Heykelleri Kimler Yaptı, Neden Yaptı: Moai Muamması

Paskalya Adasındaki Heykelleri Kim Yaptı?

Yeryüzünde hiçbir yer, diğer yerleşim bölgelerine Paskalya Adası kadar uzak değildir. Güney Amerika, doğuda 4300 mil, Tahiti ise batıda 2300 mil uzaklıktadır. Bununla birlikte, geliş­miş teknolojiye sahip uygarlıklardan görünürde tecrit olmasına rağmen ada halkı, her nasılsa birçoğu üç katlı bir binadan yük­sek, insan biçiminde yüzlerce dev yekpare heykeller yontmuştu. Sonra, her nasılsa bu ‘moai yi adanın bir ucuna taşımış, birçoğu­nu taş platformların üzerine dikmiş ve dev kırmızı taş blokları üstlerine oturtarak işlerini tamamlamışlardı.

Hollandalı kaşif Jacob Roggeveen, adaları bulduğu 1722 Paskalya Pazarında (adanın adı buradan türemişti), heykeller hala yerlerinde duruyorlardı. Roggeveen şöyle yazmıştı: “ilkin bu taş heykeller hepimizi çok şaşırttı; çünkü bu insanların, tam dokuz metre yüksekliğinde ve aynı oranlarda kalın bu heykelle­ri nasıl dikmiş olabileceklerini bir türlü anlayamadık.”

Sadece elli iki yıl sonra. Kaptan James Cook güney Pasi­fik’te eskiden beri varolduğundan kuşkulanılan bir kıtayı arar­ken Paskalya Adasına da kısa bir süre uğramıştı. Cook da hay­retler içindeydi: “Her türlü mekanik güce yabancı olan bu adalı­ların, nasıl böyle muazzam yapılar dikebildiğini ve daha sonra başları üzerine büyük silindirik taşlar yerleştirebildiğini aklımız almadı”

Paskalya Adası ‘Moai’sini kim ve niçin inşa etti?

Çoğu bilim insanı, bazı Polinezyalı göçmenlerin batıdaki bir adadan, belki Markiz Takımadalarından uzun olsa da olanaksız olmayan bir yolculuktan sonra kıyıya ulaşmış olabileceklerini düşündü |940’ların sonunda, Güney Amerika Yerlilerinin Paskalya Adası “na yerleştiği ve ‘Moai’yi inşa ettiği teorisini formü­le eden Norveçli bilim insanı Thor Heyerdahl’ı ciddiye alan sa­dece birkaç kişiydi,

Heyerdahl, haklılığını kanıtlamak amacıyla, ilkel bir sal ya­pıp, kendisi Pasifik’i geçmeye karar verdi.

Heyerdahl, teorisini ilk önce Paskalya Adası halkı ile Pe­ru da yaşamış olan antik İnkaların efsaneleri arasında bazı ben­zerlikler yakaladıktan sonra oluşturmuştu. Paskalya Adası halkı, kendi soylarının kurucusu olarak beyaz baş tanrı Tiki’ye tapar­ken, İnkalar uzak atalarının Peru’dan Pasifik’e yaydıkları beyaz baş tanrı, Kon-Tiki’den söz ediyorlardı,

Heyerdahl, adayı on sekizinci yüzyılda ziyaret eden ilk Av­rupalıların, normalde bronz tenli Polinezyalılardan ayırt edilebi­len bazı beyaz adalıların gizemli varlığı karşısında şoke olduk­larını anımsamıştı. Tiki ve Kon-Tiki aynı tanrı ve Paskalya Ada­sının beyaz yerlileri de onun torunları olmalıydı.

Adayla ilgili diğer söylencelerin Heyerdahl’ın teorisini güç­lendirdiği görülüyordu. Adalılar kulaklarını delen ve yapay ola­rak uzayıncaya kadar kulak memelerine ağrırlıklar takan “uzun kulaklı” bir soydan söz ediyordu. Söylenceye bakılırsa, uzun ku­laklılar adayı kısa kulaklılar tarafından rahatsız edilip kovuluncaya kadar yönetmişlerdi. Moai’ neredeyse omuzlarına kadar sarkan uzun kulaklara sahip olduğundan, kuşkusuz Heyerdahl heykellerin uzun kulaklılar tarafından yapıldığını düşündü. Peki hu uzun kulaklılar nereden gelmiş olabilirlerdi? Adalıların söylenceleri hiç kuşkuya yer bırakmıyordu: Arada sadece okya­nusun… ve Güney Amerika’nın bulunduğu doğudan.

Eğer uzun kulaklılar ve Tiki ya da Kon-Tiki Pasifik’i balsa kerestesinden yapılan bu salla aştıysa, Heyerdahl kendisinin ile bunu başarabileceğini düşündü. Böylece Ekvator ormanlarına kapağı attı, orada ekibiyle birlikte bulabilecekleri en büyük ağaçları kestiler, Sonra, Yerli usulü ağaçları kabuklarından ayırdılar ve sıradan kenevir halatlarıyla dokuz kütüğü birbirine bağladılar, hiçbir biçimde çivi ya da metal kullanmadılar. Salın üstüne açık bir bambu kabin, iki direk ve kare yelken eklediler.

Ekip tekneyi suya indirme töreninde pruvada bir Hindistan cevizi parçaladı ve tekneye törenle Kon-Tiki adını verdiler, 1947 Nisanında, Heyerdahl beş kişilik mürettebat ve bir papağan ite birlikte, Peru sahilinden yelken açtı.

Heyerdahl’ınki  Moby Dick ile boy ölçüşebilecek bir deniz macerasıydı. Ellerinde sadece zıpkınlar olan mürettebat, salın altına girdiğinde başı bu tarafta, kuyruğu diğer tarafta kalan dev gibi bu köpek balığıyla boğuştu, içme suyu iki ayda tuzlandı ama yağmurlar su stokunu yeniledi, Kahvaltı çoğu kez palamut ve gece boyunca güverteye düşen uçan balıktan oluşuyordu.

Okyanus akıntıları ve alize rüzgarları, salı iyice batıya, ger­çekte Paskalya Adası’nın epey uzağına sürüklemişti. Denizde geçen 101 günden sonra, sal Tahiti’nin doğusunda ıssız bir Güney Denizi adasında kazaya uğramıştı. Altı kişi de kurtulmuş, ancak papağan büyük bir dalgaya kapılarak sürüklenmişti,

Heyerdahl bayram ediyordu; Kon-Tiki seferi basit bit salla Pasifik’in aşılabileceğini kanıtlamıştı. Ama sadece bir şeyin olabileceği, onun olduğu anlamına gelmezdi.  Heyerdahl’ın Güney Amerikalıların Paskalya Adasına yerleştiğini kanıtlamak için daha fazla şeye ihtiyacı vardı.

1955’te Heyerdahl, bu kez bir balıkçı gemisinden bozma tek­nesi ve profesyonel bilim adamlarından oluşan yeni müretteba­tıyla Paskalya Adası’na gitmek için tekrar yollara düştü. Ne ga­riptir ki, en sonunda Heyerdahl’ın teorisini büyük ölçüde çürü­ten kişiler, onun kanatları altına ilk giren bilim insanları ve on­ları izleyenlerdi.

Bir kere, radyo-karbon tarihleme yöntemine göre, adaya ilk yerleşim İS 5. yüzyılda gerçekleşmiş, oysa en eski moai’ 900 ile 1000 yılları arasında yapılmıştı. Heyerdahl’ın adalıların ata­ları olduğuna inandığı Peru ve Bolivya dağlarında yerleşik Tiauhuanaco kültürü, yaklaşık İS 1000 yılına kadar etkisini Güney Amerika sahillerine yaymamıştı. Bu Güney Amerikalılar nasıl olur da henüz dağları aşmadan okyanusu geçebilirlerdi? Ayrıca, araştırma gezisinde, Paskalya Adası’nda Peru kültü­rünün en tipik iki ürününün, çömlekçilik ve tekstilin hiçbir izine rastlamamıştı. Tersine, arkeologlar Güney Amerika’ya çok daha yakın Pasifik takımadaları olan Galapagos’ta, en azından bir kısmı açıkça İnka-öncesi Güney Amerikalılar tarafından yapı­lanlarla aynı türden çok sayıda kap bulmuşlardı.

Diğer bilimsel alanlardaki araştırmalar Heyerdahl’ı daha da köşeye sıkıştırdı. Botanistler adanın totora kamışlarının Peru’da bulunanlardan farklı olduğu sonucuna varmışlardı. Heyerdahl’ın savunduğu Güney Amerika bağlantısı için temel aldığı adadaki tatlı patatesler de Polinezya’da bir yerlerden gelmiş olabilirdi.

Dilbilimsel çözümlemeler de batıya işaret ediyordu. Adalıla­rın kullandığı birçok sözcük, Polinezya’daki özdeş sözcüklere yakın görünüyordu ve uyuşmazlıklar rahatlıkla uzun tecrit yılla­rına bağlanabilirdi. Adanın “Rongorongo” yazıtı da Perulularınkinden çok, Polinezya yazısı ile ortak özelliklere sahipti.

İskeletlerin incelenmesi de adalıların Güney Amerikalılardan çok, Güneydoğu Asyalılarla ortak özellikleri olduğunu gösterdi ve çoğu bilim insanı ilk Avrupalı ziyaretçilerin beyaz tenli in­sanlara ilişkin tanımlamalarının abartılmış olabileceği sonucuna vardı. En başta, Paskalya adalılarıyla ilgili ilk anlatımların sade­ce birkaçı bu beyazlardan söz ediyordu. Başkalarına gelince, ör­neğin, ünlü kaşif Kaptan Cook, “renk, özellikler ve dil bakımın­dan, daha batıda kalan adaların halkına o kadar benziyorlar ki, onların aynı köklere sahip olduğundan hiç kimse kuşkulanamaz” diye yazmıştı.

Şu eski Tiki ve Kon-Tiki masallarına gelince, çoğu bilim in­sanına göre bunlar söylencelerden başka bir şey değildi. Paul Bahn’ın sözleriyle, bu yavan hikayeleri yutmak için “büyücek bir tutam deniz tuzu” gerekirdi. Bahn, Heyerdahl’ı söylenceleri ayıklayarak kullandığı için eleştirmişti. Ancak böyle bir ayıkla­ma, diğer anlatılanları -örneğin, adanın ilk kralı Hotu Matua’nın, Hiva diye bir adadan geldiğini- göz ardı ederken, teorisini destekleyenlere ağırlık vermesini sağlıyordu. Hiva, Paskal­ya Adası’nın iki bin yüz mil kuzeybatısında, Markiz Takımada­ları ‘nda herkesin bildiği bir addır.

Dramatik Kon-Tiki macerası bile bilimin titiz sorgulamasın­dan kaçamamıştı. Bazıları İnka-öncesi yerlilerin yelken değil, kürek kullandığını ve Peru’nun çöl kıyılarında sal ya da kano yapımı için gereken türden hiçbir hafif kereste bulunamayacağı­nı öne sürdüler. Ayrıca Kon-Tiki’nin kıyıdan elli deniz mili açıkta yedekte çekilmesi, Heyerdahl’ı Polinezya yakınlarında bir yere değil, Panama yakınlarında bir yere sürükleyebilecek akıntılardan kurtulmak içindi.

Heyerdahl’ın 1955-1956 keşif seferi ile başlayan bilimsel çö­zümlemeler furyası, Paskalya Adası’na ilk yerleşenlerin Polinezyalılar olduğu konusunda güçlü bir uzlaşıyla sonuçlandı. Gü­ney Amerika Yerlilerinin tersine, önemli bir denizcilik deneyi­mine sahip olan Polinezyalılar, Havai ve Yeni Zelanda gibi ada­larda koloniler kurmuşlardı. Bazı bilim insanları, (Şili’de bulunan bazı Doğu Paskalya Adası üslubu mızrak başları gibi) Güney Amerika ve Polinezya kültürlerinin iç içe geçtiğini gösteren her türlü kanıtın. Yeni Dünya’ya ayak bastıktan sonra yurtlarına dönmüş olabilecek Polinezyalı denizcilere bağlanabileceğini id­dia edecek kadar ileri gitmişlerdi.

Thor Heyerdahl

Bunlar, kaşiflerin doğuya değil, batıya yelken açtığını savun­maya devam eden Heyerdahl’ı pek ikna edememişti. Tarih yazımı dalgasına direnmeyi sürdürmüş, adaları tekrar ziyaret etmiş ve ona kulak verenlerin sayısı giderek azalmasına rağmen, tez­lerini savunmuştu.

Ne var ki, bu, onun başarılarını küçültmez. Paskalya Adası’na ilk bilimsel keşif gezisini düzenleyen ve kendisine eşlik eden bi­lim insanlarına kendi araştırmalarını önyargılardan uzak bir şe­kilde sürdürmelerini sağlayan Heyerdahl’dı. Ayrıca diğer araştır­macıları oraya çeken ve ‘moai’ yontucularını araştırmayı sürdür­melerinin esin kaynağı Heyerdahl’ın ünlü keşif gezileriydi.

Paskalya Adası’na ilk önce Polinezyalıların yerleştiğine iliş­kin görüş üzerinde uzlaşılması, en azından dev heykellere kısmi bir açıklama getiriyor. Atalara tapınma tüm Polinezya’da yay­gındı, dolayısıyla ‘moai’ adalı kabileler ya da ailelerin ölülerini yüceltmek amacıyla diktikleri bir çeşit anıt olabilir. En büyük ‘moai’nin tepesine yerleştirilen kırmızı taş bloklar, Markiz Ta­kımadalarında yas işareti olarak bir ölü imgesinin üzerine taş koyma geleneğinden gelmiş olabilir.

Bununla birlikte, bu moai’ konusunda Cook’un kısa ziyare­ti sırasında gözüne çarpan bir başka gizem var. Birçok heykel platformlarından devrilmişti ve bazılarının kafaları açıkça bi­linçli olarak koparılmış durumdaydı. Moai’leri için bu kadar olağanüstü bir çaba harcamış olan bir halk neden onları devirmiş olabilirdi? Heykellerin sapasağ­lam durduğu Roggeveen’in 1772 yılındaki ziyareti ile Cook’un adaya ulaştığı 1784 tarihleri arasında ne olmuştu?

Heyerdahl, Avrupalılardan önce gelip, ilk Güney Amerikalı yerleşimcilerle savaşa tutuştuklarını söylediği Polinezyalı göç­menleri suçluyordu. Adayı yöneten uzun-kulaklılara karşı “kısa- kulaklılar”ın ayaklanmasını anlatan ada söylencelerine tekrar başvuruyordu. Yeni kurgusuna göre, belki de kısa kulaklılar hem uzun kulaklıları hem de onların heykellerini devirmiş ola­bilirlerdi.

Gerçi arkeolojik kanıtların yokluğu Heyerdahl’ın teorisini bir kez daha köşeye sıkıştırmıştı. Paskalya Adası tarihinin bu kesitinde, ya da aynı şekilde diğer kesitlerinde, yeni kültürel et­kilerin aniden araya girdiğine dair hiçbir mimari ya da el sanat­larına ait bir iz yoktu.

Arkeologların, Avrupalıların adayı keşfinden önceki döneme tarihlendirilen çok sayıda mızrak başı ve hançer bulmuş olmala­rı, birçoğunu savaşın ‘moai’nin ve onlara tapan kültürün devril­mesinde bir rol oynamış olabileceği sonucuna varmasına yol aç­tı. “Kuş adamlar” döneminin kaya sanatının ortaya çıkışı, aynı zamanda atalara tapınmanın yerini almış olabilecek yeni bir kül­tün de göstergesiymiş gibi görünüyor.

Çoğu araştırmacı ekolojik bir krizin adalıları görülmedik öl­çüde azalan kaynaklar için savaşmaya ittiğine inanıyor. Aşın nüfus ya da ormanların yok oluşu, en büyük ‘moai’nin dikildiği on altıncı yüzyılda artık ciddi sorunlar haline gelmişti. Bazı ar­keologlar, umutları iyice tükenen ada halkının tanrıların yardı­mını istemek amacıyla, çok sayıda heykel dikme yolunu seçtiği­ni öne sürmüşlerdi. Ataları yardımlarını esirgeyince, adalılar on­lara inançlarını yitirmiş ve öfkeyle heykelleri devirmiş olmalıydılar.

Adalıların ataları ya da tanrıları yerine, elbette kısa süre için­de müdahaleye gelenler Avrupalılar oldu. On dokuzuncu yüzyı­la kadar, misyonerler ve köle tüccarları Paskalya Adası’nın özgün kültürü ve dininden kalan her şeyin kökünü hemen hemen kazımıştı. Aynı zamanda, Avrupalılar (ve Amerikalılar) gecik­meyle de olsa, Paskalya Adası’nın özgün kültürünü koruma ça­baları nedeniyle övgüyü hak ediyorlar. 1960’larda, içlerinde Heyerdahl”ın keşif gezisine katılmış olan bazı bilim insanları, bir­çok devrilen ‘moai’yi taş platformlarına yeniden yerleştirdiler. Şimdi bu heykeller orada huzur içinde duruyor, adalıları (ve bu günlerde kalabalık turist kafilelerini) gözetliyorlar.

Tam karşılarında ise her zamanki gibi Pasifik Okyanusu uza­nıyor.

Kaynak:

Tarihin Büyük Sırları – Paul ARON / Aykırı Tarih

S: 65-72

Visited 64 times, 1 visit(s) today

2 comments

  1. […] aynı uzaklıkta olsaydı, o zaman ekvatorda olması gerekirdi – ki durum böyle değil. Ve Paskalya Adası ile piramitler tam olarak aynı çizgide değil. Bu nedenle, bu tür verileri doğrulanmamış […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir