanlığı tamamen ifsada uğramış, sünnetullahı çiğnemiş; nesil ve neseb bozulmuş; yeryüzünde kaos egemen olmuştur. Diğer taraftan Yüce Allah‘ın rahmet elçileri aracılığıyla yapılan uyarılara kör ve sağır olan insanlık, cin-şeytanların kör takipçisi olmuştur. Bu sebepledir ki Nuh Tufanı; yani “küresel helak” gerçekleşmiştir. İşte kanıtları!
1) KUR’AN DELİLLERİ
a) Nuh’un “Küresel Helak” Talebi
Nuh dedi ki: “Rabb’im yeryüzünde, kafirlerden bir diyar(yurt) bırakma!
“Şüphesiz Sen, şayet onları bırakırsan, Sen’in kölelerini saptırırlar. Ve onlar, facirden, kafirden başkasını doğurmazlar.”
[NUH(71)/26-27]
Nuh, yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi Allah’tan “küresel bir helak” istiyor. Bir peygamber, kavmi karşısında acze düştüğünde; ölümle tehdit edildiğinde, Rabb’ine rücu eder, Rabb’i de gereğini yapar. Başka kavimlerin(milletlerin) helakını hiçbir zaman istemez. Burada dikkat edilirse; “yeryüzünde kafirlerden bir diyar(yurt) bırakma, onlar senin kölelerini saptırırlar” diyor. Nuh‘un bu isteği Hakk’a uygun olmasaydı; Allah, onu, uyarır, düzeltirdi. Nitekim Yüce Allah, oğluyla ilgili Hakk‘a uygun olmayan talebinden dolayı Nuh‘u, Hud(11)/45-47′de şiddetle uyarmıştır. O halde buradan çıkan sonuç; “Nuh‘un kafirler için küresel helak istemesi” meşrudur ve yerine gelecektir.
Sözünü etiğimiz bu ayette başka bir delil daha saklıdır ki oda; Nuh, tüm insanlığın helakını değil, tüm “organize kafir toplumlar“ın; yani “diyarların(yurtların)” helakını istiyor. Bu ise Dünya’nın ve insanlığın ifsadından birinci derecede sorumlu olmayan “küçük topluluklar“ın kurtuluşuna bir cevazdır. Bu konuya yukarıda “Tufan artığı toplumlar” diye temas etmiştik.
b) Göğün Kapıları-Arz’ın Kaynakları
Biz de, ‘bardaktan boşanırcasına akan’ bir su ile göğün kapılarını açtık.
Yeri de ‘coşkun kaynaklar’ halinde fışkırttık. Arkasından sular, takdir edilmiş bir emir üzere birleşti.
[KAMER(54)/11-12]
Denildi ki: “Ey Arz(Yer), suyunu yut ve ey Sema(Gök), sen de (suyunu) tut!” Su çekildi, emir kaza edildi(yerine geldi). (Gemi de) Cudi (dağı) üstüne oturdu. Ve zalimler kavmine de; ‘uzak olsun’ denildi.
[HUD(11)/44]
O zaman ki su taştı, Biz sizi akan bir gemide taşıdık.
Öyle ki onu sizin için bir hatırlatma, kulaklarda bir dinleme- belleme kılalım diye.
[HAKKA(69)/11-12]
Yukarıdaki ayetlerin anlamları gayet açıktır. Kur’an muhkem bir şekilde “küresel bir Tufan“dan söz ediyor. İşte ifadeler:
“‘Bardaktan boşanırcasına akan’ bir su ile göğün kapılarını açtık.”, “Yeri de ‘coşkun kaynaklar’ halinde fışkırttık. Arkasından sular, takdir edilmiş bir emir üzere birleşti.”, “Ey Arz(Yer), suyunu yut ve ey Sema(Gök), sen de (suyunu) tut!”, “O zaman ki su taştı, Biz sizi akan bir gemide taşıdık.“
Sadece Nuh kavminin helakı için Arz’ın ve Sema‘nın harekete geçmesi düşünülebilir mi? Bu, küresel çapta bir Tufan felaketini bize açıkça bildirmiyor mu? Sizi(insanlığı), bir gemide taşımak yeterince açık değil mi? Kaldı ki bir kavmin coğrafyasıyla birlikte; “lokal felaket“e uğraması; sünnetullaha uygundur; geçmiş kavimler özellikle bir kuyruklu yıldızla yok olmuşlardır ve o kavmin komşuları bundan zarar görmemişlerdir. Kuyruklu yıldızın yere geçiren darbesi; tetiklediği depremler, sesi, yakıcı ve kavurucu etkilerinden sadece birisi bile o kavmi helak etmeye; kavmin coğrafyasını çölleştirmeye yeterde artar bile…
Burada “Tufan” kelimesinin anlamını hatırlatmak gerekir. Bu kelime “tvf” kökünden türemiştir. Baştaki (t), Arapça (th’ı)dır. “Dönmek, tavaf etmek, dolaşmak, kuşatmak, çevrelemek, taşkın, yüzmek, su baskını“; gibi anlamlara gelir. Kamer(54)/12‘de ifade edilen “sular takdir edilmiş bir emir üzere birleşti” beyanı “Tufan“ın tam karşılığıdır. Dünya’yı göz önüne aldığınızda suların, küresel çapta ve bileşik kaplar misali artarak birleşip yeryüzünü kaplaması demektir. “Tufan” kavramı, Kur’an‘da Ankebut ve Araf surelerinde iki ayette geçmektedir, birisi “küresel Nuh Tufanı“nı ifade ederken, diğeri Mısır’ın başına gelen “yerel on beladan birisi“dir. Dolayısıyla “Tufan” kavramı, bizatihi “küresel su baskını” anlamına gelmez. Yukarıdaki anlam çerçevesinde “tufan“, lokal, yahut küresel “su baskını-kuşatması“dır. “Nuh Tufanı“nın küresel tufan olmasının delillerini ortaya koymak ise bu araştırmanın görevidir. İşte Kur’an‘da “tufan” kavramının geçişi:
Muhakkak Biz Nuh’u, kavmine gönderdik. İçlerinde elli yılı eksik olmak üzere, bin sene kaldı. Arkasından onlar zalimlerken, ‘tufan’ onları yakalayıverdi.
[ANKEBUT(29)/14]
Biz onlara(Mısır’a) apaçık ayetler(deliller); tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Büyüklenmek istediler, mücrim(suçlu) bir kavim oldular.
[ARAF(7)/133]
c) “Küresel Tufan”ın Kaynağı: Çekirdek(Core)
Bugün Dünya’da gözlemlediğimiz yerküre aktivitelerinin en şiddetlisi “Nuh tufanı“nda gerçekleşti. Yani “çekirdek ısısı-enerjisi arttı“; “magma-fırın kızıştırıldı” ve Yerküre homurdanarak “küresel çapta yıkıcı aktivite boyutu“na Sonsuz Yüce‘nin emriyle geçti. İşte Kur’an‘daki delili:
Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır(fırın-magma) feveran ettiğinde(kızıştığında) dedik ki: “Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona(gemiye) yükle.” Onunla birlikte, çok azından başkası iman etmemişti.
[HUD(11)/40]Dedi ki (Nuh): “Rabb’im, beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et!”
Arkasından Biz ona: “Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Ne zaman ki, Bizim emrimiz gelip de, tandır(fırın-magma) kızışınca, ona(gemiye), her (tür hayvandan) ikişer çift ile, onlardan aleyhlerine söz geçmiş(azap hak olmuş) olanlar dışında, kalan aileni de (gemiye) bindir. Zalimler konusunda, Bana seslenme! Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır.” diye vahyettik.
HUD(11)/40′da; evrenlerin ve Arz’ın Rabb’i, “Nuh tufanı“nı anlatırken diyor ki; “emrimiz geldiğinde, ‘fare tennura’(magmayı-fırını kızıştırdık, şiddetlendirdik)”. Bu ayet ifadesi, aynen MÜ’MİNUN(23)/27′de de tekrarlanarak tekid ediliyor. Bu oldukça anlam yüklü ve bugünkü “Dünya’nın doğal felaketlerini” de ifşa eden “fare tennura” anahtar kavramının anlamı ve açıklaması şudur:
“Tennur“un anlamı “kapalı ocak–fırın“dır. Türkçede, “tandır” diye de ifade edilir. Muhtemelen asıl kökü “nur“dur. Esasen İbranice bir kelime olan “tanur“; “fırın-soba” anlamındadır. Arapçada “şiddetlilik” anlamı kazanarak “tennur” olmuştur. Ayrıca Araplar, “Yeryüzü“ne de “Tennur” derler. “Tennur“un yakın benzeri “tennar“dır. “Nar“dan türemiş bir kelime “ateş” anlamına gelir.
“Feveran“, “fvr” kökünden türemiş olup anlamı “şiddetli ani kaynama-fışkırma“dır. O halde bu iki kavram beraber kullanılınca ne anlama gelir? Şu anlama gelir: “Fare tennuru“; yani “fırın-ocak kızıştırıldı“; yani şiddetlendirildi ve harareti ani bir şekilde artırıldı.
Gerçekte Arz’ın(Yerküre’nin) “çekirdeği” dikkate alındığında, “fare tennuru“nun anlamı; “magma-fırın-ocak kızıştırıldı” olur. Özet olarak yukarıda bahsettiğimiz ayetlerde, Arz’ın(Yerküre‘nin) “çekirdeğinin ısısı“nın şiddetli(fevri) bir şekilde artması bize bildirilmektedir. İşte Nuh tufanı, Arz’ın merkezindeki bu “ısı ve dolayısıyla enerji artışı” sonucunda meydan gelmiştir. Bugünün bilimiyle biliyoruz ki “çekirdek“te meydana gelen “ısı artışı yahut ani enerji artışı“; Yerküre‘de zincirleme sonuçlar doğurur.
“Nuh tufanı“nı hazırlayan ana parametre değişimi, çekirdek(core) ısısının ani bir şekilde artmasıdır. Bu ani enerji artışı ise çok sayıda parametreyi tetikler. Böylece zincirleme doğal olaylar-felaketler, yani Yerküre’nin aktiviteleri meydana gelir… Küresel şiddetli depremler, karaların batması-yükselmesi, yarılan yeryüzeyinden suların fışkırması, küresel volkanik patlamalar, atmosfere yayılan su buharı ve arkasından evrensel “Nuh tufanı”. Bu doğal felaketler zincirine; “buz dağları olan kuyruklu yıldızlar“ın çok sayıda Dünya’ya çarpması ilave edildiğinde küresel Nuh tufanı kaçınılmaz olur ve de öyle oldu…
d) Küresel Tufan: Çünkü Gemi Küresel
Nuh’un Gemisi insanlar, hayvanlar ve bazı bitki tohumlarıyla yüklü “küresel bir gemi“, çünkü “helak“, evrensel çapta. Kur’an‘ın ve Tevrat‘ın ifadeleri gayet net, gerçeği görmek istemeyenlere de ne edersen et!
Sonunda, emrimiz geldiğinde ve tandır(fırın-magma) feveran ettiğinde(kızıştığında), dedik ki: “Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona(gemiye) yükle.” Onunla birlikte, çok azından başkası iman etmemişti.
[HUD(11)/40]
Arkasından Biz ona: “Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Ne zaman ki, Bizim emrimiz gelip de, tandır(fırın-magma) kızışınca, ona(gemiye), her (tür hayvandan) ikişer çift ile, onlardan aleyhlerine söz geçmiş(azap hak olmuş) olanlar dışında, kalan aileni de (gemiye) bindir. Zalimler konusunda, Bana seslenme! Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır.” diye vahyettik.
[MÜ’MİNUN(23)/27]
Tevrat(Bereşit)’in birçok ayetinde ve Bereşit 6/19-20‘de her tür hayvandan gemiye alınarak yaşatılması istenmektedir.
“Her canlıdan, her vücuttan -seninle yaşatılmaları için her türden -ikişer taneyi gemiye getir; erkek ve dişi olsunlar. Her türdeki kuştan, her türdeki çiftlik hayvanından ve her türdeki toprak hayvanından – [bunların] her birinden iki tanesi, yaşatılmak üzere sana gelecekler.”
Sonuç olarak “KUR’AN DELİLLERİ” bize apaçık ve kesin bir şekilde göstermektedir ki “Nuh Tufanı“; “gerçek“tir ve de “küresel“dir.
2) TEVRAT DELİLLERİ
Tevrat‘ta, Yüce Allah, yeryüzünde bir zamanlar insanoğlunun sürekli kötülüğe koştuğunu, yozlaştığını, herkesin Hak’tan saptığını ve bu yüzden Tufan sularıyla, “göklerin altındaki yaşam nefesleri“ni helak edeceğini açıkça bildirmiştir. İşte Tevrat(Tora)’nın, hiçbir tevile imkan vermeyecek derecede apaçık “küresel yok oluş“la ilgili ifadeleri:
“Tanrı yeryüzünde insanın kötülüğünün artmakta olduğunu gördü. (İnsanın) en derin düşüncelerinin yarattığı eğilimler, gün boyunca, sadece kötüyeydi.
Tanrı: “Yaratmış olduğum insanoğlunu yeryüzünden sileceğim, –insandan evcil hayvanlara, yer hayvanlarına ve gökyüzündeki kuşlara kadar-” dedi.
Fakat Noah, Tanrı’nın gözünde beğeni bulmuştu.“
Bereşit(Tekvin): 6/5, 7-8
“Dünya Tanrı’nın önünde yozlaşmıştı ve yeryüzü suçla dolmuştu.
Tanrı yeryüzünü gördü; ve işte yozlaşmıştı. Zira her vücut, yeryüzü üzerinde yolunu saptırmıştı.
Tanrı Noah’a “Tüm vücutların sonu önüme geldi; çünkü yeryüzü [insanların] suçlarıyla doldu” dedi. “Bu yüzden onları yeryüzü ile birlikte yok edeceğim.”
“Bana gelince – göklerin altında bulunan, yaşam nefesine sahip tüm vücutları yok etmek için, yeryüzüne Tufan sularını getiriyorum. Yeryüzündekilerin hepsi helak olacak.
Ama sana olan Sözümü yerine getireceğim -Sen, yanında oğulların, eşin ve oğullarının eşleri ile birlikte gemiye gireceksin.”
Bereşit(Tekvin): 6/11-13, 17-18
Noah’ın yaşamının 600. yılında, ikinci ayda, ayın 17. günüydü. O günde büyük derinliklerin tüm kaynakları yarıldı ve göklerin pencereleri açıldı.
Yeryüzü üzerinde yağmur kırk gün kırk gece sürecekti.
Bereşit(Tekvin): 7/11-12
Nuh Tufanı‘nın olmadığını, yahut sadece Mezopotamya‘da olduğunu iddia eden; Kur’an ve Tevrat‘ı tanımayanları anlayabiliyorum da; sözde Kur’an‘a inanan, Kur’an‘dan deliller getirmeye çalışan ve kitap yazan birçok “yerel tufancılar“a, bilimcilere şaşırıp kalıyorum! Yukarıdan beri ifade ettiğimiz bütün bu deliller ortadayken, gerçekleri at gözlükleriyle göremeyenlere ne diyebiliriz?
3) ENOK’UN(İDRİS’İN) KİTABI’NDA “KÜRESEL TUFAN”
53. BÖLÜM
7.O günlerde Ruhların Tanrısı’ndan ceza gelecek ve göklerin üzerindeki su hazneleri ve dünyanın altındaki su çeşmeleri açılacak.
8. Ve sular sularla birleşecek;
10.Ve o zaman dünyada yaşayan herkes ve göklerin uçlarının altında yaşayanlar yok edilecek.
64. BÖLÜM
1. O günlerde Nuh, dünyanın suya gömüldüğünü ve yıkımın yakın olduğunu gördü.
2. Ve oradan ayrılıp dünyanın uçlarına gitti. Büyük babası Enok’a seslendi.
9. Bunun ardından büyük babam Enok elimden tuttu, kaldırdı ve dedi ki: ”Ruhların Tanrı’sına dünyanın bu durumunu sordum. Adaletsizlikleri nedeniyle onların kararları verildi ve bu karar asla geri alınmayacak. Araştırıp öğrendikleri büyücülük faaliyetleri nedeniyle dünya ve üzerinde yaşayanlar yok edilecek. Onlar için sonsuza kadar da hiçbir sığınak olmayacak.”
66. BÖLÜM
2. Şimdi melekler ahşap bir araç yapıyorlar. İşlerini bitirdiklerinde elimi onun üzerine koyup koruyacağım.
105. BÖLÜM
14. Evet, Dünya’da büyük bir yıkım olacak. Büyük bir Tufan meydana gelecek ve bir yıl boyunca büyük bir yıkım gerçekleşecek.
4) “KÜRESEL TUFAN”IN BİLİMSEL DELİLLERİ
a) Polistrat (çok tabakalı) Fosiller
Dünya çapında bir tufanın en güçlü kanıtlarından biri de “Polistrat fosilleri“nin varlığıdır. Jeolog, biyolog ve bilim tarihçisi olan Rupke şunları söyler:
“Benim kişisel kanaatime göre; polistrat fosilleri hem Tufan‘ın gerçek oluşunun hem de tufandan dolayı meydana gelen çökme-çökelme mekanizmasının en can alıcı şahitleridir.”
b) Kırıntılı Damar Kayaçları Kırıntılı damar kayacı; farklı, yabancı bir kaya kütlesinin içine zorla sokulup, onu boylu boyunca geçmiş çökelti maddesidir.
c) Katı Madde Akıntıları
Katı madde akıntıları, su altından çamur akışına denmektedir. Kum kayası tortuları, “küresel bir Tufan“ın sonucu meydana gelen tortulardır.
d) Geniş Alanlara Yayılmış “Çökelti Tabakası” ve “Gözleme” Tipi Katmanlaşma
Tüm Dünya’daki çökelti tabakasını gözlemlediğimizde, nerdeyse her yerde “düz uzanan” yani “gözleme” tipinde katmanlaşmış olduğu görülür. Bu da benzeri görülmemiş bir Tufan‘a işaret eder.
e) Değişik Yüksekliklerde Bulunan Çok Sayıda Fosil Balina
f) Dünya’daki Dağlarda Deniz Kabukları veya Deniz Fosillerinin Bulunması.
g) Sibirya, Alaska ve Kuzey Avrupa’da Çok Sayıda Donmuş Mamutlar ve Mamut Kemikleri Bulunması
h) Kayalardaki Yarıklarda Bulunan Karışık Hayvan Kemikleri
Jardindes Plantes‘te jeoloji profesörü ve paleoentolog olan Albert Gaudry, bu konuda şunları söylemektedir:
“Mont de Sautenay, Dijon ve Lyons arasında yer alan ve üstü düz tabak gibi olan bir dağdır. Zirvede bir kayada bulunan yarığın içi hayvan kemikleriyle doludur. Neden bir sürü kurt, ayı, at ve öküz her yerden uzak bulunan bu tepeye çıkmışlardır?”
Londra Jeoloji Derneği eski başkanı Prestwich; bir arada bulunan hayvan kemiklerini, yükselen sulardan kaçan hayvanların buralara sığınması olarak açıklar.
i) Taşınan Büyük Kaya Blokları
Tüm Avrupa ve Kuzey Amerika’da gizemli bir güç tarafından taşınmış inanılmaz büyüklükte “yabancı kaya blokları” bulunmuştur. Yüksek ihtimalle bu blokları taşıyan güç, tüm kıtaları silip süpüren büyük bir “Tufan“dır.
j) Meksika Körfezine Tatlı Suyu Getiren Çok Büyük Çaplı Su Akışı: Tufan
Miami Üniversitesinden dünyanın en önemli jeologlarından ve paleooşinografinin kurucusu Cesare Emiliani‘nin ve Cambridge Üniversitesinde Nicholas Shackleton‘un araştırması, “deniz tuzluluk oranında dramatik bir değişme“yi gösteriyor. Emiliani, Meksika körfezine bu kadar büyük miktarda tatlı su akmasını şöyle açıklıyor:
“Biz artık biliyoruz ki foraminifera kabuklarındaki oksijen izotopu oranları, Meksika körfezi suyunun tuzluluk derecesinin önemli ölçüde düştüğünü göstermektedir. Bu da açıkça, zamanımızdan 10.000-12.000 yıl önce bir Tufan olduğu anlamına gelmektedir. Tufan olduğuna ve onun evrensel olduğuna dair hiç bir soru işareti yoktur.“
k) Karadeniz Küresel Tufan’a Tanık
Karadeniz‘de yapılan araştırmalar, bir tatlı su gölü olan Karadeniz‘in, Tufan sularıyla bir iç deniz haline geldiğini gösteriyor. Muhtemeldir ki Dünya’nın daha başka “tatlı su gölleri“, “iç denizler“e dönüşürken; Dünya’da “yeni oluşan çukurlar“a Tufan sularının dolmasıyla “yeni göller“ortaya çıkmıştır.
l) Yaklaşık 12.000 Yıllık Oluşumlar
Amerika’da Niagara şelalelerinin 12.500 yıl evvel meydana geldiği hesaplanmıştır. Cordilleras dağları, yaklaşık 10.000 sene evvel meydana geldiler. Karbon 14 testlerine göre şu anda Bermuda civarlarında deniz altında olan geniş bir bölge de, 11.000 sene önce sedir ormanları vardı. Aynı şekilde İngiltere’ye yakın Kuzey Denizi, İrlanda ve Grönland yakınlarında deniz diplerinde, binlerce sene önce denizin dibini boylamış ormanlar görülmektedir.
m) Arkeolojik Kazılarla Ortaya Çıkan Tabletler ve Kanıtlar
Burada 1850 tarihinde amatör İngiliz arkeologu Sir Henry Layard, bozulmamış binlerce kil tableti bulmayı başardı. Asurî dilinde “su baskını“nın öyküsünü ortaya çıkardı. “Gılgamış Destanı“nda yer alan “Tufan“ın “Babil versiyonu” ortaya çıktı. 1877’de Pennsylvania Üniversitesi (ABD), Sümerlilerin eski Nippur kentindeki kazıda, 3700 yıllık bir tablet parçasında “Gılgamış Destanı“nda kaydedilmiş olan “Tufan“ın başka bir öyküsüne rastlandı. 1922’de bir İngiliz arkeologu Sir Leonard Wollley’in yaptığı kazı, Sümerlilerin başlıca şehirlerinden biri olan Ur‘un yerine ve Tufan‘ın gerçekliğine işaret ediyordu.
n) Dünya’nın Çekirdeğini Tetikleyen “Kuyruklu Yıldız Darbeleri”
Dünyaca tanınmış Viyana Üniversitesi Jeoloji Enstitüsünden Prof. Alexander Tollmann, bu konuda şunları söylemektedir:
“Öyle görünüyor ki çarpmanın meydana getirdiği patlamalar sonucunda, nerdeyse bir düzine birbirinden ayrı büyük felaketler zinciri başlamış oldu. Bu felaketlerin içinde; depremler, jeolojik deformasyonlar, buhar patlamaları ve dev med cezir dalgaları vardı.“
Bu görüşlere katılmayan bazı jeologların aksine Tollmann, bize göre küresel tufanın parametrelerinden birisi ve en önemlisi olan kuyruklu yıldız gerçeğinin kanıtlarına ulaşmıştır. Tollmann, Tufan‘ın tarihini daha kesin bir şekilde belirlemek için iki bilgi kaynağını kullandı. Vardığı sonuca göre tufan MÖ 9600 yılları civarında gerçekleşmiş görünüyordu. Bu tarih bize göre oldukça gerçekçi bir tarihtir. Bizim yaptığımız hesaplamalara göre; Nuh Tufanı’nın tarihi yaklaşık olarak MÖ 9978‘dir.
Tollman‘ın iddiasının odak noktasını iki önemli keşif oluşturmaktadır:
(1) Bunlardan birincisi, kuyruklu yıldız vuruşunun etkisiyle saçılmış tektit(camsı göktaşı parçaları) ismi verilen erimiş kaya parçalarının dağılımı. Tollmann, bu konuda şunları söylüyor:
“10.000 yıllık çökeltiler arasında çok yüksek yoğunlukta bu taşlardan bulunuyor. Aynı seviyede(on bin yıllık çökelti seviyesi) Dünya’nın farklı bölgelerinde görülen örneklerin çeşitliliğine baktığımızda, yeryüzüne 7 büyük parça ve birçok küçük parça kuyruklu yıldızın vurduğunu anlıyoruz.“
(2) İkinci önemli keşif ise ayni dönemdeki fosilleşmiş ağaçlarda ani bir karbon 14 artışının görülmesi oldu. Tollmann bu durumun, kuyruklu yıldızların ozon tabakasını harap etmesinden kaynaklandığını öne sürmektedir. Çünkü böyle bir olay sonucunda, atmosfere çok yüksek seviyede radyasyon salınır ve bu nedenle de karbon 14 miktarı artar.
Tollmann teorisini; Ortadoğu, Çin, Hindistan ve Amerika’dan derlediği eski kültürlere ait “mitolojik veriler“le de destekliyor. Tollmann bu mitlerle ilgili açıklaması da şöyledir:
“Bu mitolojik hikayelerin hepsi, olaydan çok uzun süre sonra yazılmış. Ancak bu bilgiler yazıya geçene dek nesilden nesile sözlü olarak aktarılmış olmalı. Bu bilgiler hala o kadar çok ve sıra dışı benzerlikler gösteriyorlar ki. Örneğin farklı kültürlerden gelen bu anlatımların hepsinde, Dünya’nın yedi tane yanan güneş tarafından tehdit edildiği ve akabinde Tufan ve diğer felaketlerle yeryüzünün alt üst olmasının tanımlamaları yer alıyor.”
Tollmann’ın bulgularını prensipte, Oxford Üniversitesinde astrofizikçi olan Victor Clube da destekliyor. Yirmi yıldır kuyruklu yıldızlar; onların uzayda izlediği yollar ve Dünya ile bu yolların kesişmesi üzerinde araştırma yapan Victor Clube, Dünya tarihindeki pek çok olayın nedenin “kuyruklu yıldız çarpmaları” olduğu gerçeğine ışık tutuyor.
Diğer taraftan, ağaç halkalarını inceleyen ünlü uzman Mike Baillie, araştırmalarını mitoloji ile de destekliyor. Ağaçların yıllık büyüme modellerinden elde edilen 5000 yıllık sürekli ve küresel kayıtlar, dünya çapında 5 büyük çevresel şoku açığa çıkarıyor. Baillie’nin vardığı sonuç, bu beş felaket insanlar için “karanlık çağlar”ın başladığı tarihlere denk düşüyordu. Aslında bu bir tesadüf değildir, çünkü felaketlerin beşini de kuyruklu yıldız çarpmaları tetiklemişti. Baillie’ye göre; insan medeniyetinin ilerleyişini ınkıtaya uğratan en önemli sebep görmemezlikten gelinmektedir. 200 yıllık bilimsel kayıtların verdiği mesaj; insanoğlunun, tepesinde dolaşan ve tarih boyunca tehdit oluşturan kuyruklu yıldız saldırılarına kör olmasıdır.
Baillie’ye göre Tunguska‘ya düşen kuyruklu yıldızın büyüklüğüne yakın büyüklükte olan kuyruklu yıldız saldırıları, 20 megatonluk patlamalara sebep olarak; depremleri, tsunamileri, volkanik patlamaları ve okyanus tabanından gaz çıkışlarını tetiklemiştir.
o) Buzul Çağının Sonu ve Volkanik Aktiviteler
(1) Son 400.000 yılın iklim kayıtlarını içeren buzul örneklerinden, 70.000-90.000 yıl süren buzul çağlarını, 10.000-30.000 yıl süren buzularası çağların izlediğini görmek mümkündür.
(2) Buzul çağları, sırasında azalan sıcaklıklara paralel olarak kutuplarda yer alan buzullar, alanlarını genişletmiş, Kuzey Yarımküre’de yer yer 40 derece enlemine kadar yayılmışlardır.
(3) Karalar üzerinde 50-60 milyon km3ü bulan buzul örtülerinin oluşumu, deniz seviyesinin 120-140 metre düşmesine yol açmıştır.
(4) Deniz seviyesinin düştüğü buzul çağlarında, kıtalar arasında oluşan kara köprüleri, insanların, hayvanların ve bitkilerin göçler yoluyla Dünya’ya yayılmasını kolaylaştırmıştır. Örneğin günümüzden 25-20 bin yıl önce buzul çağı sırasında Asya ve Kuzey Amerika(Alaska) arasında oluşan kara köprüsü, insanların Amerika kıtasına yerleşmesine imkan hazırlamıştır.
(5) İklim Bilimci Dr. Peter Huybers, Science dergisinde 2009 yılında yayınlanan makalesinde: Yaklaşık 12.000 yıl önce son buzul çağının sona ermesindeki en önemli faktörün, volkanik aktivitelerdeki dramatik artış olduğunu ifade etmiştir. Volkanik patlamaların, bir sera gazı olan karbondioksitin(CO2) yer atmosferinde artmasına sebep olduğunu, bunun ise sonuçta Dünya’nın daha fazla ısınması anlamına geldiğini belirtiyor.
Grönland‘da gerçekleştirilen araştırma projesine göre buz çağı, tam olarak 11.711 yıl önce son bulmuş ve dünya insan toplumunun yaşamasına müsait hale gelmiştir. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Kopenhag Üniversitesi Buz ve İklim Merkezi araştırmacılarından Jörgen Peder Steffensen, şunları söylüyor:
“Buz katmanlarından aldığımız numuneler vasıtasıyla elde ettiğimiz detaylı bulgulara göre; buzul çağının sona ermesi ve ılıman iklime geçilmesi, bir düğmeye basılmış gibi oldukça hızlı gerçekleşmiştir.”
(6) Kutuplarda bulunan “volkan külleri“nin 10.000-14.000 yıllık olduğu tespit edilmiştir. Bu aralığın ortalaması(12.000 yıl) ve Grönland‘da yapılan araştırma sonucu ortaya çıkan 11.711 yılı, Nuh Tufanı‘nın gerçekçi tahminlerini vermektedir.
5) MİTOLOJİK DELİLLER PAKETİNDE NE VAR?
Dünya’nın her yerinde, tüm büyük-küçük topluluklarda “küresel su baskını“; Tufan mitolojileri anlatıla gelmiş; daha sonra da bu hikayeler yazılı hale getirilmiştir. Küresel tufan mitolojileri, “Dev mitolojileri“nden daha yaygındır ve ortak paydası daha fazladır. Tufan mitolojilerinin, en yaygın ortak özellikleri;
a) Şiddetli doğal felaketlerle yeryüzünün adeta alt-üst olması
b) Canlıların-insanoğlunun yaygın helakı
c) Yeryüzünün sularla kaplanması
d) İsmi, toplumdan topluma değişen bir kişinin(Nuh’un) ve yakınlarının gemiyle kurtulmasıdır.
Biz burada hiçbir mitolojik anlatıma yer vermeyeceğiz, ancak Tufan‘ı en güzel şekilde tanımlayan Altay Türklerinin, Tufan efsanesinden bir bölümünü örnek olmak üzere aşağıda sunuyoruz:
“Yeryüzünü sisler kapladı. Dünya korkunç bir karanlığa gömüldü. Yerin altından, ırmaklardan, denizlerden sular fışkırdı. Gökten sağanaklar boşandı.
Yedi gün deprem oldu.
Yedi gün dağlar ateş püskürdü.
Yedi gün yağmur yağdı.
Yedi gün fırtına oldu ve dolu yağdı.
Yedi gün kar yağdı.
Bundan sonra müthiş soğuk oldu...”
Genellikle Mitolojik anlatımlar, o toplumların din anlayışına-çok tanrıcılık anlayışına göre çeşitlenmekte; “uydurma mitik-ezoterik hikayeler“le süslenmektedir. Burada üzerinde durmamız gereken bir soru; “mademki küresel bir helak oldu, bu olay, Nuh‘tan sonra gelen toplumlara, kim yahut kimler tarafından aktarıldı” sorusudur. Bu soruyu şöyle cevaplandırabiliriz:
a) Birincisi, Nuh‘la birlikte kurtulanların ve Nuh’un oğulları; Sam, Ham ve Yafes’in nesilleri, elbette bu ibretli olayı, devamlı hatırlamışlar ve kulaklara küpe olsun diye sürekli anlatmışlardır. Nitekim Kur’an şöyle der:
O zaman ki su taştı, Biz sizi akan bir gemide taşıdık.
Öyle ki onu, sizin için bir hatırlatma, kulaklarda bir dinleme- belleme kılalım diye.
HAKKA(69)/11-12]
Başlangıçtaki bu anlatımlar Hakk‘a uygun olduğu halde zamanla toplum Hak‘tan(İslam’dan) sapıp “şirk“in, cin-şeytanların kontrollerine girdikçe “çok tanrıcılık hikayeleri“ne dönüşmüştür.
b) İkincisi “Tufan artığı topluluklar“ın gördüklerini ve yaşadıklarını nesillere aktarmasıdır ki; bu da gerçeğin saptırılmış hikayelerle süslenmesine gayet açıktır. Zira bu topluluklar, helak olacak kadar suçlu olmasalar da; cin-şeytanların yeryüzündeki yaygın manipülasyonuna muhatap olmuşlardır. Tufan’dan sonra da “ziyaretçileri(!)“nin sinsi aldatıcı telkinlerine açıktırlar ve olanlardan dolayı da şaşkındırlar.
c) Üçüncüsü Tufan sonrası toplumları ziyaret(!) eden, onlara rehberlik(!) eden cin-şeytanların, bizzat “saptırılmış Tufan hikayeleri“ni, süsleyip-püsleyip insanlara aktarmalarıdır. Bu sebepledir ki İblis ve adamları, küresel Nuh Tufanı’nın yaygın temel unsurlarını inkar edememişler; ancak “Tufan’ın oluşuna, Nuh’un kurtuluşuna ve Tufan’dan sonrası“na, bir sürü şeytani argümanlar ilave etmişlerdir.
Nitekim “Gılgamış destanı” Sümer-Babil tabletlerinde yer almasına; Tufan‘ının gerçekliği konusunda önemli bir kanıt olmasına rağmen; cin-şeytanlar tarafından çarpıtılmış bir hikaye olarak ortada durmaktadır. Zira Sümerli başöğretmen Ludingirra; 5. Sümer Uruk kıralı olan Gılgamış‘la ilgili kendisinin de inanmakta zorlandığı şu mitik hikayesi bizi doğrulamaktadır:
“126 yıl krallık yapan Uruk kentinin beşinci kralı Gılgamış‘tır. Onu, biraz da tanrı gibi görüyoruz. Sözde, annesi tanrıça Ninsun imiş. Bu yüzden deniyor ki; onun üçte biri insan, üçte ikisi tanrıdır.”
Çok tanrıcı Sümer toplumunun kralı Gılgamış‘ın anlattığı bu mitik hikayenin kaynağı kimdir dersiniz? Toplumun tamamı uyduruk-şeytanı tanrılarla yatıp-kalkıyorsa, Gılgamış ne yapacaktır, üstelik kendisi tanrı kral(!) Peki Gılgamış, Tufan hikayesini kimden dinliyor? Elbette Nuh’tan(!) ve Karısı‘ndan(!), peki Nuh ve Karısı öleli binlerce sene olmuş, Nuh‘u ve Karısı‘nı bu kral nasıl bulmuş? Elbette bulamaz ve bulamamıştır. O halde bu yarı cin-yarı insan, yahut belki de dev soyu kral kiminle konuşmuş? Tanrıları olan cin-şeytanlarla elbette… Onlardan birisi Nuh, diğeri de Karısı formuna girerek Gılgamış‘la niçin konuşmasınlar ki? İşte Gılgamış destanı bu!
Bakın Sümerli Ludingirra, bu Sümerlilerin sevgili tanrıları konusunda ne diyor? Buyurun okuyun, bunların hepsi tabletlerde mevcut ve hepsi belge niteliğindedir.
“Öykülerimizin çoğu tanrılarımızla ilgilidir. Bize göre tanrılarımız, insanlardan üstün, ölümsüzdürler; yani istediklerini yapabilirler; fakat yine de insanlar gibi sever, sevilir, acı çeker, yaralanır, hastalanır, kızar, öç alır, hatta kendileri tarafından iyi sayılmayan suçları işlerler.”
Sonuç olarak tabletlerde yer alan Tufan, gerçek, ancak onun dışındaki hikayelerin kaynağında şeytani çarpıtmalar var ve mitolojilerin tamamı böyle… Bir tarafta inkar edilemez gerçekler, diğer tarafta süslü şeytani yalanlar… Bugün birilerinin işine geliyor, doğruları, bu tarihi-şeytani mitik yalanlarla süsleyerek kitaplar yazıyor ve beyinler yıkıyorlar. Çağdaş İblis manipülasyonları ve operasyonları bugün de en akıl almaz boyutlarda devam ediyor.
“KÜRESEL TUFAN”IN “SU SEVİYESİ”: ORTALAMA 2000 METREDİR
Nuh Tufanı‘nın küresel çapta bir tufan olduğu; yeryüzünün tamamen sularla kaplandığı yukarıdan beri ortaya koyduğumuz kanıtlarla artık muhkem-kesin bir durumdur. Kaldı ki bizim için sadece Kur’an‘ın, evrensel Tufan‘a işaret eden ifadeleri yeterlidir. Araştırmamızın bu noktasında ikinci ve önemli bir tartışma konusu olan “küresel su seviyesi ve kaynakları” üzerinde duracağız.
Tufan, basit bölgesel bir taşkın olmadığına göre; su seviyesi, Ağrı dağını mı aştı, yahut Dünya’nın en yüksek dağlarını mı aştı, yoksa ortalama bir yükseklikteki; yani 2000 metre yüksekliğindeki dağları mı aştı? Bizim bu konuyla ilgili olarak tezimiz şudur:
Küresel Tufan‘ın su seviyesi, 2000 metre civarındadır ve bu su hacminin kaynakları, Yeryüzü‘nün Manto tabakasında ve kuyruklu yıldızlarda fazlasıyla mevcuttur. “Küresel çapta bu kadar su Dünya’da yoktur” diyenler yanılmaktadır. Öngördüğümüz bu “su seviyesi”nin kanıtları bizce şunlardır:
1) Gemi, Cudi dağına oturduğuna göre; su seviyesi Cudi’nin yüksekliği civarındadır ve Cudi dağının yüksekliği ortalama 1800-2000 metredir. Nuh‘un gemisi, şayet Cudi dağına oturmuşsa; bu “su seviyesi” anlamlı ve tutarlıdır. Gemi’nin, Cudi’de olduğu ise yine bize göre kesindir ve kanıtları aşağıda sunulacaktır.
2) Tora(Bereşit) 7/17’de; “Tufan, yeryüzü üzerinde 40 gün süreyle devam etti.” ifadesi geçmektedir. İnternetten bir tarama yaparsanız; Dünya’da tespit edilmiş maksimum yağmur yüksekliğinin; 04/07/1956 tarihinde ABD’de düz bir alanda 1 saatte 1,87 metre olduğunu görürsünüz. Yerden fışkıran suları da dikkate alarak, bu bir saatlik su seviyesini yaklaşık olarak 2 metre alabiliriz. Bundan sonra da basit bir orantıyla; 1 saatte 2 metreyi bulan su seviyesi, 40 günde ne olur sorusuna dönüşür. Bu basit orantının sonucu oldukça anlamlıdır ve şudur: 1920 metre.
Bu kabaca ve yaklaşık bir hesap olduğu halde önemli bir kanıtı teşkil ettiği açıktır. Ayrıca Gemi’nin, Cudi’de bulunduğunu tahmin ettiğimiz yerin yüksekliğiyle de anlamlı bir örtüşme söz konusudur. İleride bu konu geniş bir şekilde ele alınacaktır. Ancak şu kadarını söyleyelim ki Gemi’nin saklı olduğunu tahmin ettiğimiz “yerin-oluşumun” alt seviyesi; 1800 metre, üst seviyesi; 1860 metre yüksekliğindedir. Dolayısıyla 1920 metre yüksekliğindeki “su seviyesi” oldukça tutarlıdır.
3) Nuh Tufanı‘nın, küresel bir tufan olduğunun kanıtları yukarıda ortaya konmuştur. Tufan, küresel olmakla beraber Nuh’un, Kur’an‘da; NUH(71)/26-27′deki duasında; “Rabb’im Arz’da kafir diyarı(yurt-ülke) bırakma” ifadesi; “toplum merkezleri ve yurtlarının helak olacağı; ancak yükseklerde yaşayan küçük toplulukların kalabileceği” görüşümüzü teyit etmektedir. Yani yok oluş küreseldir, ancak yaşam bakımından mutlak yok oluş söz konusu değildir.
Bugün Dünya üzerindeki yaşam alanları; toplum merkezleri, ortalama 1800-2000 metre yüksekliklere kadar çıkar. Bu seviyeden daha yüksek dağlarda-yaylalarda ise yaşam sınırlıdır ve belli mevsimlerde, geçici yayla yaşamları söz konusudur. Genelde, 2000 metreden daha yüksek plato ve dağlarda; dünya genelinde istisna sayılabilecek küçük topluluklar yaşamaktadır. Tufan‘da da böyle topluluklar, Tufan‘dan kurtulmuş topluluklardır. Nitekim “İNSANLIK TARİHİ, MU-ATLANTİS VE “YE’CUC-ME’CUC“” yazımızda Zülkarneyn’in böyle “artık toplulukları” ziyaret ettiğini açıklamıştık. Sonuç; Yeryüzü’nün, yaşamın yaygın olduğu ve merkezileştiği ortalama 2000 metre yüksekliğine kadar “su seviyesi” çıkmış ve böylece küresel yok oluş gerçekleşmiştir. Bu gerçek de yine Tufan su seviyesi konusunda önemli bir argüman olarak önümüzde durmaktadır.
“KÜRESEL TUFAN”IN “SU KAYNAKLARI”
Su akışkan olduğu için yeryüzündeki seviyesinin 2000 metreye çıkması; o yükseklik altında ne kadar toplum merkezi varsa hepsinin yok olması demektir. Bunu, bugün de Dünya’nın her yerinde su seviyesinin aynı olmasından anlayabiliriz. Sonuç bugün sıfır(0) seviyesinde olan “yeryüzü su seviyesi“, Tufan sırasında 2000 metre civarına yükselmiş demektir.
Dünya aslında elipsoit şeklindedir. Ancak küreselliğe çok yakın olduğundan (eksentrisitesi: 0,017) küre olarak alabiliriz. Bu durumda Dünya’nın ortalama yarıçapı 6371 km’dir. Buradan hareketle Dünya’nın hacmini; 1,0832×1012 km3 olarak bulabiliriz. Suların şu anki seviyesinden, 2000 metreye yükselebilmesi için ihtiyaç duyulan “toplam suyun hacmi“ni hesaplarken; ilk önce suyun yükseldikçe içine alacağı “karaların su hacmine olan katkısı“nı hesaba katmalıyız. Bu durumda ihtiyaç duyulan su miktarı, yaklaşık 109 km3tür. Dünya’da karaların ortalama yüksekliği 840 metredir. Ve kıtalar, Dünya yüzeyinin %40’ını kaplar. Karalar içinde kalan göller ve nehirler bu suya dahil değildir. Buradan hareketle, suyun 2000 metre yükselmesi durumunda; en azından ortalama 400 metre yüksekliğinde olan kara, suyun altında hacim kaplar. Bu kara hacmini de hesaba katarak; 2000 metrelik bir tufan için ihtiyaç duyulan su miktarını; 9,4 x 108 km3 olarak hesaplarız. Bu da yaklaşık olarak 9,4 x 1017ton su demektir.
O halde bu su nereden geldi ve nereye çekilerek yeryüzündeki yaşam normalleşti? Asıl cevap verilmesi gereken can alıcı soru budur. Su ister kuyruklu yıldızlar yoluyla, ister yerden fışkırarak, ister volkanik faaliyetler yoluyla ortaya çıksın ve Tufan‘a sebep olsun; bu su geri uzaya kaçamayacağına göre; Dünya’nın bir yerlerinde hala saklı olmalıdır.
TUFAN’IN SUYU NEREDE SAKLI?
Bilim adamlarının tespitlerine göre; Dünya’daki toplam su miktarı 1,4 x 1018 tondur. Toplam su derken, bunun içinde denizler ve okyanuslar, nehirler, göller, havadaki su buharı, yeraltı suları, kutup ve dağ buzullarının tamamı dahildir. Bu miktar, aynı zamanda Dünya kütlesinin %0,023’ü demektir. Bu suyun %96,5’lik kısmı, denizler ve okyanuslardaki sudur. Yani okyanuslar ve denizler hariç yeraltı su kaynakları ve Dünya yüzeyindeki toplam su miktarı; 4,9 x 1016 ton kadardır. Bu miktar her ne kadar yeterli gibi gözükse de Tufan için gerekli suyun; yani 9,4 x 1017 tonun yaklaşık 1/20’sine tekabül eder. O halde Küresel Tufan‘a sebep olan bu suyun kaynağı nerede? İşte küresel çapta 2000 metreye çıkan suyun kaynağı:
Denildi ki: “Ey Arz(Yer), suyunu yut ve ey Sema(Gök), sen de (suyunu) tut!”
Su çekildi, emir kaza edildi(yerine geldi). (Gemi de) Cudi (Dağı) üstüne oturdu. Ve zalimler kavmine de; ‘uzak olsun’ denildi.
Tevrat(Tora) suların kaynaklarını, Kur’an‘a uygun anlatıyor, “derinlerin kaynakları” derken kapalı olarak Manto‘ya atıf yapıyor:
Derinliklerin kaynaklarına ve göklerin pencerelerine set çekildi. Göklerden [yağan] yağmur [böylece] sona erdi. Sular yeryüzü üzerinden çekilmeye başladı ve sürekli çekilerek 150 günün sonunda [belirgin biçimde] azaldı.
Bereşit(Tekvin): 8/2-3
Gök, yağmur yağdırmayı; kuyruklu yıldız, bombardımanını ve Yer, volkanik aktiviteyi durdurarak suyu kesmiş olabilir. Peki, Arz suyunu nasıl yuttu?
Yer kabuğu yüksekliği yer yer değişse de yaklaşık 100 km aşağıda sona eriyor ve yerini Manto denilen 2900 km yüksekliğe sahip alt katmana bırakıyor. Manto; Üst Manto(Upper Mantle), Geçiş Bölgesi(Transition Zone) ve Alt Manto(Lower Mantle) olarak kendi içinde kısımlara ayrılıyor. Bilim adamlarının 1967 yılından beri yaptıkları araştırmalar ve elde ettikleri bulgulara göre; Manto tabakası, adeta bir “su deposu“dur. Bu konuda özellikle Joseph Smyth (Colorado Üniveristesi), Ted Ringwood (Australian National Üniveristesi), Guus Nolet (Princeton Üniveristesi), Michael Wysession (Washington Üniveristesi) ve daha bir çok ünlü bilim adamının araştırma ve tespitleri vardır. Bunlara burada yer vermemiz mümkün değildir, ancak konuyu çok güzel özetleyen “New Scientist” dergisindeki Lou Bergeron‘a ait bir yazıdan ve Eiji Ohati‘nin (Tohoku Üniveristesi) “Elements“dergisindeki makalesinden bazı alıntılar yapacağız:
“Öncelikle derin su döngüsü“nden bahsetmek gerekir. Aynen Dünya yüzeyinden buharlaşan ve geri yağış olarak dönen su döngüsü gibi; Arz’ın(Yer’in) çok alt katmanları ile yeryüzündeki su arasında da bir döngü vardır. Bu döngü, elbette Yerkabuğu-Atmosfer arasındaki yüzeysel döngüden farklıdır. Yerkabuğunda saklı su miktarı, küresel Tufan‘ı sağlamaya yetmez. Bu sözünü ettiğimiz döngü; Manto-Yeryüzü suları-okyanusları arasındaki “derin döngü“dür. Şekil 1’de grafikle anlatılan bu “derin döngü“yü şöyle özetleyebiliriz:
Buna göre sürekli halde dalma bölgeleri(subduction zone) denilen yerden Dünya’nın aşağısına bol miktarda su inmektedir. Aslında bu dalma bölgeleri bildiğimiz tektonik tabakaların birbirleriyle karşılaştıkları bölgelerdir. Her yıl özellikle okyanus tabanında bulunan bu bölgelerden milyonlarca ton su, Manto’ya inmektedir. Aynı şekilde volkanik faaliyetlerle Manto‘dan milyonlarca ton su, yeryüzüne geri dönmektedir.
Manto‘daki suyu tespit etmek aslında o kadar kolay değildir. Çünkü bugün insanlığın, Manto‘ya ulaşması imkansızdır. Ancak bugün oradaki koşulları laboratuvar ortamında oluşturarak, yahut volkanlarla gelen maddeleri inceleyerek, yahut da sismik dalgalarını gözlemleyerek, suyun var olup olmadığı; hatta ne kadar olduğu tahmin edilebiliyor. Geçmişte bilim adamları, Manto‘daki yüksek sıcaklıklar nedeniyle, orada suyun bulunmasının imkansız olduğunu sanıyorlardı. Ancak yapılan araştırmalar ve keşifler, Manto‘da yüksek oranlarda su bulunduğunu gösterdi.
Joseph Smyth, Manto şartlarını; 1000 °C üstü sıcaklıklar ve yüksek basıncı, laboratuvar ortamında oluşturarak suyun hem de bol miktarlarda, o şartlarda kayaların içlerinde bulunabileceğini keşfetti. Yapılan sismik dalga incelemeleri de yine Manto‘da bol miktarda su bulunduğuna işaret ediyor. Çünkü sismik dalgalar, suya rastladıklarında yavaşlıyorlar. 2007′de, “National Geographic“te çıkan “Asya’da Devasa Yer altı Okyanusu Bulundu” haberini konuyla ilgili olanlar hatırlayacaklardır.
Sonuç olarak “Manto’da bulunan toplam su miktarı, Dünya okyanuslarında bulunan sudan çok daha fazladır“. Bu Manto‘daki su miktarının tahmini rakamları; yüzeydeki okyanusların 3-4 katından 10 katına kadar değişmektedir. Bu durumda, sözünü ettiğimiz bu bilimsel araştırmalardan şu sonuçları çıkarmaktayız:
(1) Dünya yüzeyinde bulunan su, Manto‘nun derinliklerine kadar ilerleyip orada bulunabiliyor.
(2) Manto‘da bulunan su, Dünya’nın tüm okyanuslarında bulunan sudan çok daha fazladır.
(3) Manto‘daki su, volkanik faaliyetlerle ve tektonik tabakaların hareketleriyle Dünya yüzeyine çıkabiliyor. Dünya yüzeyindeki su da tekrar Manto‘ya çekilebiliyor.
Sonuç olarak 2000 metre yüksekliğine ulaşan küresel bir Tufan için gerekli olan su nerede saklıdır sorusunun cevabı; Kuyruklu yıldızlar ve Manto‘dur. Ve Tufan için gerekli olan su miktarı ise tüm okyanuslardaki suyun yaklaşık %70’i kadardır. Bu miktar ise Manto‘da var olduğu tahmin edilen toplam su miktarının yaklaşık olarak sadece onda biri(1/10) kadardır.
İşte Küresel çapta 2000 metreye yükselen Tufan sularının kaynağı, Manto‘daki bu sulardır. Sonuç olarak Tufan suları Arz tarafından yutularak Manto‘da tekrar depolanmıştır. Bu suların az bir kısmı da, Karadeniz gibi tatlı su göllerini iç denize çevirerek, denizlerle birlikte su seviyelerini yükseltmeye yaramıştır. Ayrıca Tufan öncesi kuyruklu yıldız darbeleriyle oluşan yerkabuğundaki çöküntülerle oluşan yeni göller de az da olsa su tutmuştur. Sonuç olarak “yeryüzü-Manto su döngüsü” Sonsuz Yüce Rabb‘imizin emriyle tarihsel rolünü oynamıştır. İşte tüm alemlerin, Göğün, Arz’ın ve Tufan’ın Rabb’inin bu gerçeği ifşası:
Denildi ki: “Ey Arz(Yer), suyunu yut ve ey Sema(Gök), sen de (suyunu) tut!”
Su çekildi, emir kaza edildi(yerine geldi). (Gemi de) Cudi (Dağı) üstüne oturdu. Ve zalimler kavmine de; ‘uzak olsun’ denildi.
ALLAH NUH’A DİYOR Kİ: “GÖZETİMİMİZDE GEMİ YAP”
Araştırmamızın son bölümüne; “Gemi’nin oturduğu dağ“ın keşfine gelmiş bulunuyoruz. Bu konu aslında “tartışma“ya mahal olmayacak derecede açık olmasına rağmen, Batılılarca tartışma konusu yapılmıştır. Önce Tufan başlamadan Gemi‘nin yapımına bir göz atalım.
Bizim gözetimimizde ve vahyimizle gemiyi yap. Zalimler (müşrikler) konusunda, Bana hitap etme (seslenme). Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır.”
(Nuh), gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenleri, kendisine her uğradığında, onunla alay ediyorlardı. (Nuh): “Eğer bizimle alay ederseniz, biz de sizlerle alay ettiğiniz gibi, alay edeceğiz.”
Arkasından Biz ona: “Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Ne zaman ki, Bizim emrimiz gelip de, tandır (fırın-magma) kızışınca, ona (gemiye), her (tür hayvandan) ikişer çift ile, onlardan aleyhlerine söz geçmiş (azap hak olmuş) olanlar dışında, kalan aileni de (gemiye) bindir. Zalimler konusunda, Bana seslenme! Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır.” diye vahyettik.
[MÜ’MİNUN(23)/27]Tevrat(Tora)’da Gemi yapımı şöyle ifade edilir:
Kendine servi ağacından bir gemi yap. Gemiyi bölmelere ayır; içten ve dıştan ziftle sıva.
Onu şu şekilde inşa edeceksin: Geminin uzunluğu 300 ama, genişliği 50 ama ve yüksekliği 30 ama olacak.
Gemiye [ışık için] bir pencere yap. Üstteki açıklığı 1 ama [genişliğinde] olacak şekilde [eğik] olsun. Geminin kapısını da onun yanına yerleştir. [Gemiyi] Alt, ikinci ve üçüncü [güverteler olacak şekilde] yap.
Bereşit(Tekvin): 6/14-16
Gemi‘nin boyutları Tevrat‘ta (300 ama, 50 ama, 30 ama) olarak verilmiştir. Gemi‘nin yapımında, tahtalar, çiviler ve zift kullanılmıştır. Gemi’nin en önemli kalıntısının da adeta “taşlaşmış ziftli tahtalar” olması beklenir.
YÜKLÜ GEMİ LİMANDAN HAREKET EDİYOR
Ve (Nuh’u), levhalar(tahtalar) ve perçinler(çiviler) sahibi gemiyle taşıdık.
İnkar edilen(örtülen) o kimseye (Nuh’a), bir mükafat olmak üzere; (gemi) gözlerimizin önünde akıp gitmekteydi.
Şüphesiz Biz, bu (tufanı), bir ayet(alamet) olarak bıraktık, var mı düşünen (araştıran)?
[KAMER(54)/13-15]
Dedi ki (Nuh): “Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması(durması) da, Allah’ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabb’im, bağışlayandır, esirgeyendir.”
[HUD(11)/41]
Ve de ki: “Rabb’im, beni mübarek bir menzilde(yerde), indir. Sen konuklayanların en hayırlısısın.”
[MÜMİNUN(23)/29]
Denildi ki: “Ey Nuh, sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine, Biz’den selam ve bereketlerle (gemiden) in! (Sizden türeyecek diğer kafir) ümmetleri de yararlandıracağız. Sonra onlara, Biz’den elim(acı) bir azap dokunacaktır.”
[HUD(11)/48]
Sonsuz Yüce Allah‘ın emriyle ve gözetiminde yapılan “tarihi Gemi“, yine O’nun emir ve gözetiminde; yani “yüzmesi ve demir atması” O’nun ismiyle ve denetimiyle olmak üzere “mübarek bir yere“, “selam ve bereket“le inmiştir. İşte o “tarihi Gemi“nin, Allah‘ın izni ve onayıyla demir attığı bereketli yer, Cudi dağının üzeridir. İşte kanıtları!
NUH’UN GEMİSİ CUDİ’DEDİR: İŞTE KANITLARI
a) Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağıyla Uzak-Yakın Hiçbir İlişkisi Yoktur
Ağrı dağında Nuh‘un Gemisi‘ni aramak, kelimenin tam anlamıyla akla-ilme ziyan, Tevrat dahil tüm yazılı belgelere ve fiziki-coğrafi gerçeklere aykırı bir hayaldir. Batılılar ve Evangelikler tarafından uydurulmuş bir efsanedir. Bütün bu Ağrı’da gemi aramalar, Kur’an düşmanlığına, Ermeni yağcılığına dayalı, ümitsiz ve anlamsız şovlardan başkası değildir. 1948 yılından bugüne kadar Ağrı’da devam eden gemi arama maceralarından hiçbir şekilde söz etmeyeceğiz. Ancak Ağrı dağının “Nuh’un Gemisi“yle beraber zikredilemeyeceğinin delillerini kısaca özetleyeceğiz:
(1) Nuh Tufanı‘ndaki su seviyesinin 2000 metre civarında olduğunu ve kanıtlarını yukarıda ortaya koyduk. Suların 5122 metrenin üzerine çıkması imkansızdır, hayaldir. Burada bazı Yahudi-Hıristiyan din adamlarının, Tevrat(Bereşit): 7/19-20 ayetlerini yanlış tefsir ederek, Kur’an‘ı örtmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. İşte ayetler:
Sular yeryüzü üzerinde çok çok kabardı ve gökyüzünün tümü altındaki bütün yüksek dağlar örtüldü.
Sular yukarıya doğru 15 ama kadar kabardı ve dağlar örtüldü.
Burada (19) nolu Tevrat ayeti “bütün yüksek dağlar örtüldü” derken; “en yüksek dağlar” değil, “yüksek dağlar“ ifade ediliyor. (20) nolu ayet ise “dağlar örtüldü” diyerek (19) nolu ayeti tefsir ediyor. Yüksek dağlar için Tevrat‘ta; “kol-heharim hagevohim” kullanılıyor; İngilizce karşılığı; “the high mountains“dir, “the highest mountains” değildir. Elbette Tevrat‘ın bu ayetleri de; Kur’an‘a aykırı değil, paraleldir. Dünya’daki 2000 metre civarındaki dağlar, çok yaygın ve yüksek dağlardır. Buradan Ağrı ve Himalaya dağları gibi “en yüksek dağ” kategorisine girecek dağların Tufan‘da aşıldığını söylemek, gerçek dışı ve masalımsıdır. Bu masılımsı ve şeytani anlatımları İblis, küresel filmcilere yaptırır.
(2) Büyük ve Küçük Ağrı dağı volkaniktir. Büyük Ağrı 5122; Küçük Ağrı 3896 metre yüksekliğindedir. 4000 metre üstündeki yükseklikler sürekli karla ve buzla kaplıdır. Ağrı’nın kuzey tarafında doruğa yakın 10 km’yi kaplayan buzul vardır. Ve Türkiye’nin en büyük buzuludur. Büyük Ağrı‘nın büyük bir bölümü ağaçsız ve çöl gibidir. Bütün bunlara rağmen Ağrı dağı civarında su sıkıntısı çekilmektedir. Değil üzerinde gemi durması, orada gemiden inenlerin yaşamlarını sürdürmesi bile olağanüstü imkansızdır.
Cudi Dağı‘nın ise tepesi, yamaçları, deresi ve çevresi, tamamen çökeltiler ile kaplıdır ve oldukça düz, ortalama yüksek bir dağdır. Yüksek tepeler bile hep kum, çakıl taşı vb. maddelerle örtülüdür. Bölgenin bir Tufan‘a maruz kaldığı kolayca anlaşılabilir. Ayrıca Cudi dağı, Nuh’un yaşadığı yere oldukça yakındır. Üzeri gayet düzgün, yüksekliği başlangıç ve daha sonraki yayla yaşamı için elverişli yüksekliğe-iklime sahip; çevresi su kaynaklarıyla dolu; üzüm ve zeytin dahil her türlü ürünün yetişmesine elverişli ve Mezopotamya’nın devamı “bereketli” bir bölge. Kuzeye yelken açan Gemi’yi karşılayacak olan dağ silsilelerinin ilki ve geminin üzerine oturmasına oldukça elverişli bir dağ, Cudi dağı.
(3) 1985 yılında Ankara’da toplanan “9. Türkiye Jeomorfoloji Kurultayı“nda MTA mühendislerinden Yılmaz Güner kurultaya sunduğu bildirisinde şunları söylüyor: “Nuh’un gemisinin demirlemesi için en uygun yer, Ağrı değil, Cudi dağıdır. Çünkü, geminin topografik nedenlerden ötürü Ağrı Dağı’na yanaşması ya da gelip oturması mümkün değildir.“
Bu görüşe aynen katılıyoruz, Nuh’un Gemisi‘nin Ağrı dağına doğru yolculuk yapması ve Ağrı’ya demirlemesi, coğrafi, fiziki ve topografik gerçeklerle hiçbir şekilde bağdaşmaz.
b) “Ararat(Urartu)”: Ağrı Dağının Değil Bir Ülkenin Adıdır
“Ararat“, “Urartu Krallığı“nın adıdır. Sümer ve Asur kaynaklarında yer alan bu ülke; “Van gölünün güneyi ile Musul’un kuzeyinde yer alan dağlık bölgedir.” Bu dağlardan birisi de Nisir(Nesir-yardım) dağıdır ki; sonradan Guti(Cudi) imparatorluğu zamanında “Cudi” ismiyle meşhur olmuştur. Bu dağın “etekleri-çevresi ve Cizre“, Gutilerin merkezidir. İşte kanıtları:
(1) 1876’da “Londra Kraliyet Coğrafya Topluluğu“na yaptığı bir konuşmada bilim adamı Sir Henry Rawlinson, Ağrıcıları utandıracak şu konuşmayı yapar:
“Ağrı Dağı‘nın İncil‘deki Ararat ile hiç bir alakası yoktur. Konuyu sorgulayan herkes, şüpheye yer vermeyecek şekilde bunu anlar. En eski zamanlardan günümüze kadar kimse o dağa Ararat dememiştir. İsa‘dan iki bin yıl öncesine dayanan Asur kaynaklarında Ararat ifadesi Ninovah veya Babilonu anlatıyor, Van gölünün kuzeyini içine almıyordu ve bugünkü İran Kürdistanı‘nı içeriyordu. Tufan‘ın, Keldiyan efsanesine göre gemi Nizer dağına oturmuştu. Nizer dağı ise Ararat‘ın merkezine çok yakın olan bugünkü Cudi dağıdır. Koroneli Musa’nın coğrafyasında da Ararat ile Kuzey Ermenistan arasında hiçbir bağ yoktur. Musul‘un kuzey doğusundaki dağ, binlerce hacı tarafından her yıl ziyaret ediliyor, oradan tahtalar tılsım ve muska amaçlı getiriliyor ve o zaman da oraya Cudi dağı deniyordu. Bu uygulama yüzyıllarca devam etti.”
(2) “Ararat“, Asurluların “Urartu ülkesi“ne verdikleri isimdir. Asur dilinde aslı “Uruatri” olan “Urartu(Urardhu)” kelimesi, İbranice Kitab-ı Mukaddes‘te “Ararat” şeklinde telaffuz edilmiş ve böylece meşhur olmuştur.
“Uruatri” kelimesi, “dağlık bölge, yüksek memleket” demektir.
(3) Kitabı Mukaddes’te II. Krallar 19/37‘de; Asur kralını öldüren oğullarının kaçtığı ülke anlatılırken aynen şu ifade geçer: “(Onlar) Ararat diyarına(yurduna) kaçtılar.” İşaya37/38‘de bu ifade aynen tekrarlanır. Yeremya 51/27‘de ise bir yardım çağrısı olarak şunlar söylenir: “Ararat, Minni ve Aşkenaz krallıklarını, ona karşı çağırın!“
(4) Sümerli başöğretmen Ludingirra da, yazdığı tabletlerde komşu “kent beylikler“den söz ederken şunları yazar: “7 ulu dağ aşılarak gidilen Aratta, kent imiş. Benim zamanında onun ismi ağızlarda, yahut yazılı belgelerde bulunuyor. Aratta dağlık olduğu için tahıl yetiştiremiyor. Halbuki bizim ülkemiz tahıl ülkesi.”
Sonuç olarak Cudi dağı, Ararat(Urartu) ülkesindeki dağ silsilesinden birisidir. Nuh’un Gemisi‘nin, demirlemesi için Cudi dağı her bakımdan koşulları sağlayan ve alternatifi olmayan bir dağdır. Dağın tepesinden baktığınızda, Mezopotamya(Nuh’un yurdu) ayaklarınızın altına serilir, gözünüzün görebileceği yere kadar hiçbir engel yoktur. Kur’an bize açıkça geminin oturduğu yeri söyler. Tevrat ise “Gemi Ararat dağlarına oturdu” derken, kapalı olarak Cudi‘yi işaret eder. Gemi‘nin yeriyle ilgili adeta Kur’an nokta tayini yaparken, Tevrat aralık tespiti yapmaktadır. İşte gerçek kanıtlar:
c) Kur’an ve Tevrat Ne Diyor?
Denildi ki: “Ey Arz(Yer), suyunu yut ve ey Sema(Gök), sen de (suyunu) tut!”
Su çekildi, emir kaza edildi(yerine geldi). (Gemi de) Cudi (dağı) üstüne oturdu. Ve zalimler kavmine de; “uzak olsun” denildi.
Yedinci ayda, ayın 17. gününde, Gemi Ararat dağlarının üzerinde karaya oturdu.
Bereşit(Tekvin): 8/4
Ararat dağları, “Ararat(Urartu) ülkesi“nin dağları; yani Cudi‘nin dahil olduğu dağ silsilesidir. Bu iki büyük dinin iki önemli Kitabı da aynı şeyi ifade etmektedir. Böylece Kur‘an, Tevrat‘ta kapalı olan Gemi‘nin yerini, açık hale getiriyor ve son noktayı koyuyor.
Burada Kur’an‘da geçen “Cudi” isminin anlamının üzerinde durmak gerekir. Kökü “cvd-ca’de” olan kelimelerin anlam çerçevesi; iyi, yüksek, cömert, bereketli, bol vermek, yağmurludur. Cevdet, tecvit, ecat, icat kelimeleri de bu kökten türemiştir. Kur’an‘da; “estevet ala El-Cudiyyi“(Gemi Cudi’nin üzerine oturdu(yerleşti)) şeklinde geçmiştir. Cudi ismi, El-Cudi şeklinde belirlilik takısı almıştır ki; herhangi bir dağ değil, belirli-bilinen bir dağ anlamına gelmektedir.
Botan’dan, Basra’ya kadar Akad, Ellam Sümer devletlerini yüz yıl kendi hakimiyetleri altında tutan Gutiler, Nemrut(Naram-sin)’in hakimiyetine de son vermişlerdir. Guti imparatorluğunun gücü-şöhreti artınca; dağın adı da Guti-Gudi(Cudi) olarak meşhur olmuştur. Daha sonra Asurlular, Cudi dağının ismini; Nisir-Nesir yapmışlardır, ancak Cudi ismi dağın etrafındaki topluluklar tarafından daha çok kabul görmüş ve yaygınlaşmıştır.
Yine Nuh’un, Gemisi‘nin “mübarek bir yer“e inmesini Rabb‘inden istemesi; “Cudi” ismiyle tamamen örtüşmektedir. Çünkü “Cudi“nin bir anlamının da “mübarek-bereketli yer” olduğunu yukarıda açıklamıştık. İşte bu anlamla örtüşen Nuh’un duası:
Ve de ki: “Rabb’im, beni mübarek bir menzilde(yerde), indir. Sen konuklayanların en hayırlısısın.”
d) Arkeolojik Kanıtlar
Ağrı dağında olmayan gemiyi aramak yerine, Cudi dağında araştırma yapılsaydı, açıktır ki çoktan Nuh‘un gemisine ulaşılmış olacaktı. İslam etiketli toplumlar ise Hak dinlerinin; ellerindeki Kutsal Kitaplarının nasıl kıymetini bilmiyorlar ve ondan hicret ediyorlarsa; aynı şekilde “İslam arkeolojisi” diye bir ilim dalını tanımıyorlar. Bu bilim dalı, Batılı bilim insanlarının insafına terkedilmiştir ve İslam açısından acınacak bir durumdur… Ellerinde şirk bulaşmamış Hak Vahiy Kur’an ve insanlık tarihinin özeti onda, ancak kalpler ve şuurlar, “şirk ve dünya bataklığı“nda yüzüyor. Maalesef İslam adına yapılması gereken sayısız arkeolojik çalışmalardan birisi de Nuh’un Gemisi‘nin keşfi değil mi? Bu acı tarihi gerçeğin altını çizdikten sonra biz bugünün gerçeğine dönelim.
Cudi dağı ile ilgili ilk araştırma haberi 31 Ağustos 1949‘da “France Soir” gazetesinde yayınlanır. Bu haberde bir Fransız keşif grubunun, Ağrı yerine Cudi dağına çıktığı; 150 metre uzunluğunda, 24 metre genişliğinde ve 15 metre yüksekliğinde dev bir gemi kalıntısı bulunduğu ifade edilir. Bu boyutlar, Tevrat‘taki geminin boyutlarına uygundur.
İkinci en önemli olay ise Prof. Dr. Friedrich Bender‘in, Cudi dağı üzerinde yaptığı mini bir arkeolojik kazıdır. Dr. Friedrich Bender, Almanya Hannover yer Araştırmaları Merkezi Yöneticiliği yapmış bir bilim adamıdır. 1949’da doktorasını Heidelberg Üniversitesinden yapan Bender, Avrupa’nın meşhur jeologlarındandır. Dr Bender’in, Hannover’daki Federal Institute for Geosciences and Natural Resources‘da çalışırken yayınlamış olduğu makalenin özeti şudur:
1953 yılında, Prof. Dr. Friedrich Bender, Güney Doğu Anadolu’ya yaptığı bir ziyaret ve bir Hoca ile Nuh Gemisi konusunda yaptığı konuşmadan çok etkilenir. Hoca, kendisine, Gemi‘nin Cudi dağının tepesinde olduğunu ve kalıntılarının bulunabileceğini söyler. Dr Bender, Kürt rehberler eşliğinde Cudi dağına çıkar. Rehberler onu, geminin bulunduğu tepeye götürürler. 2000 metre yükseklikte bir cami ve taşlardan yapılmış bir kulübe gördüğünü de makalesinde zikreder. Daha sonra Dr. Bender, bu tepede kazı yapıp toprağın 1 metre altında; “zift ile kaplı bir tahta” bulur ve bu “tahtayı ve yerini“, “Wissenschaft und Technik” adlı bir dergide yayınladığı makalesinde şöyle tarif eder:
“Tahta kalıntıları, Cudi dağının yukarı güney yamacında bir açıklıkta bulundu. Burası, bir Kürt köyü olan Kerichulya‘yanın(Karacaköy’ün) kuzey-doğusunda, 3 km metre mesafede ve yaklaşık 1700 metre yükseklikte bir yerdir. Tahta parçasını ve üstündeki zifti, test için Hannover’daki Yer Bilimleri Ofisi’ne götürdüm. Tahtanın teorik yaşı; 6635 +/- 280 çıktı. Ziftin yaşı ise 50.000 yılından fazla çıktı.”
e) Tarihsel Kanıtlar
(1) Sümer-Akad, Kildani Kaynakları
Uruk kralı Gılgamış: 1899 yılında Britis Museum‘da yapılan çalışmalar neticesinde Sümer çivi yazı çözülünce Gılgamış destanı bulundu. Bu destanda Nuh tufanı ve geminin durduğu yer anlatılmakta ve şöyle denmektedir:
“Gemi Nisir dağına oturdu. Nisir dağı gemiyi tuttu, gemi devrilmedi.” Nisir(Nesir-yardım) dağının, arkeolojik kaynaklarda Dicle-Zap suyu arasında bulunduğu ve Cudi olduğu ifade edilir. Bir başka tablette de “Gemi, Nisir su kaynaklarına gitti” ifadesi yer alır ki; Cudi dağının eteklerindeki su kaynaklarına atıftır.
Berossus: Bir Kildani büyücü, rahip ve tarihçi. İÖ 3. yy.da Berossus, Babil tufanının bir başka versiyonunu rivayet eder. Bu rivayete göre gemi, Urartu(Ararat)‘da karaya oturmuştur ve geminin bazı parçaları, hala Urartu‘daki Gordyaeans dağlarındadır. Berossus, anlatımına şöyle devam eder: “Bazıları, gemiyi kazıyarak zift aldılar ve bunu tılsım yapmada kullandılar.” Berossus‘a göre, Cudi dağı, hem Gordyaean dağlarında hem de antik Ermenistan (Urartu) sınırındadır.
(2) Hristiyan Kaynakları
Eusebius: İS 3. yy.da yaşayan ilk kiliselerin pederlerinden biridir. Gemi‘nin küçük bir parçasının, kendi zamanında Gardian(Cudi) dağlarında olduğunu söyler.
The Pershitta: Suriyeli Hıristiyanların kullandıkları İncil‘dir. Bu İncil’de; Tekvin 8/14‘te, Nuh‘un gemisinin, karaya oturduğu yerin, Quardu(Cudi) dağı olduğu yazılıdır.
Bizans’ın Fautusu: Fautus, İS 4. yy.da yaşayan bir tarihçidir. Bir ermeni tarihçisi olarak bilinmesine rağmen, aslı Yunanlıdır. Orjinal çalışmaları kaybolmuştur. Ancak, çalışmasının tercümeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Notlarından birinde, Nusaybinli keşiş St. Jakop‘tan bahseder. St. Jacop, ALLAH‘tan kendisine Nuh’un gemisini göstermesini istemiş, ALLAH da, bir melek vasıtasıyla, geminin tahtalarından küçük bir parça göstermiştir. Fautus, bu olayın Cudi dağında gerçekleştiğini yazar. Zaten Nusaybin, Cudi dağına 70 mil mesafede bir kasabadır. İS 10. yy.a kadar tüm Ermeni kaynakları, Nuh’un gemisinin Ermenistan’ın güneyinde bir yerde olduğunu söylerler.
Epiphanius: Selanik patriğidir ve İS 4. yy.da yaşamış, din düşmanlarına karşı oldukça etkili olmuştur. Gemi’nin, Gordian(Cudi) dağlarında olduğunu belirtmiştir. Ve birinin dikkatli incelemesi halinde Nuh’un Sunağı‘nı görebileceğini eklemiştir.
Eutychius: İS 9. yy.da yaşamış İskenderiye patriğidir. Şöyle demiştir:
“Gemi, Ararat dağlarına oturmuştu. O dağ da Musul‘un yanındaki, Cebel Cudi‘dir. Musul, Antik Ninova‘nın yanında bir şehirdir ve Cudi dağının 80 mil güneyindedir.
Nestorian Prens Nuri: Nuh’un gemisinin, Cudi dağının güney bölgesinde bir taş yapı olarak tespit eder. Onun Hindistan’dan gelip, Nestorian kilisesinin lideri olarak, bu dağın doğusunda Nestorian merkezi kurması ilginç bir durumdur. Nestorianların bir zamanlar, dağın zirvesinde “Geminin Manastırı” denen manastırları vardı, yıldırımla yok oldu.
(3) İslami Kaynaklar
Kur’an: “… Gemi, Cudi üzerine oturdu...” [HUD(11)/44]
İslam bilginleri: Cudi dağı hakkında birbirine yakın görüşler ileri sürmüşlerdir. Beyzavi’ye göre “Cudi dağı, Cezire’dedir.” Katade; “Allah, Nuh’un gemisini Cezire topraklarında Cudi üzerine bir ibret ve alamet olmak üzere bıraktı ki; ümmetinin ileri gelenleri onu görsünler.” demiştir. Mücahid, Cudi‘nin Cezire‘de bir dağ olduğunu söyler. Elmalı; “Cudi engince bir dağdır, Musul da Cezire de veya Amid’dedir” der. Feyruz ise “Cudi Dağı Musul topraklarındaki Nusaybin dağıdır.” der. İbn Kesir, “bu dağ Cudi’dir” der. Abdullah Yusuf Ali ise şöyle der: “Cudi, Cezire-i İbn Ömer karşısında olan dağdır.” Modern İslam Ansiklopedisi, Cudi dağını referans gösterir.
Al-Masudi: İS 10. yy.da yaşamıştır. Cudi, Tigris’e(Dicle’ye), 8 fersah uzaklıktadır. 8 fersah, 25-30 mil karşılığıdır. Bu mesafe ölçülünce sizi tam olarak Cudi dağına götürür demiştir.
İbn Haukal: İS 10. yy.da yaşamıştır. Cudi’nin Nusaybin kasabasının yanında olduğunu belirtmiştir.
İbn AL-Mid: İS 13. yy.da yaşamıştır. 7. yy.da imparator olan Herakliyus‘un bölgeyi görmek için, Cudi dağına tırmanmak istediğini yazmıştır.
Zakariya Bin Muhammed al- Kazwine: İS 13. yy.da yaşamış bir Müslüman coğrafyacıdır. Gemi’nin tahtaları kullanılarak bir manastır inşa edildiğini kaydetmiştir.
(4) Yahudi Kaynakları
Samiri Tevrat’ı: Samirilerin kabul ettiği, Tevrat‘ın sadece ilk beş kitabından oluşan bu metne göre, Nuh’un gemisi, Kuzey Asur bölgesinde bulunan Kürt(Cudi) dağlarında karaya oturmuştur.
Targum: Targum metinleri, Yahudiler Babil‘deki ilk sürgünden döndüklerinde, Aramice yazılmış metinlerdir. 3 Targum vardır: Onkelos, Neofiti ve Pseudo Jonatan. Bunların üçü de geminin karaya oturma yerini, Quardu dağları(Kürt dağları) olarak belirtir.
Josephus: İS 1. yy.da yaşamış, Roma imparatorluğuna sadık bir Yahudi tarihçidir. Gerçek bir entellektüeldir ve Pavlos ile de çağdaştır. Roma imparatorluğunun resmi tarihçisi olduğu için, zamanının tüm kütüphane ve arşivlerine rahatça ulaşabiliyordu. Josephus kitaplarında Nuh’un gemisinden 3 yerde bahsetmiştir ve Nuh’un gemisinin karaya oturduğu yeri, kesinlikle Cudi dağı olarak belirtmiştir.
Benjamin of Tudela: İS 12. yy.da yaşamıştır. Seyahat ettiğinde şöyle yazmıştır. Nuh’un gemisinin kalıntıları, Cezire bin Ömer’e 2 günlük mesafede bulunan Tigris(Dicle)’deki Ararat dağındadır. Ömer bin El Hattab, Gemi‘yi zirveden aldı ve ondan cami yaptırdı. Yukarıdaki Yahudi kaynaklarındaki ifadede “Cudi” dağına, “Ararat” denmesi ilginçtir.
f) “Bölgenin ve Halkı”nın Hafızası
(1) İlkçağlardan bugüne kadar Cudi dağı; Novakin, Hılgırt, Gudi(Cudi), Nisir(Misir) adlarıyla anılmıştır. Şu anda Hılgirt adı Kuzey Irak’ta bulunan Kürtler tarafından Cudi için kullanılmaktadır. Geminin durduğu yerde Cebrail kapısı vardır.
(2) MÖ: 4000 yıllarına kadar uzanan Gudi(Guti) imparatorluğu Cizre-Silopi arasında, Cudi dağı eteğinde Bajarkard diye adlandırılan başkentlerini kurmuşlardır. Böylece Botan’dan Basra’ya kadar Akkdad, Ellam, Sumer devletlerini yüz yıl kendi hakimiyetleri altında tutmuşlardır. Gudilerin ünü dağı aşmış olduğundan dolayı dağın Nuvakin-Hılgirt adlarının yerine, Gudi(Cudi) adı kullanılmaya başlanmıştır. Ancak Gudi imparatorluğunun çöküşünden sonra, yani MÖ 1395 yıllarında Asurlular Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde hükümran olmuşlardır.
(3) Asurlular, Gudi adını yasaklayıp, Asurca bir kelime olan Missir(Nissir) adını kullanmışlardır. Asur kralları, Tufan olayına çok önem verdiklerinden Cudi dağının “Çeko tepesi“nde aşağıdan doruğa doğru 6 değişik noktada Kral Sanherib‘in kabartma heykellerini yapmışlardır. Bu heykellerde kral, şehadet parmağı ile geminin durduğu yeri göstermektedir. Bir Assurolug ve araştırmacı olan Layard King, 1904 yılında Cudi dağının üzerinde Tufan ile ilgili Asur Kralı Sanherib‘in heykellerini ve Nuh’un gemisi ile ilgili tarihi eserleri tesbit ettiğini söylemiştir.
(4) Nuh’un oğlu Yafes‘in, Cizre‘de eski bir köprüye adı verilmiştir. Yafes Köprüsü, bugün Suriye topraklarındadır.
(5) Nuh, Guti yazıtlarına göre önce dağın zirvesinde kendine bir ev yaptı. Bu evin temelleri hala mevcuttur. Kış aylarında ise sıcak olan Rayat bölgesinde yaşadı. Rayat; Cizre’den, Zaho‘ya kadar olan dağın güney eteklerindeki düz ovadır.
(6) Gudi imparatorluğu döneminde, Nuh’un gemisine atfen Cizre surları gemi şeklinde yapılmıştır. Geminin sivri ucu kuzeye, yuvarlak tekne kısmı güneye bakar şekilde inşa edilmiştir. Gemi’nin sağ küreklerine Tor kapısı, sol küreklerine Deşt kapısı yerleştirilerek gemi gösterilmiştir.
(7) Cizre‘de Nuh Peygamber‘in türbesi ve onun adını alan bir cami bulunmaktadır. Araştırmacı-yazar Abdullah Yaşin, kişisel çabalarıyla çevreden topladığı eserlerle Cizre‘de bir “müze” kurmuştur. Bu müzede “Tufan“la ilgili olduğu ifade edilen eserler bulunmaktadır. Bu eserlerden birisi de Nuh’un “kıbleteyn taşı” yahut diğer adıyla “mihrap taşı“dır. Bu taş iki kıbleyi göstermektedir: Mekke-Kabe ve Kudüs.
(8) “Şırnak” ili tarihsel olarak çok eski bir geçmişe sahiptir. Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda yazdığı “Seyahatname” ve tarihi rivayetlere göre Cizre, Tufan‘dan sonra ikinci kez Nuh ve oğulları tarafından inşa edilirken Cizre‘nin sıcağından korunmak için, Şırnak yazlık ve yaylak olarak inşa edilmiştir. Şırnak, Nuh’un Gemisi kalıntılarının olduğu öne sürülen Cudi dağının kuzeyinde Şehr-i Nuh –Şehri-Noah(k) adıyla kurulduğu daha sonra da bu ismin ŞerNok-ŞırNak‘a dönüştüğü söylenmektedir.
(9) Musul‘un kuzey doğusundaki Cudi dağı, özellikle eski zamanlardan beri binlerce hacı tarafından her yıl ziyaret edilmekte, orada bulunan ziftli tahta parçaları, tılsım ve muska amaçlı kullanılmaktaydı. Bugün Cudi dağının tüm çevresindeki yerleşim yerlerinde ve bölge halkının hafızalarında Nuh Tufanı ve Nuhoğulları konusunda hikaye ve anlatımlar önemli bir yer tutmaktadır. Çok eski tarihlerden beri Cudi civarında, her yıl dışarıdan gelenler ve bölge halkı tarafından kurbanlar kesilmekte, törenler ve Nuh’un kurtuluşuyla ilgili kutlamalar düzenlenmektedir.
g) Gemi’nin Yerini İfşa Eden Coğrafi Kanıtlar
Mezopotamya’nın kuzeyinde bulunan dağ silsilelerinin önünde uzanan, üzeri ve etekleri yaşama en elverişli olan bir dağdır Cudi dağı. Eteklerinden çıkan çok sayıda su kaynakları, Dicle nehrine karışarak, onu besler. Cudi‘nin üzeri yazın “yayla” görevi yaparken, etekleri; tarıma, bağ ve bahçe yapmaya elverişlidir. Gemi‘nin dağ üzerinde “oturduğu yer“in bazı özellikleri taşıması gerekir. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
(1) Gemi güneyden; Mezopotamya’dan geldi. Dağın güney tarafında; geminin önü ve arkası kuzeyi ve güneyi gösterecek şekilde oturmuş olmalı. Bu kuzey-güney doğrultusu, elbette bir sapma gösterebilir. Nitekim Cizre’deki surlar geminin yönünü çağrıştıracak şekilde yapılmıştır.
(2) Cudi’nin özellikle Batı ve Güney tarafının sınırları-kenarları, adeta duvar gibidir. Gemi’nin, dağın güney kenarında müsait bir boşluğa oturmuş olması beklenir.
(3) Gemi’nin oturduğu yer, dağdan inmeye ve çıkmaya elverişli olmalı yahut “dağa giden yol“un yakınında olmalıdır.
(4) Gemi’nin oturduğu yer ve yakınındaki köy, dağın zirvelerinde olamaz. Nispeten dağın alçak, yahut Dağ’ın alçalan doğu tarafındadır.
(5) Gemi’nin kapısı açıldığında hayvanların kolayca çıkacağı, dağın yamaçlarına yayılabileceği ve zaman zaman gemiyi ziyaret edebileceği bir yol bağlantısı olmalıdır.
(6) Cudi’nin zirvelerinden birinde yapılmış olan ve sonra mescide çevrilen gemiye benzer manastır, muhtemelen geminin yerine yakındır ve yönü geminin yönüne bir işarettir.
(7) Geminin boyutları Tevrat‘ta verilmiştir. Gemi’yi içinde saklayan “doğal görünümlü oluşum“un Tevrat’taki boyutlara uygun olması gerekir ve bu boyutlar: uzunluğu; 300 ama, genişliği; 50 ama, yüksekliği; 30 ama. “1 ama”, 0,48 cm alınırsa; geminin boyutları; (144 m, 24 m, 14,4 m); 0,62 cm alınırsa boyutlar; (186 m, 31 m, 18 m), 0,70 cm alınırsa da; (210 m, 35 m, 21m) olur.
Nuh ve çocukları, Gemi’den indiklerinde dağın üzerinde, gemiye yakın ve soğuktan-rüzgarlardan korunaklı bir çanakta Semanin(seksenler) köyünü kurdular. Sular iyice çekilinceye kadar burada yaşadılar. Burası, Gemi’ye yakın, kuzeye bakan yamacında bir “çanak bölge“dir. Sular tamamen çekilinceye kadar kalacakları bu yerin; Semanin(80’ler) köyünün şu özelliklere haiz olması gerekir:
(1) Gemi’ye yakın olmalıdır ki Gemi’yi de, kendileri ve hayvanları için barınak ve depo olarak bir süre kullanabilsinler. Bize göre bu aradaki mesafe; 400-500 metreyi geçmez.
(2) Evlerin yapımında, Gemi’nin tahtalarından da yararlanmışlardır. Çünkü köy evi yapabilmeleri için taş, toprak dışında tahta-ağaç da gereklidir.
(3) Suyun kolayca çekilip-kuruması için yerleşim yeri meyilli olmalıdır ve bugün kurumuş olsa da oraya yakın pınar bulunmalıdır.
(4) Dağ’ın rüzgarları ve soğuğu dolayısıyla “rakımı düşük ve çanak bir bölge” olmalıdır.
(5) Bu ilk köy; Semanin, hiçbir zaman Cudi‘nin eteklerinde ve yamaçlarında olamaz. Cudi‘nin yamaçlarında, yahut eteklerinde ancak sular tamamen çekildikten sonra köyler kurulmuştur ki bunlar, ilk yerleşim yerleri değildir. Sonuç olarak dağda kurulan ilk köy, bu temel koşullar sağlamak zorundadır.
Evet yukarıdan beri sıraladığımız Nuh‘un gemisinin ve Semanin köyünün “Yeri“ne ait özellikler, başka ipuçları ve Google görüntüleri birleşince gerçeğe ulaşmak mümkündür. Nitekim, ziftli tahtayı bulan Dr. Bender; “Cudi’nin güneyinde ve Karaca köyünün 3 km kuzey doğusunda, yaklaşık 1700 metre yükseklikteki oluşum geminin yerini göstermektedir” diyor. Yine Nestoriyan Prens Nuri‘nin “Dağ’ın güney bölgesinde bir taş yapı görünümü” ifadesini kullanıyor Gemi için… Biz de tüm bu verilerin ışığında Nuh’un gemisinin ve ilk kurduğu köyün yerini Google’dan işaretlemiş bulunmaktayız.
CUDİ’DE ZEYTİN AĞAÇLARI
Nuh’un gemisi dağın üzerine geldi, geminin karaya oturmasını beklerken; suların çekilme durumunu anlamak için Nuh, dışarıya güvercin gönderdi, ancak güvercin boş döndü. Bir 7 gün daha bekleyerek tekrar güvercini gönderen Nuh, güvercinin bir “zeytin dalı“yla döndüğünü gördü, işte Tevrat ifadesi:
Güvercin akşam vakti ona geldi; ve işte – ağzında, yeni koparılmış bir zeytin dalı vardı. Noah böylece suların yeryüzü üzerinden alçaldığını anladı.
Bereşit: 8/11
“Zeytin” Gemi’nin oturduğu dağ için önemli bir kanıttır. Abdullah Yaşin, “Cizre Şehir Rehberi“nde şunları yazıyor:
“Zeytin ağacı, Ağrı yöresinde kesinlikle yetişmez, ancak Cudi dağının güneyi, doğusu ve batısı zeytinliklerle doludur. Şah, Hebler, Hesena, Herbul, Gıreçulyan, Bespin köyleri, Cudi’nin yamaçlarında yer almaktadır ve arazilerinde bol zeytinlikler vardır. Cudi‘de, yabani üzümler, armutlar, palamut, ışkın, menengiç ve salatada kullanılan kalın saplı çeşitli otlar mevcuttur. Bol miktarda pınarları vardır.”
Şırnak‘ın yüksek rakımlı dağlarında araştırma yapan Bornova Zeytincilik Araştırma İstasyonu uzmanı ziraat yüksek mühendisi Mehmet Ulaş ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü öğretim üyesi Mücahit Taha Özkaya, araştırma sırasında Cudi ve Küpeli dağlarının 1157 rakımlı bölgelerinde; zeytin ağaçları buldu. Adana’da düzenlenen “Tarımsal Eğitim” ile ilgili bir seminere katılan Mehmet Ulaş şunları söylüyor:
“12 araştırma görevlisiyle yürüttüğümüz proje kapsamında Türkiye’nin zeytin yetiştirmeye elverişli alanlarını ortaya çıkarmayı hedefledik. İncelemelerimiz sırasında bulduğumuz zeytin ağaçları, bizleri şaşırttı. Çünkü 700- 800 metreden sonra meyve veren zeytin ağacına çok rastlanmaz. Ancak bizim bulduğumuz ağaçlar, yetiştiriciliği yapılan kültür bitkileri. O iklim ve sıcaklık değerlerinde, böyle zeytin ağaçlarının yetişmiş olması gerçekten şaşırtıcı. Bu ağaçlar, tamamen farklı ırk ve türe ait. Yükseklik ve iklim koşulları, bitkilerin yayılımını en çok sınırlayan koşullardır. Bu kadar yüksek rakımlarda bu ağaçlar yetişiyorsa, dağların zirvesinde yeni bahçeler oluşturulabilir.”
Nuh‘un dağdan indikten sonra ilk kurduğu bağ, üzüm bağıdır. Bu durum, Tevrat(Bereşit): 9/20’de şöyle ifade edilir:
Noah, toprak adamı olmaya başladı ve bir bağ dikti.
Cudi dağının yamaçlarında zeytin ağaçları gibi yabani üzümler de bulunmaktadır. Ayrıca Cudi dağının eteklerinde üzüm bağları mevcuttur ve üzüm yetiştirilmektedir.
Sonuç olarak Cudi dağı, tüm coğrafi özellikleriyle, tarıma-bağcılığa elverişli etekleri ve çevresiyle, iklimi ve su kaynaklarıyla, Nuhoğullarının yeni bir yaşama başlamaları, buradan yeryüzüne dağılmaları için gerekli tüm koşulları taşımaktadır. Daha sonra Dağ‘ın eteklerinde Nuhoğulları tarafında köyler kurulmuş, buradan insanoğlu-beşeriyet tekrar Dünya’ya yayılmıştır. Bugün Cudi’nin çevresinde, dağın eteklerinde çok sayıda eski köy kalıntıları, yahut terk edilmiş köyler bulunmaktadır. Nuh’un burada yaşaması dolayısıyla burası tarih boyunca rağbet görmüş; Dağ, birçok toplulukları buraya çekmiş ve barındırmıştır.
SONUÇLAR
1) Nuh Tufanı, inkarı mümkün olmayacak derecede muhkem-mütevatir bir olaydır. Ancak bu ibretli evrensel helaktan gerekli dersler çıkarması gereken Nuhoğulları, böyle bir olay olmamış gibi davranıyorlar ve bu ibretli helakı arkalarına atıyorlar.
2) Nuh Tufanı sadece gerçek değil, küresel çapta bir helaktır. “Sadece Mezopotamya’da oldu, lokal olaydı, her toplumun kendi su taşkınları olduğu için küresel çapta yaygın hikayeler uydurulmuştur” edebiyatı, bir aldanma ve aldatmadan başkası değildir. Ortaya koyduğumuz “kanıtlar kümesi“nin kesinliği ve tutarlılığı ortadadır, “küresel tufan“ın aksi iddia edilemez.
3) Küresel Nuh Tufanı‘nın “su seviyesi ve kaynakları“, delilleriyle ortaya konmuştur. Büyük-küçük çok sayıda “kuyruklu yıldız“ın Dünya’ya çarpması, bu çarpmalarla birlikte “Yerküre’nin çekirdeği“nin tetiklenmesi ve ısı enerjisinin artması; arkasından zincirleme şiddetli volkanik aktiviteleri, buzulların erimesini, depremleri ve yer yüzeyinde değişikliklerin meydana gelmesini sağlamıştır. Ve bu arada Manto ile Yeryüzü arasındaki “derin döngü” de harekete geçmiştir.
4) Küresel Nuh Tufanı sadece Nuh kavminin helakı değil; insanlığın, özellikle Mu–Atlantis toplumlarının ve bunları baştan çıkararak Ye’cuc-Me’cuc(Devler) üreten Lemurya cin-şeytan toplumunun da helakıdır. Özetle Rabb‘ini unutmuş, cin-şeytanlara uymuş insanoğlunun küresel çapta bir helakıdır.
5) Nuh’un Gemisi‘nin Cudi dağına demir attığı, tüm delilleriyle ortaya konmuştur. Nuh’un Gemisi‘nin, Ağrı yahut başka bir dağla hiçbir ilişkisi yoktur. Kur’an, Tevrat ve tüm büyük din mensuplarına dayalı kanıtlar, tarihi, bölgesel, arkeolojik kanıtlar, Cudi‘yi göstermektedir. Şimdiye kadar Cudi‘de ciddi arkeolojik bir araştırma yapılmamasının birinci derecede sorumlusu, İslam bilginleri etiketli ilahiyatçı-tarihçilerin, “Din-Bilim ve İslam Arkeolojisi” anlayışıdır.
6) Burada devlerle ilgili bir detay üzerinde duracağız. Nuh’un Gemisi hareket ettiğinde, devlerden birisi gemiye tutunarak, Nuh’un, kendisini kurtarması karşılığında, Nuh soyunun kölesi olacağı sözünü vermişti. Bu devin adı Uc(Og) bin Anak‘tır. Nuh’a verdiği sözü ne kadar tuttu bilmiyoruz, ancak bu devin soyundan da bir millet ortaya çıkmıştır ki; bunlara “Anakim“(Anaklar) denmektedir.
Bu dev soyu “Anakim“, önce Mezopotamya’nın kuzeyinde, daha sonra da Musa zamanında Filistin-Ürdün coğrafyasında etkili-güçlü topluluklar olarak ortaya çıkmıştır. Buraya kadar özetlediğimiz bu dev soyu topluluklarla ilgili deliller güçlüdür ve bu konu Tevrat‘ta çok önemli bir yer tutmaktadır. Tevrat‘ta, Başan Kralı Og ve kardeşi Heşbon‘da oturan Emori Kralı Sihon‘dan bahsedilir. İsrailoğulları Nebo tepesine doğru ilerlerken, bu iki kardeş dev soyu kralı ve ordularını birlikte yok etmişlerdir. Özellikle dev Og‘u, Allah‘ın emriyle bizzat Musa kendisi öldürmüştür. Yine Kur’an‘da; BAKARA(2)/249-251‘de geçen Davud‘un öldürdüğü “Calud” da bir dev artığıdır. Tevrat‘ta genişçe anlatılan vaad edilmiş toprakları teftişe giden 12 kişinin bu “Anakim“lerden korkusu; MAİDE(5)/21-24‘te de kapalı olarak dile getirilmiştir. Bu konu, ayrı bir çalışmanın konusudur, ancak Tufan‘la bağlantısı dolayısıyla sonuç bölümünde kısaca özetlemiş bulunmaktayız.
7) Yeni bir Nuh Tufanı olmayacak; “2012 Filmi” İblis yalanı, ancak Yaklaşansaat geliyor… Dün cin-şeytanların tuzağına düşen Ademoğlu, bugün de Nuhoğlu olarak aynı tuzağa maalesef düşmüş görünüyor. Acaba bugün kaç gelişmiş ülkenin başkanları, başkan eşleri, İblis‘in uzaylı-melekleriyle oturup kalkıyor? Nuh zamanındaki Dünya’dan bugünkü Dünya ne kadar iyi! İnsanlığın en son evrensel Elçisi Muhammed (s.a.v.)’i ve Kur’an‘ı tanımayanlar, İblis ordusunun Dünya üzerinde yürüttüğü “enigmatik sinsi propaganda“yı ve “manipülasyonlar“ı nasıl bilecekler, nasıl engelleyecekler ve Sonsuz Güç Sahibi Allah‘a karşı kimden yardım alacaklardır? İşte kendileri aldanıp, insanlığın aldatılmasında İblis’in değirmenine su taşıyanlara son sözümüz:
Gökteki o kimsenin(Mikail’in), sizi Arz’a geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman Arz sarsılır(depremler olur).
O’nun, üzerinize ‘taş-dolu kasırgası’ göndermeyeceğinden emin misiniz? Yakında bileceksiniz, Benim uyarım(korkutmam) nasılmış?
Muhakkak sizden öncekiler de yalanladı. Benim inkarım nasılmış?
Orada(Gök’te), onların üzerinde dizi dizi dolaşanları(göktaşlarını) görmediler mi? Onları, (melekler) kabzeder(yönetir). Onları, Rahman’dan başkası tutmaz. Muhakkak O(Rahman), her şeyi görendir.
Şu sizin için olan (göktaşları) ordusuna karşı size Rahman’dan başka kim yardım edecek? Muhakkak kafirler bir aldanmışlık içindedirler.
Kaynak:
Dr. Halil Bayraktar yaklasansaat.com |
Kaynaklar:
1) Kur’an-ı Kerim
2) Tevrat(Tora), Bereşit(Tekvin), Türkiye Hahambaşılığı, Gözlem Yy, İstanbul, 2010.
3) Peygamber Enok’un Kitabı, çev. Günyüz Keskin, Hermes Yy, İstanbul, 2011.
4) Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, C.5, Hno: 8348, çev. Naim Erdoğan, İz Yy.
5) James H. Charlesworth, The Old Testament Pseudepigrapha- Apocalyptic Literature and Testaments, C. I, II, (çev. Kader Demirpehlivan), Hendrickson Publishers, Massachusetts-USA, 2011.
6) Fred Warshofsky, “Nuh Tufanı ve Gerçekler“, Readers Digest (çev. Bilim ve Teknik, Aralık 1977)
7) “Tollmann’s Hypothetical Bolide“, wikipedia, goldenage project.com
8) Lou Bergeron, “Deep Waters“, New Scientist, 1997.
9) Eiji Ohitani, “Water in The Mantle“, Elements Journal, January 2005.
10) Richard A. Lovett, “Huge Underground Ocean Found“, National Geographic, February 2007.
11) Pamela Gore, “Earth’s Surface Features“, Georgia Perimeter College.
12) Ben Harder, “Inner Earth May Hold More Water Than Seas“, National Geographic, March 2002.
13) Tony Fitzpatrick, “3-D Model Shows Big Body of Water in Earth’s Mantle“, physorg.com, February 2007.
14) William B. F. Ryan, Walter C. Pitman, Nuh Tufanı, çev. Dursun Bayrak, Ankara, 2011.
15) Muazzez İlmiye Çığ, Sümerli Ludingirra, Geçmişe Dönük Bilim Kurgu, Kaynak Yy, Eylül 1997.
16) Doç. Dr. Bahattin Dartma, Nuh Tufanı, Rağbet Yy, İstanbul, 2005.
17) Ahmet Musaoğlu, Nuh’un Gemisi Cudi‘de, Okul Yy. İstanbul, 2005.
18) Robert Graves, Raphael Patai, İbrani Mitleri: (Tekvin-Yaratılış Kitabı), çev. Uğur Akpur, İstanbul, 2009.
19) Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, C. I, çev. Ali Berktay, Kabalcı Yy, Mayıs 2007.
20) New Scientist, p.42, 9 January 1999.
21) Friedrich Bender, “Wood Remains From The ‘Landing Site of Noah’s Ark’ Nearly 6500 Years Old”, Bible and Spade, Sayı:19, No: 4, çev. Dr. Alp Bayraktar, yaklasansaat.com, 2006.
22) Bill Crouse, “Nuh’un Gemisi: Gemi’nin Son Rıhtımı“, Arkeoloji ve Kutsal Kitap Araştırmaları, C.5, No:13, çev. Gökben Coşkun, yaklasansaat.com, 1992.
23) Gertrude Bell, “Amurath to Amurath“, Noahs Ark Search, çev. Gökben Coşkun, yaklasansaat.com, 1909.
24) Bill Crouse and Gordon Franz, “Mount Cudi–The True Mountain of Noah’s Ark“, Bible and Spade, çev. Dr. Alp Bayraktar, yaklasansaat.com, Güz 2006, Vol. 19, No.4.
25) Geza Vermes, Ölü Deniz Parşömenleri Kumran Yazıtları, çev. Nurfer Çelebioğlu, Nokta Kitap, İstanbul, 2005.
26) Huybers, “Pleistocene Glacial Variability as a Chaotic Response to Obliquity Forcing“, Climate of the Past, 2009.
27) Huybers, “Antarctica’s Orbital Beat“, Science, 2009.
28) Ergun Candan, Nuh’un Gemileri, Sınır Ötesi Yy. İstanbul, 2008.
29) earthsky.org
30) cizre.gen.tr
31) Ana Britannica
32) Wikipedia
33) earthage.org
34) nooran.org
35) biltek.tubitak.gov.tr
36) haberturk.com