36 PADİŞAHIN 35’İNİN ANNESİ TÜRK DEĞİLDİ
Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’in Türk düşmanlığını kaleme aldığım yazıya gelen beğeniler kadar ilginç tepkiler de dikkatimi çekti.
Padişahların Türk olduğunu savunan da oldu.
“36 padişah da Evliyadır” diyen de vardı.
Bunun neden mümkün olamayacağını, Osmanlı’nın Türklükten uzaklaştıkça nasıl çöküşe yaklaştığını işlemek istedim.
Yavuz Sultan Selim’in, 1517’den itibaren halifelik unvanını üstlenmesiyle Osmanlı Devleti de resmen İslami kuralları ve anlayışı esas alan bir yönetim şeklini benimsemiş oldu.
Prof. Dr. Bayram Kodaman “Osmanlı Devleti’nin Yükseliş ve Çöküş Sebeplerine Genel Bakış” başlıklı makalesinde Osmanlı’nın çöküşüne giden yolu şu cümlelerle izah etmiştir:
“Önünde sonunda İslam devletinin ve toplumunun Hıristiyanlara karşı galip ve muzaffer olacağı inancıyla kendini mükemmel ve üstün gören Osmanlı’nın, Avrupa’nın savaşlarda üstün gelmesine karşı verdiği ilk tepki; içe kapanmak, “gavura” muhatap ve muhtaç olmamak gibi dini gerekçeli pasif bir tavırlar olmuştur.
Nitekim 17. yüzyılın ilk yarısında Kadızadeliler hareketi, 18. yüzyılda ise Vahabilik hareketi ve
19. yüzyılda Osmanlı topraklarında hızla yayılan Nakşibendi tarikatının Halidiye kolu Avrupa’ya düşmanlığın ve Asrı Saadet dönemine dönüş fikrinin başını çekmişlerdir.”
Türk, Türklüğünü unuttuğu gün ne Osmanlı, Osmanlı olmuştur.
Ne de 3 kıtaya yayılan bir imparatorluk ayakta kalabilmiştir.
İşi özü bir yandan da şudur;
Osmanlı padişahları şu ya da bu sebeple yabancı kadınlarla evlendiler, ilişki kurdular.
Evet Anne, Türk için en kutsal hazinedir.
Cennet annelerin ayaklarının altındadır denir,
Anne her şeydir, özdür…
Kim ne derse desin bir evde anne ne derse o olur.
Baba işe gider, evlatla anne ilgilenir, elinde büyütür.
İlk eğitimi anne verir, çocuk annesinin ağzından çıkacak her kelimeye odaklanır, onu esas bilir, hayata bu bilgilerle başlar…
Demem o ki; sözlerim kimsenin annesine ya da annelik makamına değil!
Derdim Osmanlı Sarayından sürülen Türklük.
Tüm bunların ışığında padişah eşlerini, annelerini bir kez daha ele almak gerek…
Önemli bir detay da şudur; Avrupa ülkelerinde en rütbeli kadın hükümdarın eşi olan Kraliçedir.
Osmanlı’da ise en yüksek rütbeli kadın her zaman Valide Sultan yani padişahın annesi olmuştur.
Bir birey düşünün annesi Rus, Bulgar, Sırp ya da Yunan…
Bu evlat annesinin gözetiminde büyüyecek.
Her ne kadar devlet terbiyesi de alsa, ulemadan eğitim de alsa, zihninde her zaman annesinin cümleleri olacak…
Rus, Bulgar, Sırp ya da Yunan olan anne her ne kadar din de değiştirse ki; bilindiği üzere çoğu da sadece sözde değiştirdi,
bu anne kendi milletini bilmeyi bırakmayacak, haklı olarak kendi milletinin savunulmasını isteyecek
Evladına bunu telkin edecek,
“Benim kanım, senin kanın” diyecek.
Kimse bunun aksini iddia edemez, savunamaz.
Bu bir gerçektir ve bunu herkes kendi annesinden bilir…
Kaldı ki, bu durumun doğurduğu sonucu da devlet kademesinde açıkça görüyoruz.
Osmanlı’da özellikle de Yavuz Sultan Selim’le birlikte İslam’ın esas alınması ve kuruluş esaslarına aykırı olarak Türklüğün arka planda bırakılmasıyla birlikte, Türklük olgusu ve Türk insanı ötekileştirildi.
Türk, Devlet kademesinden uzaklaştırıldı.
Çoğu devşirme, yabancı çocuklardan oluşan Enderunlular üst kademelere getirilmiştir.
Bürokratik görevlere etnik olarak Türk olan pek az kimse getirilmiş, hareme de Türk kızları alınmamıştır.
“Müslüman oldukları için hoş karşılanmazdı” savunması da burada yeterli değildir.
Bilakis, padişah haremine girmek güç erişilir bir onur ve mertebeydi!..
Ayrıca haremin devletin bir numaralı kuruluşu olduğunu söyleyen tarihçi İlber Ortaylı, bir konuşmasında şu cümleleri kurmuştur:
“Çünkü harem, devlet hayatının en kritik noktasının geçtiği yerdir.
Harem, Osmanlı cemiyetine kadın yetiştirmiştir.
Oradan çıkan kızların çok azı padişahın karısı olmuştur.
Onların çoğu, orta sınıf İstanbul memurlarının eşleri olmuşlardır.”
Bununla birlikte savaşlarda Türkler eriyip giderken Osmanlı topraklarının her köşesinde Ermeniler, Yunanlar, Araplar zenginliklerine zenginlik kattı.
Türk, köyünde tezek toplamaya mahkûm edildi…
Bunu da genişleteceğim bir sonraki yazımda!..
Şimdilik konumuzdan sapmayalım.
- Çağatay Uluçay, Türk Tarih Kurumu’ndan çıkan “Padişahların Kadınları ve Kızları” adlı kitabında;
“Osmanlı Devleti’nin ilk iki hükümdarı (Osman Bey ve Orhan Bey) dışında, diğer padişahların kadınlarının çoğunluğu kaçırılan, esir alınan, köle olarak satın alınan veya hediye olarak sunulan cariyelerden oluşuyor.
Zaman zaman gerek Anadolu gerekse Avrupa aristokratlarının kızları feodal devletler ve beylikler arası ilişkilerin sonucu olarak alınıp verilmiş; ama bunların sayıları fazla değil.” demiştir.
Padişahlar genellikle Bizanslı, Avrupalı ve Rus kadınları tercih etmişler evliliklerinde.
Sonuçta anlaşılıyor ki, Osmanlı padişahlarının çoğunluğu cariye çocuğudur.
Etnik kökenlerinin de “Türklükle” bir alakası yoktur.
Bu tabii ki aristokrat sistemin doğal bir sonucu ama “ecdadımız”, “Türk büyükleri” gibi söylemlere özel önem verenler için pek iyi bir haber değil.
Mesela; Yavuz’un baş kadını güzel cariye Kanuni Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan (Helga)
Vakfiyesinde adı “Hafsa binti Abdulmuin” olarak geçtiğinden cariye olduğu anlaşılıyor.
Hafsa Sultan, Şehzade Süleyman ile birlikte Kefe ve Manisa’da yaşadı.
Eşinin padişah olması üzerine başkente döndü.
Fakat Yavuz’un kardeşleri ile uğraşması, İran ve Memlükler üzerine sefer yapması nedeniyle ömrünün büyük kısmını Şehzade Süleyman’ın yanında Manisa’da geçirdi.
Annesinin sözünü dinleyen, bir dediğini ikiletmeyen oğul Süleyman, onun tüm ricalarını yerine getirmiştir.
Bir diğer örnek meşhur Hürrem Sultan…
Batılı tarihçiler tarafından Roxelana, Roza, Rossa, Rosanne, Ruziac ve La Rossa;
Osmanlı tarihçileri tarafından Haseki ve Hürrem Sultan diye tanıtılan bu kadın, Osmanlı Hanedanı’nın ilk meşhur ve maruf sultanıdır.
Osmanlı tarihindeki kadınlar saltanatı onunla başlamıştır.
Birçok tarihçi bir Rus papazının kızı olduğu üzerinde ısrar ederlerse de İtalyan ya da Fransız olduğunu iddia edenler de vardır.
Hürrem Sultan bir akın esnasında esir alınmış ve padişaha takdim edilmiştir.
Kanuni yaşlandıkça onun daha çok etkisi altında kalıyor, her dediğini yapıyordu.
Oğlu Selim, Kanuni’den sonra padişah oldu.
Hürrem Sultan’ın Kanuni’nin ilk eşi olan Mahidevran’ı Manisa’ya göndertmesi, Şehzade Mustafa’yı öldürtmesi, Rüstem Paşa’yı veziriazam yaptırtması Harem’in bu dönemde devlet işlerinde oynadığı aktif role işaret eder.
Osmanlı’yı yıllarca idare eden papaz kızı Mahpeyker Kösem Sultan (Anastasya); Osmanlı tarihinin en namlı kadınıdır.
I. Ahmet’in ölümü üzerine Eski Saray’a gönderildi, 6 yıl orada yaşadı.
Oğlu IV. Murat padişah olunca, özel bir törenle Topkapı Sarayı’na getirildi.
I. Ahmet’in annesi Yunanlı Helen (Handan Sultan) öldüğü için haremin, hatta devletin başı oldu.
IV. Murat 12 yaşındaydı ve tecrübesizdi.
Bu yüzden devletin idaresini tam 10 yıl Kösem Sultan elinde tuttu.
IV. Murat idareyi eline aldıktan sonra da oğluna etki yapmaktan geri durmadı.
Murat’ın ölümü ve diğer oğlu İbrahim’in padişah olmasıyla tekrar bütün idareyi eline aldı.
Sultan İbrahim’e cariyeler takdim etti.
Sultan cariyelerle eğlenirken o da istediği gibi memleketi idare etti.
Fakat Sultan İbrahim, hasekilerinin de teşvikiyle bir süre sonra annesini dinlemez oldu.
Bu yüzden Kösem Sultan saraydan uzaklaştı.
İbrahim bir ara annesini sürmeye bile kalktı.
Sultan İbrahim’in tahttan indirilmesi, yerine IV. Mehmet’in geçmesi üzerine tekrar haremin ve devletin idaresini ele aldı.
Çünkü genç şehzade ancak 7 yaşında idi.
Kösem Sultan, sırtını Yeniçerilere dayamıştı.
Kösem Sultan’ın bile hakkından gelen Turhan Sultan (Nadya), esir alınıp Sultan İbrahim’e sunulan güzel Rus cariye…
Güzelliği Sultan İbrahim’i kendinden geçirmişti.
İbrahim, diğer cariyeleri görmez olmuştu.
Bu birleşmeden 1642 yılında IV. Mehmet doğdu.
Sultan İbrahim kadınlara çok düşkün olduğundan bir süre sonra Turhan Sultan’ı unuttu.
Turhan Sultan’ın namı, devlet idaresindeki önemli rolü kocası İbrahim’in ölüp oğlu IV. Mehmet’in padişah olmasıyla başlar.
Turhan Sultan bu dönemde Kösem Sultan’la çatıştı.
Enderun ağaları vasıtasıyla kayınvalidesini boğdurdu (1651) sarayın ve haremin başı oldu.
Koca Osmanlı İmparatorluğu çoktan yabancı kadınların avucunda oyuncak olmuştu artık…
Osmanlı döneminde 36 padişahtan 35’inin anneleri Rus, Ermeni, Yahudi, Rum, Fransız, Sırp, Polonyalı ve İngiliz kökenliydi.
Bunlardan bazıları dinlerini hiç değiştirmemişlerdi.
Birinci padişah Osman Bey’den başlayarak bütün padişahlarda Türk kadınlarına karşı bir ilgisizlik vardı.
Bu nedenle Osmanlı padişahlarının kanına sürekli olarak yabancı kanı girdi.
36’ncı padişaha gelindiğinde yapılan bilimsel hesaplar doğrultusunda damarlardaki Türk kanı (hep yabancı kadınlarla evlenilme sonucu) yüzde 0,6 olarak tespit edildi!..
Bu yüzdendir ki kimse bu Padişahlar için “Türk’tür”, “Evliyadır” diyemez.
Tarihi gerçekle yüzleşmek bazıları için ne kadar zor olsa da durum budur.
Tamamı tarihi kaynaklara dayanarak padişahların anneleri ve kökenleri şöyle:
Osman Gazi (Karısı Moğol soylu Bâlâ Hatun)
Orhan Gazi’nin annesi Moğol Bâlâ Hatun.
Birinci Murat’ın annesi Rum Horofira (Nilüfer Hatun)
Yıldırım Bayezid’in annesi Bulgar Maria (Gülçiçek Hatun)
Mehmet Çelebi’nin annesi Bulgar Prensesi Olga.
İkinci Murat’ın annesi Veronika (Bir iddiaya göre de Dulkadir Bey’in kızı Emine)
Fatih Sultan Mehmet’in annesi Osmanlı tarihçilerine göre Çandaroğlu Tacettin Bey’in kızı Hüma Hatun, yabancı tarihçilere göre Sırp Kralı Brankoviç’in kızı Prenses Despina (Mara Hatun).
Tarihçi Halil İnalcık’a göreyse Fatih’in annesi cariye ve Hıristiyandı.
İkinci Bayezid’ın annesi Rum Kornelya (Zağanos Paşa’nın kızı)
Yavuz Sultan Selim’in annesi Beti adlı cariye (Bülbül Hatun)
Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Polonya Yahudisi Helga (Hafsa Sultan)
İkinci Selim’in annesi Rus(Ukrayna) Roksalan (Hürrem Sultan)
Üçüncü Murat’ın annesi Yahudi Raşel (Nurbanu Sultan)
Üçüncü Mehmet’in annesi Venedikli Bafo (Safiye Sultan)
Birinci Ahmet’in annesi Yunanlı Helen (Handan Sultan)
Birinci Mustafa’nın annesi İspanyol Violetta (Mahpeyker Sultan)
İkinci Osman’ın annesi Rum kızı Evdoksiya (Mahfiruz Sultan)
Dördüncü Murat’ın annesi Rum Anastrasya (Kösem Sultan)
Deli İbrahim’in annesi Rum Anastasya (Kösem Sultan)
Avcı Mehmet’in annesi Rus kızı Nadya (Turhan Sultan)
İkinci Süleyman’ın annesi Sırp kızı Katrin (Dilaşup Sultan)
İkinci Ahmet’in annesi Yahudi kızı Eva (Hatice Muazzez Sultan)
İkinci Mustafa’nın annesi Rum kızı Evemia (Emetullah Gülnuş Sultan)
Üçüncü Ahmet’in annesi Rum Evemia (Gülnuş Sultan)
Birinci Mahmut’un annesi Rum kızı Aleksandra (Saliha Sultan)
Üçüncü Osman’ın annesi Sırp kızı Mari (Şehsuvar Sultan)
Üçüncü Mustafa’nın annesi Fransız kızı Janet (Mihrişah Sultan)
Birinci Abdülhamit’in annesi Fransız cariye İda (Rabia Sultan)
Üçüncü Selim’in annesi Cenevizli Agnes (II. Mihrişah Sultan)
Dördüncü Mustafa’nın annesi Bulgar Sonya (Ayşe Sultan)
İkinci Mahmut’un annesi Fransız Nache de la Bazari (Nakşidil Sultan)
Abdülmecit’in annesi Rus Yahudisi Suzi (Bezmialem Sultan)
Abdülaziz’in annesi Megrelli Gürcü Besime (Pertevniyal Sultan)
Beşinci Murat’ın annesi Fransız Vilma (Sevkefza Sultan)
İkinci Abdülhamit’in annesi Rusyalı Ermeni Virjin (Trimüjgan Sultan)
Mehmet Reşat’ın annesi Rum kızı Karolin (Gülcemal Hatun)
Vahdettin’in annesi İngiliz Henriet (Gülûstu Hatun)
Neticede bu liste; hiçbir çarpıtmaya, kurtarmaya yer bırakmıyor.
Mesele sadece Osmanlı da değil aslında!..
Hun, Göktürk ve Uygur kağanları Çinli kadınlar,
Avrupa Hun liderleri Germen kadınlarıyla,
Babürlü liderler Hint ve Peştun kadınlarıyla,
Selçuklu liderleri ise Rum ve Gürcü kadınlarla izdivaç yapmıştır.
Son söz:
“Türk, Türk olduğu için asildir.
Çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
[…] da önemlisi İskandinav Mitolojisinin baş tanrısı Odin’nin Türk yurdundan geldiğini, Türk olduğunu yine İskandinav Mitolojisinin kendisi söylemektedir.Odin, İskandinavya’ya göç […]