İçindekiler
Dostlarım, bu kez soframızdan eksik etmediğimiz tuz meselesine değinelim istedim. Rafine sofra tuzları, kaya tuzu, himalaya tuzu, deniz tuzu, göl tuzu, kaynak tuzunu vb. kıyaslayıp faydaları, detayları ve kullanım şekillerini konuşalım.
Rafine edilmemiş tuz, lezzet vermenin ötesinde insan metabolizması için elzem olan majör ve eser elementlerin neredeyse tümünü içerir. (Ekteki resimlere bakınız). Peki, hangi tuzdan uzak durmalıyız? Rafine tuzdan yani sofra tuzundan uzak durmalıyız
Rafine tuz (ister deniz ister kaya veya kaynak tuzundan olsun) ham tuzun suda eritilip, safsızlıklardan ve (sodyum klorür hariç) tüm minerallerden ayrıştırıldıktan sonra sıcaklık ve basınçla tekrar kristalleştirilmesi ve içine nem tutucu vb. katkılar eklenmesiyle üretilir.
Neden uzak durmalıyız?Çünkü sadece sodyum klorür içerir. Başka mineral içermediği gibi sürekli tüketilince vücuttaki mineral dengesini sodyum lehine bozar; böbrekler yeteri kadar suyu vücuttan atamaz ve yüksek tansiyon oluşur.İleri aşamada böbrek rahatsızlığına kadar gider.
İşin enteresan yanı, doğal tuzlar (bunların neler olduğuna birazdan değineceğim) bilakis yüksek tansiyonu engellerler. Hatta doğal tuzlar hipertansiyon hastalarında dahi tansiyonu düzenler çünkü mineral dengesi sağlarlar.Özellikle içeriğindeki potasyum tansiyonu dengeler.
Ayrıca rafine tuzlarda akışkanlığı sağlayacak, nem tutmasını ve topaklanmayı önleyecek katkı maddeleri vardır. Bunlardan bazılarına burada değinmem gerekiyor ki tehlikeyi daha net izah edebileyim: Ferrosiyanür Tuzları (E535): Topaklanma önleyici, nem tutucudur.
Güçlü asitlerle birleşince (örn.mide asidi), yüksek ısıda (örn.yemek pişirirken) veya uzun süre ışığa maruz kalınca toksik hidrojen siyanür gazı salınır. Silikon dioksit (E551): Topaklanma önleyici ve nem tutucudur. Sentetik amorf silika veya silika olarak da geçer.
Doğal silikayla alakası yoktur. Nanopartiküldür. Cam, %70 civarında amorf silika içerir.Dolayısıyla E551, damar endotelyal dokusu için kırık cam kadar tehlikelidir. Çünkü o da cam gibü kesicidir. Damarlarda kan yoluyla dolaşırken damarın çeperini çizerler. Çizilen damar çeperi fibrinler ve kolesteroller ile onarılır. Bu onarım neticesinde damar sertliği (atherosclerosis) ve pıhtı (thrombus) riski oluşur. Öte yandan E551, endoplazmik retikulum’u strese sokup hücre düzeyinde serbest radikal salınımı yaparak insülin direncine de sebep olur.
Kalsiyum silikat (E552): Topaklanma önleyicidir. Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı E552 için zararsız dese de kalsiyum eğer vücutta eksikliği yoksa dışarıdan alınmaması gerek bir mineraldir, çünkü damarlarda kireçlenme ve elastikiyet kaybına sebep olur.
https://australianprescriber.tg.org.au/articles/calcium-and-cardiovascular-risks-1.html
İyotlu rafine tuzda potasyum iyodür,sodyum iyodür veya bakır iyodür bulunur.İyot metabolizma için elzem bir elementtir. Havayla oksitlenmesin ve buharlaşıp gitmesin diye rafine tuza iyotla beraber eser miktarda dekstroz (glukoz) eklenir!Yine de yemek pişerken iyot uçar
Şimdi gelelim doğal tuzlara:
1. Deniz Tuzu / Göl Tuzu / Kaynak Tuzu:
Yazın nemi düşük iklime sahip bölgelerde tuz ve mineral içeriği yüksek olan deniz suyunun/göl suyunun/yeraltı kaynak suyunun buharlaştırılmasıyla elde edilir. Göletlerde/havuzlarda bu sular biriktirilip güneşte buharlaştırılır. Sonra kristalleştirme havuzuna alınır ve sudaki tuz kristal halde elde edilir. Görüntüsü flaky yani yaprak gibidir. Yeni tekniklerde suyu yapay havuzlarda toplamadan önce filtrelerden geçirerek safsızlıklarını ve ağır metalleri elimine ediyorlar.
Lakin açık havada buharlaştırma ve kurutma işlemi ile elde edildikleri için chemtrails kimyasallarına maruz kaldıklarını da göz ardı etmememiz lazım. O nedenle bu tuzları tüketeceksek analizi yapılmış ve temiz raporu almış olduğundan emin olmakta fayda var.
Tuzlu su havuzda kurutulurken üst kısımlardan alınan tuzlar (fleur de sel) daha beyaz ve hafif nemlidir. 64 ila 84 arasında mineral içerirler fakat oransal olarak çok zengin değildir, ağırlıklı olarak sodyum klorür içerirler.Ama neminden ötürü tadı damakta daha uzun süre kaldığı için diğer tuzlara göre daha pahalıdır.Altta kalan tuz (sel gris) ise mineral oranı bakımından az daha zengindir ama aynı zamanda daha yüksek oranda ağır metal içerme riski taşır.Rengi,mineral oranı ve sudaki alglerle de etkileşime girmiş kısımları olmasından ötürü açık gri ve uçuk yeşilimsi tonlar barındırır. Türkiye’de deniz tuzu Çamaltı’nda ve Ayvalık’da, kaynak tuzu Delice ve Kemah’da, göl tuzu Palas gölü, Seyfe gölü, Tuz gölü ve Van’da üretiliyor. Kaya tuzu ise Çankırı, Iğdır, Nevşehir ve Yozgat’da üretilmekte
Kaya Tuzu / Himalaya Kaya Tuzu / Çankırı Kaya Tuzu:
Kaya tuzları dağlardaki tuz mağaralarındaki tuz depozitlerinden elde edilir. Maden işletmesinin modernizasyonuna göre çekiçlerle kırarak ya da gelişmiş delicilerle tuz blokları şeklinde madenden çıkarılırlar.
Daha sonra berraklığına göre kalite sınıflarına ayrılır. Herhangi bir rafinasyondan geçirilmez. Yalnızca kırma ve öğütme işlemine tabi tutulur. Burada dikkat edilmesi gereken konu tuzun öğütüldüğü öğütücülerde kullanılan malzemelerdir. Normalde sadece tahta, taş ve seramik kullanılması gerekir.Zira ham demir kesinlikle tuza temas etmemelidir. Aksi halde oksitlenir (pas).Bakır, pirinç ve alüminyum ise ancak çok kısa süreli temasta güvenlidir.304 veya 316 çelik dahi olsa uzun süreli temasta kromu da oksitleyeceği için öğütme ve saklama amaçlı kullanılmamalıdır.Korozyon olur. Doğrusu tahta, seramik ve taş kullanmak. Hususi olarak kaya tuzunu araştırmak için Çankırı’ya yaptığım seyahatte buna dikkat eden az üretici olduğunu gördüm. Üreticilerin çoğu ufak esnaf. Tuzu ruhsatlı maden işletmesinden alıp, öğütüyorlar.
Kaya tuzları,deniz/göl/kaynak tuzlarından daha az sodyum ve daha çok potasyum içerdiğinden kalp ve tansiyon için daha faydalıdır. Ayrıca kaynağı daha temizdir. Üretimde çevresel çapraz kirlenmeye maruz kalma riski de düşüktür. Ama lezzet olarak (bence) bir tık geridedir.
Kaya tuzu çeşitlerine dönecek olursak: Himalaya tuzu aslında Pakistan’da, Himalaya’lara 300km uzaklıktaki bölgeden çıkarılmaktadır. İçerdiği demir oksit sebebiyle beyaz-pembe renktedir. Çankırı tuzundan daha fazla mineral içermesi 3 tip demir oksit içermesinden ötürüdür.
Fakat demir oksitin bize pek bir faydası yoktur. Demir oksit pastır. Hatta demir, eğer vücutta bir eksikliği yoksa, dışarıdan takviye olarak alınmamalıdır, toksik etki yapar. Bazı Himalaya tuzlarında yüksek oranda arsenik de tespit edilmiştir. Temiz olanını almak gerek.
Kaya tuzları arasında en meşhuru Himalaya tuzudur. Ama bana sorarsanız bahsettiğim demir oksit meselesi ve arsenik sebebiyle aslında abartılmaması gereken, iyi pazarlanmış bir tuzdur.Himalaya tuzunun dışında dünyanın çeşitli yerlerinden kaya tuzu çıkarılıyor.Örneğin İran’da iyi miktarda kaya tuzu çıkarılıyor. Hatta orada Mavi Kaya Tuzu var. Mineral oranı farklı değil ama kristal yapısı oluşumundaki yüksek basınç sebebiyle ışığı farklı kırdığı için rengi şeffaf-mavi. Fiyatı gereksiz pahalı.
Peru’da da Himalaya tuzuna benzer pembe tuz çıkıyor ama kurşun oranı biraz yüksek. Elbette ülkemizde de kaya tuzu çıkarılıyor ve özellikle Çankırı kaya tuzu veriler ışığında konuşursak mineral dengesi bakımından en iyi kaya tuzu.
Bunlar dışında sodyum oranı düşük magnezyum oranı yüksek Celtic deniz tuzu, bazı muamelelere tabi tutulup lezzet/aroma verilen Hawaii tuzu,Hint Kala Namak Tuzu, Siyah Tuz,Bambu Tuzu, Kürlenmiş Tuz ve baharatlı tuzlar da mevcuttur.Hiçbiri bildiğimiz manada rafine değildir.
Yeri gelmişken Schüßler tuzlarına da değineyim.Bu tuzlar farklı dokulara yönelik olarak 12 esansiyel mineralin farklı miktarlarda karıştırılmasıyla elde edilen ve mikro-dozajlamayla kullanılan tuzlardır. Yemeklik tuz değildir. Çeşitli problemlere hücre düzeyinde çözüm olur.
Peki doğada doğal olarak bulunan 94 elementin soy gazlar ve birkaç element hariç neredeyse tamamını (64 ila 84 tür element) içeren geniş spektrumlu ve atalarımızdan bu yana kullanılan doğal tuzları terkedip neden sodyum klorüre indirgenmiş basit beyaz tuzları ürettik?
Bunun ezoterik açıdan cevabı insana düşman olan sistemin insana zarar verme, faydadan alıkoyma amacı. Somut açıdansa cevabı daha çok para kazanma amacı. Çünkü sodyum, diğer minerallerden ayrışıp tek başına tüketilince beyinde daha fazla dopamin (ödül hormonu) salgılanıyor.
Çin tuzundaki (Mono”sodyum” Glutamat) gibi yediğimiz yemekten “beyinsel olarak” daha yüksek haz alıyoruz. Bu yemeğe hafif şeker ve yağ da eklenince beynimizde adeta kokain alımına benzer bir tepkime gerçekleşiyor. Bu da gıda endüstrisinin tam aradığı şey (fast food mesela) Bu durum elbette çift yönlü bir zarar veriyor. Hem sodyum, şeker ve yağın bir arada bulunduğu fast food gibi sağlıksız yemeklere bağımlılık arttığı için obezite, diyabet, hipertansiyon ve diğer metabolik hastalıklar artıyor hem de “modern” tarım “sayesinde” mineral oranı son derece azalmış olan topraktan bitkiler yoluyla gerekli mineralleri alamayan insanoğlunun kendisi için gerekli minerali doğal tuz yoluyla da alması engelleniyor.Bu da ilaç sektörüne daha çok müşteri yaratıyor. Gıda, tarım ve ilaç sektörü kol kola tıkır tıkır çalışıyor.
Sofra tuzunun yaygınlaşması sadece yüksek tansiyon ve metabolik hastalıkların artmasına sebep olmuyor, aynı zamanda vücudumuzun detoks kabiliyetini baltalıyor. Çünkü böbreklerdeki su dengesi bozuluyor, su atımı dengesizleşiyor. Oysa insan vücudunda su en önemli solventtir (çözücüdür). Toksinleri ve metabolik atıkları çözerek ter ve idrar ile su marifetiyle vücuttan atıp detoksifiye oluruz. Su dengesinin bozulması bundan ötürü vücudumuzdaki toksin yükünü inanılmaz derecede artırır. Makina bozulur.Burada hemen modern tıbbın tuz ile beraber kolesterole olan düşmanlığına da değinmem lazım. Kolesterol hücre duvarının geçirgenliğinde önemlidir. Tuz ve minerallerdeki elektriksel yükler switch ederek kolesterolle beraber hücre duvarında portallar açıp kaparlar ve bu yolla hücreler içeriye gerekli maddeleri alır, dışarıya da metabolik atıkları ve toksinleri gönderir. Tansiyonu önlemek için tuzu yasaklamak, kardiyovasküler hastalıklara sebep oluyor diye kolesterolu yasaklamak aslında hücre için hayati önemde olan bu iki maddeyi yasaklayarak hücreyi mahvetmek olur. Kaş yaparken göz çıkarmış olursunuz. Tuz mevzusuna geri dönecek olursak, rafine tuz lobisinin zaman zaman Türkiye’de de kaya tuzuna çamur attığına şahitlik ediyoruz.Hatta 2015 yılında Sağlık Bakanlığı “Kaya Tuzu Hakkındaki Gerçekler” başlığıyla bir rapor yayınladı.Bu raporda kaya tuzunun aslında 84 element içermediği, neredeyse tamamının rafine sofra tuzu gibü sodyum klorür olduğu ve hatta içinde toksik maddeler ve radyoaktif maddeler olduğu belirtildi.Karatay karşıtlarını sevindiren bu rapor hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı için gelen itirazlar üzerine apar topar Sağlık Bakanlığı sayfasından kaldırıldı. Ne var ki bu olaydan sonra birkaç kez sanki doğruymuş gibi bu rapor bazı basılı medya organlarında hortlatıldı ve yayınlandı. İtirazlar neticesinde yine kaldırıldı tabi.
Bu raporu hazırlayan kişinin o dönem Türk Kardiyoloji Derneği Bilim Kurulu Üyesi Mehmet Birhan Yılmaz olduğuyla ilgili bilgiler ortalığa döküldü.Raporu yazan o kişi midir bilmem ama 2-3 parça alındığı zaman tansiyonu düşüren kaya tuzu,ilaç lobisini belli ki rahatsız etmiş. kimileri doğal tuzlarda da sodyum klorür, silikon dioksit, kalsiyum bileşikleri vb. olduğu için rafine tuz gibi ya da ona katılan katkı maddeleri gibi aynı oranda zararlı olabileceğini düşünebilirler. Ancak doğal tuzdaki kalsiyum silikat, sodyum klorür, silikon dioksit rafine olanlardaki gibi etki etmez. Kimyada allotrop kavramı vardır. Bir bileşendeki atomların neler olduğundan ziyade atomların dizilişi önemlidir. Bu nedenle mesela sadece sodyum klorür içeren sofra tuzu bembeyazken yine neredeyse aynı oranda sodyum klorür içeren bir kaya tuzu daha transparandır. Bir başka örnekle anlatacak olursak, grafit %100 karbondur, elmas da öyle. Ama atom dizilişleri farklı olduğu için etkileri ve fiyatları farklıdır. Doğadaki atom dizilişleri varoluş için en optimum şekildedir.
Bu nedenle doğal tuz yapay tuzdan daha faydalıdır, aynı şekilde doğal mineral ve vitaminler sentetik vitamin ve minerallerden vücuttaki biyoyararlanım olarak daha iyidir.
Gelelim doğal tuzun yemeklere katmak dışındaki kullanım şekillerine:
1. Elektrolit: Özellikle su orucu ya da aralıklı oruç yapan, ağır işlerde çalışan veya yoğun fiziksel aktivite (spor) yapanlar sularına biraz doğal tuz katmak suretiyle ter ile kaybettikleri veya oruçluysalar gıda almadıkları için idrarla kaybettikleri elektrolitleri yeniden kazanmış olurlar. Bu, hem spor ve fiziksel aktivite sonrası kas ağrılarını geçirir, hem toparlanma sürecini hızlandırır, hem bilişsel fonksiyonları korur hem de eğer su orucu yapıyorsanız orucu, ketozisi ve otofajiyi bozmadan (çünkü tuzun kalorik değeri yoktur) oruç esnasındaki halsizliği ve güç kaybını önler.
2. Pulverize Tuz (Haloterapi) :Mikron ölçekte tuz partiküllerinin bir jeneratör marifetiyle katı toz zerrecikleri veya likid çözelti şeklinde ortama püskürtülmesi ve bu havanın solunmasıyla astım,allerji,solunum yolu rahatsızlıkları iyileşmektedir. Nefes alma kapasitesi de artmaktadır.Kaya tuzundan lamba üreten bir atölyeyi ziyaretimde hızarla lamba yapımı esnasında havaya dağılan tuz nefesimi inanılmaz derecede açmıştı.
3. Tuz Odası: Tuz mağarası ile aynı işlevi görmek üzere dizayn edilen, tavandan tavana kadar her yanı tuz ile kaplı olan odalardır. Burada tuzun kurutucu etkisi ile patojenlerden arınma söz konusudur. Malum, tuz eti bile kurutup çürümeden saklamaya yarar. Çankırı’daki tuz mağarasında bozulmadan kalmış ölü bir eşek ve tavşan bile sergilenmektedir. Tuz odası mukusu da kurutur. Dr. Sebi’yi bilenler bilirler ki hastalıkların ve inflamasyonların temelinde vücuttaki mukusun bulunduğu iddiasındaydı. Bence de kısmen doğruluk payı olan bir yaklaşım
Tuz odaları ayrıca KOAH, uyku apnesi, sinüzit, vücuttaki küf yükü gibi durumlarda da faydalı olmakta.
4. Tuz Lambası: Ortamdaki nemi emer. Elektromanyetik radyasyonu nötralize eder. Ortamdaki kötü kokuları gidermeye yardımcı olur. Işık ile aktive olarak negatif iyon salınımı yapar. Bu da kişilerin Bovis enerjisini yükselterek frekansımızı ve ruh sağlığımızı dengeler.
Ayrıca negatif iyonlar vücutta oksitlenmenin tam tersi etki gösterirler. Vücudumuzda da demir vardır. Bunu unutmayalım.Yani aslında biz de oksijenle (oksitlenmeyle) bir tür paslanmaya maruz kalıyoruz.Japon doktor Noburu Horiguchi,negatif iyonların bunu önlediğini ve hatta bir fare deneyiyle negatif iyonların kanser hücrelerinin büyümesini durdurduğunu gösterdi. Dileyenler negatif iyonlarla ilgili “Restorative Medicine of Nature” isimli trilojiyi bulup izleyebilirler.
5. Tuz Sabunu: Öncelikle tuz, bakterilerin biyofilmini eriterek etkisizleştirir. Ter kokusunun sebebi de ilgili bölgedeki bakterilerin ürettiği sülfürdür. Tuz sabununu hafifçe ıslatıp koltuk altınıza sürerek kötü ter kokusunu önleyebilirsiniz. Yüzde ve gövdede akneye sebep olan unsurlarla da aynı şekilde mücadele eder. Ayrıca doğal sıkılaştırıcı olması hasebiyle ciltteki porları daraltır ve cildi sıkılaştırır.
6. Canlı Su: Yapılandırılmış ya da hekzagonal su olarak da geçer.Çok çeşitli ve sofistike yapım metodları olmakla beraber,en kolayı cam bardaktaki soğuk suya birkaç parça doğal tuz atmak, karıştırarak tuzu eritmek (ve bu esnada su içinde girdap/vortex) ve hemen ardından birkaç dakika güneş ışığına maruz bırakmaktır.Bu şekilde yapılandırılmış su biyoyararlanımı ve molekül dizilimi optimum sudur ve hücre içine kadar çok verimli emilir. Kadim bilgiler ışığında, bu işlemi bardağın ucuna yakın yerinde iki mıknatısı zıt şekilde yerleştirip imsak vaktinden hemen önce 30-40 dk açık havada bırakmak suretiyle de yapabilirsiniz.
7. Solé su (Sıvı Güneş): Doğal tuz ile yapılan “doymuş” tuz çözeltisidir. Su moleküllerindeki eksi kutuplar, pozitif mineralize tuz iyonlarını (örn. Sodyum) çeker. Negatif mineralize tuz iyonları (örn. Klorür), pozitif polarize su molekülü parçalarına bağlanır.Bu kimyasal reaksiyon meydana geldiğinde solé, orijinal bileşenlerinden (sade su ve doğal tuzdan) moleküler olarak farklı bir hale gelir.Magnezyum, kalsiyum, bor, selenyum ve kükürt dahil olmak üzere ana mineraller ve eser elementler iyonlara ayrılır ve depolanan enerjiyi serbest bırakarak daha yüksek enerji seviyesine sahip yeni moleküler bağlar oluşturur. Az miktarda solé aldığınızda,iyonlar kolloidal formdadır ve neredeyse hiç çaba harcamadan vücuda emilir.Solé su, bebekleri anne karnında güvende tutan amniyotik sıvıya da çok benzer yapıdadır.
Her sabah 1 bardak suya 3-4 damla eklenerek içildiğinde vücuttaki asit-baz dengesini sağlar ve molekül yapısı sebebiyle damar yetmezliğinden baş ağrısına ve mineral eksikliğinden kaynaklı sorunlara kadar pek çok sorunu giderir. Evde solé su yapımı:
8. Banyo Tuzu: Doğal tuzların özellikle banyo suyunda kullanılması önemlidir. Çünkü musluk sularında yoğun oranda florür ve klor bulunur. Bunlar negatid yüklü maddelerdir ve bu suyla dolu küvete girdiğinizde ya da duş aldığınızda cildinizdeki pozitif yüklü mineralleri cildinizden çekip alırlar. Havuzda yüzüp çıktığınızda parmak uçlarınızın buruşması bundandır. Denizde yüzdüğünüzde havuzdaki kadar buruşmaz. Banyo suyunuza tuz atarsanız minerallerinizin cilt üzerinden tüketilmesini önlersiniz.
Ayrıca eğer magnezyum oranı yüksek olan Celtic tuzu veya doğal Epsom tuzu (Magnezyum Sülfat) kullanırsanız kas ağrılarınıza da iyi gelir ve bedeninizde rahatlama sağlar. Bu tuza doğal esansiyel yağlar da ekleyebilirsiniz.
Ben kozmetik ürünlerde ve banyo tuzlarında Lut Gölü’nden elde edilen Ölü Deniz tuzunu kullanmıyorum. Lut Gölü’nün yüzeyi deniz seviyesinin 430 mt. altındadır. Bu özelliği ile dünyanın en alçak yeridir. Lut peygamberin kavminin helâk edildiği bölgedir. İçinde hiçbir canlı yaşam yoktur. Adeta ibretliktir. Bugün azalmış olsa da Lut gölü pis bir koku da yayar. Tabii Lut gölünün tuzunu kullananlara bir şey diyemem. Kullanmamak benim tercihim.
9. Kahve Suyu: Kahve diüretiktir. Tuvalete taşır :)Kahve suyuna az kaya tuzu eklemek idrarla giden minerali telafi eder.Bir de dildeki tat almaçlarını manipüle ederek kahvedeki acılığı hissetmemizi azaltır,umami bir lezzet almayı sağlar. Patlıcanın tuzlanma sebebi de aynı.
KAYNAK : X.COM