Osmanlının şehzadeleri öldürme geleneği bir sonraki taht varisini korumak için veya tahtan indirilen padişahların öldürülmemesi halinde kapatıldığı mekan kafes olarak anılmaktadır. I.Ahmet döneminden itibaren uygulanmaya başlanan kafes hayatında, Şehzade yanına bir kaç cariye bırakıldıktan sonra kapatıldığı odanın duvarı tamamen örülür ve ancak yemek verilecek küçük bir pencere bırakılır. Küçük yaşta bu kafese kapatılan çocuklar koridordan duydukları ayak seslerinden sürekli ürkerek bu kafeste hayatlarını devam ettirirlerdi. Gelenlerin kendisini öldürmeyemi yoksa taht’a çıkarmaya mı geldiğini bilmeden endişe ile yıllarca beklerlerdi bu hayat tarzıda bir çoğunun ruh sağlığının bozulmasına ve hatta delirmesine sebep oldu.
O dönemin kadınlarının özellikle Kösem sultanın politik manevralarının anlatıldığı Nihat Genç- Memleket Hikayeleri isimli kitabından. Sayfa 67- 77 bu konuyu açıklar mahiyettte olduğu için aşağıya aldım. “Sultan Üçüncü Murad 1574’te tahta oturdu. Tarihçiler en pespaye, en rezil padişah olarak Üçüncü Murat’ı gösterir. 100–130 çocuğu oldu. Ölümünden sonra 19’u erkek, 30’u kız olmak üzere 49 çocuk kaldı, hatta yedi cariyenin de gebe olduğu, ölümü üzerine denize atılarak cariyelerin boğdurulduğu söylenir.
Üçüncü Murad 19 yaşındayken, Türk korsanlarının yakaladığı ünlü Venedikli Safiye Sultan’ı 15 yaşında koynuna koyarlar. Safiye Sultan’la Osmanlı Sarayında saltanat kadınlarının büyük ihtişamı başlayıverir. Saraydaki büyük çekişme Üçüncü Murad’ın ilk aşkı Nurbani Sultan ile Safiye Sultan arasındadır. Devletin bir iç savaşından daha tahripkârdır bu çekişme. Yıllar geçip saraydaki rakipleri ve kocası ölünce, Osmanlı sarayının en dirayetli kadınlarından biri olarak tarihe geçer.
İleriki yillarda Safiye Sultan’ın oğlu Üçüncü Mehmed tahta geçtiğinde ilk işi 19 kardeşini saraydaki dilsizlere boğdurtmak olur. Cellât dilsizler, küçük bebekleri analarının memesinden, beşiklerinden çekip alırlar. Acı haykırışlardan, çığlıklardan geriye Üçüncü Mehmed’in 4 oğlu kalır; Selim, Cihangir, Ahmet, Mustafa.
Üçüncü Mehmed’in de ölümünden sonra, Osmanlı tahtına ilk defa sünnetsiz bir padişah oturur, bu Birinci Ahmed’dir. Tarih 1603’tür. (Celali isyanlarıyla uğraştı, bir de güzel kütüphane yaptırdı) Koynuna Mahifiruz’u koydularsa da, onun gözü, bir papaz kızı, işvede, cilvede emsalsiz Rum ırkından Mahpeyker Sultan’daydı. Daha sonraki adı “başta, önde giden anlamında” Kösem Sultan olacaktı.
Kösem Sultan’ın kocası Birinci Ahmet ölünce, Sarayda bir gelenek insaf edildi; taht okula değil, padişahın büyük kardeşine teslim edildi. Böylelikle Birinci Ahmet’in kardeşi Deli Mustafa 1 yıllığına iktidara geçti. O sıralarda çok küçük olan Kösem’in oğlu Dördüncü Murat’a tahtın yolu açılmış oldu.
Kösem’in kocası Birinci Ahmet sarayda bir gelenek daha başlatır; Şehzadeleri kafese kapatma! Yanlarına genç bir cariye bırakılan şehzadeler kilitli kafes içinde çıldırarak gün sayarlar.
İşte Deli Mustafa, 19 şehzadenin ölüm haykırışlarını dinlemiş, çocuk yaşta kafese kapatılmış, boğdurulacağı anı beklerken delirmiştir. Tahta çıktığında hafızası, bilinci yerinde değildi, ne ata binebiliyor, ne de cariyelerle ilgilenebiliyordu. Dünya tarihin en masalsı padişahıydi, altın saçma hastalığı vardı. Her yerde herkese altın saçıyordu. Hatta kayıkta giderken, denizdeki balıklara dahi altın saçıyordu.