Ağva’ya bağlı Çanaklı Köyü’nün kadınlarını bir araya toplayıp anadan doğma kalana kadar soydular.. Çırılçıplak halde kocalarının katledilişini izlemeye zorlanan kadınlar, sonrasında toplu tecavüze uğradılar.
Küpelerini almak için kulakları, bileziklerini almak için bilekleri, yüzüklerini almak için parmakları kesildi; acıyla kıvranarak can verdiler..
Ateşe verilen Hacı İsmail Köyü ve erkekleri iple bağlanıp yatırılarak kurbanlık koyun gibi kesilen Karadere Köyü’nün kadınlarına tecavüz ettiler..
İmranlar Köyü’nde, ırzlarına geçmek üzere bütün kadınları bir eve topladılar; kendilerini korumaya çalışanları lime lime doğradılar..
Tekkeler Köyü’nde bacaklarından asılan on beş genç kızı, insan aklının alamayacağı işkenceler yaparak öldürdüler..
Karamandıra Köyü’nde yağmaya direnen Hacı Mustafa’yı kurşuna dizip karısının ve kızının ırzına geçtiler.. Irzına geçtikleri kızı, yaraladıkları bir ata bağladılar, at can havliyle oradan oraya koştukça kız parçalara ayrıldı..
Çınarcık’ta, erkek çocukları, annelerine tecavüz etmeye zorladılar. Yaptıramayınca hepsini süngülediler.. Kadınların karınlarını yarıp, kundaktaki bebekleri yardıkları karınlarına gömdüler..
İzmir rıhtımında eşlerinden veya oğullarından haber bekleyen kadınların çarşaflarını yırttılar, hakaret ederek yerlerde sürüklediler..
Maraş’ta, hamamdan çıkan kadınlara sarkıntılık yaptılar, peçelerini yırttılar..
Karacaali’de, köyün kadınlarına kocalarının gözleri önünde tecavüz edip kurşuna dizdiler..
Bu satırlar Hâkimiyeti Millîye’den: “Yunanlıların kadınlara ve kızlara yaptıkları tecavüz, üzerinden yüzyıllar geçse, kendilerini Türklere affettirmek için her şeyi yapsalar, bunu başaramazlar. Binlerce masum kız Yunanlıların eline düşmektense kurşunla, süngüyle, ateşle ölümü tercih etmişlerdir.”
İkna olmayan, bunları “resmî tarih(!)”in bir parçası bulan mankurtlar için bizatihi işgalciler, işkenceciler, tecavüzcülerle soydaş olan yabancı bir “kadın” gazeteci Berthe G. Gaulis’den aktarmaya devam edelim
Bu satırlar da Berthe G. Gaulis’den: “Bilecik bir felaket ve acılar diyarı… Henüz dumanı tüten taş yığınları altında kim bilir ne kadar insan cesedi yatıyor… Tecavüze uğramamış genç kız veya kadın kalmamış.
Biraz ötede, kızını kurtarmak isterken, kafasına taşla vurularak öldürülmüş bir ihtiyarın mezarı…”
Belki de bu nedenle, yani “işgal”in ne demek olduğunu en önce, en çok ve en fena biçimde onlar anladığı için, Türk Kadını Atasını baştacı etmişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından “Mebuslar” teslim bayrağı çekerken, Türk kadınları, gazetelere yolladıkları “Millî haklarımızı ve ismetimizi koruyacak hükümet ve erkek yoksa, biz varız” ilanlarıyla eli silah tutan Türk erkeklerine tarihî bir ders verirler.
TBMM başkanlığına gönderdikleri, “Erkekler vazifesini yapmayacak, dinlerini ve vatanlarını, zevce ve hemşirelerini muhafaza etmeyecek kadar aciz ve ilgisiz iseler, düşmana karşı koymak için bize izin versinler. Yalnız topraklara gömerek paslandırdıkları silahları bize verin.
“Irzımızı, namusumuzu, iffet ve ismetimizi biz kendi ellerimizle müdafaa edeceğiz” dilekçesiyle, vatan savunmasından kaçanları, yüzlerine tükürmekten beter ederler!
Sultanahmet’ten Kastamonu’ya, Üsküdar’dan Bursa’ya memleketin her yanında “biz kadınlar bu hak cihadında en önde olacağız” diye onlar haykırırlar!
Bütün bunlar olur, sadece Anadolu’da değil, Türk kadınları mütareke İstanbul’unda da sarhoş işgalci askerlere meze olmaya, üstelik de “gönüllü meze!!” olmaya zorlanırken, onların dramına, çığlık atsalar duyacakları mesafedeki “saray”ında oturan Sultan Vahdettin ise;
Bütün bunlar olur, sadece Anadolu’da değil, Türk kadınları mütareke İstanbul’unda da sarhoş işgalci askerlere meze olmaya, üstelik de “gönüllü meze!!” olmaya zorlanırken, onların dramına, çığlık atsalar duyacakları mesafedeki “saray”ında oturan Sultan Vahdettin ise; kendinden 42 yaş küçük kızla evlenip, “işgal güçleri hangi dinden ve milletten olursa olsun onlara Türk misafirperverliği gösterilmesini” buyurur!.. Atatürk ise, “düşman kaçarken, kadınlarınızı ve çocuklarınızı dağlara ve emin yerlere saklayınız” diye bildiri yayınlıyordu.
Padişah, varlığını “Allah’tan sonra işgalci İngilizlere” emanet ediyorken, Mustafa Kemal ise, kadınların sadece ırzını ve canını kurtarmakla değil, vatanı o mezalimden kurtarıp bağımsızlaştırmak ve onlardan doğacak kız çocuklarının, kız torunlarının yerlerde sürüklenmeyip omuzlarda yükseltileceği bir rejimin temellerini atıyordu…
“KAHRAMAN TÜRK KADINLARI” BİLGİSELİMİZİ DE EKLEYELİM Mİ BURAYA YARADILIŞ DESTANI’nda
Tanrıya yaratma ilhamı veren AK ANA dan, Uygur Destanı’nda Böğü Han a kadar…Türk destanlarında, büyük kahramanlar, büyük kahramanların anneleri, kadınları, çoğu zaman ışık veya nur görüntüsündeki bir kadından doğmuştur. Tomristen, Türkan’dan, Fatma Begüm’den, Suca’dan, Hanım Han’dan, Kubac Khatun lara kadar… Süyüm Bike Hatun’dan, Kara Fatma’ya, Şerife Bacı’ya, Nene Hatuna kadar…perde arkasındaki, cephe gerisindeki asıl kahramanlar hep Türk kadınlarıydı.
Ve yine; Şamanların, Kamların gökten kadın kılığında indiğine inanıldığı için kadın Şamanizm’de kutsaldır. Türk Mitolojisinde, güzellik ilahesi, namus ve fazileti temsil eden AYZIT, ancak namusunu muhafaza etmiş kadınların lohusalığına gidip onlara yardım ederdi; ahlaksız kadınlar ne kadar yalvarırsa yalvarsınlar, ne kadar kurban keserlerse kessinler, onların yardımına gitmezdi.
Türk kolektif vicdanı, iyileri, doğruları temiz, ahlak sahibi olanları nasıl mükafatlandırıp, kötüleri nasıl kınayıp cezalandırıyorsa, AYZIT da aynı şekilde, bu kolektif vicdanın mitolojik görüntüsünü, Türk töresinin, Türk tefekkürünün ve çağımıza kadar devam edegelen Türk namus ve ahlak telakkisinin şaşmaz ve yanılmaz sembolüydü.
Oysa Yunan tanrıçaları, kavgalı idiler, birbiriyle dövüşür, rüşvet teklif eder, birbirlerini kıskanırlardı; hile yapar, birisinin karısının kaçırılmasına öteki yardım ederlerdi. Yunan mitolojisindeki ATHENA, büyük tanrı Zeus‘un hem karısı hem de kızkardeşidir ki, … (anladınız, devamını yazmayalım) (Farklı mitoloji kitaplarında değişik farklı görüşler de okuduk) Yani böyle bir düşünce tarzı eski Türk’lerin töresinde asla yer almaz.
Son söz; Bilge Atatürk’ü en iyi kahraman Türk kadını anlamıştı. Kurtuluş savaşımızda, sırtında cephane sandığı taşıyan Şerife Bacıları tanımadan Atatürk asla anlaşılamaz… İşgal yıllarında, Yunan askerlerinin yaptığı insanlık dışı tecavüzleri katliamları, o dönem dünyaya duyuran da bir başka Yunanlı Madam Berthe Georges Gaulis’tir. Ve bu konuları “Çankaya Akşamları” kitabında dünyaya duyurmuştur. Bu kitap sonradan Türkçe’ye de çevrilmiştir. O dönem namuslu gazeteciler de varmış…