İçindekiler
ATATÜRK’ÜN EMANETİ TÜRKİYE, ORTA DOĞU’NUN ÇÖPLÜĞÜ MÜ?
1947 Birinci Keşmir Savaşı,
1948 İlk Arap-İsrail Savaşı,
1956 Süveyş Krizi,
1965 İkinci Keşmir Savaşı,
1967 Altı Gün Savaşı,
1971 Bangladeş Savaşı,
1973 Arap-İsrail Savaşı,
1980 1989 İran-Irak Savaşı,
1988 Halepçe,
1991 Körfez Savaşı,
1991 Afganistan Savaşı,
1999 Kargil Savaşı,
2001 Afganistan – ABD Savaşı,
2003 Irak Savaşı,
2006 İsrail Lübnan Savaşı,
2007 Gazze Savaşı,
2011 Suriye İç Savaşı,
2011 Libya İç Savaşı,
2013 Kanlı Mısır Darbesi,
2021 Taliban Darbesi ve
2023 Aksa Tufanı ve devamında İsrail’in bölgeye ölüm yağdırması…
Orta Doğu denince akla gelen ilk şey ölüm ve savaş oluyor.
Bölgede yıllardır bitmek bilmeyen kan dökme hevesi, bazen dış müdahalelerle bazen de iç karışıklıklarla artarak devam ediyor.
Bitmek bilmeyen bir hesap, çıkar döngüsü…
Bölgede kurulmak istenen büyük İsrail projesi ve birçok komplo teorisi de cabası.
Türkiye’nin etrafında yaşanan bu savaş çıkmazı on yıllardır, açlık, sefalet ve ölüm çemberinden kurtulmak isteyen milyonlarca insanın da göç etmesine neden oldu.
Halepçe’den kaçan 60 ila 120 bin Iraklı Kürt Türkiye’ye göçtü.
Özellikle Körfez Savaşları sırasında 460 bin Iraklı ve Suriye’den 1945, 1951, 1953, 1967 yıllarında Türkiye’ye toplu göçler yaşandı.
2011’de patlak veren iç savaş ile Suriyeli göçü 10 milyonları aştı.
Afganistan ve Pakistan’dan direkt Türkiye’ye gelen ya da Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmeyi planlayıp
AB ile yapılan anlaşmalar nedeniyle Türkiye’de kalan sığınmacıların sayısı da çoktan milyonları aştı.
Savaşlar nedeniyle göçler devam ederken şimdi devreye bir başka faktör de girdi.
Eylül başında Afrika’yı ziyaret eden BM Uluslararası Göç Örgütü Genel Direktörü Amy Pope, “resmi olarak iklim göçü çağına girildiğini” belirtmişti.
BM’nin İç Göçleri İzleme Merkezi‘nin (IDMC) 2023’te yayımlanan son raporuna göre sadece 2022 yılında dünya genelinde yerinden olan insan sayısı yüzde 60 artarak 60,9 milyona çıktı.
İklim kriziyle birlikte tetiklenecek yeni göç dalgalarının özellikle Orta Doğu ayağında Türkiye hedef ülkelerden.
Türkiye’nin şu an uyguladığı açık sınır politikası, Türkiye’ye kaçak girişlerin ne yazık ki çok rahat yapılması ülkemizi göçmenlerin birinci adresi yapıyor.
Daha önce sığınmacılara harcanan paraları yazmıştım.
O yüzden burada tekrar etmeyeceğim.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından “Kayserili Pazarlığı” diye yutturulan AB ile geri kabul anlaşması Türkiye’yi Orta Doğu’nun çöplüğü haline getirmiştir.
Sığınmacıları ve yarattığı yükü taşıyamayan ekonomi, yanlış politikalardaki ısrarında sonucunda çökme noktasına gelmiş, Türk Lirası tarihinin en büyük değer kayıplarını yaşamıştır.
Ancak bundan ders almak ve sınırları korumak bir yana dursun iktidar Filistinlileri de ülkeye almanın önünü açıyor.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Türkiye’deydi.
Görüşmeler yapıldı, mesajlar verildi.
ABD ve İsrail, Gazze halkını tahliye etmek ve karşılığında çatışmayı durdurmak için Körfez ülkeleri, Mısır ve Türkiye ile de görüşüyor.
Bu ziyaret de görüşmelerin Türkiye ayağını oluşturuyordu.
Hedef 2,5 milyon Gazzelinin bölgeden tahliye edilmesi.
950.000 kişi Mısır’a, Türkiye’ye 750.000 kişi, 400.000 kişi istenirse çeşitli Arap ülkelerine,
Suudi Arabistan’a 150.000 kişi, Körfez ülkelerine 100.000 kişi, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’ya 50.000 kişi, 50.000 kişi Batı Şeria’ya.
Kuzey cephesi açılmazsa veya ateşkes sağlanamazsa ve bir şekilde tahliye gerçekleşirse Gazze’deki halkın büyük bir kısmı ve bölgedeki silahlı mücadele mekanizmaları Türkiye ve Mısır’a dağıtılacak.
Dış basında ortada dönen iddia bu yönde…
Kaçak geçişler arasında Filistinliler görülmeye başlandı bile.
1 aydır devam eden çatışma ortamının beraberinde ilk Filistinli akınları çoktan sınırlarımıza ulaştı.
Suriye’den ve Afganistan’dan akın akın gelen göçlerde de aynı kritik konu söz konusuydu.
Peki, bunun için bir önlem alındı mı?
Tabii ki de alınmadı…
Türkiye, bölgeden gelen ve sivil halkın arasına karışan milyonlarca silahlı örgüt üyesinin adeta istedikleri gibi girip çıkabildikleri bir korunma merkezi oldu.
Her gün bir ilde şafak operasyonu, ya uyuşturucu baronlarına ya terör örgütü mensuplarına Suriye’den ihraç edilen binlerce terörist; IŞİD’i, PKK’sı, El-Kaide’si, El-Nusra’sı, Hizbullah’ı…
Şimdi sırada Hamas ve Kassam Tugayları mı var?
Hamas’ın İsrail’de gerçekleştirdiği son katliamdan sonra Hamas’lı bir katili evine almak isteyen çıkar mı?
Sosyal medyada, sokak röportajlarında “Gelsinler” diyenler “Evini aç” dediğinde kaçacak delik aramıyor mu?
İktidar yaşananlardan hiç ders almıyor mu?
Ya da bu hamleler bilerek mi yapılıyor?
Bunlar cevabını bildiğimiz sorular…
Filistin’in bu yolla boşaltılmasıyla birlikte, büyük İsrail projesi de kolay yoldan gerçekleştirilmiş olacak?
Nerede İsrail düşmanları, bu duruma ne diyecekler?
Bu işin İsrail boyutu.
Bunun bir de Türkiye cephesi var.
Yıllardır, Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası Cumhuriyet sayesinde savaşlardan uzak duran Türkiye, demografik yapısına döşenen dinamitle adeta bir Orta Doğu çöplüğüne çevriliyor…
Yıllardır bütünlüğünü koruyan toplum dinamikleri, ince operasyonlarla sarsılıyor.
Eli silah tutan milyonlarca Suriyeli, Afgan ve Pakistanlı genç erkek çiçek toplasınlar diye Türkiye’ye akın etmedi, ettirilmedi.
Bu ülkeyi bölmek için, bir iç savaş için taşlar bir bir yerleşiyor…
Peki, yine soruyorum; benim gibi birçok kişinin de gördüğü gerçeği bu ülkeyi yönetenler göremiyor mu?
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da bunu çok kez şöyle dile getirdi;
“Ekonomik yaşam, sokaklarımız güvensizleşti.
Çeteler oluşuyor.
Sonuçta Türkiye’de iç savaş çıkacak.
Yüzde kaç ihtimal?
Yüzde 100 ihtimal ama mesele ne zaman olacağı.”
Milyonlarca Arap ülke sınırları içine alındı.
Türk düşmanlığı ile yetişen bu halkın içindeki kini kusması an meselesi.
Bırakın ümmetçilik sevdasını, Mekke amiri Şerif Hüseyin’in oğlu Ürdün kralı Abdullah anılarını yazdı.
Kitabın adı “Osmanlı’ya neden isyan ettik?”
Yani Arap bile isyan ettiğini kabul ediyor.
Bizim İslamcılar kabul etmiyorlar.
Trajikomik bir durum Kral Abdullah, anılarında Türkler hakkında şöyle yazıyor:
“Namaz bizim namazımızdı, Kitap bizim Kitabımızdı.
Şahadet kelimesi dinimizin esası, zekât vergimiz, oruç perhizimizdi ve hac bizim memlekette yapılıyordu ama başımızdakiler daha okuduklarının anlamını bile bilmiyorlardı.
Bir Arap âlim, doğru dürüst Arapça bilmeyen, herhangi bir fıkıh kitabını okumamış kişinin arkasında saf tutmaya mecbur bırakılırdı.
İşte böyle varlık içinde yokluk, yokluk içerisinde varlık söz konusuydu.
Bizler üstün olduğumuz halde hakir görülürken, hakir görülmesi gerekenler tepemize çıkıyor…”
Kral Abdullah’ın düşünceleri Arap milliyetçiliğini ve bizim hakkımızda nasıl düşündüklerini göstermektedir.
Demem o ki; Türkiye’de bir iç savaş yaşanmaz diyenler tozpembe bir hayal dünyasında yaşıyor.
Evet, biz bize kalabilseydik bir iç savaş söz konusu olamazdı.
Ama durum şu an çok başka, bunu artık görmek gerekiyor.
Atatürk’ün, Cumhuriyet Halk Partisi II. Büyük Kongresi’nde okuduğu söylevini bitirişi şöyleydi:
“…Bugün ulaştığımız netice, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin doğurduğu uyanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni sonsuza dek savunmaktır.
…Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”