Asıl adı Agnes Gonca Boyacı olan Rahibe Teresa, 26 Ağustos 1910 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Üsküp’te dünyaya geldi.
18 yaşındayken rahibe olmaya karar veren Gonca Boyacı, Hindistan’daki hayır çalışmalarıyla bilinen Loretto Hemşirelerine katıldı. Teresa adını bu dönemde aldı.
St. Mary’s Lisesi’nde coğrafya ve temel Hristiyanlık dersleri veren Teresa, 1944 senesinde aynı liseye müdür olarak atandı.
1950 senesinde Vatikan’dan izin alarak “Hayırsever Misyonerler” cemiyetini kurdu. Başta 12 kişiyle kurduğu bu cemaat, zamanla dünyanın 450 noktasında 4.000 rahibenin görev yaptığı bir kurum haline geldi.
1980 senesinde Üsküp’e bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret sırasında kendisine ırkıyla ilgili sorulan soruya; “Ben kendimi Üsküp’ün bir vatandaşı hissediyorum, doğduğum şehir burası. Ancak ben dünyaya aitim.” şeklinde yanıt verdi.
Kan bağına göre Arnavut olduğunu söyleyen Rahibe Teresa, vatandaşlığına göre ise Hint olduğunu dile getirdi.
Rahibe Teresa’ya 1979 senesinde yürüttüğü hayırsever faaliyetlerden dolayı Nobel Barış Ödülü verildi.
4 Eylül 2016 tarihinde Vatikan’ın Aziz Petrus Meydanı’nda düzenlenen tören ile Papa Franciscus tarafından “azize” mertebesine yükseltildi. Rahibe Teresa’nın iki hastayı iyileştirmesi, aziz/azize olabilmek için gerekli olan iki mucize olarak kabul edildi.
“Benim işim Hristiyanlık kelimesini yaymak ve insanları kazanmak”
Özet olarak ifade edilebilecek bu biyografiden sonra sıra Rahibe Teresa ile ilgili çoğu kişinin bilmediği hususlara geldi.
İyilik ve saflığın simgesi olarak lanse edilen Rahibe Teresa’nın yaptığı yardımlar, kurduğu ilişkiler ve gönüllülerin itirafları, onun geçmişini gözler önüne seriyor.
Yanında 9 yıl çalışıp istifa eden Susan Shields, Teresa’nın kirli tarafını ortaya çıkaranlardan biriydi.
Shields’in iddiasına göre Teresa çalışanlarına hayatını kaybetmek üzere olan insanları nasıl gizlice vaftiz edeceğini öğretmişti. Hayatını kaybetmek üzere olan insanlara ‘Cennete bilet ister misin?’ diye sormalarının ardından herhangi bir olumlu yanıtı vaftiz için onay olarak görmekteydiler. Yanıtın ardından hastanın alnını ıslak bir bezle soğutuyormuş gibi yaparak onları vaftiz ediyorlardı.
Shields’in bir diğer iddiası da bağışların yardım için kullanılmadığı yönündeydi.
Bağışları kaydetmekle görevli olan Shields, sadece New York’taki Bronx bölgesindeki bir çek hesabında 50 milyon dolar toplandığını, ancak bu paranın yoksul insanlar için harcanmadığını itiraf etti. Hatta Etiyopya’daki kıtlık için bağış toplandı ancak bu para Etiyopya’ya gönderilmedi çünkü çalışanlardan birinin söylediğine göre Teresa’nın yardım kuruluşu Afrika’ya para göndermiyordu. Ancak yine de makbuzlarda Etiyopya’nın adı geçirildi.
1991’de Birleşik Krallık‘taki bir kurumda yapılan denetim, toplam gelirin sadece %7’sinin yardım için kullanıldığını ortaya çıkardı.
Geri kalan para ise Vatikan Bankası’na havale edilmişti. Bu denetim sadece bir ülkede bir kere yapıldı. 70 yıllık geçmişlerinde bir kez bile topladıkları bağışı nasıl kullandıklarını bildirmediler. Ancak 5 yıl boyunca onlarla çalışan Eva Kolodziej adındaki bir kadın bağışlar için, ‘New York’taki evi ziyaret etmelisiniz. O zaman bağışlara ne olduğunu anlayacaksınız. Barınağın mahzeninde değerli kitaplar, takılar ve altın var’ açıklamasını yaparak insanları aydınlatmıştı.
20 yıl boyunca Teresa’nın yanında çalışan eski bir rahibe de Teresa’nın fakirlere yardım etme değil, İsa’ya hizmet etme niyetinde olduğunu söylemişti.
Zaten bunu Teresa da ‘Birçok insan beni sosyal hizmet uzmanı olarak karıştırıyor. Sosyal hizmet uzmanı değilim. Ben İsa’nın hizmetindeyim. Benim işim Hristiyanlık kelimesini yaymak ve insanları kazanmak’ diyerek açıklamıştı. Teresa aldığı bağışları yoksullara yardım etmek yerine manastır inşa ederek yeni rahip ve rahibeler yetiştirmek için kullandı.
Fakirlerin değil, fakirliğin dostuydu
Eleştirilerin odağındaki bir diğer konu da yoksullara yapılan tıbbi müdahalelerin yetersizliğiydi.
2008’de 2 ay boyunca gönüllü olarak çalışan Hemley Gonzalez, çalışanların iğneleri musluk suyu altında yıkayıp ucu körelinceye kadar tekrar tekrar kullandığını, tıbbi ve hayati maddelerin aylarca depolanıp süresi dolduktan sonra bile kullanıldığını, çalışanların çok az veya hiç tıbbi eğitimleri olmayan gönüllülerden oluştuğunu, bulaşıcı tüberküloz ve diğer hayati tehdit taşıyan hastaların diğer hastalarla birlikte tutulduğunu söyledi.
Tüm bu ihmallerin sonucunda ilk Ebola salgını ortaya çıktı.
Bu iddianın sahibi, 1976’da dünyanın ilk Ebola salgınını keşfeden doktor olan Peter Piot. Yoksul hastalar bu denli kötü şartlarda tıbbi yardım alırken, rahibeler hastalandığında özel ve lüks hastaneleri ziyaret ediyorlardı.
Teresa bir röportajında kendi ağzıyla 23.000’den fazla kişinin onların denetimindeyken hayatını kaybettiğini açıklamıştı.Korkunç acılar çeken, kanserden hayatını kaybeden insanlara aspirin dışında bir ağrı kesici bile verilmez ve ameliyat olması gerekenler ya da başka bir tedaviye ihtiyacı olanlar hastaneye gönderilmezken, Teresa hastalandığında ameliyat da oldu, kalbine pil de taktırdı. Kurumda çalışan birçok kişi bu hastaların kolayca tedavi edilebileceği hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybettiklerini daha sonradan itiraf etti.
Yani Rahibe Teresa fakirlerin dostu değil, fakirliğin dostuydu.
Katolikliği yaymak için hastaların sağlığı ve insanlığı pahasına diğerlerinden daha fazlasını yaptı. Dünyadaki en sakat nüfuslu ülkelerden birinde kürtaj ve doğum kontrolüne karşı çıktı. Bu düşüncesi de yoksulluğun kısır döngüsünü devam ettirdi.
Bizlere Rahibe Teresa’nın kendini insanlara, yoksul ve hastalara adayan hayırsever bir misyoner olduğu öğretildi.
Ancak Teresa’nın çocuk tacizcisi papazlarla, dolandırıcılarla ve 30 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep olan Haiti diktatörüyle yakın ilişkisi oldu, onlardan bol bol bağış topladı.
Rahibe Teresa’nın hayatıyla ilgili inanılmaz bir iddia daha mevcut.
Rahibe Teresa’nın “azize” ilan edilmesi sürecinde ölmeden önce yazdığı mektupları inceleyen Rahip Brian Kolodiejchuk, “iyilik meleği” olarak kabul edilen Teresa’nın son 40 yılında Tanrı ve İsa’ya yönelik inancının çok şüpheli olduğunu öne sürdü.
Rahibenin yakın arkadaşı olan Kolodiejchuk, yaklaşık 40 mektubu “Mother Teresa: Come Be My Light” adlı kitapta derledi.
“İsa boşluk demek”
Mektuplara göre, Rahibe Teresa, 1949 yılından 1997 yılındaki ölümüne kadar ruhunda büyük bir boşluk ve acılar içinde yaşadı. Kalbini “tamamen İsa’ya ait” olarak tanımlasa da, Eylül 1979 tarihinde rahip Michael Van Der Peet’e yazdığı bir mektupta şu ifadeleri kullanıyor:
“İsa sizin için çok büyük bir aşk anlamına geliyor. Benim içinse sessizlik ve boşluk o denli büyük bakıyor ki ama göremiyorum; dinliyor duyamıyorum. Dua ederken dil hareket ediyor ama konuşmuyor.”
Genelde, çektiği “acı”, “işkence” ve “karanlık”tan söz eden mektuplarının birinde rahibe, inancıyla ilgili kaygı ve Tanrı ile cennetin varlığına ilişkin şüphelerini de dile getiriyor.