Gül Haçlılar (Rosicrucian’lar)

Dante’nin “İlahi Komedya”sı

Gizemlerin gözüpek açıklamalarını içeren “İlahi Komedya”, Papalığa bir savaş ilanı niteliğindeydi. Tıpkı İncil’in “Apocalypse” (Mahşer) bölümünde olduğu gibi, Hıristiyan dogmalarına Kabalacı simge ve sayıları cesurca uygulayarak, bu dogmalarda bulunan tüm mutlak değerleri inkar eden “Johannit” ve “Gnostik” özellikler gösteriyordu. Eserde yer alan doğaüstü dünyalara yolculuklar, “Eleusis” ve “Thebes” Gizemlerine giriş törenlerini andırıyordu… Dante, Cehennem çukurundan, başının ve ayaklarının yerlerini değiştirerek, yani Katolik öğretinin tam tersini uygulayarak kurtuluyor ve Şeytan’ı bir merdiven gibi kullanarak yeniden ışığa doğru yükseliyordu. Faust da, yenilmiş Mephistopheles’in kafasına basarak cennete ulaşmamış mıdır? Tüm bildikleri Cehennem’e sırt çevirmek olan kişiler Cehennem’den kurtulamazlar. Onun zincirlerinden ancak Cehennem’e yüzyüze bakma cesareti sayesinde kurtulabiliriz.

Aslında, Dante’nin Cehennem tablosu negatif bir Araf görüntüsündedir. Cennet’i ise, aynı Ezechiel’in “Pentacle”si gibi, bir haç tarafından bölümlenen Kabala çemberlerinden oluşmaktadır. Bu büyük haçın tam orta yerinde bir gül açmaktadır. Böylece, “İlahi Komedya” ile Gül-Haç üstadlarının büyük simgesi ilk kez herkese sergilenmekte ve kesin bir biçimde açıklanmaktadır.

Gül-Haç üstadları için gül, evrensel uyumun canlı ve gelişen bir simgesidir. Bu simge güzellik, yaşam, sevgi ve zevkleri kendinde birleştirir. “Yahudi Abraham’ın Kitabı”nda Flamel, gülü simyacıların Büyük Yapıt’ının simgesi olarak göstermiştir.

Gül ve haçı bir araya getirebilmek, yüksek aydınlanma derecelerinin asıl hedefidir.
 
İslam geleneğinde…Cebrail, öğreten ve yönlendiren melek işlevini taşır ve böylece Hıristiyan geleneğindeki “Kutsal Ruh” niteliğini de kapsamına alır. “İlahi Komedya”da, diğer niteliklerinin yanı sıra, Cennet’in rehberi de Cebrail’dir. İslam geleneğinde de, Cennet’e yükseliş motifi Cebrail ile bağlantılıdır. Dante, eserinde, benzer bir çoşku dolu yükselişi, Virgil ve Beatrice’e yakıştırmaktadır.
 
Dante’nin sunduğu Cennetin İlahi Gülü’nün parlak görüntüsü ile Galahad’ın tanık olduğu gizemli Grail görüntüsü aynıdır.

Gül-Haç Manifestoları

Gül-Haç, eski çağlardan beri aktarılagelen ezoterik bilgeliğe sahip olduğunu ileri süren dünya çapında bir kardeşlik örgütüdür. Örgütün adı, gül ve haçtan oluşan en önemli simgelerinden türetilmiştir. Gül-Haç öğretisi, farklı dinsel inanç ve uygulamaları yansıtan okült unsurlardan oluşur.

Bazıları, 1541 yılında ölen İsviçreli simyager Paracelsus’un, örgütün gerçek kurucusu olduğunu kabul etmektedirler. Diğerleri, 16. ve 17. yüzyıldaki gelişmelerin örgütün yeniden canlanması olduğunu; aslında Gül-Haç öğretilerinin eski Mısır’da filizlendiğini ve Platon, İsa ve İskenderiyeli Philo gibi, sıradışı din ve felsefe önderlerinin de örgüte üye olduklarını ileri sürerler. Ancak, örgütün tarihini 17. yüzyıldan daha eskiye dayandıracak hiçbir kanıt mevcut değildir.
 
Kabala‘nın bir arketip olarak psikolojik gücü, özgün Gül-Haçlılar tarafından 17.yüzyılda ortaya konulmuştur. Kim oldukları bilinmeyen bu kişiler, ateşli yazılar ve broşürlerle, “görünmez” mevcudiyetlerini ilan etmişlerdir. Bir örgüt olarak varlıkları hiç bir zaman tatmin edici bir biçimde kanıtlanamamıştır. Ancak, varlıklarına olan inanç Avrupa’da bir histeri dalgası yaratmaya yeterli olmuş ve Francis Yates’in belirttiği gibi, 17. yüzyılda düşün, kültür ve politik kurumların gelişiminde hayati bir rol oynamışlardır.
 
Gül-Haç Kardeşliği Yöneticiler Koleji temsilcileri olan bizler, doğru insanların kalplerinin yöneldiği En Ulu’nun lütfuyla, bu kentte “görünmez” ya da “görünür” olarak bulunuyoruz.
 
Gizli örgütlerin arasında en anlaşılmazı olan Gül-Haç örgütünü incelemek için öncelikle Fama Fraternitatis ile işe başlamak gereklidir. Örgütün sözde kuruluş öyküsünü anlatan “Fama”, Gül-Haç adını açık ve kesin bir biçimde dile getiren ilk belgedir. Yazarı belli olmayan ilk Almanca el yazısı nüsha 1610 yılında dolaşıma çıkmış ve sonradan bir kaç dile çevrilerek basılmıştır. “Fama”nın ilk basımı 1614 yılında Almanya’da Kassel kentinde yapılmıştır.


 
Fama, Gül-Haç örgütünün kurucusu olan ünlü Christian Rosenkreuz’ün gezilerini anlatır. Rosenkreuz’ün 1378 yılında doğduğu ve tam 106 yaşına kadar yaşadığı ileri sürülmektedir.
 
Rosenkreuz, görünüşe göre tıpta ve insanları iyileştirmekte büyük hünerler göstermiş ve böylece kentteki bilge kişilerin dikkatini üzerine çekmiş. Bu bilgelerin bilim, matematik ve diğer önemli konulardaki bilgilerinden ilham almış. Genç Rosenkreuz hiç gecikmeden ilk planlarını bir yana bırakmış ve Arap bilgeliğini kaynağından öğrenmeye karar vermiş. Şam bilgeleri onu Damcar adlı bir kente göndermişler. Damcar’ın neresi olduğu bugüne kadar belirlenmemiştir ve bir çok kişi bu kenti mitolojik bir kent olarak kabul etmektedir. Fama’da anlatılanlara göre, Damcar’da bulunan “doğanın gizini bilen” bilge kişiler, bu erken olgunlaşmış genci bir yabancı gibi değil, çoktandır beklenen biri gibi karşılamışlar, matematik, fizik, simya öğretmişler ve aralarında “M Kitabı” diye adlandırılan bir gizli eser de dahil bir çok gizemi göstermişler. Bazılarına göre tam adı “Liber Mundi” (Dünya’nın Kitabı) olan bu hazine, tüm evrenin gizlerini açıklamaktaymış. Genç Rosenkreuz bu kitabı Latince’ye tercüme etmeye karar vermiş; böylece Avrupa’ya dönünce bu gizleri başkaları ile paylaşabilecekmiş.

Damcar’da geçen üç yıl sonunda, Rosenkreuz Mısır’a geçmiş. Mısır’da doğa tarihi ile efsanevi Mısırlı bilge Hermes Trimegistus’un metafizik eserlerini incelemiş. Daha sonra, Fas’ın Fez kentine gitmiş. Orada da, sihir ile Kabala’yı öğrenmiş.Bugünlerde, Rosenkreuz gerçek bir kişi olarak değil, simgesel bir kişi olarak kabul ediliyor. Onun öyküsü örgütün efsanevi kökenini açıklıyor. Fama’ya göre, Rosenkreuz Gizli Bilgeliğe ulaşmış ve Almanya’ya geri dönünce bildiklerini üç öğrencisine aktarmıştır. Öğrencilerinin sayısı bir süre sonra sekize yükselmiştir. Sonradan. bu öğrencilerin her biri değişik bir ülkeye yerleşmiştir.

Rosenkreuz 1484 yılında öldü…ve gizli bir mezara gömüldü. Örgütün ilk üyelerinin tümü yaşama veda edince, mezarın yeri unutuldu. Ancak, üçüncü nesilden üstadlar, gizli bir toplantı yeri hazırlarken, mezarı rastlantıyla buldular.



Ertesi sabah, kapıyı açtık. Ortaya yedi yüzü ve köşesi olan bir yeraltı mezarı çıktı. Her yüz beş ayak genişliğinde ve sekiz ayak yüksekliğindeydi. Bu mezarda güneş hiçbir zaman ışıldamadığı halde, tavanın ortasında yer alan başka bir güneş her yanı aydınlatıyordu. Mezartaşı yerine pirinç levhalarla kaplı yuvarlak bir altar konulmuştu.

Mezar odasında bulunan simya kitapları, V. Frederick’i öven yarı politik eserlerdi. Tüm bu olanlar, simyacı bir Protestanlığın uyanış öyküsü olarak etrafa yayıldı… Fama’nın öğreti olarak, Dee’nin “Hieroglyphic Monad” isimli eseri ile benzerliği şaşırtıcıdır. Anlaşılan o ki, Dee’nin bu eseri, Gül-Haç yazılarına model oluşturmuştur.

…Fama’ya göre, kitapların arasında, ünlü İsviçreli fizikçi ve simyager Paracelsus’un “Vocabularium” adlı yapıtının da bir nüshası vardı. Oysa, gerçek adı Theophrastus Bombast von Hehenheim olan Paracelsus 1493 yılında dünyaya gelmiştir ki, bu tarih Rosenkreuz’ün ölümünden tam on yıl sonradır.[x12]

 120 Yıl önce Christian Baba’nın arzuladıklarını yerine getirdiklerine inanan kardeşler, mezar odasının kapısını kapatıp mühürlemişler. Artık, tüm dünyanın erdemlerle yenilenmesinin ve çok sayıda yeni üyeye açılmanın zamanı geldiğine dair mesaj aldıklarını biliyorlarmış.
 


“Christian Rosenkreuz’un Kimyasal Düğünü” adındaki kitap bir yıl sonra Strasbourg’ta ortaya çıktı…Alegorik ayrıntılarla dolu olan öykü, aynı zamanda kozmolojik, simyacı, astrolojik, büyüsel ve hatta şövalyelikle ilgili simgeler ile süslü idi.

Öykünün başlangıcında Rosenkreuz bir kutlama törenine hazırlanmaktadır. Ancak, kutlamaya katılana kadar bir çok sınav, deneme ve garip aydınlanma törenlerinden geçmesi gerekir. Tinsel gelişimi simgeleyen bu zorlu sınavların tümünü başarır. Sonunda hedefine ulaşır ve onur konuğu olarak kutlamaya katılır. Böylece “Altın Taş Şövalye Tarikatı”nın üyesi olur. “Altın Taş” simgesi, simyada asal maddelerin altın ve gümüşe dönüştürülmesini sağlayan “Filozof Taşı”na açık bir göndermedir. Eser, “Altın Taş”a ulaşan Rosenkreuz’un asıl amacının tinsel bir değişime ulaşmak olduğunu etraflıca anlatır.



“Christian Rosenkreuz’un Kimyasal Düğünü” adlı eserin, Luther’ci bir papaz olan Johann Valentin Andrea tarafından yazıldığı ileri sürülmektedir. Sosyal yaşamda reformlar gerektiğini düşünen Andrea, bu öyküyü yaratmış ve bastırtmıştır. Bir çok kişi, Andrea’nın, hem ezoterik meraklarını, hem de sosyal değişim arzularını birleştiren Gül-Haç örgütünü kurduğunu düşünmektedir.
 
Andrea’nın ateşli bir Luther’ci olması pek ilgi çekicidir. Zira Martin Luther’in armasında bir gül ve bir haç resimleri bulunmaktaydı.
 
Gül-Haç görüşlerini ileri süren bir çok başka belge kaleme alınmıştır. Bunların hemen tümü, makrokozmos ile mikrokozmos arasındaki ilişkiyi çözümlediklerini savunmaktadırlar. Robert Fludd’ın da benzer bir eseri vardır. Kepler tarafından, Kabalacı simgeciliği kullanan bir gizemci olarak suçlanan Fludd, yazdıklarını hırçınlıkla savunmuştur. Bu sürtüşmenin hemen ardından, Fludd’ı savunan bir çok Gül-Haç’cı belge yazılmış ve tümü de aynı yayımcı tarafından basılarak dolaşıma çıkarılmıştır.

…Bacon, Fludd ve Descartes; bu kişilerin tümünün Gül-Haç‘cı oldukları ya da Gül-Haç’çıların peşine düştükleri ileri sürülmüştür.


 
“Apology” (Özür) isimli yapıtında Fludd, Gül-Haç’çıları gerçek Hıristiyanlar ve Hermes Trimegistus’un tinsel izleyicileri olarak tanımlamaktadır. Kendisinin de, örgüte üye olmamakla birlikte, bir mürit olarak kabul edilebileceğini söylemiştir. Hatta, Gül-Haç’ın biçimsel bir örgüt olmayıp, aynı tinsel ve felsefi amaçlara sahip kişilerden oluşan bir akım olduğu kanısını benimsemiştir.

Fludd, geometri, cebir, aritmetik ve optik dahil olmak üzere tüm matematik bilimlerinde geniş bir reform yapılması gerektiğini ileri sürmüştür. Ayrıca ahlak, politika, hukuk, dinbilimi ve ekonomi alanlarının erdemli kişilerce dikkatle incelenerek, daha uyumlu biçime getirilmelerinin gerekliğini de belirtmiş ve bunun Gül-Haç’çı bir ülkü olduğunu söylemiştir.
 
Tüm insanlar, kendilerine hizmet edebilen Cin’lerle kuşatılmıştır. Gül-Haç’çılar cinleri aynalara, yüzüklere ya da taşların içine hapsedebilirler ve gerektiği zaman hizmet etmek üzere özgür bırakırlar. Gül-Haç’çıların bu özelliği, “Bin Bir Gece Masalları” ile folklorize edilmiş olan Arap Gizemciliği ile paralellik gösterir.

Eski Kelt tanrıları İrlanda Hıristiyan folklorunda nasıl perilere dönüşmüşse, İran, Mısır, Babil ve Hint tanrıları da, İslam halk inancında cinlere dönüşmüştür.
 
Gül-Haç’çılar, varolan dünyanın sınırlarına bağımlı olmadıklarını ve yalnızca görünürde ulaşılmaz olan Diğer Tarafa gidip geri gelebildiklerini savunmaktadırlar.
 
Anglia’da bulunan “Societas Rosicruciana”nın üyesi olan Hargrave Jennings, bu rit ve gizemlerin temelde cinsel nitelikli olduklarını vurgulamak için elinden geleni yapmıştır…Gül-Haç felsefesinin dayanağının Tantrik seks olduğu konusunu sürekli işleyen Jennings, bir mason simgesi olan Süleyman Mührünün iç içe geçmiş erkek ve kadın üçgenler biçiminde yaşamı simgelediğini açıklıkla belirtmiştir.

Gül Haç Kardeşliği ve İsa’nın Oğluna Krallık

Avrupa Birliği’nin bayrağı konusunda “12 Yıldızın Esrarı” başlıklı bir yazı yayınlamıştık. Simdi ise o yazının devamı niceliğinde bir yazı daha yayınlıyoruz. Bizim dinimizde ve tarihimizde şifreler kodlar ve simgelerle gizli anlatımlar pek bulunmadığı için bazı gerçeklerin anlaşılması daha zor olabilir. Ama Avrupa bayrağı “mavi gökyüzü altında Hz. Meryem’in tacı” olduğuna göre –bu durumda AB’nin ne veya kim ile özdeşleştiğini de bunun geleceğe yönelik hangi projeksiyonları içerdiğini de anlamak zorlaşıyor- “Gül ve Haç Kardeşliği’ne” de değinmek gerekiyor.

Avrupa kaynaklarına göre Avrupa bayrağı İsrail’in 12 kabilesine ve Hıristiyanlığın 12 havarisine atıfta bulunuyor. Avrupa bayrağı Avrupa’nın “Yahudi-Hristiyan tarihini” anlatıyor. Kudüs’ün 12 kapısı ve Yuhanna’nın Vahyi 121’deki su ifâde birçok detaya ışık tutuyor;

“Gökte olağanüstü bir belirti güneşe sarınmış bir kadın göründü. Ay ayaklarının altındaydı ve başında on iki yıldızdan oluşmuş bir taç vardı.” Hz. İsa’nın doğumu “Tanrı’nın halkının doğumu” ve “tarihin yeni bir başlangıcı” olarak kabûl ediliyor. Avrupa bayrağı bir “kurtulus ve seçilmişlik” vaadini de kapsıyor.

Burada “Gül ve Haç Kardeşliği” bir bakıma konunun tamamlayıcısı oluyor.



Gül ve haç bağı – Gül-Haç hareketinin öğretisine göre – Diriliş ve Kurtuluş’un sembolüdür. Golden-Dawn tarikatının üyeleri göğüslerinin üzerinde 22 farklı renklerde çiçek yapraklarından oluşan bir Gül-Haç sembolünü taşırlardı. Bu çiçek yaprakları İbrani alfabesinin 22 harfini ve 10 Sefirot’u birbirine bağlayan Yasam Ağacındaki 22 yolu temsil ederlerdi. Bu çiçek yapraklarından her ruhsal-tinsel gücü temsil edebilecek bir geometrik sembol oluşturulmuştu. İsmi ise önceleri İbranice harflerle aktarılmıştı daha sonraları ise gülün üzerine yazıldığı zaman yardımı ile ismin her harfinin birbirine bağlanmasını sağlayan bir motif çizilmişti.

Christian Rosenkreuz (1378-1484) kendi adıyla anılan gizli topluluğun efsanevi kurucusu olarak görülüyor. 16. Yüzyıl’da İlm-i-Simyanın Batı Avrupa’da yetişen en önemli temsilcisi Paracelsus yetişti. Paracelsus Hıristiyanlık tarihinin en gizemli örgütü olan “Gül ve Haç Kardeşliği’nin” tarihsel önderi oldu.

Paracelsus’un J.V. Andreae’nin (1586-1654) uydurması olduğuna kesin gözüyle bakılıyor. Rosenkreuz’a dayanan gizli bir kardeşlik örgütü olduğu inancı bu yüzyıla kadar (Golden-Dawn tarikatı) sürdü. 18.yüzyılda ise özellikle Gold ve Rosenkreuz taraftarları bu isme atıfta bulundular.

17.yüzyıldan önce Gül-Haç tarikat ve taraftarlarının olmadığına kesin gözle bakılabilir. Gül-Haç düşüncesi gayretkeş Protestanların ikinci ve kapsamlı bir reformasyona olan arzularından kaynaklandığı düşünülüyor.

Bu konuların Türkiye’deki en büyük uzmanı Aytunç Altındal Andreae’nin yaşamının ileriki dönemlerinde zamanının sahte mucizecilerinin astrologlarının ve sapkın tarikat taraftarlarının alsemist ve teosofik hayalperestlikleri ile alay etmek için yazdığı gençlik dönemi eserine mesafeli bakmaya başladığını belirtiyor. Bu gizli örgütün üyeleri doğanın gizemlerini açıklamak isteyen “özgür ruhlardı”. Bu süreç içerisinde doğanın bilinen dünya kavramına uymadığı için “occult – gizem” olarak tanımlanan yeni özellik ve güçlerini keşfettiler. Bu alternatif düşüncenin mistik ve doğaüstü öğeleri zaman içerisinde deneyler yoluyla doğanın gizemli özellikleri araştırılıp daha iyi anlaşıldıkça gitgide zayıfladılar.

Hıristiyanlıkta “gül”, Bakire Meryem’i anlatır. Meryem, hikmetin temsilcisidir. Hıristiyan tesbihine gül sözcüğünden türetilerek “Rosary” denilir. Avrupalı soyluların en gözde amblemi gül olmuştur. Bu armalardaki güller ve renkleri siyasal tercihleri de yansıtıyordu. Buna göre kırmızı güllü armalar Meryem’e ve onun temsil ettiği Kilise’ye (Ortodoks ve Katolik) bağlılığı gösterirken beyaz güllü armaların sahipleri ilk tercihlerinin Protestanlık ve Krallık (devlet) olduğunu ve bunların uğruna öleceklerine yemin ettiklerini göstermekteydi. Bu nedenle İngiltere’deki hanedanlar arası savaşlara “Gül Savaşları” denilmişti.



“Gül ve Haç Kardeşliğinin” hedefi insanlığı, kurtarmaktı;

İnsanlığı Kurtarmak… Meryem İsa’yı Hıristiyan inancına göre yeryüzündeki tüm kötülüklerin acıların ızdırapların ve eşitsizliğin nedeni bu “İlk günah” olmadan “arınmış” bir hâlde cennete dönebilmesi için “dogaüstü” bir şekilde dünyaya getirdi. Onun için Meryem “Gizemli Gül” idi.Yeryüzünde “Yeni Kudüs’ü” (geçmişte Aachen Kenti günümüzde AB) kurarak ve önce ona inananları sonra Yahudileri en sonra da Hz. İbrahim’in çocukları oldukları için bazı dini bütün Müslümanları kurtararak “Yeni Kudüs’teki” kurtarılmış insanları cennete taşıyacaktı.

Bu misyon için bazı örgütler de kurulmuştu; Bunlardan en ilginç ve esrarengiz olanı gizli diliyle okuyup anlasan “Gül ve Haç Kardeşliği” örgütüydü.

“Gül ve Haç” denildiğinde “dinî kültürel ve siyâsî ilişkilerin reforma tâbi tutulması” anlaşılıyor. Aynı zamanda Max Heindel’e göre “dinin bilimin ve felsefenin hayatin gerçekleri ve gizemleri ile ilişkisi” olarak değerlendiriliyor. Franz Hartmann’a göre ise yeniden doğum ve kurtuluş bu simgeler ile anlam buluyor.

Yeri gelince sormak lazım; ABD Irak’ı ve Afganistan’ı –Bush’un deyimiyle- Haçlı Seferleri ile kurtarmadı mi?

1614 yılında Almanya’da oldukça ilginç bir manifesto yayınlandı. Kitapçığın baslığı da ilginçti: “Tüm Evrenin Genel Reformu ile Bunu İzleyen Avrupa’nın Tüm Bilgeleri ile Hükümdarlarına Seslenen Sayın Gül-Haç Derneği’nin Faça Fraternis’i”. Manifesto, “insanlığın geleceği ile yakından ilgilendikleri belli olan” ve adını ilk kez bu yayınıyla duyuran Gül-Haç (Rosecroix) Derneği’nin üyeleri tarafından Avrupalı entelektüellere ve de gizli ilim meraklılarına bir çağrı niteliğindeydi.

Gül ve Haç Kardeşliği Protestanlığın Martin Luther ve Calvin gibi önemli liderlerini de desteklediler. Hatta Luther’in monogramında “içiçe yer alan haç ve gül” vardı. Belki dahası da olabilir. Çünkü İngiliz yazar James Dewar Luther’in papalık fermanını yakarak hareketi başlatmasından 20 gün önce bu örgüte katıldığını savunuyor.

İngiliz tarihçi Michael Howard Gül ve Haç Kardeşliği üyelerinin reform döneminin Avusturya’daki liderleri olduğunu yazıyor. Hatta Isac Newton Victor Hugo ve General De Gaulle isimlerin Gül ve Haç Kardeşliği üyesi olduğu da söylenegeliyor. Söylentilere göre bu örgüt İsa’nın soyundan birisinin hala yaşadığını savunuyor ve AB’yi de ona krallığı olarak vermek istiyor.

Avrupa Birliğinin mimarları arasında da başka Gül ve Haç Kardeşliği üyeleri olduğu iddia ediliyor. Robert Schuman Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterand ve yine başka bir Fransa Cumhurbaşkanı -ki aynı zamanda Avrupa Anayasasını hazırladı- Giscard d’Estaing…

Giscard d’Estaing’ı son birkaç yildir İslam’ı bahane göstererek canhıraş bir şekilde Türkiye’nin katılımına karşı çıkmasından tanıyoruz.

Belki Sarkozy ve Villepin’den de şüphelenmeliyiz. Hatta Schüssel ve Gül ve Haç Kardeşliği üyelerinin reforme ettiği Avusturya’nın Türkiye’ye hâlâ dinî bahaneler ile itiraz eden ve sıklıkla “Hıristiyanlıktan” ve “imandan” dem vuran liderlerinden de.

Türk kamuoyu AB’deki bazı liderlerin nasıl olup da Türkiye’ye 500 yil öncesinin argümanları ile itiraz ettiğini ve neden 500 sene öncesinin siyâsî ahlâki ile hareket ettiğini anlamakta güçlük çekiyordu. Demek nedeni buymuş…

Gerçekten de kuralları ta Luther zamanında konulan ve muhtemelen işleyişi o zamandan beri değişmeyen bir örgüte mensup olunca yenilikçi olmak kolay değildir. Gizli örgüt üyeliğinin de böyle sıkıntılarını doğal karşılamak lazım.

Giscard d’Estaing basının önüne çıkıp “Ben, bunları mensubu olduğum gizli örgütün görüş ve talimatları ile söylüyorum.” diyemezdi. Hatta AB’yi Meryem ile bir kabûl ettiğini ve AB’nin başına bir gün Mesih’in geçeceğini!

Türkiye’ye en çok itiraz eden ülkeler Fransa Avusturya ve Almanya. Bu ülkeler ayni zamanda Gül ve Haç Kardeşliğinin de beşiği. Tesadüf olmasa gerek.

Gül ve Haç Kardeşliği’nin diğer üyeleri arasında Fransız istihbarat başkanı Alexandre de Marenches’in de adı geçiyor. Ayrıca eski CIA şefleri William Casey John McCone ve ABD eski Dışişleri Bakanı Alexander Haig’in de.

Bu isimleri Jan van Helsing “Gizli Cemaatler ve 20. Yüzyıldaki İktidarları veya Dünya nasıl Yönetilmiyor” adlı kitabında veriyor.

Siz, İsa’nın bugün hayatta olan bir akrabası olmadığını düşünebilirsiniz. Hatta size AB’nin bu derecede örgütlerin elinde olması veya olduğundan şüphelenilen bir kişi için “yeryüzü krallığı” ve “cennet” kurulması saçma gelebilir.

Ama bu yapmaya muktedir olanlara saçma gelmiyorsa sizin de elinizden bir şey gelmez… Ama yine de Türkiye’ye “dinî nedenlerle”“iman için” itiraz edip AB’nin Hristiyan ve Yahudi değerleri üzerine bina edildiğini savunanlar “Gül ve Haç Kardeşliği Örgütüne üye olup olmadıkları” sorulduğunda cevâp vermeliler.

Visited 133 times, 1 visit(s) today

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir