APOLLO VE AY YALANI
Tepemizde dönüp duran gökler
Büyücünün fanusu gibidirler:
Güneş bu fanus içinde lamba,
Biz de gelip geçen görüntüler.
Ömer HAYYAM (1048-1131)
Bazı insanlar için uzay macerası, diğer gezegenlere yolculuk ve bilim kurgu, hayatta en fazla heyecan verici noktaların başında gelir. Benim için de bu böyledir. Yıllar önce ABD’nin Ay’a hiç ayak basmadığı ile ilgili bir şeyler duyduğumda gülüp geçmiştim. Ne de olsa Ay oradaydı ve gitmek neden bu kadar zor olsun ki? Ancak daha sonra yılların birikimi ve araştırmaları insanı öyle bir noktaya getiriyor ki “bu yalan” ile tanışınca, diğer her şey artık yalanmış gibi geliyor.
Burada, ABD’nin Ay’a gidip gitmediğini tartışmayacağız. Çünkü gitmedi. Ama Ademoğlu’nun neden Dünya’nın yörüngesinden çıkamadığını anlatacağız. Her ne kadar yapabilsek de, bu durumu “Dini” kaynaklara değil “Bilim”e bağlayacağız.
ABD ve Sovyetler arasındaki uzay savaşı 1955 ile 1972 yılları arasını kapsıyor ve 84 doğumlu biri olarak sanki halâ 20-30 yıl öncesine ait bir durummuş gibi geliyor ama dile kolay yarım yüzyıl öncesine ait bir olgu. Teknoloji ile görsel iletişimdeki olağanüstü gelişim ki bunu bu yarışa borçluyuz, 70’ler 80’ler 90lar diye nitelendirdiğimiz tarihe aslında 00’lar ve 10’lar dahi eklememizin gerekmesi, insanda tuhaf bir tat bırakıyor. Neyse, lâfı uzatmayalım. Bu yarışın temelinde aslında nükleer silahlanma vardı. Füze teknolojisi öyle güçlü ilerliyordu ki 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yaptığı teknoloji devrimini bu iki ülke devam ettiriyordu. Gerçi Atom Bombası ile ABD bayrağı eline çoktan almıştı. Ancak bu Soğuk Savaş’ta bir şeyler ters gidiyordu. Sovyetler hep 1 adım öndeydi!
Sovyetler, Ağustos 1957’de ilk uyduyu dünya yörüngesine gönderiyorlardı. Aynı yıl bunu bir köpekle gerçekleştiriyordu. Rusya bunu yaparken ABD’nin bir sonraki yıl sadece bir uyduyu 12 günlüğüne oturtmuş olması, halkını endişelendiriyordu. Endişenin kaynağı neydi biliyor musunuz? “Sovyetler bizi bombalayacak!” Komik geliyor değil mi? Biri bir teknoloji geliştirdi diye bir millet neden korksun? İnanın bugünün dünyasında bu gelişme kimsenin umurunda olmazdı ama başta da söylediğim gibi yarım yüzyıl öncesinin dünyası gerçekten çok farklıydı:
“Sovyetler uzaya bir köpek gönderdi ve bizi bombalayabilirler, bir an önce onları geçmeliyiz yoksa hepimiz öleceğiz ve bütün dünya Komünist olacak!!!”. Şaka gibi ama gerçekten böyle düşünüyorlarmış.
Peki, köpeğe ne oldu diye soranlara kötü bir haberim var, 6 gün sonra oksijeni bittiği için öldü. Evet, bir hayvansever olarak ve bir kedibesler olarak, halâ içim cız eder, bile bile birini ölüme göndermek… Ancak 1960 Ağustos’unda Sovyetler bir canlıyı sadece yörüngeye göndermekle kalmadı aynı zamanda sağ salim yere (yeryüzüne) indirmeyi de başardı. Sovyetler bunu gerçekleştirirken ABD daha yörüngeye meteoroloji uydusu göndermekle meşguldü. Nisan 1961, Sovyetler ilk insanı uzaya gönderdi: Yuri GAGARIN. 1963’te ilk Kadın: Valentina TERESHKOVA. 1965 ilk uzay yürüyüşü: Aleksei LEONOV. Farkındasınız ki bunların hiç biri Amerikalı adı değil… Peki, ne oldu?
25 Mayıs 1961’de John F. Kennedy, ki bu konuşmasından sadece 2 yıl sonra suikast ile öldürülecektir, Amerika Kongresi’nde bir konuşma yapar. Amerikan halkının endişelerini gidermek amacıyla yapılan bu konuşmada aynen şu cümleyi kullanır:
”First, I believe that this nation should commit itself to achieving the goal, before this decade is out, of landing a man on the moon and returning him safely to the Earth.”
Kısaca Türkçesi: ”Bu 10 yıl bitmeden, Ay’a sağ salim bir insan gönderip geri getireceğiz.”
Bir anlamda bu konuşma, yarışın adını koyar. Ay’a gidip gelen kazanır. Aslında iki taraf da bu yarıştan kazanacağını kazanıyordu zaten. Öyle bir teknolojik atılımın eşiğindeydiler ki futbol sahası büyüklüğünde bilgisayarlardan kişisel bilgisayar ve internete uzanan büyük bir devrimin gerçekleştirilmesinde rol oynuyorlardı. Kimsenin Ay’a gitmesine gerek bile yoktu!
1958 yılının başlarında Iowa Üniversitesinde James Van ALLEN önderliğinde bir ekip, Dünya’yı saran bir Radyasyon Kuşağı keşfetti. Van Allen bu kuşağa kendi adını verdi. Van Allen Radyasyon Kuşağı. Bu kuşak sayesinde Dünyamız dış uzayın zararlı etkilerinden korunuyor olduğu görüldü. Sadece Dünya değil, diğer tüm gezegenlerin benzer bir Radyasyon Kuşağı ile kendilerini korudukları gözlemlendi. Peki, bu kuşak olmasa idi ne olurdu? Basitçe hayat olmazdı. Canlı yaşayamazdı. Bu radyasyon kuşağı ile ilgili detaylı bilgiyi internette “Van Allen Radiatin Belt” olarak ararsanız bulabilirsiniz.
Uzay yarışı kızıştıkça ve hedefte Ay olunca bu radyasyon kuşağının geçilmesi gerekti. Ve sürpriz, diğer ilklerde olduğu gibi Sovyetler bunu da başardı ve Ay’a sonda göndermeyi ve hatta Ay yüzeyine bugün ABD’nin sözde Mars’ta yaptığı gibi bir robot gönderip inceleme yapıp geri dönmesini bile sağladı. Sovyetler’den sonra ABD de bunları başardı. Ancak Başkanlarının söylediğinin aksine, ABD, Soveyetlerin daha önce keşfettikleri bir şeyi keşfettiler. Değil bugün, 100 yıl sonra bile Ay’a insanla gitmek imkânsız. Yarışı detaylı olarak incelerseniz zaten şunu görürsünüz, Ay ile ilgili Sovyet araştırmalarında hep öncü olmalarına rağmen söz konusu Ay olduğunda bırakın oraya inmeyi, yörüngesinden bile insan gönderme gereği duymamışlar. Hep robot göndermişler. Sonra bum! Yüzlerce saat daha fazla uzay uçuşu yapan Sovyetler robotlarla uğraşırken ABD, Ay’a ayak bastı. Tıpkı JFK’nin söylediği gibi üstelik o 10 yıl bitmeden!
Dünya ile Ay arasına yaklaşık 30 (otuz) tane Dünya sığıyor. Van Allen Kuşağı ise dünyadan 2-3 Dünya kadar dışarı uzanıyor. Yani çapı büyük bir alan. Ama o alandan sonra Ay’a gitmek için 27-28 tane Dünya geçmek gerek. Yani Ay, bu alandan çok ama çok uzakta. Şu anki tüm uydu ve Uzay İstasyonlarının hepsi alçak dünya yörüngesinde gezinmektedir, yani Dünya’dan 1 Ay uzaklıkta bile değil. 1958’de keşfedilen ve sözde Apollo görevleriyle birlikte tam 7 (yedi) kez aşılmayı başarılan bu kuşağın tam olarak ne olduğunu anlamak için (!?) 30 Ağustos 2012’de NASA uzaya iki adet sonda gönderdi: The Van Allen Probes. Gözlemlenen neticeler ışığında MIT profesörleri tarafından kaleme alınan bir rapor hazırlandı:
Yapılan araştırmaya göre, bu kuşağın iç ve dış olmak üzere iki katmanın bilinen varlığı tekrar deşifre edilse de ek olarak iki kuşak arasında bir plazma çemberi deşifre edildi. Maddenin 4 hali vardır, katı, sıvı gaz ve plazma. Dünya’nın 12.000 km dışında bulunan bu Plazma alanının önemi nedir? Plazma, basitçe gaz haldeki maddelerin manyetik kutuplaştırmaya bağlı doğrusal noktalarda oluşan fiziksel ve kimyasal reaksiyonun kontrollü etkileşim sürecine verilen genel ad.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Plazma_%28fizik%29
Gaz ısındıkça, iyonlaşmaya başlar diyor yazıda. İyonize olma durumu da elektronun atomdan ayrılma durumu olarak özetlenmiş. Ayrıca plazmanın soğuk ve sıcak olabileceği de aklımızda kalması gereken bir diğer nokta. Plazma soğuk da olsa sıcak da olsa elektron sıcaklığı binlerce santigrat derecede bulunuyor. Yani sadece sıcak plazma değil soğuk için de bu geçerli. Bu kuşaktan geçen sadece alet edevat değil, radyo sinyalleri bile bazı sıkıntılar çekecektir. Şu an bilinen sıcağa dayanıklı elementin başında gelen Titanyumun erime noktası, 1.700 derece. Uzaya çıkarken sürtünmeden oluşan sıcaklık yaklaşık 1.000 derece. Plazma ise binlerce derece belki 3.000 belki 10.000… Apollo’nun parçaları ise 230 dereceye dayanıklı olarak geliştirilmiş. İyonosferden dönen radyo dalgaları ise cabası. Bırakın Van Allen ve onun plazma kuşağını, İyonosferden bile ilerisi için sıkıntı yaşanıyor. Bugün Rus bilim adamları, halâ Radyo sinyallerini Plazmanın ötesine gönderebilmek için teknoloji geliştirmeye çalışırken ABD bunu 50 yıl önce başarmıştı. Bugün Rusların yaptığı bir araştırma sonucunda Plazma alanı bir anten görevi görebileceğinden ve dışarıdan gelen sinyallerin yakalanabileceğinden bahsederken, dışarıya sinyal göndermenin imkânsız olduğundan bahsediliyor.
ORİON PROJESİ
ABD ve Sovyetler yıllar önce bunu keşfettiğinde Ay’a gidilmesinin imkânsız olduğunu biliyorlardı. Ama şeytanın aklına gelmeyen Johnnylerin aklına geldi. Madem uzun bir süre zaten gidilemeyecek, o zaman gitmiş gibi yaparız! Aksini de kimse ispatlayamayacak. Sovyetlerin bu yemi yutması boş hayallere milyarlarca para akıtması ve iflasa sürüklenmesi, aslında gerçekten de bir bakıma yarışı ABD’nin kazandığı gerçeğini de ötelemesin.
Gelelim yazımızın asıl noktasına. Bugün Uzay Araştırmaları ile ilgili her hangi bir yerde konuyla ilgili iseniz zaten kimsenin Ay’a insan göndermediğini biliyorsunuz demektir. Bu yüzden artık bu sadece belirli bir seviyenin altındaki halk için bir yalan. Bu yüzden NASA da yayınlarında bazen açık açık gitmediğini deklare etmeye başladı.
Şu an NASA’nın en büyük projesi ORION projesi. ORION projesinde hedef Mars’a insan göndermek. Ancak Manifestosunu okursanız, en öncelikli sorunu tahmin edin ne? Evet, VAN ALLEN RADYASYON KUŞAĞINI AŞMAK!
ISS (Uluslararası Uzay İstasyonu) görevlisi iki Astronotun ve daha sonra bir NASA mühendisinin NASA’nın kendi sitesinden yayınlanan iki videosu mevcut. ( VİDEOLAR MAALESEF SİLİNDİ 🙂 )Video kendini anlatıyor ancak İngilizce sorunu olanlar için detayını paylaşayım.
Videonun ilkinde bir soru soruluyor: “ISS görevini tamamladığında ne başarmasını umuyorsunuz” diye Cevap olarak adam açık açık şunu söylüyor: “Şu an sadece Dünya yörüngesinde uçabiliyoruz, ISS görevini tamamladığında dış uzaya açılabileceğiz, Mars’a hatta AY’a?! Bile gidebilmemiz mümkün olacak.” Canlı yayın işte insanın ağzından her şey kaçabiliyor.
Diğer bir videoda ise NASA mühendisi, NASA’nın önündeki en büyük engelin Van Allen olduğunu ve halâ bu sorunu aşmaya çalıştıkları ve önlerinde uzun bir yol olduğundan bahsediyor. Allah Allah? 50 yıl önce siz değil miydiniz o alanı geçmeyi başaran?
Her Ay’ı gördüğümde içime bir heyecan doluyor. Bir gün evet, ben gidilemez demiyorum ama bir gün gerçek anlamda insanoğlu Ay’a gitmeyi başaracak ve televizyondan canlı yayında izleyeceğiz. Umarım bunu görecek kadar yaşarım çünkü bu yakın bir gelecekte olmayacak.
[…] Ama bu kadar değil! Güneş’in çevresinde dönüş süremiz 365 gündür fakat yukarıdaki Ay hesabına göre, bu süre 11 gün daha kısadır yani yılda bir 11 gün daha kaybediyoruz, üç […]
[…] bir günde, Dünya‘nın eğriliği bir uçak penceresinden görülebilir. Ancak dikkat çekici bir şekilde, […]
[…] Neden bir daha Ay’a hiç […]